ASR-I SAADET-1-Mevlânâ Şibli-Eser Neşriyat-İstanbul-1977
Her müslümanın, her münevver insanın İslam tarihini tanıması ve bilmesi kadar tabiî bir şey olamaz. Bilhassa İslam tarihinin “asr-ı saadet” devri, bizim için tarihi devirlerin en mühimi, en coşturucusu ve en muazzamıdır. S:3
Her müslümanın, her münevver insanın İslam tarihini tanıması ve bilmesi kadar tabiî bir şey olamaz. Bilhassa İslam tarihinin "asr-ı saadet" devri, bizim için tarihi devirlerin en mühimi, en coşturucusu ve en muazzamıdır. S:3
"Hakikî Müslümanlığı anlamak isteyen her Müslüman o devre dikkatini çevirir. Çünkü Müslümanlığın en saf ve berrak, en canlı ve hareketli devri o devirdir." S:3
Hadis ve rivayet dalında, dünyada İmam Buharî ile İmam Müslim'e eş olacak bir kimse yetişmemiştir. Bunların diğerlerinden ayrıldıkları vasıflardan biri Rasûl-i Ekrem'e karşı duydukları, samimî ihlâs ve hürmettir. Bundan başka onların eserlerinde Beyhakî, Ebu Nuaym, Bezzâr, Taberânî ve sairenin eserlerinde görülen mübalağalı faziletler ve menkıbeler yoktur. S:54
Tahkik etmek istediğimiz bir vak'ayı evvela Kur'an'da, sonra sahih hadislerde, sonra Rasûl-i Ekrem'in umûmî sözlerinde aramalıyız. Bunların hepsinde bir şey bulamazsak o zaman sîret kitaplarına müracaat edebiliriz. S:71
Hz. İsmail, Mekke'ye geldiği zaman Cürhüm kabilesi Mekke havalisinde yaşıyordu. Hz. İsmail, bu kabileye mensûb bir kızla evlenmiş ve nesline "Arab-i Müsta'rebe" (Arablaşan Arablar) adı verilmiştir. Bugünkü Arabistan'ın hemen bütün ahalisi onun neslindendir. Gerek Peygamberimiz, gerek İslam tarihi bu aile ile pek sıkı surette bağlıdır. Peygamberimiz, Hz. İsmail'in neslinden olduğu gibi onun tebliğ ettiği din, Hz. İbrahim'in dini idi. S:101-102
Hz. Muhammed'in çocukluğunda ve gençliğinde, velhasıl Peygamberliğinden önceki bütün günlerinde putperestlikle katiyen alakadar olmadığı ittifakla teslim olunmaktadır. Bir kere Kureyş, putların şerefine verilen bir ziyafet esnasında kesilen bir hayvanın etini Hz. Muhammed'e takdim etmiş, Peygamberimiz bu etten yemeyi reddetmişti. S:140
Rasûl-i Ekrem'in doğumu zamanında Mekke putperestliğin merkezi idi. S:149
Hz. Muhammed'in mensub olduğu ailenin en büyük hususiyeti, onun bu putlar ma'bedinin muhafızlığını elinde bulundurması ve bu ma'bedin anahtarlarını taşıması idi. Buna rağmen Hz. Muhammed, bir kere bile başını putlara eğmemiş, putların şerefine yapılan merasime katılmamıştı. S:149
O zamanlarda Kureyş, üstünlüğünü göstermek için Hacc mevsiminde Arafat'a çıkmaz, hacıların Kureyş tarafından kullanılan elbiseye benzer elbiseler giymelerini men'eder, buna muhalefet edenleri Kâ'be'nin etrafında çırıl çıplak tavafa mecbur ederdi. Bu yüzden Kâ'be'yi çırıl çıplak tavaf etmek âdet olmuştu. Fakat Hz. Muhammed, Kureyş'in bu çirkin âdetlerinden hiç birine uymamıştır. S:149
Daha o zamanlarda, Varaka gibi, Zeyd gibi, Osman bin Hüveyris gibi zatlar putperestlikten tiksiniyor, hak dini arıyor, fakat ümitsizliğe düşüyor ve hayal kırıklığına uğruyorlardı. Varaka ile Osman, Hıristiyanlığa sâlik olmuşlar; fakat Zeyd, hasret ve üzüntüsünü ifade eden şu kelimelerle "Yâ Rabbi! Sana nasıl ibadet edileceğini bilseydim öylece ibadet ederdim!" sözü ile dünya hayatına veda etmişti. S:150
Yavaş yavaş Müslümanların sayısı kırk'a vardı. Hz. Muhammed, bunlarla birlikte Harem'e giderek Allah'ın birliğini ilân etmiş, fakat müşrikler bu hareketi, Kâ'be'ye gösterilen en büyük hakaret kabul ederek her taraftan Rasûl-i Ekrem'e hücum etmişlerdi. Hz. Muhammed'in yetiştirmesi olan Hâris bin. Ebî Hâle, hadiseden haberdar olarak hemen koşmuş ve Peygamberi kurtarmaya çalışmıştı. Hâris, her taraftan kılıç darbelerine hedef olarak hayata veda etmişti. Kanları Harem-i Şerif'in zeminini boyayan ilk İslam şehidi Hâris'dir! S:157-158
İslamiyet'in sadık sâlikleri, her eziyete tahammül etmişler, her eziyete tahammül edeceklerini göstermişlerdi. Hiçbir işkence, onları hayal kırıklığına uğratmamıştı. Fakat Müslümanları en ziyade düşündüren mesele, onların dinî vecibelerini serbestçe yerine getirebilmeleri idi. S:173
Ensar ile muhacirîn arasında kardeşlik kurulması, sırf evsiz yurtsuz kalan muhacirleri yerleştirmek gibi geçici bir tedbir olduğu halde bu hareket, İslam dayanışmasını takviye eden bir esas olmuştur. S:210
Tarih, Ensar'ın muhacîrlere gösterdiği fedakârâne kardeşliğin, âlicenaplık duygularının bir mislini göstermekten aciz kalır. S:211
Abdullah bin Cahş, Kureyş'in bir küçük kervanına hücum ederek bir adamı öldürdü ve iki adamı esir etti. Onun bu hareketi, Rasûl-i Ekrem'in arzusuna muhalifti. S:252
Arabların millî ananelerinden biri, bir kabileye mensub bir adam öldürülürse bu yüzden bir harp vuku bulmasıdır. İki muhasım taraf, dostlarını ve müttefiklerini toplar ve müthiş bir savaşa girişirler. Bazen bu muharebeler uzun bir müddet devam eder ve bütün kabilelerin mahvolmasına sebep olur. S:254
Yukarıda söylediğimiz gibi Amr bin Hadramî, Abdullah bin Cahş tarafından öldürülmüştü. Hadramî, Kureyş'in en mühim lideri Utbe bin Rabiâ'nın müttefiki idi. Amr'ın öcünü almak için bütün Kureyş seferber olmuştu. Bedir savaşından başlayarak Kureyş ile Müslümanlar arasında vuku bulan bütün savaşlar, Amr'ın intikamını almak için vuku bulmuştu. S:254
Bedir muharebesi dinî, medenî birçok mühim neticeler vermiştir. Bu vakâ İslamiyet'in inkişafına başlangıç olmuştur. Çünkü İslamiyet'in inkişafına karşı, çelikten bir duvar gibi gerilen Kureyş büyükleri Bedir vak'asında maktul düşmüşlerdi. S:256
Bedir'den önce Kureyş, yalnız Hadramî'nin öcünü almak fikrinde idiler. Fakat muharebeden sonra bütün Mekke, gözyaşı vadisi olmuştu. Bütün Mekkeliler Müslümanlardan intikam almak ateşiyle yanıyorlardı. Sevîk ve Uhud vak'aları, Bedir muharebesi yüzünden vukua gelmişti. S:257
Yahudiler, Müslümanlığın haysiyetini düşürmek için en süflî vasıtalara müracaat ederlerdi. Bunların içinden birçokları bir gün Müslüman olurlar, ertesi gün Müslümanlıktan dönerlerdi. Bu suretle herkesi şaşırtmak ve Müslümanlığı herkesin gözünden düşürmek isterlerdi. S:276
Medine'de Abdullah bin Übeyy bin Selûl'ün riyaseti altında bir münâfıklar zümresi vardı. Bunlar, İslam'ın dost kalbine girmiş amansız düşmanları idi. Yahudiler, bunları kolaylıkla kendi taraflarına almışlar ve onlarla Müslümanlık aleyhinde teşrik-i mesai etmişlerdi. S:277
Tarihçiler, Hudeybiye sulhu ile Mekke'nin fethi arasında geçen müddet esnasında Müslümanlığı kabul edenlerin, sayı itibariyle eski Müslümanların iki mislinden fazla olduklarını söylüyorlar. Suriye'nin müstakbel Fatihi Hz. Halid, Mısır'ın müstakbel Fatihi Amr bin el-Âss bu devirde Müslüman olmuşlardı. S:312-313
Kur'an-ı Kerim, Hudeybiye sulhunu bir "fetih ve zafer" olarak ilan etmişti. Fakat bu, maddî bir zafer değildi. Bu, kalpleri ve fikirleri feth ve teshîr eden bir zaferdi. İslamiyet yayılabilmek için sulh ve barışa muhtaç idi. S:321
İslamiyet'in asıl hedefi, hakikati ilandır. İslamiyet'in, bu vazifeyi ifa etmesine engel olan bulunmazsa İslamiyet harb ilanına, yahud başkalarını kendi idaresi altına almağa ihtiyaç hissetmez. Bu şartlar altında sulh antlaşmaları kâfidir. İslam tarihi, Müslümanların bu hareket tarzını isbat eden delillerle doludur. Fakat bir cemaat İslamiyet'i tehdid eder ve onu imhayı kasdederse Müslümanlar da kendilerini müdafaa için silaha sarılmağa ve o cemaati veya o milleti mağlup etmeğe izinlidirler. Bu itibarla Hayber, Müslümanların fethettikleri ilk ülke idi. S:326
Hadis ve sîret kitapları İslam kadınlarının her gazaya iştirak ettiklerini ve yaralılara baktıklarını, susuzlara su verdiklerini izah eder. Mesela Uhud vak'asında Hz. Aişe su taşıyor ve yaralılara su içiriyordu. Müslüman kadınları, esasen bu gibi işleri görmekten aciz değillerdi. S:327-328
Arabistan'da vuku bulan iç savaşların menşei, hayat ve memat meselesi idi. Arablar bu yüzden ganimeti en çok sevilen şey telakki ederler ve onu meşru bir geçim vasıtası tanırlardı. İslamiyet'in ilânından sonra Rasûl-i Ekrem, bu telakkilerle mücadeleye mecbur kalmış, bu âdetleri kaldırmağa muvaffak olmuştu. S:378-379
Arabistan'da harb; yağmacılık, hunharlık, vahşet, yıkıcılıktan ibaretti. Rasûl-i Ekrem'in Peygamberlik mucizesi sayesinde harb, bu vahşiyâne gösterilerden kurtularak insanın mukaddes bir vazifesi haline girmişti. S:392
Rasûl-i Ekrem'in Hicretten sonra muhacirîn ile Ensar arasında akdettiği kardeşlik, İslam kardeşliğini muhkemleştiren ilk halka idi. Bu halkayı diğer halkalar tamamlamış ve bu kardeşlik silsilesinin son halkası, Rasûl-i Ekrem'in Mekke fethini müteakib verdiği fetih hutbesi olmuştu. S:408
Rasûl-i Ekrem, arkadaşlarını irşada gönderirken onların maiyetine verdiği adamların başına, Kur'an'ın en uzun sûrelerini ezberden bileni tayin ederdi. Bunun için bir defa yine bir heyet gönderdiği zaman o heyetin ferdlerini birer birer Kur'an'dan imtihan etmişti. Bunların içinde genç bir asker, Rasûl-i Ekrem'e yaklaşarak Bakara sûresi ile diğer sûreleri ezberden bildiğini söylemiş, Rasûl-i Ekrem de onu heyetin başına geçirmişti. S:418
Peygamberimiz Vedâ haccını edâ ederken Arabistan'da bir tek müşrik kalmamıştı. S:434
Camilerin inşası ile beraber, muhtelif kabilelere imamlık vazifesini yapacak imamların tayini lâzımdı. Rasûl-i Ekrem, ancak Kur'an'ın en uzun sûrelerini ezberden bilenleri imam tayin ederdi. Bu hususta herkes, gençler ve ihtiyarlar, hürler ve köleler eşit tutuluyordu. S:466
Rasûl-i Ekrem, imamların tayini için kaideler koymuştu. İbn-i Mes'ud El-Ensarî der ki: "Bir topluluğun içinden Allah'ın kitabını en iyi okuyanı imamlık eder. Hepsi okumakta eşit iseler sünneti en iyi bilen, sünneti bilmekte hep eşitseler hicrette en kıdemli olan, şayet hicrette de eşit iseler yaşça en büyükleri olan imamlık eder." S:467
Hz. Muhammed'in hicretini takip eden ilk sekiz sene, memlekette emniyeti tesis için harcanan mesai ile, taarruz hareketlerine, entrikalara ve fesadlara karşı müdafaa vasıtalarını hazırlamakla geçmişti. Bundan dolayı bu devir içinde "cihad"ın İslamî vazifeler arasında en mühim mevkii işgal ettiğini görüyoruz. S:469
Orucun hedefi, günahkârlığa galebe çalmaktır. Oruç, insanın bütün günahlarla mücadele etmesini kolaylaştırır. Bunun için Rasûl-i Ekrem, bir kere "kim oruçlu olduğu halde yalan söyler ve insanları aldatırsa katlandığı açlık ve susuzluktan başka bir şey kazanmaz!" S:482
Sadaka olarak verilen şeylerin iyi olmasını temin için şu âyet-i kerime gönderilmişti: "Sadakalarınızı beğendiğiniz şeylerden ayırıp vermedikçe iyilik yapmış olamazsınız." (Âl-i İmrân: 92) S:483
Rasûl-i Ekrem'in sadaka verilmesi için vuku bulan teşvikleri, halk üzerinde o kadar iyi tesir bırakmıştı ki, fakirler çarşıya giderler, çalışırlar, hamallık ederler ve bir şey kazanıp sadaka vermek, daha fakir Müslümanlara yardım etmek isterlerdi. S:483
Hicretin onuncu senesinde Vedâ Haccı esnasında Resûl-i Ekrem, verdiği hutbede faizle verilen borçların faizlerini kaldırmıştı. Hz. İbn-i Abbas der ki: "Faizi yasaklayan ilahî emir, İslam hükümlerinin sonuncusudur." S:503
Nasr sûresinin inişi, Peygamberin Ashâb-ı güzinine Peygamber'in irtihalinin yaklaştığını sezdirmişti. Bu sûre-i şerifede Rasûl-i Ekrem'e Allah'ın yüce adını tesbih ve takdis etmesi, O'nun gufranını dilemesi emrediliyordu. Onun için Rasûl-i Ekrem, vaktinin en çoğunu tesbih ve tehlil ile geçiriyordu. S:516
Peygamber Ramazan aylarında mescide itikâfa çekilir ve bu itikâf on gün kadar devam ederdi. Fakat Hicretin onuncu senesi Ramazan'ında Rasûl-i Ekrem, bu müddeti yirmi güne çıkarmıştı. S:516
Rasûl-i Ekrem'in yanında bir su çanağı vardı. Arasıra elini bu çanağa batırıyor ve yüzünü ıslatıyordu. Bazen yüzünü örtüyor, bazen de örtüyü kaldırıyordu. Nihayet Rasûl-i Ekrem, elini kaldırdı. Üç kere parmağı ile semâya işaret etti, "Yüce yoldaşın huzuruna!" dedi ve bu kelimelerle eli düştü. Gözleri açık, tavana dikili kaldı ve mübarek ruhu kudsî âleme göç etti. S:526
Cesedin yıkanmasından sonra Rasûl-i Ekrem'in nereye defnedileceği meselesi bahis mevzuu edilmiş, Hz. Ebû Bekir, Peygamberlerin öldükleri yerde defnedildiklerini söylemiş, bunun üzerine Rasûl-i Ekrem'in cüsmanı başka bir yere kaldırılarak mezarı Hz. Aişe'nin hücresinde Peygamberin son nefesini verdiği yerde kazılmıştı. S:527
Hz. Aişe der ki: "Rasûl-i Ekrem, açık bir yerde toprağa verilmedi. Çünkü böyle yapılmış olsa, halkı O'nun mezarını ta'zîm etmekten men'etmek kolay olmayacak, bu da Peygamberin kabrinin bir ibadetgâh haline getirilmesine sebep teşkil edecekti. Rasûl-i Ekrem ise son dakikasında bile bu nokta ile alâkadar olmuş ve bu itibarla hücrenin içinde toprağa verilmişti." S:528
Hicretin 88. senesinde Ömer bin Abdülaziz Medine valisi iken, Rasûl-i Ekrem'in kabrini ihtiva eden Hz. Aişe'nin hücresinden başka diğer hücreleri alarak bunları yıkmış ve mescide ilave etmişti. Bu hücrelerin yıkılması gününde bütün Medine halkı, Rasûl-i Ekrem'in devrinden kalma bir hatıranın ortadan kalktığı için matem tutmuştu. S:534
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. O, üstündür, hikmet sahibidir.
HAŞR, 1
GÜNÜN HADİSİ
Harb bir hiledir.
Buhari, Cihad 157; Müslim, Cihad 18, (1740)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...