KİTAP OKUMAK

Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de (Taha 114) Peygamberimize (s.a.v.): “Rabbim ilmimi artır” diye dua etmesini öğütlüyor. Zira varlığın hakikati makro âlemden mikro aleme çevremizde cereyan eden olayların sırrı, yaratılışımızın gayes


2008-03-15 07:39:09

Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de (Taha 114) Peygamberimize (s.a.v.): “Rabbim ilmimi artır” diye dua etmesini öğütlüyor. Zira varlığın hakikati makro âlemden mikro aleme çevremizde cereyan eden olayların sırrı, yaratılışımızın gayesi ancak Allah’ın lütfedeceği ilimlerle anlaşılacaktır. Bu şekilde Cenab-ı Hak inanan insanlara nasıl dua etmeleri gerektiğini öğretiyor.

Çünkü insan hayvanların aksine herhangi bir bilgiden mahrum, yani cahil olarak dünyaya gelir. Fakat fıtratı, yaratılışı gereği sonsuz bir kemale doğru yol almaya mecburdur. İnsan, hayatı boyunca, gerek iç (enfüsi) gerekse dış (afaki) âleminde deveran eden olaylara hep meraklı bir öğrenci edasıyla bakar, devamlı bir şeyler öğrenmeye, aklındaki sorulara yanıt aramaya çalışır. Yani insan hem fiili hem de Kuran’ı Kerim’de geçen şekliyle havli olarak kendisini terbiye eden, ona bilmediğini öğreten Rabbisinden ilim talep eder.

İlk vahyin “oku!” emriyle başlamasının ilginç bir yönü de şudur: Bir ayet Arapça dilbilgisi yönünden bir fiil cümlesidir, normal olarak öznede fiilden başka bir de nesnesi olması gerekir. Ancak Allah-ü Teala “oku” derken neyin okunacağını belirtmemiştir. Buradaki gizli hikmet, şüphesiz ki, Müslümanların kendilerini en çok ilgilendirenden başlayarak daireyi devamlı genişletip ister dini, ister fen bilimlerini, sosyal bilimleri isterse de edebiyat sahasına giren her şeyi okuyup öğrenmeleridir. Bununla Allah(c.c.) okumanın ve ilmin sınırı olmadığını göstermiş olmaktadır.

Kuran’ı Kerim’in bu mesajlarını iyi anlayıp hayata geçiren müslümanlar, bilhassa ortaçağda ilim ve teknolojide zirveye çıkmışlardır ki bu durumu, İslam dünyasında araştırmalar yapan Franz Rashental şöyle vurgulamaktadır: “Hiçbir inanç sisteminde, İslam'da olduğu ölçüde din-ilim uygunluğu ayrılmaz bir biçimde gerçekleşmiştir.”

Bu noktada Franz Rashental’ı övgüye sevk eden İslam dünyasından bazı tablolar arz etmek yerinde olur.

Endülüs hükümdarı El Hakem, kitap satın almak üzere uzak memleketlere tüccarlar göndermekte ve henüz tanımadıkları kitapları satın alıp Endülüs'e getirmeleri için bu tüccarlara bol miktarda para tahsis etmektedir. Bu zihniyet sayesindedir ki, daha 10. Asrın başında, Kurtuba'da, yalnız katalogu 44 cilt tutan 600 bin el yazması eserle dolu kütüphaneler vardı. Oysa Endülüs'ün komşusu olan Fransa'da, Avrupa'nın en bilgili hükümdarı sayılan Kral 5. Charles’ın kütüphanesinde 900 kitap bulunuyordu. Bağdat’ta ise Halife Me’mun’un kurduğu kütüphanede bir milyon civarında kitap vardı. O devirde Bağdat’ta entelektüel seviyede kitap okuyanların sayısının aşağı yukarı şehrin nüfusunun üçte biri kadar olduğu bilinmektedir.

Harun Reşit Ankara’yı zapt ettiği zaman ve Halife Me’mun da Bizans imparatoru 3. Michael'a karşı zafer kazandığında, savaş tazminatı olarak para ve altın yerine eski el yazmaları talep etmişlerdir.

Osmanlı da kitap şuurunu aynen devam ettirmiştir. Osmanlının zafer sonrası hasımlarına dikte ettirdiği anlaşma maddeleri arasında, istediği kitapların listesi vardır. Yavuz, Mısır seferine çıktığında kitaplarını da develere yükletip beraberinde götürmüştür.

Biz kitaba bu kadar önem verirken Batı kitap yakma hususunda birbiriyle yarışmıştır. Batılılar, meşhur İskenderiye kütüphanesini yaktıktan sonra, bu barbarlığı Müslümanlara, Hz. Ömer'e mal etmekten çekinmemişlerdir. En büyük kitap yakma hareketi de 15. Asırda İspanyolların imzasını taşır. Müslümanlar Endülüs'ten çıkarıldıktan sonra, Şarlman ve Kardinalin emri ile yüz binlerce nadide kitap bir tören havası içinde acımasızca yakılarak bir daha elde edilmesi mümkün olmayan son derece zengin bir birikim yok edildi. Fakat gelin görün ki, yıllar sonra bu barbarlığı, bu ilim düşmanlığını değerlendiren hakperest bir Fransız fizikçisi P.Curi şöyle diyecektir: “Endülüs'ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kalmış olsaydı, çoktan uzayda galaksiler arasında geziniyorduk.”

Gelelim günümüze, ne yazık ki, şu zamanda millet olarak ecdadımızda tüm ihtişamıyla görülen kitap şuuruna sahip değiliz. İnsanlar artık bilgilenmek için okumayı değil de, insana kolay gelen, 14–15 yaşındaki bir çocuğun zekâ seviyesine hitap eden televizyonu izlemeyi tercih ediyorlar.

Televizyon insanı belirli kavramlar, anlam yüklü kelimeler üzerinde düşünmekten alıkoyuyor. Çünkü sürekli akıp giden görüntüler, buna fırsat vermiyor. İnsanlar vakitlerini değerlendirmek için, televizyon izlemeyi seçiyorlar. Bu şekilde, bilgi ve kültürlerini artırdıklarını zannediyorlar. Akıl yürütme yeteneklerini dumura uğratıldığının, görüntü ve ses efektleri altında rasyonel düşünceden uzaklaştırıldıklarının farkına bile varmıyorlar. Gerçek bilgi ve kültürde zenginleşmenin, görüntünün seline kapılmakla değil, ‘kelime ve kavramların çilesini çekmekle’ kazanılacağını düşünmüyorlar.

Evet, Cemil Meriç gözlerini kaybetmesine sebebiyet verecek kadar, gece gündüz okurken, Türk dilinin ve kültürünün temel eserlerinden biri olan Divan-ı Lügat-ı Türk’ü asırlar sonra gün yüzüne çıkaran, Ali Emiri Efendi (1857–1924) de kendi ifadesiyle ‘lamba kenarında kitap mütalaa ederken, sabah olmak defaatle vaki oldu.’ derken hep bunun farkındaydılar.

Günümüz insanın günlük hadiseler tarafından, işgal edilmiş ruh ve fikir dünyasını, kısır boğuşmaların aldatıcı baskılarından kurtarmak mümkün. İlk etapta okumanın entelektüel bir meşguliyet olmadığına, herkesin beşikten mezara kadar okuması gerektiğine inanmalı. Düşüncenin sığlaşıp görüntünün egemenliğinin, gün be gün arttığı bu devirde, belki de televizyonlu odadan, televizyonsuz odaya hicret edip, okuma zaman ve zemini oluşturmalı. Öyle olmalı ki, Balzac’ın dediği gibi, bilgini efendisi olmak için, çalışmanın uşağı olma şuuruyla tekrar tekrar okumalıyız.

Çevremizde, çok kitap okuyan insanlar hemen kendilerini belli ederler. Konuşmalarında ayrı bir ton, ciddiyet, ayrı bir ağırlık vardır. Konuşurken kelime bulmakta güçlük çekmezler. Akıcı konuşurlar. Onları dinlemek sizi sıkmaz. Çok okudukları için zihinleri sürekli aktiftir. Bu onların ders ve iş hayatlarını da, olumlu yönde etkiler. Ufukları geniştir. Sizin içinde sıkışıp kaldığınız dar düşünceleri, kalıpları çoktan aşmışlardır. Bu yüzden üretkendirler. Yeni fikirler atılımlar hep böyle insanlardan çıkar.

Öncelikle ilhamını ana kitaptan alan ve ruha diriliş mayalayan, günümüz dertlerine, neslimizin kalp ve vicdan hastalıklarına düşünce bozukluklarına, derman olacak kitapları okumalıyız.

Hem çok hem de çeşitli okumalıyız. Çünkü gelişen teknoloji ile dünyamız giderek küçülüyor. Ve şu ana kadar, birbirinden uzak gibi görünen kültürler, fikirler, bilimler ve akımlar birbirine yaklaşıyor. İç içe girmeye başlıyor.

Yarının dünyasını kurmaya aday, fikir mimarları, bu sentezi, en iyi şekilde gerçekleştirebilmek için hem çok, hem de çeşitli okumalı.

Kaynak: Kültürde Dirilmek (İbrahim Refik)

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

murat akbulut, 2008-08-22 11:37:13

İbrahim Refik Bey okumanın önemi hakkında çok değerli bir makale yayınlamış.Kendisiin de yayılarını ve araştırmalarını takip ediyorum.Tebrik ederim.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”

EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”

1950 seçiminden az sonra, eski başbakanlardan, medrese kökenli Şemseddin Günaltay, İzmit CHP

Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlancağınız şerefli bir yere yerleştiririz.

Nisâ, 31

GÜNÜN HADİSİ

Her ölenin amel defteri kapanır. Yalnız Allah rızası için yurt sınırında nöbet bekleyenler müstesnadır

Riyazü's Salihin, 2/1297

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI