AV.GÜLTEKİN SARIGÜL BEYİN HATIRALARI-4

Hulusi Yahyagil ağabey Hulusi ağabey ile benim ilk görüşmem 1961 tarihidir. Ben o zaman askerdim. Yedek subay olarak kıta hizmetini Sivas’ta yapıyordum. Bir yıl Sivas er eğitim tugayında kıta hizmetini yaptıktan sonra, altı ay da Merzifo


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2009-05-15 01:09:49

Hulusi Yahyagil ağabey

Hulusi ağabey ile benim ilk görüşmem 1961 tarihidir. Ben o zaman askerdim. Yedek subay olarak kıta hizmetini Sivas'ta yapıyordum. Bir yıl Sivas er eğitim tugayında kıta hizmetini yaptıktan sonra, altı ay da Merzifon'da görev yaptım.

Bizim tabur Merzifon'a taşınmıştı. Mevsim kışın sonlarıydı. Bana "Muş'a asker götüreceksin" diye, eğitim görmüş nerdeyse bir alay askeri teslim ettiler.

Eratı trene bindirdik, Elazığ'a vardık. Elaziz'de 4–5 saatlik mola yapılması icab ediyordu. Çavuşları askerin başında bıraktım. Onlara; "Burada emekli albay bir ağabeyimiz var. Onu ziyaret etmem lazım. Ben yarım saat sonra burada olurum, beraber hareket ederiz" dedim.

Çıktım, Hulusi ağabeyin evini sordum. "Evinde olmaz da, kendisi filan camiye gelir" dediler. O camiye gittim. Orada Hulusi Ağabey ile tanıştık. Bana ismimi sordu, Gültekin dedim. O da: "Bunun başına Ahmet veyahut Mehmet ilave etmemiz lazım" dedi. "Üstad bir şey demedi" dedim. Üstad Hazretleri benim ismimi sormuştu, "Gültekin" dedim. Şöyle yukarıya doğru baktı, heceledi: "Gül-te-kin" diye. Bir şey demedi. Hulusi Ağabey de: "Üstad bir şey demediyse ben de bir şey demem" dedi.

Hulusi ağabey ilk karşılaşmamızda bende çok mültefit, candan yaklaşan biri de değil, gayet normal bir insan havası uyandırdı. Şahsi kemâlini hiç göstermek istemeyen inceliğe sahip bir mübarekti.

Sonra çarşıda bazı yerlere uğradık. "Şimdi derse gideceğiz" dedi. İkindi namazını kıldık. Bir otelde ders yapılacakmış, beraber gittik. Ders anında bir başka Hulusi Ağabeyi gördük. Şahsiyet orada tamamen değişti. Gayet mevzuata vakıf, derse sadık, hâkim, izahat yapıyor. Orada kardeşlere karşı mültefit, bir başka şahsiyet. O derste bulunduk, sonra vedalaştık. Trene bindik Muş'a gittik. İlk tanışmamız öyle oldu.

Daha sonra devamlı bana bayramlarda kartvizit arkasına yazarak tebrik gönderir, ben de cevap verirdim. Şarka her mahkemeye gidişte Elazığ'a geçer, ona uğrar, ziyaret ederdim. Bu defaatle olmuştur.

Urfa mevlidine gittiğimizde orada da karşılaştık. Sonra 1970'de ben İzmir'e nakl-i mekân etmiştim, o zaman Hulusi Ağabey İzmir'e geldi. Mustafa Birlik'in evinde akşam ders yaptık, ben okudum, o izah etti.Ahmet Feyzi Ağabey vardı. Ahmet Feyzi Ağabey ile gıyaben tanıştıkları halde dünya gözüyle görüşmemişler. Ahmet Feyzi Ağabey'de konuşkan bir tip.

Bir yerde: "asr-ı salis-i aşrın minaresinin başında durmuşum; sureten medeni ve dinde lakayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camie davet ediyorum" o kısmı okuyorum. Ahmet Feyzi Ağabey durur mu: "O zat kimdir? Minarenin başındaki zat kimdir?" diye sordu. Hulusi Ağabey'de kendisine: "Ne demek istiyorsun?" dedi. Ahmet Feyzi Ağabey: "Ağabey işte soruyorum kimdir?" deyince, Hulusi ağabey "Çıkar şu ağzındaki baklayı, ne demek istiyorsun" dedi. Bunun üzerine Ahmet Feyzi ağabey "O da beklenen zattır" dedi. Hulusi Ağabey'de: "Bak onda mahzur var; sen, ben o şekilde kabul edebiliriz de ama bir başka müslümanın o şekilde kabul etmesini bekleyemeyiz, bu ihtilaf mevzuu olur. O tarz hüsn-ü zan bize ait olarak kalsın, bizim dışımızdaki Müslümanlara teklifte bulunmak mahzurludur" dedi. Aralarında öyle bir konuşma geçti, o da teybe alınmıştı o zaman.

Aradan yıllar geçti 1974-75 yılları, ben Antalya'dayım. "Hulusi Ağabey Antalya'ya geldi, vakıflar bahçesinde" diye bir telefon geldi.

Orada Ayhan diye eskilerden biri vardı, müdürdü orada.. "Orası müsait değil. Allah Allah nereden icab etti oraya indi?" diye düşündüm. Ondan sonra da bizim Nevzat Ayvacı'ya telefon ettim: "Hulusi Ağabey vakıflar bahçesine gelmiş. Hacı yenge de yanındaymış, sizin ev müsait, orada misafir edelim, hem de sohbet edelim" dedim. "Hay hay" dedi. Nevzat'ın, deniz kenarında güzel bir dairesi vardı, oraya getirdik. Akşam ders yaptık. Yine ben okudum Hulusi Ağabey izah etti.

Ondan sonra zaman zaman birçok yerlerde karşılaştık. Vefatına yakın Diyarbakır'da Devlet Güvenlik Mahkemesinde Celal Huyut ve arkadaşlarının davası vardı, büyük davalardan birisi. Onun davasını ben takip ediyordum. Risale-i Nur davalarının tarihinde ilk defa bir savcı kitapları tetkik etti, özetini çıkardı orada, güzel de bir özet çıkardı. Oradan çıktık, Elazığ'a uğradık, Hulusi Ağabeyi ziyaret ettik. Hulusi Ağabey pir-i fani olmuştu, son demlerini yaşıyordu. Bana "Diyarbakır davası hangi safhada?" diye sordu. Ben de: "Bir savcı var, Risale-i Nur'un muhtasarını çıkarıyor, ilk defa böyle bir şey oldu." dedim. "Maşaallah dedi. Savcılar da bu işe talip oluyor demektir" dedi.

Sonra oradan ayrılırken ayağa kalkmak istedi; "Estağfurullah" dedim, kaldırmadım. "Ben sana dua ediyorum, Cenab-ı Hakk takip ettiğin bu gibi davalarda inşallah seni muvaffak edecek" dedi. Öyle de oldu...

Ondan 1-2 ay sonrada vefat etti. Allah nasip etti, cenazesine yetiştik, çok kalabalıktı. 93 yaşında vefat etti, çok büyük bir şahsiyetti.

-Ehl-i ilim miydi?

-Evet, malumat-ı diniyesi çok mükemmeldi. Zaten Barla Lahikalarındaki o fıkralar var ya, oralarda zaten onun hüviyeti görünüyor.

 Abdülkadir Ungan Hocaefendi

-Merhum Abdülkadir Ungan Hocaefendi ile nasıl tanıştığınızı anlatır mısınız?

-Erzurum'da Mustafa Polat'ın davasına gitmiştik. Yaz mevsimiydi. Muzaffer Arslan ağabey de oradaydı, kendisi İspir'in bir köyündendi. Muzaffer ağabey bize dedi ki; "Ben sizi bizim köye götüreyim. Hem köyü görmüş oluruz, hem de bir gece kalırız."

Demirci Hoca, ben, Muzaffer Ağabey ve bir arkadaş, bir otobüse bindik. İspir'de indik. Orada Abdülkadir Hocayla karşılaştık. Kendisi İspir'de Kur'an Kursu Hocasıydı..

Abdülkadir Hocayı da aldık, köye doğru gidiyoruz. Çoruh nehrini geçeceğiz. Bir asma köprüden sallana sallana geçtik. Çoruh ırmağı da o zamanlar müthiş. Tam coşkun zamanı..

İleriden birisi de merkebin üzerinden geliyor. Derken merkebin ayağı kaydı. Adam yuvarlandı. Hemen koştuk, adamı tuttuk. Abdülkadir Hoca; "Tutmayın, tutmayın, hain boğulsun gitsin" dedi. "Abdülkadir Hoca! sen nasıl böyle dersin, böyle yaparsın?" dedik. Dedi ki; "Çoluk çocuğunun nafakasını götürüyor, kumara verecek. Kumar oynamaya gidiyor hain" dedi. Tabii muhiti biliyor.."Velev öyle olsa bilse, olmaz dedik."

Neyse, köye geldik. Köyde bir sivrisinek var, uyumak mümkün değil. Yattık, ama sivrisinek tacizinden uyuyamadık. "Tezek yakalım" dedik. Meğer İbrahim Küpeli de astım varmış. Tezek yanınca da dumanından etkilendi, öksürmekten bizi sabaha kadar uyutmadı..Daha sonra Abdülkadir Hoca ile İspir'e döndük.

Akabinde hocanın Manisa'ya tayini çıkmış..O zaman İzmir'deyim..Gidip geldikçe görüşüyoruz. Çok halis, mübarek bir zattı. Mazlum bir tipi vardı...Talebe okutan, talebe yetiştiren çok ehl-i hizmet, çok gayretli bir insan..

12 Mart muhtırası oldu. Tevkif edildik, O zaman Abdülkadir Hoca bizi ziyarete geldi. Gittik, kendisiyle konuştuk, görüştük, ayrıldık. Son görüşmemiz de o oldu.

Tahliye olduk. Sonra Antalya'ya döndüm. O zaman Yeni Asır gazetesi gelirdi. Bir gazetecinin önünden geçerken şöyle bir baktım; gazetenin ilk sayfasında Abdülkadir Hoca, Ali ağabey ve diğer tanıdığım, bildiğim kardeşlerin fotoğrafları var.

Hemen gazeteyi aldım, baktım. Meğerse bir hizmetten dönerlerken bir vasıtanın kaza yaptığını görmüş ve durmuşlar. O anda arkadan gelen bir araba gelip bunlara vurmuş. Bindikleri araba alev almış, çıkamamışlar. Şehadet getire getire hepsi şehit olmuş.

Çok mübarek, çok halis bir zattı, yüzüne baktığın zaman mazlum, masum bir görünüşü vardı.

Sadullah Nutku

Hukuk fakültesi 3. sınıftayım. Fakültenin arka tarafında üç katlı bir apartmanın zemin katı dershaneydi. Zaten talebe dershanesi olarak bir orası vardı. O zaman Sadullah Ağabey geldi. Şalvarlı, uzun beyaz sakallı, sarıklı, yarı meczup, ama çok mübarek bir hali vardı.

Ben Risale okudum, çok beğendi, "maşallah kardeş, çok güzel okuyorsun" dedi. Orada öyle bir tanışmamız oldu.

Sadullah Ağabey ile epey bir zaman görüşemedik. Kendisi Suudi Arabistan'a gitmiş, orada epey kalmış. Sonra geldi, sakalını kesti. Beşiktaş'ta evi vardı. Doktorluk yapıyordu. Her sabah Beşiktaş'tan kalkar, Süleymaniye'ye yürüyerek gelir, meşhur (46) No.lu dershanede sabah namazını kılar, ondan sonra döner gider. Yağmur, çamur, fırtına değişmiyor. O zamanlar tabi daha yakînen tanıma imkânı oldu.

Bir gün otobüsle kardeşler olarak Van mevlidine gidiyoruz. Sadullah Ağabey ile yan yana oturduk. Araba Kayseri'ye vardı, sabah namazını kıldık. Camiden çıktık. Oranın cemaatinin de kendine has bir kıyafet şekli var, başlarında şapka var. Sadullah ağabey onların bazı şeylerine dokunuyor, millete alenen "at şunu başından" diyor. Baktım bizim arkadaşlar da ona uydular.

"Kendinize gelin, ne yapıyorsunuz? Sadullah Ağabeyi hoşgörürüz de, sizi hoş göremeyiz. Yahu, polis bizi takip ediyor, emniyet gölge gibi takip ediyor, ne yapıyorsunuz? Girin otobüse" dedim.

Sadullah Ağabey yanıma geldi. "Ağabey, o cemaat yarın senden davacı olacak" dedim. "Neden?" dedi. "Neden olacak, sabah namazından çıkıyorduk, Sadullah isminde biri geldi, bize en son teklif edeceği bir meseleden başladı. Bizi bu meseleye düşman etti. Hâlbuki onun yapacağı şey Risale-i Nur'u anlatmaktı. Risale-i Nur talebeliği nedir onu anlatacaktı. Risale-i Nur talebelerinin hususiyeti nedir onu anlatacaktı. En son meseleden başladı, bizi bu meseleye düşman etti. Biz ondan davacıyız demeyecekler mi?" dedim. " Ha..Evet, evet doğru. Tamam, tamam, öyle yapmaktan vazgeçtim" dedi. Öyle mübarek bir insandı, Allah rahmet eylesin. Daha sonra 1972 senesinde bir trafik kazasında vefat etti.

Mustafa Polat

Mustafa Polat'ı Erzurum'daki davası sırasında tanıdım. Orada Hürsöz adlı bir gazete vardı. Babası onun sahibi idi, ama gazetenin yazılarını, mizanpajını vs. ayarlayan Mustafa Polat idi. Babası Ahmet Polat da mert bir insandı.

Onun müteaddit davaları vardı, ben de birkaç defa Erzurum'a gittim, o davalar sebebiyle tanıştık. Çok cevval, kabiliyetli, gür sesli, devamlı gülen, neşeli biriydi. Mülahham, çok zayıftı, yani 140 kiloluk zayıftı.(gülüşmeler)

Mustafa Polat, İstanbul'da davalara gelip gittiğimiz sıralarda, o da "Bugün" gazetesinde Şevket Eygi ile beraber çalıştılar. Ondan sonra da "İttihat" diye haftalık bir mecmua çıkardı.

-İttihat Zübeyr Ağabey zamanında çıkıyordu değil mi?

-Evet, Zübeyr Ağabey zamanındaydı Zübeyr Ağabey bu gazete mevzularına pek sıcak bakmamış, öyle deniyor.

Mustafa Polat da genç yaşta trafik kazasında vefat etti. Cenazesinde bulunamadık. Allah rahmet eylesin.

Nazım Gökçek Ağabey

Nazım Gökçek ile çok hatıralarımız var, hepsini anlatma imkânı olmaz. İlk görüşmemiz 1961'de idi. Askerdeydim, izine gelmiştim. Nazım kardeş de liseden yeni ayrılmış, 17–18 yaşlarında. Bizim Vahşi Şaban Ağabey var, Allah rahmet eylesin. Onunla beraber benim Antalya'daki evime geldiler, misafir kaldılar. Gezdik, dolaştık. Gencecik fidan gibiydi mübarek. Onun ile tanışmamız açısından bir başlangıç oldu.

Ondan sonra askere gitti, askeri mahkemede davası oldu. Mahkemesine Bekir Ağabey, Necdet Doğanata ve ben üçümüz girdik. Fakat mahkûm ettiler. O davada epey uğraştık, ama mahkûmiyetten kurtaramadık. Sonra af kanunu çıktı, kurtuldu. Biraz da eziyet etmişler. Fakat kendisinde büyük bir ruh vardı. Çok müthiş bir kalp ehli, yani serapa ruhtu.

Askerlikten terhis olduktan sonra mahkemeleri, davaları takip ettiğimizde, şarka gittiğimiz zaman bana en çok refik olanlardan bir tanesi Nazım kardeşti.

66 senesiydi, Bitlis'te Yaşar Damgacı diye bir ağabey vardı, onun davasına beraber gittik. Bitlis'te diz boyu kar var. Mahkeme eski bir binada, bodrum katındaydı. Odun yığınları arasından giriyorsun. Eski, delik deşik bir soba, her taraf duman, heyeti göremiyorsun, korkunç bir şey. Ben Antalya barosundan deyince, reis manalı manalı bana baktı. "Ben sizi anlıyorum, bu şartlar altında Allah size kolaylık versin" dedim.

Savcı tuhaf bir zattı, evvela savcıyla münakaşa ettik, sonraki celsede de beraat talep etti. Yaşar Damgacı da beraat etti. Mahkemeden çıktıktan sonra bir vasıta bulduk, Kurtalan'a geldik. Oradan Batman'a geldik. Ramazan ayı idi. Şah Mehmed diye bir kardeşimiz vardı, komisyonculuk yapardı. Onun evini tarif ettiler. Trenden indik, sahuru yapmak üzere Şah Mehmet'in evine gittik. Avlu kapısını çaldık, içeriden çıktı, kapıyı açtı, yüzümüze karşı bir şeyler söyledi. Kapıyı yüzümüze kapattı, içeriye girdi.

"Çabuk yürü, trene yetişelim, Diyarbakır'a geçelim" derken tren de hareket etti. Bir otele gitmeye mecbur kaldık. Ama ne onda ne bende otele verecek para da yok. "Otele bir gidelim, Allah kerim" dedik. Şah Mehmet kardeş de tabi uyku sersemliğiyle ne dediğini bilmiyor; kendi kendine "kapıya iki kişi gelmişti, bunlara ne dedim acaba?" diye hemen giyinmiş, otele gelmiş. "Buraya iki kişi geldi mi?" diye sormuş. "Geldi, yukarıdalar" demiş görevli. Yanımıza gelip, özür diledi: "Yahu ağabeyler, kusura bakmayın. Ben uyku sersemliğiyle ne dediğimi bilemedim. Bu otel olmaz, buradan başka otele geçeceğiz" dedi. Başka otele gittik, etli pide vs. getirtti. Sahurda da beraber olduk.

Nazım kardeş ile çok davalarda beraber olduk. İzmir davalarımızı takip etti. Ondan sonra Mersin'de, Sungur Ağabeyin davaları oldu, her birisine Nazım kardeş mutlaka gelirdi. Sonra onun Antep'te davaları oldu, gittik. Bir ara Bekir Yalım ile gidiyorduk. Bir taksiye bindik, freni patladı. Bir tanker geldi, tam ortadan vurdu. Nerdeyse altına girecektik. Bir şey olmadı, ama kapı tamamen büküldü. Kapıyı açıp çıkamıyoruz, neyse zar-zor çıktık. Başka tankere bindik ve Nazım'ın davasına yetiştik.

Defaatle böyle Ankara-Antep'e geldikçe, gece yarısı da olsa, onlar beklerler. Onlarla buluşuruz. Onun ayrı bir zevki, ayrı bir manevi havası vardı.

İzmir davalarına geldi. Sonra hizmet çok safhalar geçirdi. Nazım kardeşle muhabbeti devam ettirdik. Çeşitli imtihanlar oldu. Kıbrıs'taki hizmetleri de beraber başlattık. Her yıl oraya beraber gideriz. Başlangıçta Kıbrıs'ta hiçbir şey yoktu, ilk temelini o attı, sonra ben ona yardımcı oldum. Sonra Antalya'nın himmet ve gayretleriyle orada beş katlı bir bina yaptırdık. Hizmetler ilerledi, ama işin temelinde Nazım kardeş vardı. Ondan sonra da Cenab-ı Hak bize nasip etti.

Gaziantep'te vefatına bir gün kala gitmiştim. Evden çıkamıyordu, benim hatırıma çıktı. Bir yerde beraber yemek yedik. Vedalaştık. Sabahleyin de vefat etti. Cenazesinde bulunduk.

O fevkalade ayrı bir ruhtu. Müstesna bir kabiliyet, müstesna bir talebeydi. Can ciğer kardeş gibiydik. Çok anılarımız geçti, hepsini anlatmaya imkân yok.

Fotoğraflar

1-Hulusi Bey

2-Abdülkadir Ungan Hocaefendi

3-Sadullah Nutku ağabey

4- Mustafa Polat ağabey

5- Nazım Gökçek ağabey

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

“GİZLİ LÜTUF”

“GİZLİ LÜTUF”

Aslen Irak Süleymaniye asıllı olan gazeteci yazar merhum Muhammed Kürd Ali beyin(1876-1953) hat

KOPARILAN ÇİÇEĞE KARŞI ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN TAVRI

KOPARILAN ÇİÇEĞE KARŞI ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN TAVRI

Merhume Zeynep Münteha Polat hanımefendi, 1969’da gittiği Van Zernebad’da Üstad Bediüzzaman

RÜYADA EZBERLENEN SURE

RÜYADA EZBERLENEN SURE

Değerli ziyaretçilerimiz 21. 06. 2020’de şair, yazar, mütefekkir Yavuz Bülent Bakiler beyefen

“BİZE KATIL MOLLA MUHAMMED EMİN”

“BİZE KATIL MOLLA MUHAMMED EMİN”

Kıymetli ziyaretçilerimiz, geçen hafta Seyda Muhammed Emin Er merhumun “Hatıralarım” adlı

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN ŞEYH ALADDİN OHİNİ’YE SEVGİSİ

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN ŞEYH ALADDİN OHİNİ’YE SEVGİSİ

Merhum Şeyh Fethullah Verkanisi(v. 1901)’nin oğlu merhum allame Şeyh Alaaddin efendi(v. 1949)

BEDİÜZZAMAN’IN HAZRET’İ(ZİYAEDDİN NURŞİNİ) ZİYARETİ

BEDİÜZZAMAN’IN HAZRET’İ(ZİYAEDDİN NURŞİNİ) ZİYARETİ

Muhterem hocam Seyda Fehmi Türkmen Efendi, 27.09. 2019 Cuma günü kendilerini ziyaretimizde Nurşi

ŞEYH FETHULLAH VERKANİSİ’NİN MOLLA ABDULLAH NURSİ HAKKINDA DEDİĞİ SÖZ

ŞEYH FETHULLAH VERKANİSİ’NİN MOLLA ABDULLAH NURSİ HAKKINDA DEDİĞİ SÖZ

Değerli Seydalarımızdan Molla Şerif Arslan Hocaefendi 15.09. 2019’da, merhum Şeyh Fethullah V

BEDİÜZZAMAN’IN AİLE ŞECERESİ

BEDİÜZZAMAN’IN AİLE ŞECERESİ

Merhum Şeyh Fethullah Verkanisi’nin torunlarından değerli âlim merhum Gıyaseddin Emre Bey, Ü

VANLI ZEYNELABİDİN EFENDİ’NİN ANLATTIKLARI

VANLI ZEYNELABİDİN EFENDİ’NİN ANLATTIKLARI

Değerli hocam Seyda Molla Şefik İdikurt Efendi bir ders esnasında şu hatırayı anlattılar;

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN MUŞ’UN NOK KÖYÜNDE BİR GECE MİSAFİRLİĞİ

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN MUŞ’UN NOK KÖYÜNDE BİR GECE MİSAFİRLİĞİ

Emekli müftülerimizden Seyda Fehmi Türkmen Hocaefendi, 21.04. 2019 Pazar günü kendilerini evind

ŞEYH ASIM EFENDİ’NİN KALEMİNDEN BEDİÜZZAMAN-2

ŞEYH ASIM EFENDİ’NİN KALEMİNDEN BEDİÜZZAMAN-2

Sonra tekrar Van’dan Bitlis’e geldi. Onun hayatının geniş şekli yazılıdır.(bkz. Tarihçe-

De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.

Cum'a, 8

GÜNÜN HADİSİ

"Üç defa kapıyı çalın. İzin verilirse girin; aksi halde dönün."

Riyazü's Salihin, 2/874

TARİHTE BU HAFTA

*Yıldız Sarayı'nın İttihatçılar'ca Yağma Edilmesi(29 Nisan 1909) *Gazneli Mahmud'un Vefatı(30 Nisan 1030) *Yıldırım Bâyezid Tarafından Manisa'nın Fethi(1 Mayıs 1390) *Fatih Sultan Mehmed Hân'ın Vefatı(3 Mayıs 1481) *Eyüp Sultan Hazretleri(r.a.) Vefât E

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI