ABDULLAH YEĞİN(1924 - 2016)
ABDULLAH YEĞİN Ağabey, 1924 yılında Kastamonu’nun Araç ilçesinin Kıyan köyünde doğdu. Kastamonu’da orta mektepte okurken daha çocuk sayılacak yaşta, Bediüzzaman Said Nursi’yi tanıdı ve hemen ziyaretine gitti.
ABÂDULÂLAH YEÂĞİN AÄŸaÂbey, 1924 yılında KasÂtaÂmoÂnu'nun Araç ilÂçeÂsinÂin Kıyan köyünde doÄŸdu. KasÂtaÂmoÂnu'da orÂta mekÂtepÂte okurÂken daha çocuk saÂyıÂlaÂcak yaÅŸÂta, Bediüzzaman Said Nursi'yi taÂnıÂdı ve hemen ziyaretine gitti. Meyve Risalesi'nin AlÂtınÂcı MeÂseÂle'sinde geÂçen "MuÂallimÂleÂriÂmiz AlÂlah'tan bahÂsetÂmiÂyorÂlar. BiÂze HaÂlıÂkıÂmıÂzı taÂnıtÂtır" sualinin saÂhiÂbiÂdir.
Abdullah AÄŸabey daha sonra Ankara Dil Tarih CoÄŸrafya Fakültesine (DTCF) kaydolur. Fakültede tercüme edebilecek kadar Arapça ve Farsça öğrenir, Almanca imtihanını da baÅŸarıyla verir. 1951 senesinde DTCF'sinin son sınıfında iken gemileri yakar ve bir daha geri dönmemek üzere yollara düşer, sevgili Ãœstadına vasıl olur. Niyeti bellidir, ûlvidir… Ãœstad'ının yanında kalıp insanların imanına, Allah'ın birliÄŸine, O'nun Kur'anına ve Peygamberinin hakkaniyetine Risale-i Nur yoluyla hizmet etmektir niyeti. YeÄŸin AÄŸabey bu çileli ve meÅŸakkatli yola; yokluÄŸu, açlığı, karanlık hapishane zindanlarını bilerek, iradesiyle talip olmuÅŸtur. Hz. Ãœstad bu arzusunu kabul eder. Fakat Urfa'da bir dersane-i nûriye açılmış ve oraya bir nur talebesinin gitmesi lazımdır. Urfa çok önemli bir hizmet merkezidir. Bediüzzaman Hazretleri Abdullah YeÄŸin'i gönderir oraya. AskerliÄŸe Urfa'dan gider, Manisa'da yapar Abdullah aÄŸabey. Sonra tekrar Urfa'ya döner ve Hz. ÃœsÂtad'ın emÂriyÂle seÂkiz seÂne kadar UrÂfa dersÂhaÂne-i NuÂriÂyeÂsinÂde kalÂmış olur. Abdullah AÄŸabey, ÃœsÂtad hazÂretÂleÂriÂnin son yolÂcuÂluÂÄŸunÂda Urfa'daydı, 1960'ın Mart ayında UrÂfa'da karÂşıÂlaÂdı Bediüzzaman'ı.
HeÂpiÂmiÂzin isÂtiÂfaÂde etÂtiÂÄŸi "YeÂni LüÂgat" isimÂli kıyÂmetÂli eseÂriÂni ÃœsÂtad'ın ÅŸiÂfaÂhî emÂriyÂle haÂzırÂlaÂdıÂğı, haÂtıÂraÂlaÂrınÂdan anÂlaÂşıÂlıÂyor.
AbÂdulÂlah YeÄŸin AÄŸaÂbey, Nur daÂvaÂsınÂdan deÂfaÂlarÂca mahÂkeÂmeÂye veÂrilÂdi ve haÂpis yatÂtı. ÃœsÂtad'ın iki vaÂsiÂyeÂtinÂde adı "AbÂdulÂlah" olaÂrak geçÂmekÂte olup, birÂçok lâÂhiÂka mekÂtuÂbunÂda da yiÂne "AbdulÂlah" veÂya "AraçÂlı AbÂdulÂlah" olaÂrak adıÂnı okuÂmakÂtaÂyız. Abdullah YeÄŸin aÄŸabeyden çok miktarda ses ve görüntülü kayıtlarım var. Bazılarını bu kitaba alıyorum.
Abdullah Yeğin Ağabey uzun ve bereketli bir hizmet hayatından sonra, 7 Temmuz 2016 tarihinde mübarek Ramazan Bayram'ının üçüncü gününde rahmet-i Rahman'a kavuştu. Bir gün sonra Fatih Camii'nde ikindi namazına müteakiben kılınan cenaze namazından sonra, Eyüp Sultan Kabristanı'na defnedildi. Rahmet dualarımızla anıyoruz...
RÄ°ÂSAÂLE-Ä° NUR'DA ABÂDULÂLAH YEÂĞİN
"… Bu vaÂsiÂyetÂnaÂme benÂden sonÂra baÂki kaÂlan taÂyıÂnat içinÂde de koÂnulÂsun; tâ ki baÂzı insafÂsız inÂsanÂlar, 'Bu Said günÂde beÅŸ-on kuÂruÅŸÂla yaÂÅŸaÂdıÂğı ve kimÂseÂden paÂra alÂmaÂdıÂğı halÂde ÅŸimdiÂki miÂraÂsı yüÂzer liÂra göÂrüÂnüÂyor, neÂreÂden bulÂdu?' deÂmeÂmek için bu haÂkiÂkaÂti izÂhar etÂmek münaÂsip olur.
"ÅžimÂdi maÂneÂvî evÂlâtÂlaÂrım, feÂdaÂkâr hizÂmetÂkârÂlaÂrım olan ZüÂbeÂyir, CeyÂlan, SunÂgur, Bayram, Hüsnü, AbÂdulÂlah, MusÂtaÂfa giÂbi has ve haÂlis Nur'un kahÂraÂmanÂlaÂrı olan HüsÂrev ve NaÂzif, TaÂhiÂri, MusÂtaÂfa Gül giÂbi zatÂlaÂrın neÂzaÂreÂtinÂde o düsÂtuÂruÂmun muÂhaÂfaÂza edilÂmeÂsiÂni vaÂsiÂyet ediyoÂrum. Said NurÂsî" (EmirÂdaÄŸ LâÂhiÂkaÂsı-II, 217)
"AnÂkaÂra DâÂrülÂfüÂnuÂnunÂda Nur'a ehemÂmiÂyetÂli hizÂmet eden ve KasÂtaÂmoÂnu'da mekÂtep gençÂleÂrinÂden en evÂvel NurÂlaÂra giÂren ve AnÂkaÂra'daÂki AbÂdurÂrahÂman'ın oÄŸÂlu VahÂdet'i hiÂmaÂye ve muÂhaÂfaÂzaÂya çaÂlıÂÅŸan AraçÂlı AbÂdulÂlah'ın mekÂtuÂbunÂda tam imanÂlı ve dinÂdaÂraÂne ve müjÂdeÂkâÂraÂne yazÂmaÂsı..." (EmirÂdaÄŸ LâÂhiÂkaÂsı, 271)
SUÂREÂTÄ°ÂNÄ°N VE SÄ°ÂREÂTÄ°ÂNÄ°N GÃœÂZELÂLÄ°ÂĞİÂNE HAYÂRAN KALÂMIÅžÂTIM
SeÂne 1972... AnÂkaÂra'da üniÂverÂsiÂte taÂleÂbeÂsiyÂiz, Emek MaÂhalÂleÂsi'nde bir dersÂhaÂneÂde kaÂlıyoÂruz. Bir gün AbÂdulÂlah YeÂÄŸin, MusÂtaÂfa TürkÂmeÂnoÄŸÂlu, MehÂmet ArÂmutÂçuÂoÄŸÂlu aÄŸaÂbeyÂler beraÂberÂce dersÂhaÂneÂmiÂze gelÂdiÂler. AbÂdulÂlah YeÂÄŸin aÄŸaÂbeÂyi ilk deÂfa göÂrüÂyorÂum.
AlÂtınÂcı MeÂseÂle'de geÂçen, "KasÂtaÂmoÂnu'da liÂse taÂleÂbeÂleÂrinÂden bir kısÂmı yaÂnıÂma gelÂdiÂler. 'BiÂze HaÂlıÂkıÂmıÂzı taÂnıtÂtır, muÂalÂlimÂleÂriÂmiz AlÂlah'tan bahÂsetÂmiÂyorÂlar' deÂdiÂler. Ben deÂdim: 'SiÂzin okuÂduÂÄŸuÂnuz fenÂlerÂden her fen, kenÂdi liÂsan-ı mahÂsuÂsuyÂla müÂteÂmaÂdiÂyen AlÂlah'tan bahÂseÂdip HaÂlıÂkı taÂnıtÂtıÂrıÂyorÂlar; muÂalÂlimÂleÂri deÂÄŸil, onÂlaÂrı dinÂleÂyiÂniz'" riÂcaÂsıÂnı AbÂdulÂlah aÄŸaÂbeÂyin yapÂtığıÂnı duÂyÂmuÅŸÂtum ve kenÂdiÂsiÂni hep meÂrak ediÂyorÂdum. SuÂreÂtiÂnin ve siÂreÂtiÂnin güÂzelÂliÂÄŸiÂne hayÂran kalÂmışÂtım; içim ısınÂmış, huÂzur bulÂmuÅŸÂtum yanÂlaÂrınÂda… Bir ders okunÂdukÂtan sonÂra AbÂdulÂlah AÄŸaÂbey, meÂrak etÂtiÂÄŸiÂmiz haÂtıÂraÂlaÂrınÂdan şöyle bahÂsetÂti:
BUÂRAÂYA BÄ°R HOÂCA GELÂMÄ°Åž, ZÄ°ÂYAÂREÂTÄ°ÂNE GÄ°ÂDEÂLÄ°M
"1940'ta KasÂtaÂmoÂnu LiÂseÂsi'nde taÂleÂbe iken beÂnim giÂbi 'Rıfat' adınÂda dinÂdar bir arÂkaÂdaşım varÂdı. Bir gün baÂna, 'BuÂraÂya bir hoÂca gelÂmiÅŸ, ziÂyaÂreÂtiÂne giÂdeÂlim' deÂdi. Ben de, 'PeÂki giÂdelim' deÂdim. VarÂdıÂğıÂmızÂda ÃœsÂtad yaÂtaÂÄŸa yaÂrı uzanÂmış, yaÂni bir yeÂre daÂyanÂmış, beÂlinÂden yuÂkarıÂsı dik. SaçÂlaÂrı kuÂlakÂlaÂrıÂna kaÂdar uzun, göÂzünÂdeÂki gözÂlük haÂfif öne düşÂmüş halÂde elinÂde bir kiÂtap varÂdı.
"Biz seÂlâm veÂrip eliÂni öpÂtük. BiÂze gözÂlüÂğün üzeÂrinÂden haÂfif baÂkaÂrak 'MaÂÅŸaÂalÂlah, maÂÅŸaÂalÂlah!' diÂyeÂrek bir-iki ilÂtiÂfat etÂti ve iman-ahiÂret dersÂleÂri verÂdi..."
BEN ESÂKÄ° ABÂDULÂLAH'IMI KAYÂBETÂMÄ°ÂŞİM!
"BaÅŸÂka bir gün, 'MuÂalÂlimÂleÂriÂmiz AlÂlah'tan bahÂsetÂmiÂyorÂlar, biÂze HaÂlıÂkıÂmıÂzı taÂnıtÂtır' demiÅŸÂtim. ÃœsÂtad uzun izahÂlarÂda buÂluÂnaÂrak ceÂvapÂlar verÂdi. Daha sonÂra 'AlÂtınÂcı MeÂseÂle' olaÂrak yaÂzılÂdı.
"Biz gitÂtiÂÄŸiÂmizÂde ekÂseÂriÂyetÂle MehÂmet FeyÂzi EfenÂdi biÂze riÂsaÂleÂlerÂden okur, biz de yeÂni yazıyÂla kenÂdi defÂteÂriÂmiÂze yaÂzarÂdık.
"Ben o zaÂmanÂlarÂda ÃœsÂtad'ı tam taÂnıÂyaÂmaÂmışÂtım. Bir zaÂman sonÂra ÃœsÂtad'ı Ä°sÂtanÂbul'da ziÂyaÂret etÂtiÂÄŸimÂde, daha saÂyÂgıÂlı ve daha hürÂmetÂkâr idim. ÃœsÂtad o zaÂman baÂna, 'Ben esÂki AbÂdullah'ımı kayÂbetÂmiÂÅŸim!' deÂmiÅŸÂti.
HALK PARÂTÄ°ÂLÄ°ÂLEÂRÄ°N DÃœKKÂNLARININ ÖNÃœNÂDEN GEÂÇERÂDÄ°
"ÃœsÂtad'ımız hem çok teÂvaÂzu saÂhiÂbiyÂdi, hem de kimÂseÂyi güÂcenÂdirÂmezÂdi. Kim olurÂsa olsun ÃœsÂtad'ımıÂzı bir deÂfa ziÂyaÂret eden, bir deÂfa göÂrüÂÅŸen heÂmen dost olurÂdu. EmirÂdaÄŸ'da bulunÂduÂÄŸuÂmuz yeÂrin yaÂnı baÂşınÂda Halk ParÂtiÂsi'ne menÂsup kimÂseÂleÂrin dükkânları varÂdı.
ÃœsÂtad'ımıÂzın yoÂlu oraÂya düşÂmezÂken huÂsuÂsî araÂbaÂyı o taÂraÂfa çeÂvirtÂtiÂrir, onÂlaÂra seÂlâm veÂrirÂdi; onÂlar da 'ÃœsÂtad biÂzi seÂviÂyor' derÂler, seÂviÂnirÂlerÂdi.
SEN PARÂTÄ°NÂDE KAL, BÄ°ÂZÄ° MÃœÂDAÂFAA ET
"EmirÂdaÄŸ'da 'SüÂleyÂman' isÂminÂde biÂriÂsi MilÂlet ParÂtiÂsi'ne ilÂtiÂhak etÂmiÅŸ idi. Bu ÅŸaÂhıs ÃœsÂtad'ımıÂzın DeÂmoÂkrat ParÂti'ye rey verÂdiÂÄŸiÂni bilÂdiÂÄŸi için, 'ÃœsÂtad'ım! Ben de DP'ye geÂçeÂceÂÄŸim' deÂdi. ÃœsÂtad'ımız, 'Yok, olÂmaz! Sen MilÂlet ParÂtiÂsi içinÂde kal, biÂzim aleyÂhiÂmizÂde koÂnuÂÅŸan olurÂsa biÂzi müÂdaÂfaa ederÂsin' deÂdi, müÂsaÂaÂde etÂmeÂdi."
ÃœSÂTAD'IN ABÂDULÂLAH AÄžAÂBEÂYE Ä°LÂTÄ°ÂFAÂTI
SunÂgur AÄŸaÂbey anÂlatÂmışÂtı:
"ÃœsÂtad'ımız, AbÂdulÂlah aÄŸaÂbeÂye deÂdi ki: 'AbÂdulÂlah! Bu yeÂni huÂrufÂla tab'ı seÂnin haÂtıÂrın için müÂsaÂaÂde etÂtim, büÂtün KülÂliÂyat seÂnin haÂtıÂrın için yeÂni harfle taÂbeÂdilÂdi…' Ä°ÅŸÂte ÃœsÂtad, AbdulÂlah aÄŸaÂbeÂye böyÂle ilÂtiÂfat etÂmiÅŸÂti...
ABDULLAH YEĞİN'İN URFA HAYATI
Urfa Harran Üniversitesi'nin kurucu rektörü 1939 Urfa doğumlu Prof. Dr. Servet Armağan, Abdullah Yeğin ağabeyin mahrumiyetler içinde geçen –daha sonra Yeğin Ağabeye teyid ettirdiğim- Urfa hayatını şöyle anlatıyor:
Ortaokul son sınıfta ve lise çağlarımda namaza başladım ve ilk defa kendi ayağımla Abdullah Yeğin Ağabey'in yanına gittim. Abdullah Ağabey, Balıklıgöl kenarında bulunan Rıdvaniye Camii'nde kalıyordu. "Ne yapıyorsunuz, ne ediyorsunuz?" diye yanına oturdum.
Tabii ben daha önceden Bediüzzaman ismini duymuştum, orada Risale-i Nur okunduğunu da biliyordum. Daha geriye gidersek, ortaokul çağlarımda Süleyman Cengiz isminde Urfalı bir okul arkadaşım bana Eşref Edip'in, Bediüzzaman'ın küçük Tarihçe-i Hayat'ını vermişti.
Daha sonra Risaleleri elde etmem bu şekilde Abdullah Ağabey'den oldu. Kendim gittim. Orada bana daktilo ile yazılmış Risale-i Nur'dan birkaç parça vermişti Abdullah Ağabey. "Bunu oku, sonra getir" dedi. Gittim şehrin dışında Bamya Suyu denilen yerde okudum ve birkaç gün sonra geri götürdüm. Abdullah Ağabey bana biraz daha ders okudu.
Abdullah Ağabey'in kaldığı bu Rıdvaniye Camii, Urfa'nın bir sembolüdür. Urfa'yı tanıtan TV programlarında mutlaka bu cami görüntülenir. O zaman terk edilmiş, yıkık ve bakımsız hücreleri vardı. Camide namaz kılınıyor ama eskiden yapılma hücreleri hem boş, hem de bakımsızdı. Abdullah Ağabey'in oraya yerleşmesi, idarece hem önemli değildi, hem de çok rutubetli ve bakımsız olduğu için kimsenin oturmadığı, ilgilenmediği yerlerdi. Oraya, Abdullah Ağabey'in yanına, bir günde bir kişi ya geliyor ya da gelmiyordu.
O kadar tenha ki tek başına orada kalıyordu. Cami olduğu için yatsı namazından sonra kapatıyorlar, orada hapis gibi kalıyordu. Bir taraf göl, diğer taraf kapı... Diyelim hücresi burası, tuvaleti yüz metre ileride, caminin bir köşesine yapmışlar. Çok zahmetli, rutubetli bir yerdi. Sobası yok, yakacak bir şey de yoktu. O gençlik yıllarında orada kaldı Abdullah Ağabey.
Bir müddet sonra, bu camide yazın, akşam-yatsı arası ders yapmaya başladı Abdullah Ağabey. Dersten sonra yatsı namazını kılar, biz dağılırdık. Cami kapısı kapanır, ağabey içeride kalırdı.
İşte bu derslerin benim çocukluk-gençlik ruhumda müspet tohumlar ektiğini sonraları fark ettim. Urfa'da Abdullah Ağabey'in yanı sıra Hüsnü Bayram Ağabey ve Zübeyir Ağabey de bulunmuştur. Zübeyir Ağabey telgraf memuru olarak tayinini Urfa'ya yaptırmıştı.(1)
Rıdvaniye Camii seneler sonra, 1990'ların baÅŸlarında, Åžanlıurfa Harran Ãœniversitesi'nde rektörlük yaptığım dönemlerde restore edildi. Hücrelere kapılar takıldı. Daha güzel oldu. Gariptir, hem çok gariptir, seneler evvel ilk Risale dersini aldığım RıdÂvaÂniÂye Camii'nin 25 kadar hücresinden birini, restorasyondan sonra, Rektörlük misafirleriyle görüşme odası olarak aldım. Hem de en büyük odasını... Valilik izniyle bana tahsis edildi. Bu geniÅŸ odada öğretim üyeleri, bakan ve yabancı misafirleri ağırlıyordum. Ve dahası, vaktiyle Abdullah AÄŸabey'in oturduÄŸu ve benim ilk risale dersini aldığım odayı da tefriÅŸ ettirdim. Halen burada her gün dersler yapılıyor.
***
30 HaÂziÂran 2001'de AbÂdulÂlah YeÄŸin ve ÃœsÂtad'ımızÂla göÂrüşÂmüş aÄŸaÂbeyÂlerÂimizden KâÂmil Acar'la beÂraÂber, Ä°zÂmir KeÂmalÂpaÂÅŸa daÂğınÂda çam orÂmaÂnı içinÂdeÂki dersÂhaÂneÂye beÂraÂber gitÂtik. Bir gün sonÂra yaÂpıÂlaÂcak ÇamÂlık derÂsine gelÂmiÅŸÂlerÂdi. BinÂlerÂce aÄŸusÂtos böÂceÂÄŸiÂnin cehÂrî ziÂkirleÂri alÂtınÂda yaÂpıÂlan güÂzel dersÂlerÂden sonÂra AbÂdulÂlah AÄŸaÂbey buÂraÂda da haÂtıÂraÂlaÂrıÂnı biÂzimÂle payÂlaÅŸÂtı:
SIÂLA-Ä° RAÂHÄ°M, MEKÂTUPÂLA DA OLUR
"UrÂfa'da dersÂhaÂneÂde kaÂlıÂyorÂdum; dört seÂne kaÂdar olÂmuÅŸ, ayÂrıÂlaÂmaÂmışÂtım. ÃœsÂtad'a bir mekÂtup gelÂmiÅŸ; ya beÂnim aÄŸaÂbeÂyim yazÂmış o mekÂtuÂbu veÂya anÂnem biÂriÂne yazÂdırÂmış... AnÂnem mekÂtupÂta deÂmiÅŸ ki: 'Ben hasÂtaÂyım, eÄŸer bir-iki ay izin alıp gelÂmezÂse ben hakÂkıÂmı heÂlâl etÂmiyoÂrum!'
"ÃœsÂtad'a böyÂle bir mekÂtup gelÂmiÅŸ. BeÂnim haÂbeÂrim yok... MekÂtuÂbu ÃœsÂtad'a okuÂmuÅŸÂlar. GüÂya ÃœsÂtad deÂmiÅŸ: 'Bir-iki ay izin yok, bir-iki gün var.' BuÂnu da söyÂleÂyen ZeÂkeÂriÂya KiÂtapÂçı, ÅŸimÂdi KonÂya'da proÂfeÂsör... O baÂna iki saÂtır mekÂtup yazÂmış: 'ÃœsÂtad'ımıÂza böyÂle bir mekÂtup gelÂdi, anÂnen hasÂtayÂmış, ÃœsÂtad bir-iki gün izin verÂdi' diÂye…
"Ben ZeÂkeÂriÂya'nın mekÂtuÂbuÂnu alınÂca, 'EpeyÂdir ÃœsÂtad'a giÂdeÂmeÂmiÅŸÂtim, bir-iki gün izinÂle ÃœsÂtad'a da uÄŸÂraÂrım' diÂye doÄŸÂru IsÂparÂta'ya gitÂtim. ÃœsÂtad EmirÂdaÄŸ'a gitÂmiÅŸ, ben de EmirÂdaÄŸ'a geçÂtim. TrenÂle giÂderÂken NuÂri isÂminÂde HayÂmaÂnaÂlı biÂriÂne rastÂlaÂdım. O da ÃœsÂtad'a giÂdiÂyorÂmuÅŸ. TaÂnışÂtık, ÃœsÂtad'a beÂraÂber gitÂtik. Ä°kiÂmiz odaÂya ayÂnı anÂda beÂraÂber girÂdik. ÃœsÂtad beÂnimÂle hiç koÂnuÅŸÂmuÂyor, NuÂri'yle koÂnuÂÅŸuÂyorÂdu hep.
"NeyÂse onu gönÂderÂdi, baÂna: 'Sen niÂye gelÂdin?' deÂdi. Ben de deÂdim: 'AnÂnemÂden böyÂle bir mekÂtup gelÂmiÅŸ, siz deÂmiÅŸÂsiÂniz ki: Bir-iki ay izin yok, bir-iki gün var.' ÃœsÂtad, 'BeÂnim haÂbeÂrim yok!' deÂdi. OraÂda CeyÂlan AÄŸaÂbey varÂdı. 'EfenÂdim! Bu, ZeÂkeÂriÂya'nın dolÂmuÂÅŸuÂna binÂmiş…' deÂdi. (AbÂdulÂlah YeÂÄŸin AÄŸaÂbey bunÂlaÂrı anÂlaÂtırkÂen hem kendisi güÂlüÂyor, hem de biÂzi de gülÂdüÂrüÂyordu.) 'PeÂki, buÂgün buÂraÂda kal' deÂdi.
"ÃœsÂtad erÂteÂsi gün, 'OraÂsı yalÂnız olÂmaz, geÂriÂye dön. Sen mekÂtup yazÂmıÂyorÂsun, sıÂla-i rahim mekÂtupÂla da olur, sıÂla-i raÂhim yapÂmıÂyorÂsun. SeÂnin oraÂyı terk etÂmen olÂmaz, eÄŸer seÂni görÂmek isÂteÂyen varÂsa onÂlar gelÂsin' deÂdi. MüÂsaÂaÂde etÂmeÂdi yaÂni beÂni tekÂrar UrÂfa'ya gönÂderÂdi. O zaÂman dersÂhaÂneÂde AbÂdülÂkaÂdir BaÂdılÂlı yalÂnız kalÂmışÂtı.
 HUÂKUÂKULÂLAH, HUÂKUK-U REÂSUÂLULÂLAH, HUÂKUK-U ÃœSÂTAD…
"Az evÂvel anÂlatÂtıÂğım haÂdiÂseÂden baÅŸÂka bir zaÂman da ÃœsÂtad'la şöyÂle bir haÂtıÂraÂmız geçÂti, taÂriÂhiÂni tam haÂtırÂlaÂyaÂmıÂyoÂrum. (AbÂdulÂlah AÄŸaÂbey bu haÂtıÂraÂyı ÃœsÂtad'ımızÂdan ayÂnen görÂdüÂğü giÂbi saÄŸ eliÂni açaÂrak, tek tek parÂmakÂlaÂrıÂnı sırasıyla kaÂpaÂtaÂrak anÂlatÂtı.)
"ÃœsÂtad eliÂni açÂtı. BaÅŸÂparÂmaÂğı gösÂteÂreÂrek, 'Åžu huÂkuÂkulÂlaÂhı gösÂteÂrir (baÅŸÂparÂmaÂğı kaÂpaÂdı), ÅŸu huÂkuk-u ReÂsuÂlulÂlah (iÅŸaÂret parÂmaÂğıÂnı kaÂpaÂdı), ÅŸu huÂkuk-u ÃœsÂtad (orÂta parÂmaÂğı kaÂpaÂdı), ÅŸu huÂkuk-u vaÂliÂde (yüÂzük parÂmaÂğıÂnı kaÂpaÂdı), ÅŸu huÂkuk-u peÂder (serÂçe parÂmaÂğıÂnı kaÂpaÂdı)…' SonÂra eliÂni tam kaÂpaÂtaÂrak, yaÂni yumÂruk yaÂpaÂrak, 'Bak bu baÅŸÂparÂmak hepÂsiÂni karÂşıÂlıÂyor mu? Ä°ÅŸÂte bunÂlar huÂkuÂkulÂlaha ayÂkıÂrı hiçÂbir ÅŸey emÂreÂdeÂmezÂler, (küÂçük parÂmakÂlar) emÂretÂseÂler de dinÂlenÂmez' deÂdi ÃœsÂtaÂdıÂmız.
MEÂMUÂRÄ°ÂYEÂTÄ°N ÅžARTÂLAÂRI NEÂLERÂDÄ°R?
"Bir gün ÃœsÂtad deÂdi: 'MeÂmuÂriÂyeÂte müÂsaÂaÂdem yok, saÂdeÂce üç ÅŸartÂla müÂsaÂaÂdem var:
1. MeÂmuÂriÂyeÂti, RiÂsaÂle-i Nur'u diÂne, imaÂna hizÂmeÂte veÂsiÂle yaÂpacak.
2. MeÂmuÂriÂyeÂti düÂrüst yaÂpacak, alÂdığı maÂaÂşı heÂlâl etÂtiÂreÂcek, doÄŸÂÂÂruÂÂlukÂtan ayÂrılÂmaÂyaÂcak.
3. AlÂdığı maÂaÂşı ikÂtiÂsatÂla sarf edeÂcek, zaÂruÂrî masÂrafÂlaÂrıÂna sarf edeÂcek.
"Bu üç ÅŸarÂtı yeÂriÂne geÂtiÂrenÂleÂre meÂmuÂriÂyeÂti müÂsaÂaÂde ediÂyoÂrum.'
"Daha çok öğÂretÂmenÂliÂÄŸe teÅŸÂvik ederÂdi.
ÃœSÂTAD'I URÂFA'YA DAÂVET ETÂMÄ°ÅžÂTÄ°M
"CeyÂlan baÂna telÂgraf çekÂmiÅŸÂti, 'ÃœsÂtad yalÂnız' diÂye... UrÂfa'dan IsÂparÂta'ya gitÂtim, yaÂnınÂda 'VahÂÅŸi ÅžaÂban, KüÂçük Ali EfenÂdi' varÂdı. BaÂna: 'Ben yalÂnıÂzım diÂye seÂni çaÂğırÂmışÂlar, ben yalÂnız deÂÄŸiÂlim, sen oraÂyı yalÂnız bıÂrakÂma, tekÂrar UrÂfa'ya git' deÂdi.
"GitÂmiÅŸÂken ÃœsÂtad'ı UrÂfa'ya daÂvet etÂtim. BaÂna deÂdi: 'OraÂda RiÂsaÂle-i Nur yok mu? RiÂsaÂle-i Nur varÂsa baÂna ihÂtiÂyaç yoÂktur, RiÂsaÂle-i Nur olan yerÂde RiÂsaÂle-i Nur beÂnim vaÂziÂfeÂmi yaÂpar.' TekÂrar sorÂdum: 'ÃœsÂtad'ım, gelÂmeÂyeÂcek miÂsiÂniz?' Hiç ses çıÂkarÂmaÂdı, ne 'geÂleÂceÂÄŸim' deÂdi, ne de 'gelÂmeÂyeÂceÂÄŸim' deÂdi sükût etÂti. ÃœsÂtad 'geÂleÂceÂÄŸim' deÂdi mi geÂlir, çünÂkü ÃœsÂtad yaÂlan söyÂleÂmez. AyÂrılÂdık, bir ay sonÂra hasÂta olaÂrak gelÂdi UrÂfa'ya...
ÃœSÂTAD NÄ°ÂÇİN HÃœNÂGÃœR HÃœNÂGÃœR AÄžÂLAÂDI?
"ÃœsÂtad'ımızÂla beÂraÂber Çamlıca'ya gitÂmiÅŸÂtik. OtoÂmoÂbilÂde ÃœsÂtad, ben ve ÅŸoÂför varÂdı. DeÂniÂze baÂka baÂka geÂliÂyorÂduk. ÃœsÂtad'ımız bir kaÂdınÂla erÂkeÂÄŸin birÂbiÂriÂne saÂrılÂmış vaÂziÂyetÂleÂriÂni göÂrünÂce birÂden hızÂla baÂşıÂnı öteÂki taÂraÂfa çeÂvirÂdi ve baÅŸÂlaÂdı hünÂgür hünÂgür aÄŸÂlaÂmaÂya… Kim biÂlir buÂgünleÂri mi görÂmüşÂtü?
"SaÂdeÂce çarÂşıÂda paÂzarÂda birÂkaç dersÂhaÂneyÂle olÂmaz. Her ev dersÂhaÂne-i NuÂriÂye olÂmaÂlı. Siz heÂmen yaÂrım saÂat ders yaÂpaÂyım diÂye baÅŸÂlaÂmaÂyın eviÂnizÂde. Ä°lÂkin iki daÂkiÂka, üç daÂkiÂka derÂken yaÂrım saÂate vaÂraÂcakÂsıÂnız… AlışÂtıÂra alışÂtıÂra olÂmaÂlı. EmirÂdaÄŸ LâÂhiÂkaÂsı-II'de ÃœsÂtad'ımıÂzın ev dersÂleÂriÂne tavÂsiÂyeÂsi var. ÇocukÂlaÂrı saÂdeÂce Kur'an kurÂsuÂna gönÂderÂmekÂle olÂmaz, tahÂkiÂkî iman dersÂleÂri için RiÂsaÂle-i NurÂlaÂrı okuÂmaÂlıÂlar.
"Evet ÃœsÂtad'ımız, 'OnÂlar araÂmaÂlı, onÂlar yalÂvarÂmaÂlı' diÂyor, ama ben kaç keÂre göÂzümÂle görÂdüm, ÃœsÂtad veÂsiÂle olÂmak için çaÂlıÂşıÂyorÂdu. GöÂzüÂne kesÂtirÂdiÂÄŸiÂni heÂmen yaÂnıÂna çaÂğıÂrırÂdı. Mustafa TürkÂmeÂnoÄŸÂlu bu ÅŸeÂkilÂde taÂleÂbe olÂmuÅŸÂtur…
 ÜSÂTAD'A GEÂLEN Ä°HÂTAR VE SUNÂGUR AÄžAÂBEÂYÄ°N BAÂBAÂSI…
"ÃœsÂtad'ımız EmirÂdaÄŸ'da iken ben de oraÂda idim. RaÂmaÂzan bayÂraÂmı naÂmaÂzıÂna gitÂtik. NaÂmazÂdan çıÂkarÂken ÃœsÂtad'ımız buÂyurÂdu ki: 'Bir MehÂmet hakÂkınÂda ihÂtar var.'
"BiÂze en yaÂkın, MehÂmet ÇaÂlışÂkan'dı o zaÂman. ÃœsÂtad'ın dış iÅŸÂleÂriÂni göÂrüÂyorÂdu, mekÂtup adÂresÂleÂri faÂlan ÇaÂlışÂkan AÄŸaÂbeÂye aitÂti. 'Onu çaÂğır, hakÂkınÂda ihÂtar var, maÂsonÂlar alÂdaÂtıÂyorÂlar!' deÂdi. Ben de gitÂtim çaÂğırÂdım. BayÂram saÂbaÂhı, erÂkenÂden dükkânı açÂmış, dükkânda bekÂliÂyormuÅŸ. ÃœsÂtad'ımız ona yaÂrım saÂat naÂsiÂhat etÂti. 'BiÂze en yaÂkın MehÂmet senÂsin, olÂsa olÂsa bu MehÂmet sen olÂmaÂlıÂsın; dikÂkat et kimÂseÂye kaÂpılÂma, kimÂseÂye alÂdanÂma!' diÂye. SonÂra ÇaÂlışÂkan AÄŸaÂbey çok müÂteÂesÂsir olÂdu, 'Ben ne yapÂtım acaÂba? Ben köÂtü bir ÅŸey yapÂmaÂdım' diÂye...
"Bir-iki saÂat sonÂra ÃœsÂtad baÂna: 'Git baÂkaÂlım şöyÂle bir doÂlaÅŸ baÂkaÂlım ne var ne yok' deÂdi. Ben ÇaÂlışÂkan AÄŸaÂbeÂyin dükkânına gitÂtim. BiÂriÂsi gelÂse zaÂten onun dükkânına geÂlirÂdi önÂce, mekÂtup gelÂse onun adÂreÂsiÂne geÂlirÂdi; onun adÂreÂsi, ÃœsÂtad'ın adÂreÂsiyÂdi. O gün birÂkaç taÂne mektup gelÂmiÅŸ, mekÂtupÂlaÂrı ÃœsÂtad'a geÂtirÂdim. ÃœsÂtad hepÂsiÂni biÂrer biÂrer okuÂdu.
"Bir MehÂmet'ten mekÂtup geÂliÂyor. MekÂtup resÂmî, saÂrı bir zarÂfa yaÂzılÂmış. YaÂzan, SunÂgur aÄŸaÂbeÂyin baÂbaÂsı Mehmet Efendi, DeÂnizÂli taÂraÂfınÂda hoÂcayÂmış. OÄŸÂluÂnu ÅŸiÂkâÂyet ediÂyor. 'SeÂnin taÂleÂben böyÂle mi olur? ÇoÂluÂÄŸuÂna çoÂcuÂÄŸuÂna bakÂmıÂyor, geÂliÂyor seÂnin yaÂnıÂna; iÅŸi güÂcü saÂna hizÂmet etÂmek' vs. diÂye uzun bir ÅŸiÂkâÂyet mekÂtuÂbu. HeÂmen ÃœsÂtad: 'TaÂmam, ihÂtar belÂli olÂdu. MehÂmet ÇaÂlışÂkan'ı çaÂğır, onu teÂselÂli edeÂlim' deÂdi. ÇaÂlışÂkan aÄŸaÂbeÂyi çaÂğırÂdım. ÃœsÂtad: 'Bak bu mekÂtupÂta ne yaÂzıyor. Her ÅŸeÂyiÂni feÂda etÂmiÅŸ, geÂce günÂdüz RiÂsaÂle-i Nur'la hizÂmet edeÂceÂÄŸim diÂyen oÄŸÂluÂnu ÅŸiÂkâÂyet ediÂyor. MaÂsonÂlar böyÂle inÂsanÂlaÂrı alÂdaÂtıÂyor!' deÂdi.
"OnÂdan sonÂra SunÂgur aÄŸaÂbeÂyin baÂbaÂsıÂna mekÂtup yaÂzıÂlıÂyor. Ben yoktum, ÃœsÂtad'ı ziÂyaÂrete geÂliÂyor; arÂtık ÃœsÂtad'ımız ona neÂler söyÂleÂdiÂyÂse tam irÂÅŸat ve ikÂna olÂmuÅŸ. OnÂdan sonÂra ben bir keÂre görÂdüm; 'Ben SunÂgur'a yeÂtiÂÅŸeÂmiÂyoÂrum, SunÂgur hizÂmetÂte beÂni geçÂti' diÂyorÂdu. SonÂra Sungur aÄŸaÂbeÂyi ÃœsÂtad'ın emÂriÂne vakÂfetÂmiÅŸ. 'ÃœsÂtad'ım! BeÂnim bunÂda hiç hakÂkım yoÂktur! SeÂnin emÂrinÂdeÂdir!' deÂmiÅŸ.
"DeÂmek ihÂtar naÂsıl geÂliÂyor? DeÂmek ki isÂmiyÂle biÂle ihÂtar belÂli. KimÂden neÂreÂden bir tehÂlike varÂsa onu CeÂnab-ı Hak belÂli ediÂyor. Ä°sÂter rüÂya ÅŸekÂlinÂde olur, isÂter ilÂham ÅŸekÂlinÂde olur; onu arÂtık ihÂtaÂrı alan biÂlir, biz o kaÂdar biÂleÂmeÂyiz."
DERSÂHAÂNE ADAÂBIYÂLA ALAÂKAÂLI TAVÂSÄ°ÂYEÂLER
AbÂdulÂlah YeÂÄŸin AÄŸaÂbeÂyin dersÂhaÂne adaÂbıyÂla ilÂgiÂli tavÂsiÂyeÂleÂriÂnin yer alÂdığı bir mekÂtuÂbu buÂraÂya alÂmakÂta fayÂda müÂlaÂhaÂza ediÂyoÂruz:
"HadÂdim olÂmaÂyaÂrak karÂdeÅŸÂleÂrim dinÂlerÂlerÂse onÂlarÂdan riÂcaÂlaÂrım var. DersÂhaÂneÂlerÂde duran karÂdeÅŸÂleÂriÂme riÂca ve isÂtirÂhaÂmıÂmı, dikÂkat ediÂleÂcek huÂsusÂlaÂrı bilÂdiÂÄŸim kaÂdar yaÂzaÂcaÂğım:
1. RiÂsaÂle-i Nur'a taÂleÂbe olan, onÂdaÂki haÂkiÂkatÂleÂri öğÂreÂnir ve elinÂden gelÂse tatÂbiÂke çaÂlıÂşır. BiÂrinÂci deÂreÂceÂde onun alaÂkaÂdar olÂduÂÄŸu, imaÂna kuvÂvet veÂren haÂkiÂkatÂlerÂdir.
2. KenÂdiÂni beÂÄŸenÂdirÂmeÂye, inÂsanÂlar içinÂde nüÂfuz saÂhiÂbi olÂmaÂya çaÂlışÂmaz.
3. Nur taÂleÂbeÂleÂriÂnin hepÂsiÂni kenÂdiÂsinÂden üsÂtün ve teÂmiz biÂlir, riÂyaÂkârÂlık edenÂleÂri bilÂse biÂle onÂlaÂrın haÂtaÂlaÂrıÂnı teÅŸÂhir etÂmez.
4. RiÂsaÂle-i Nur'da bahÂsi geçÂmeÂyen ÅŸeyÂlerÂle uÄŸÂraÅŸÂmaz, baÅŸÂka mevÂzuÂlarÂla alaÂka peyÂda edip onÂlaÂra vakÂtiÂni sarf etÂmez. Ä°lk taÂnıÂdıkÂlaÂrıÂna imaÂnî baÂhisÂler okuÂyaÂbiÂlir.
5. KimÂseÂye taÂhakÂkümÂvaÂri haÂreÂket edeÂrek kenÂdiÂsiÂni merÂci yapÂmaÂya çaÂlışÂmaz.
6. ZahÂmetÂli iÅŸÂleÂre göÂğüs geÂrer, kenÂdiÂsi yapÂmak isÂter; yarÂdım eden olurÂsa kenÂdi menÂfaatiÂne deÂÄŸil, umuÂmun menÂfaÂatiÂne ait ise kaÂbul edeÂbiÂlir.
7. HodÂfuÂruÅŸÂluk, kenÂdiÂni beÂÄŸenÂmiÅŸÂlik, geÂlenÂleÂre karÂşı üsÂtünÂlük tavÂrıÂnı ve bilÂgiçÂlik tavÂrıÂnı taÂkınÂmaz, böyÂle yaÂpanÂlarÂdan da hoÅŸÂlanÂmaz; saÂdeÂce AlÂlah rıÂzaÂsıÂnı düÂşüÂneÂrek, kimÂseÂnin ameliÂni beÂÄŸenÂmeÂsiÂni deÂÄŸil, AlÂlah'ın beÂÄŸenÂmeÂsiÂni esas tuÂtar.
8. BeÂraÂber kalÂdıÂğı kimÂseÂleÂre daiÂma yarÂdımÂcı, her huÂsusÂta onÂlaÂrın dert orÂtaÂğı olÂmaÂya çalıÂşır. ÅžaÂhısÂlaÂrı deÂÄŸil, Nur'daÂki düsÂturÂlaÂrı öğÂretÂmeÂye gayÂret eder.
9. SöÂzü döÂnüp doÂlaÅŸÂtıÂrıp iman haÂkiÂkatÂleÂriÂne geÂtiÂrir. YüzÂde 80 inÂsanÂlar afaÂkî haÂdiÂsatÂla uÄŸÂraÅŸÂtıÂğınÂdan, gafÂleÂti arÂtıÂran mevÂzuÂlaÂrı keÂseÂrek, iÅŸi tatÂlıÂlıkÂla iman haÂkiÂkatÂleÂriÂne geÂtiÂrir. Daima dünÂyaÂnın ahiÂreÂte baÂkan veçÂheÂsiÂni esas tuÂtar.
10. BeÂraÂber kalÂdıÂğı kimÂseÂlerÂden ayÂrıÂlırÂken neÂreÂye gitÂtiÂÄŸiÂni bilÂdiÂrir.
11. KuÂsur görÂse onu taÂhakÂkümÂle deÂÄŸil, lüÂtufÂla ısÂlaÂhıÂna çaÂlıÂşır. GeÂlen miÂsaÂfir taÂleÂbe veÂsair karÂdeÅŸÂler daiÂma güÂler yüz ve hüsnü istikballe karÂşıÂlaÂnır. SoÂrulÂmaÂyan dünÂyevî iÅŸÂlerÂden bahÂseÂdilÂmez, bahÂseÂdenÂler olurÂsa haÂtır kırÂmaÂdan dinÂleÂneÂrek kimÂse güÂcenÂdiÂrilÂmeÂden ağırÂlaÂnır. MenÂfî ÅŸeyÂlerÂden bahÂseÂden olÂsa kiÂbarÂlıkla, güÂcenÂdirÂmeÂden susÂtuÂruÂlur veÂya ders okunÂmaÂya baÅŸÂlaÂnır. Daha iyi okuÂyan varÂsa dinÂleÂmek terÂcih ediÂlir."
Dipnot
(1)Urfa hizmetleriyle alakalı ilk gelişmeler şöyle: 1951 senesinde, Abdullah Yeğin Ağabey, o sırada okuduğu Ankara Dil Tarih'i terk ederek, Üstad Hazretleri'nin hizmetine girmek üzere yanına gider. Üstad onu, daha önceleri altı aylığına göndermiş olduğu Ceylan Çalışkan'ın yerine, Urfa'ya gönderir. Bu arada Üstad, İslâhiye'de telgraf memuru olarak çalışan Zübeyir Ağabey'e, tayinini Urfa'ya yaptırması için haber gönderir. Zübeyir Ağabey de tayinini Urfa'ya aldırır. Daha sonra, Hüsnü Bayram Ağabey de Üstad Hazretleri tarafından yanlarına, Urfa'ya gönderilir. Böylece bu üç kahraman talebe Urfa'da bir buçuk sene kadar kalırlar.
1953 başlarında Urfa'da, Nurculuk yapmak ve çocuk okutmaktan dolayı tevkif edilirler ve Isparta'ya götürülürler. Isparta'da iki ay kadar hapis yattıktan sonra tutuksuz olarak yargılanmak üzere serbest bırakılırlar. Üstad, Zübeyir Ağabey'i hizmet için kendi yanında alıkoyar. Abdullah Yeğin ile Hüsnü Bayram Ağabeyleri ise 1953 yılı yaz aylarında tekrar Urfa'ya gönderir. Hüsnü Ağabey bir müddet sonra tekrar Üstad'ın yanına avdet eder. İşte Servet Armağan hocamızın Abdullah Ağabey'le olan irtibatı bu tarihten sonra başlar.
Â
Â
Â
Â
Â
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
YUSUF ÜNLÜ(1936 -)
Cübbeli Ahmed Ünlü hocaefendinin babası Yusuf Ünlü 1936’da Giresun’un Göreli İlçesinde
YILMAZ DUMAN(1938 -)
Denizlili Emekli Lise Öğretmeni Yılmaz Duman, 1951’de Türkiye’de ilk açılan yedi İmam Hat
ÜMMÜHAN ERGÜN(1913 – 1976)
Nur Fabrikası sahibi, Denizli şehidi, İslamköylü Hafız Ali Ergün’ün akıl sınırlarını
ÛLVİYE SÜMER (1895 – 1974)
Ûlviye Sümer, Risale-i Nur’un Kastamonulu hanım kahramanlardandır… “Âsiye, Ulviye, Lütfi
TACEDDÄ°N TOPAL(1927-2020)
Taceddin Topal ağabeyimiz Isparta/Yalvaçlıdır. Yalvaçlılar O’na Taci Dede diye biliyor ve ö
ŞÜKRÜ ALTUĞ(1914 – 1984)
Isparta’nın Sav köyü bin kalemle Risale-i Nur eserlerini yazarak çoğaltan, Hz. Üstadın ifad
ÅžEVKET AKIN(1923 -2021)
Batmanlı Şevket Akın, Bediüzzaman hazretlerini 1952 yılında Isparta’da ziyaret ediyor. Aynı
ŞAHABEDDİN ÜNLÜ (1945 -2021)
Bolvadinli Emekli Edebiyat öğretmeni Şahabeddin Ünlü ile Ankara’da halef selef oluyoruz. Biz
ŞAHABEDDİN GARGILI(1924 – 2017)
Molla Şahabeddin Gargılı, 1924 yılında Bingöl’ün Kığı ilçesinde doğmuştur. Erzurumlu
SÜLEYMAN ÇAĞAN(1930 - )
Malatya/Doğanşehirli Süleyman Çağan ağabeyimiz üç arkadaşıyla beraber Hz. Üstad’ı Ispa
SAİD NUR ÇELEBİ (1948 -)
Risale-i Nur hizmetkârlarından iki bahtiyar hanedanın silsilesi Said Nur Çelebi’de buluşuyor.
- ÖMER HALICI(1919 – 1954)
- OSMAN NURİ TOL(1885 – 1955)
- OSMAN AKSOY(1940 - )
- NEVÄ°N HALICI(1939 -)
- NECATÄ° AKKOYUN(1934 -)
- MÜBAREK SÜLEYMAN (KÖSE)(1898 - 1963)
- MUSTAFA CENGÄ°Z (1929 -2021)
- MUHAMMED ALİ ÖZTÜRK (1930 -)
- MUAMMER ŞENEL (1909 – 2000)
- MEVLÜD GÖNEN (1934 -)
- MEHMED KÜÇÜKAĞA (1924 – 1976)
- MEHMED KERVANCI(1940 - )
- MEHMET GÜLEŞÇİ
- MEHMED FIRINCI (GÜLEÇ) (1928 - 2020 )
- İBRAHİM GÜL (1892 – 1956)
- HÃœSEYÄ°N BİÇER (1923 -2018)Â
- HÜSEYİN AKÇAY
- HATÄ°CE SOYLU (ALTUÄž)(1930 - 2013)
- HASAN HALICI(1940 -)
- HASAN BASRİ SARIÇAM
- HAMDÄ° SAÄžLAMER
- HAFIZ MUSTAFA ERTÜRK (1906 – 1950)
- FİKRİ MERİÇ(1935 -2021)
- EÅžREF EDÄ°P FERGAN(1882-1971)
- AV. İBRAHİM ÜNLÜ(1942 - )
- ÂSİYE MÜLÂZIMOĞLU(1881-1981)
- ALÄ° YILMAZ(1936 - )
- ALİ SERT(1929 – 2017)
- ALÄ° RIZA MUHLÄ°S(1927 - 2016)
"Her ümmet için Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar diye bir kurban kesme ibadeti koymuşuzdur. Hepinizin ilâhı bir tek ilâhtır. Onun için yalnız O'na teslim olan müslümanlar olun. Allah'a itaat e
Hacc:34
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
“Köleleriniz, kardeşlerinizdir”
Buhari
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...