HASAN EL BENNA(1906-1949)-1.BÖLÜM


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2005-12-15 18:27:24

"O'nu gelip geçen, gündeme gelip unutulan bir kimlik olarak göstermek hiç kimsenin harcı değildir, olmayacaktır da…" Ömer Tilmisani

 Yirminci yüzyıl İslam coğrafyasında kan, gözyaşı, zulüm, çeşit çeşit istibdatlarla hatırlanacağı kadar her biri birbirinden soylu ve derin İslami ihya hareketleri ve bunların temsilcileri ile de kendisinden bahsettirecektir. Bunlar arasında Türkiye'de Bediüzzaman ve nur mekteb-i irfanı, Hindistan'da İlyas Kandehlevi ve Tebliğ cemaati, yine aynı topraklarda Ebulâlâ Mevdudi ve Cemaat-i İslami, Mısır'da Hasan El Benna ve İhvan-ı Müslimin ilk akla gelen örneklerdir.

 Biz bu kısa çalışmamızda büyük Kur'an insanı merhum Hasan el Benna'yı bir nebze tanıtmaya gayret ettik. Ve bu arada şu gerçeği hiçbir zaman unutmadık:"Maziye ait hâdiseler hakkında söylenecek her söz kadere itiraz mahiyetindedir. Bu sebeple, geçmiş hâdiseler hakkında konuşurken daha dikkatli olunmalıdır. Bizim ölçümüz, maziye kader, istikbale irade açısından bakmaktır. Ayrıca onlar, hata ve sevaplarıyla gidecekleri yere gitmişlerdir. Artık bundan sonra onların hep sevaplarını konuşmalı ve hatalarından da ders alınmalıdır."

Bu çalışma sırasında maalesef gördük ki iki cephe ve iki tür yobaz düşünce arasında Merhum Benna bize çok yanlış aksettirilmiş, tabiri caizse o güneşin bulutların kesafeti arkasında kalmasına vesile olmuştur. Bunlardan birincisi; onu kendi mezhepsizliklerine, tasavvuf karşıtı görüşlerine, siyasi düşüncelerine perde yapmak isteyen bir kısım radikal kimseler. Diğeri ise; mezhep düşüncesini donduran, "Ehl-i sünneti savunuyorum" derken bilmeden, safdilane bir düşünce ile onu "modernist, Abduhçu, fitneci" gibi yaftalarla yaftalayan "yerli malı yurdun malı" havasında, hâlâ 60'lı yılların meselelerini ısıtan bir kısım Ehl-i sünnetçiler…

Yeri geldikçe bu meselede, bu iki kısım tebei ve sathi görüşlere cevap vermeye de çalışacağız. Tevfik Allah'tandır.

20. ASRIN BAÅžLARINDA MISIR

Tarih boyunca çeşitli medeniyetlere beşiklik yapan Mısır, bereketli toprakları yüzünden her zaman dış güçlerin iştihasını kabartmış, istilalara sahne olmuştur. 19. yüzyılın "Güneşi batmayan imparatorluğu" İngiltere Osmanlı devletinin gün geçtikçe erimesi karşısında elini sıkı tutarak "İslam'ın bu zeki çocuğu"nun kollarına esaret zincirini takmıştı.

Bu işgal sadece bileklere yönelik değil aynı zamanda kültüreldi. Yani asıl tehlikeli olanı. Yüreklerin zincirleri şeffaftı çünkü. İman nuruyla kazanılan basiret olmazsa görülemezdi. İbn-i Haldun'un dediği gibi "mağlup kavimler galipleri taklit ederlerdi." Kurtuluşu kayıtsız şartsız batı taklidinde gören aydınlar toplumun dokusu ile oynuyorlardı. Halkın çoğu, bir İngiliz şirketi olan Suez Company'de işçiydi. İngilizler Mısır halkını eziyor, köle muamelesi yapılıyordu. Fesat her yeri kaplamış, haramlar

mübahlaştırılmıştı.

Mısır kavruluyordu velhasıl. Onu canlandıracak, hayat nefyedecek, haristanı gülistana çevirecek manevi bir Nil nehrine ihtiyacı vardı. İşte Hasan el Benna o tatlı ırmak oldu…

DOÄžUMU

İmam Hasan el Benna, 14 Ekim 1906 'da Mısır'ın Buhayre vilayetinin Mahmudiye kasabasında doğdu. İsminde bir tılsım gizliydi sanki. Zira Benna kelimesi sözlükte yapan, kuran, bir binanın temelini atan anlamlarına gelir. Bu hususu merhum Seyyid Kutup şöyle anlatır: "Hasan El Benna isminde bir zatın soyadının "Benna" olması sadece bir tesadüf eseridir belki. Lakin kim buna tesadüf diyebilir? Bu adam için en büyük hakikat, bina kuruculuktur. Kuruculuğu en iyi bir şekilde yapmaktadır. Hayır, hayır o kuruculuk dehasıdır. İslam akidesi birçok davetçi tanıdı. Lakin her davetçi kurucu değildir."

Değerli bir âlimimiz, merhum Kutub'un bir yerde ona şöyle hitap ettiğini söyler; "Sana Benna değil (Benna derken bir elifle, sonuna bir de hemze kor) sana "Nebba" demek lazımdı.* Çünkü sen bize doğrudan haber getirdin" der. "Sen haber getirensin. Bizim haber alamayacağımız Hak'tan haber getirdin. Müslümanlığa nasıl hizmet edilir? Ondan haber getirdin. Sen Hak'la bizim aramızda bir mesaj oldun." Bunu derken Kutup çok samimi, çok coşkun ve çok heyecanlıdır."

AÄ°LE ORTAMI

Babası Ahmed bin Abdurrahman el Benna çevresinde ilim, takva ve fazileti işle tanınan bir zattı. Hem büyük bir fıkıh otoritesi, hem de muhaddisti. Ahmed bin Hanbel'in Müsned'ine şerh yazmıştı. Ailesinin geçimini saatçilik yaparak sağladığı için çevrede "saati" lakabıyla tanınırdı. Geceleri çalışır, gündüzleri de fahri olarak mescide imamlık yapardı.

Babası onun doğumunu şöyle anlatıyor; "Bir müddet çocuğum olmamıştı. Büyük bir arzu ile çocuğumun olmasını istiyor, Allah'a hayırlı bir evlad vermesi için dua ediyordum. Bir gün dua ederken, küçük bir çocuğun namaz kıldığını gördüm. Çok hoşuma gitti. "Ya Rabbi bana vereceğin evlad, bu yavru gibi namaz kılsın ve etrafının istifade edeceği hayırlı bir insan olsun" dedim. Allahu Teala duamı kabul etti ve bir erkek çocuğum oldu. Hasan adını verdim. Bu ismi verişimin sebebi de zevceme babasının "Ümmü Hasan" diye hitap etmesi olmuştur."

Merhum pederi, oğlunun daha beşikte iken geçirdiği bir tehlikeyi şöyle anlatır; "Henüz altı aylık bebektin, annenin şefkat dolu bağrında şu fani dünyanın çirkeflerinden uzak derin bir uykuya dalmıştın. İşten gece yarısı eve dönmüştüm. Işığı yaktığımda simsiyah bir yılanın yanında çöreklendiğini gördüm. Zehir menbaı, başını başının yanına koymuş, aranızda ancak gözle görülebilecek bir boşluk vardı. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Hemen diz çöktüm. Rabbime ellerimi açarak yalvardım. Gönlümden bütün masivanın izlerini silip sükûnetle yavaş yavaş dua okumaya başladım. Ben, henüz duamı bitirmiştim ki, yılan kendiliğinden sıyrılarak, geldiği yere doğru, İlahi bir emirle yürüdü. Ve âlemlerin Rabbi, iste seni ta sonraları ulaşacağın bir mukadderat için, o gün ölümden böylece korumuştu."
İLK EĞİTİMİ

Küçük Hasan ilk eğitimini muhterem pederinden aldı. Babası onu devamlı ilme teşvik ediyordu. Çok küçük yaşlarda ilk Kur'an hatmini de babasının yanında yaptı. İşte böyle bir ilmî yuvada büyüyen Bennâ, ilim, takva ve zühd atmosferinde gayet güzel bir şekilde yetişmiştir. Daha küçük yaşlarda üstün bir zekâya sahip olduğu gözleniyordu. Gece namazlarına, Pazartesi ve Perşembe günleri oruçlarına devam ediyordu. Merhum pederi, onun ibadetlere düşkünlüğü hakkında bize şu bilgiyi vermektedir; "İbadete çok düşkündü. Daha büluğa ermeden önce bile üç aylarda oruç tutardı. Ona; "Oğlum, sen daha büluğa ermedin. Henüz oruç sana farz değil, kendini yorma" dediğimde bana şu cevabı verirdi; "Babacığım, oruç tutmak için büyük bir arzu ve iştiyak duyuyorum. Bana zor da gelmiyor. Öyle ise niçin terk edeyim?"

Küçük yaşlarında Kur'ân-ı Kerim'i yarısına kadar ezberleyen Hasan el-Bennâ, on beş yaşlarında hıfzını tamamlamıştır.

MEDRESEYE YAZILMASI

Sekiz yaşında Mahmudiye'de klasik medrese usulü eğitim veren "Medreset'ür reşadi'diniyye'ye kaydolan El Benna burada Kur'an'ın bir kısmını ezberledi. Nahiv ilmi, biraz da Arap edebiyatı okudu. Bu okulun yöneticisi Şeyh Muhammed Zehran'ın onun üzerinde derin izler bıraktığı söylenebilir. 

Daha sonra Demenhur şehrinde ortaöğretim okuluna kaydını yaptırdı. Bir yandan da kendisini maddi manevi olarak geliştirmek için uğraştı. Hatıralarında şöyle diyor;

"Ben henüz öğretimimin o çağındayken okul programının dışında olmak üzere çeşitli ilimlere ait birçok metni ezberlemiş bulunuyordum. Hariri'nin Mulhat-ul İrab'ını, sonra İbn-i Malik'in Elfiyesini, ıstılahlara ait Yakutiye'yi, Tevhide ait El Cevheriye'yi, mirasa ait Er Rahbiye'yi, mantıka dair Es Süllem'in bir kısmını, Hanefi fıkhına dair Kuduri metninin birçoğunu, Ebu Şuca'nın Şafii fıkhına ait Metn-ül Gaye'sinin bir kısmını, Maliki fıkhına ait Manzumat-u İbn-i Âmir'in bir kısmını hep bu dönemlerde ezberlemiştim. Babamın anane halinde söylenegelen; "metinleri ezberleyen ilimleri elde eder" sözünü bana söylemesini ve bu şekilde beni yönlendirmesini unutamam."

Aynı zamanda metafizik gerilimini korumaya karşı da büyük hassasiyet gösteriyordu; "Yüzünün hatlarında devamlı bir elem ve hüzün görünüyordu. Nafile ibadetlere devam etmesiyle ruhu enginleşmiş, nefsi arınmıştı. Daha talebelik yıllarındaki İslâmî çalışmalarından dolayı da genel kültürü gelişmişti. Okuduğu medresede emr-i bil marûf nehy-i ani'l-münker (iyiliği teşvik, kötülükten alıkoyma) cemiyetini kardeşiyle beraber kurmuştur. Daha o yaşta toplumun ileri gelen şahsiyetlerine mektuplar gönderip onların dikkatlerini toplumdaki kötülüklere çekmeye başlamıştır."

TASAVVUFA Ä°LGÄ°SÄ°

Ondaki zühd düşüncesi tasavvufa meylini artırmıştır; "Devam ettiğim küçük mescitte Hasafiyye tarikatı(Şazeliliğin bir kolu)na bağlı kişileri görmüştüm. Her gece yatsı namazından sonra Allah'ı zikrediyorlardı. Akşam ile yatsı arasında Şeyh Muhammed Zehran'ın derslerine ısrarla devam etmekte iken, uyumlu sesleriyle, güzel nağmeleriyle, taşkın ruhaniyetleriyle zikreden bu yaşlı faziletlilerin ve salih gençlerin hoşgörüsüyle onlarla beraber Allah'ı zikretmek için bu meclislere, bu halkalara devam etmeye başladım."

Hasan el Benna bu manevi ortamdan çok feyiz alır ve sonunda 1925(1341) yılında, tarikatın şeyhi Seyyid Abdülvehhab el Hasafi'ye intisap nasip olur; "Eğer yanılmıyorsam, şeyhle karşılaşmam 4 Ramazan 1341'de ikindi namazından sonra gerçekleşmişti. Şazeli tarikatının Hasafiyye koluna intisap ettiğim ve ondan vird ve vazifelerini aldığım tarih olan o gün Pazar gününe rastlamaktaydı."

Bununla beraber, Hasan el Benna hareketini bir tarikat olarak götürmemiştir. Bunun iki sebebini Müzekkeretü'd Dave ved-Daiye adlı eserinde şöyle açıklar:

1-Diğer tarikat mensupları ile anlaşmazlığa düşmek istemiyorum.

2-Davetin az sayıda Müslüman bir grup arasında mahsur kalmasını istemediğim gibi, İslami ıslah hareketlerinden yalnız birine mal edilip, harice taşma şansını kaybetmesini de doğru bulmadım."

ÜNİVERSİTEYE GİRİŞİ

Liseden mezun olduğunda Mısır çapında en başarılı beş talebeden birisiydi. Daha sonra "Küçük Ezher" denilen, Kahire'deki Dar-ül Ulum Üniversitesine kaydoldu. Sınıflarını hep iftiharla geçiyordu. Üstün başarılarından dolayı okul idaresi ona ayda bir cüneyh(Mısır'da bir para birimi. 3.5 cüneyh bir dolara tekabül ediyor yaklaşık olarak) mükâfat vermekteydi. Bitirme imtihanlarında 18000 şiir beytini ve bir o kadar da nesri ezbere okumuş, birincilikle mezun olmuştur.

Tahsili sırasında başından geçen bir olayı babası şöyle anlatmakta: "Kendisinden on yaş büyük ve aynı memleketten olan bir arkadaşı bu başarısını kıskanarak ona suikast yapmak niyetiyle gelip, uyurken ağzına zehir, gözüne de kezzap atmak istemişti. Şaşkınlıktan zehiri ağzına koyamamış, kezzabı da gözlerine değil ancak alnına isabet ettirmişti. Hasan uykusundan büyük bir dehşet ve ızdırap içinde uyandı.

Tahkikat neticesinde, suçlunun arkadaşı olduğu anlaşıldı. Durum polise intikal etti. Bazı dostlarının ricası üzerine Hasan davasından vazgeçerek şöyle dedi; "Ben bunun ecrini Allah'tan bekliyor, beni bu musibetten kurtardığı için O'na şükrediyor, mücrimi de affediyorum."

Onunla Rabbe karşı saygı adabı hakkında Abdullah Azam şu harikulade hadiseyi naklediyor:"Hasan el-Benna Mısır'ın İsmailiye kentinde öğretmenlik yapıyordu. O Kahire Üniversitesi Daru'l-Ulûm Fakültesi'nin birincisi idi. Bu fakültenin sekreteri bana şunları anlattı: İmtihan sonuçlarını gören bir öğrenci gelip Benna'ya:

"Ya Şeyh Hasan! Sen filan dersten ikmale kalmışsın" dedi. Bunun üzerine Benna, Allah'a secdeye kapandı. Talebe ona:

"Ben sana ikmale kalmışsın diyorum, sen Allah'a şükür secdesi yapıyorsun. Bu nasıl şey?" Benna:

"Biz sevindiğimiz anda da, sıkıntılı hallerde de Allah'a şükrederiz" cevabını verdi. Bunun üzerine o öğrenci:

"Ya Şeyh Hasan seni müjdeliyorum, Daru'l-Ulûm Fakültesi'nde birinci olmuşsun" dedi. Tekrar Benna Allah'a secdeye kapandı."

Tahsili sırasında İngiliz yönetiminin yaptığı maddi-manevi tahribata karşı bir şeyler yapmak için devrin tanınmış âlimleri ile temasa geçmiş, camilerde, kahvelerde, konferanslar ve vaazlar tertip ederek onlara konuşma zemin ve imkânını hazırlamıştı.

Hasan el Benna'da bu yoğun enerji, batıldan rahatsız olma yani metafizik gerilim çok önemlidir. Metafizik gerilim büyük bir âlim tarafından şöyle izah edilmektedir: "Bir manada müspette sebat, menfiye karşı da boykot diyebileceğimiz metafizik gerilim, bir taraftan hizmete ait üniteleri işletme, bir mekanizma kurma ve onu daima işler durumda tutma, diğer taraftan da günah ve tahrip cephesine karşı devamlı ve ısrarlı bir direniş içine girme manalarını taşır."

İDEALİST BİR ÖĞRETMEN

Tahsilini tamamladığında İsmailiye şehrine öğretmen olarak tayin edildi. O sıralarda İngilizler tüm güçlerini İsmailiye'de toplamışlardı. Okullarda Avrupa usulü eğitim yapılıyordu. İsmailiyye, bu haliyle sanki Londra'nın varoşlarından birini andırıyordu; "İsmailiye'nin o zamanlar yürek parçalayıcı bir hali vardı. O günkü durumu görüp de hüngür hüngür ağlamamanın imkânı yoktu" der El Benna. "Batı tarafında İngiliz karargâhı, doğu tarafında Süveyş kanalı idarecilerinin çocukları için açılmış bulunan Hıristiyan okulu. Bu okula Mısırlı çocuklar gidecekti. Sanki biz kendi öz vatanımızda köleydik. İngilizler memleketin bütün gelirlerini kendi ellerine geçirmişlerdi.

Devletin bütün mekanizması İngiliz sömürgecilerinin kuklası hükmündeydi. En güzel binalarda onlar oturur, en güzel yemekleri onlar yerlerdi. Her yerde İngilizce konuşulurdu. Burası sanki bir Frenk memleketi idi. Şehrin geniş caddelerinden birinin adı Cami caddesi idi. Ama caddenin alnına asılan levha beni beynimden vurulmuşla döndürmüştü; "Rue dela Mosgue"

Bu da ne demekti? Şarkın en büyük kumandanı Selahaddin-i Eyyubi'nin vatanında Rişar'ın çocuklarının işi ne idi? Sanki bu, Hilalin alnına takılmış bir haç idi. Ey ülkeler fatihi ulu hakan! Bir uyansan da bedbaht neslinin hal-i perişanını görsen, yüzümüze tükürürdün! Doğrusu bu manzara karşısında yaşamaktansa, ölümü arzuluyordum. "

DAVET

Her büyük dava şakakları zonklayan ızdırap insanlarının düşleri ile doğar, çekilen çile ve sıkıntılarla ser verip gelişir, meyveye durur. Zaten fertlerin gerilimini kaybettiği, çilesizlerin çoğalmaya başladığı bir hareketin artık encamından korkulmalıdır.

Hasan el Benna hemen bulunduğu çevrede davet ateşini yaktı. Etrafında beş altı kişilik bir çekirdek kadro oluşturdu ve hal ve çözüm yolları konusunda kolektif düşüncelere giriştiler; "Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çare aramakla geçirdik. Ümmetin hallerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldırmak için çok düşündük. Bazen ağladık."

"Ä°HVAN-I MÃœSLÄ°MÄ°N"

Ve… Ocak 1929 (Bazı kaynaklara göre Mart–1928)… "Zilkade ayının sıcak bir sabahı bağrı yanık, gönlü iman nuruyla dolu altı arkadaş yanıma gelmişlerdi. Hepsinin de gözünde ümit ve azim ışıkları parıldıyordu. İçten gelen hafif ve boğuk bir sesle şöyle demişlerdi:

" Peki, ne yapalım? Bu iş ağlamakla, söylemekle bitmiyor. Ne yapmamız gerekiyorsa, öyle yapalım. Gerekirse; canımızı, malımızı, her şeyimizi feda edelim bu yolda… Sen bize önder ol, biz de senin yolunda yürüyelim. Programımızı çiz, yolumuzu göster. Biz de ona göre hareket edelim."

Bunlar konuşurken gözlerim yaşarmıştı. Anlaştık, Allah'ın yüce kitabı üzerine yemin ettik. Artık biz bu davanın kulu, kölesi idik. Bütün gücümüzle çalışacaktık."

İçimizden birisi; "Adımız ne olacak? Cemiyet halinde mi çalışacağız?" dedi. "Bizim asıl gayemiz İslam'dır dedim. O yola gitmek için her ne metot varsa deneyeceğiz. Daha çok birlik ve kardeşliğe ehemmiyet vereceğiz. O halde adımız İhvan-ı Müslimin(Müslüman kardeşler) olsun."

KAHVE SOHBETLERÄ°

Merhum A.Azzam onu tebliğ yaparken insan psikolojisini dikkate almasını şöyle anlatıyor: "Öyle ki camilerde gençlerden hiçbir kimse yok. Sadece körler, topallar, yaşlılar var. Bazısı oturarak namaz kılıyor, diğeri duvara dayanarak rükûa gidiyor. Kahveye gidiyor, orada hayaletlere benzeyen insanlar görüyor. Sabahtan ikindiye kadar İngiliz şirketlerinde çalışıyorlar, ondan sonra da gecenin yarısına kadar kahvehanelerde kâğıt oynayarak vakitlerini öldürüyorlar. Merhum Benna bunların yanına gidip oturuyor, kendisi de bir çay isteyip içiyordu. O burada yaşayan insanların psikolojilerini çok iyi kavramıştı. Onların bir takım hikâyeler dinlemekten zevk aldıklarını biliyordu ve onlara: "Ne dersiniz, ben sizlere "Gevşek Düğme" hikâyesini anlatayım mı?" diyor ve onlara Ebu Zeyd'in kıssasını, Sinek Hikâyesi'ni, Çözülmüş Düğme hikâyelerini anlatıyordu. Akşam namazı geldiğinde ise durum çok ciddileşiyordu. Merhum Benna onlara: "Müsaade ederseniz ben gidip namazı kılıp geleyim." Onlar da: "Buyur efendim, buyur üstad" diyorlardı. O gidip namazı kılıyor, tekrar dönüp onlara benzeri hikâyeleri anlatıyordu. Beş gün, on gün derken bunu dinleyen insanlar: "Niçin biz burada bekliyoruz da hoca ile birlikte camiye gidip namaz kılmıyoruz ve beraberce dönüp hikâyeleri dinlemiyoruz?" demeye başlıyorlardı. Böylece Benna devamlı kahveden insanları camiye çekiyor ve onları eğitmeyi başarıyordu. Öyle ki Benna tesis ettiği hareketin en seçkin elemanlarını kahvelerden toplamıştı."

Meselâ Yusuf Talat bisiklet tamircisi idi. Bu zat her gün Mısır parası ile üç kuruş kazanıyordu. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Süveyş Kanalı'nda İngilizler'e karşı savaşta Müslümanların ordu komutanı ve 1948'deki Filistin Cihadı'nda yine Müslümanların komutanı idi. Halbuki asıl mesleği bisiklet tamirciliği idi.

Hasan el-Benna, mescitte ders halkalarını genişletmeye ve gençleri mescide toplamaya başladığında, mescidin imamı, Hasan el-Benna ile liderlik yarışına girer. Çünkü mescit tıklım tıklım dolmuştur. Daha önceden ise mescitte körler, topallar, sakatlar ve yaşlılardan başka hiçbir kimse yoktu. Şu anda ise mescit gençlerle dolmuştu. Ömrünün baharında iken Süveyş Kanalı'nda çalışan gençlerdir bunlar. Mescidin imamı, Hasan el-Benna'ya kin beslemeye ve ona muhalefet etmeye, kıskanmaya, aleyhinde konuşmaya başlar. Hasan el-Benna, mescitte Peygamberlerin sabrından, onların kavimlerine olan davet ve mücadelelerinden bahsetmektedir. Bir defasında İbrahim (as)'ın hayatını anlatmaya başlar. Mescitteki otoritesinin elinden alındığım hisseden ve kendisini adeta cumhurbaşkanı gibi kabul eden imam efendi Hasan el-Benna'ya:

"Peki Hz. İbrahim'in babasının adı ne?" diye sorar. Hasan el Benna:

"Müfessirler İbrahim'in babasının adı hakkında farklı görüşler belirtmişlerdir. Bazıları İbrahim (as)'ın babasının adının Azer olduğunu, diğerleri ise onun adının Tareh olduğunu söylemişlerdir" der. Mescidin imamı:

"Tareh değil Taruh'tur" diye Hasan el-Benna'nın ifadesini düzeltir. Bununla Hasan el-Benna'nın hata yaptığını ve kendisinin daha bilgili olduğunu ispatlamak ister. Hasan el-Benna hocadan kurtulamayacağını anlar ve en iyisi hocayı evime davet etmektir, der. Hocayı evine davet eder, ona etli yemekler ikram eder, meyveler sunar ve daha sonra hocayı kitaplığına götürerek kitaplığından ona kitaplar hediye eder. O günden sonra hoca ile arası düzelir ve sorunları halledilmiş olur.

El Benna ve arkadaşları İsmailiye'nin her kahvesini ziyaret ederek davetin ilk kıvılcımlarını tutuşturdular. O, İhvanı, kahve sohbetleriyle başlatmış ve halkı kucaklamakla belli bir noktaya ulaşılabileceğini görmüştü. Özellikle Hasan el Benna'nın hitabeti, gözyaşları ve vakarı, hayatını davaya vakfedişi ve de samimiyeti insanlar üzerinde büyük tesir uyandırıyordu.

Bu durumu, o sıralar Ezher'de talebe olan muhterem âlim, merhum Ali Yakup Cenkçiler Hocaefendi şöyle anlatıyor; "Hasan el Benna ameli bir adam. Son derece faal, pratik yani. Sabahtan kalkar, saat gece 12'ye kadar çalışır. Ya bir şey yer, ya da yemez. Bir-iki kahve içer. İşte böyle bir insan. İnsana hitap ettiği zaman mıknatıs gibi, kalbini cezp eder. Hayatını Allah'a vakfetmiş bir adamdı. Allah bu asırda sanki onu gençliğe rehber olarak halk etmişti. Üniversite gençliğini ihya etti. Kahire'de muazzam bir cemaat meydana getirdi."

"Gönüllerin ta derinliklerine kadar işleyen bir bakışı vardı" der Ömer Tilmisani onun için. Said Havva ise onun başarısının mühim bir sebebi olarak onun İslami düşüncelerindeki dengeye işaret eder: "Allah Teala el Benna'ya öyle bir muvaffakiyet vermiştir ki, veciz bir ifade ile meseleleri bu ümmetin insaf sahiplerinin birleşebilecekleri bir ölçü içersinde sunabilmektedir."

Duha'l İslam, Fecrül İslam gibi eserlerin müellifi, meşhur Mısır edibi Ahmed Emin de şöyle anlatır eski talebesini; "Kuvveti bir şahsiyet ve kabiliyete sahip bir zattı, işin garibi vaktiyle benim talebem iken çok çekingen bir gençti. Bir gün kalkıp da büyük bir hatip olacağı hiç aklımdan geçmezdi. Memleket aniden, şahsiyet sahibi büyük bir hatip ile karşılaştı. Yerine göre konuşurdu. Halka fikrini rahatlıkla kabul ettirir, havassa da büyük tesiri olurdu.

Ä°NKÄ°ÅžAF

Tebliğin İslam'a susamış gönüllerde ma'kes bulması ile İsmailiye şehri bir avı kovanı gibi çalışmaya başladı. Ve hemen çevre il ve ilçelere de sıçradı. Merhum Ali Ulvi Kurucu bu durumu şöyle anlatmaktadır: "1928'de kuruldu İhvan-ı Müslimin. Kahire'ye gelişi 39. İsmailiye'de faaliyete başladı. Oraya sığmadı, taştı. İhtiyaç, tatlı bir kurtarıcı ses, manevi bir hava, fazilet hayatı, insanı insan yapan bir dava..."

Topluma deklare ettikleri ilk mesajlarında şöyle deniliyordu; "Bu tüyler ürpertici, buhranlı devrede sesimizin en son perdesine kadar haykırıyoruz; Yavaş yavaş ama öldürücü kasırgalardan daha kuvvetli, mütevazı ama sarp kayalardan daha yüce, bütün şahsi ve mücerret arzulardan uzak, Allah'ın azametine ve vahyine dayalı gayemizi takdim ediyoruz. Bütün samimi ve gönülden inanmış Müslümanları safımıza çağırıyoruz. Ahiret hayatının mutluluğunu isteyenler gelsin."

Bu hayat verici çağrıya Portsaid, Süveyş, Ebu Suveyr, Bahr-i Sagir gibi yakın vilayetlerden binlerce insan lebbeyk dediler. 1932'ye gelindiğinde ise koca bir gençlik seli cemaate katılmaya başladı… İhvan bu sıralar tüm ülke çapında 300'den fazla şube açmıştı.

Altı senelik İsmailiye safhası İhvan'ın çekirdeğini oluşturmuştu. Şimdi yeni hizmet hamlelerine geçilebilirdi. El Benna'nın 1933'deki Kahire ziyareti buna vesile oldu. Buradaki yoğun ilgi üzerine hareketin merkezi Kahire'ye taşındı.

İRŞAD'DA YENİ DÖNEM

Bir sene içersinde Kahire'de hızla teşkilatlanan İhvan, bünyesinde kız ve erkek çocuklar için okullar açmaya başladı. Aynı zamanda sağlam aileler oluşturulması ve annelerin bilinçlendirilmesi açısından İsmailiye'de "Anneler Enstitüsü" açıldı. Diğer yandan aynı şehirde bir lokal ve fabrika, Mahmudiye'de bir tekstil ve halı fabrikası ile tefsir ve hadis ilimlerinin okutulduğu bir Enstitü açıldı.

Görüldüğü gibi İhvan hareketi, toplumu bütün üniteleri ile kucaklıyordu. Evet, "İhvan-ı Müslimin'in Hasan el Benna tarafından çizilen ve yönlendirilen faaliyet programları dini, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlarda etkili olmuş teşkilat camiası Mısır halkı için dengeli ve adil bir toplum örneği meydana getirmek istemiştir."

Söz ve davranış uygunluğu içerisinde tutarlı bir insan olan Hasan el-Bennâ, İslâm ekonomisinin başarısını göstermek için endüstri, ticaret ve basın sahasında faaliyet gösteren yedi tane şirket kurmuştu. 4 bin ilâ 60 bin Mısır lirası altında değişen şirket sermayeleri, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı'nın üyelerinden yatırımda hissedar olmak üzere toplanmıştır. Bu şirketlerde çalışan işçiler, hissedar olmaya teşvik ediliyorlardı. Şirketler başarı sinyalleri verdiler. Fakat 1948'de hükümet feshedildiği zaman yeni hükümet, çok geçmeden bu şirketleri müsadere etmiş ve kamulaştırmıştır. Hasan el-Bennâ, üyelerin maaşlı istihdam yerine serbest yatırıma öncelik vermelerini, zengin olma şekli önemli olmaksızın ekonomik sahada yer tutmalarını ve İslâm dünyasında üretilmiş olan mamulleri kullanmalarını istemiştir.

Öte yandan şehir şehir, köy köy geziliyor, konferanslar ve sohbetlerle her kesime açılma sağlanıyordu. Cemaat başlarında "Naib-ül âmm" unvanlı liderleri ile aşk ve şevkle hizmetten hizmete koşuyorlardı. Bu öyle bir topluluktu ki Said Havva'nın dediği gibi; "Hasan el Benna'nın kurduğu anlamda bir cemaati bulmak gerçekte az rastlanacak bir durumdu."

Bu başarıyı Mısır'ın sayılı ilim adamlarından biri, merhum Said Havva'ya şöyle anlatmış: "İnançsızlık seli bütün Mısır'ı kaplamıştı. Küfür ve inançsızlık her tarafa yayılmıştı. Bunlarla birçok kimse savaştı. Ezher İslam Üniversitesinin birçok değerli öğretim üyesi ve diğer İslami kurumların lider ve önderleri de bu inançsızlık selinin önüne geçemediler. Sonunda Hasan el Benna geldi. Bu selin önünde büyük bir duvar ördü. Böylece inançsızlığın her türlü kötülük ve tehlikesini önledi."

O sıralar Mısır'da okuyan merhum edibimiz Ali Ulvi Kurucu beyefendi, İmam Hasan el Benna ile ilk tanışmasının şöyle anlatıyor: "Kahire'de bir gece Mustafa Runyun ve Ali Yakup Efendilerle birlikte yurdumuza dönerken karşıdan dört beş kişilik bir grup geliyordu. Güzel ve net bir Arapçayla konuştuklarından söylediklerini anlayabiliyorduk. Tam yanımızdan geçerlerken aralarında nur yüzlü bir zat dikkatimi çekti. Runyun kardeş dedi ki: "Şu zat konferanslar veren ve Müslüman kardeşlerin başkanı olan Hasan El-Benna'dır."

El-Benna isminin söylendiğini duymuş olmalı ki; adımlarını geri alarak bize selâm verip, "Kardeşler kimlerdir?" Dedi. Kendimizi tanıtınca hocanın candan tebessümü, sadakatle el sıkması ve gözlerindeki parlaklık çok dikkatimi çekmişti ki; onu çoktan tanıyormuşum gibi sevdim. "Sizin yurda yakın konferanslarımız oluyor buyurun," dedi, ayrıldık.

Bu zatın ilahi nuru ve samimiyeti kalbimi fethetmiş idi. ilk konferansına bir kardeşle gittik. Gençlerin ruhuna hitap ederek gayet fasih ve beliğ üslubu ile kolay anlaşılan cümleler kullanıyordu. Benna'nın gönül genişliğini, tevazuunu ve bütün varlığı ile çalıştığını görünce dedem, babam ve amcam gözümün önünde canlandılar. Konferansta bizi fark etti ve yanına çağırdı. Tokalaşırken adımı söyleyince hafızasının kuvvetine hayret ettim.

İkinci konferansını sabırsızlıkla bekliyordum. Gençliğe kendini sevdiren, onların fikirlerine ışık tutan, sohbetleriyle ruhlarını doyuran, gayretlerini destekleyen ve ilim sahalarında daha başarılı olmaya teşvik edendi. Gelenler arıların çiçeklere koştuğu gibi meselelerin özüne vararak istifade etmek istiyorlardı. Akşam ve yatsı namazlarını kıldırıp cemaate dönerek şöyle diyordu:

Bugün okuduğumuz ayetlerden anladığımız kadarıyla şu manaları sezebiliyoruz. Sizin kafanıza takılan veya açıklanmasını istediğiniz noktalar varsa buyurun sorun, beraber konuşalım. Böylece, o gün işlenecek konuya dikkati çekiyordu. Kuran-ı Kerim'den, gününe ve münasebetine göre örnekler vererek dünya ve ahiret âlemleri arasında bağ kuruyordu.

Cemaatle kendisi arasında saygı hâkimdi. Gençlere "ya ahi" (kardeşim) ve yaşlılara "seyyidi" (efendim), diye hitab ederek herkesi kucaklar, alâka gösterirdi."

Ahmed İsa Aşur o heyecanlı günleri şöyle anlatıyor: "Hasan el Benna'nın İhvan-ı Müslimin'in merkezindeki "Salı Günü" konuşmalarına katılıyordum. Salı konuşması veya kendi deyimiyle "Salı Özleminin" ne demek olduğunu çok iyi anlamıştım.

Salı günü gerçekten muhteşem bir gündü. İskenderiye'den tut, ta Asvan'a kadar binlerce müslüman Hasan el Benna'yı dinlemek için toplanıyordu. 

Kürsüye beyaz elbise ve cübbesiyle çıkardı. Konuşmaya başlamadan önce salondakileri bir bir inceler, sonra da kalpleri büyüleyen özlem dolu sesi duyulurdu. Onun sesi, konuşma tekniğine ve bağırmakla dikkat çekmeye yönelik değildi. Tam aksine, gerçeklere dayanan, aklı ikna ederek hisleri uyandıran, ruhları kelime ile değil mana ile bağırmakla değil sukunetle, coşturmakla değil delille alvlendiren bir özelliğe sahipti. Öyle ki, salı konuşmasına bir katılan, engel ne olursa olsun bir daha terk etmezdi." 

HASAN EL BENNA'NIN ULEMA Ä°LE MÃœNASEBETÄ°

Hasan el Benna çok geniş ufka sahip bir insandı. Hareketini bütün Müslümanlara mal etmek ister, inhisarcı düşünceden fersah fersah uzak dururdu. Çevresindeki bütün âlimlere büyük alaka gösterirdi. Şimdi onun "mezhepsizlik ve modernistlikle" itham eden bazı safderunlara cevap teşkil edici bir hatıraya yer vermek istiyoruz. Yine Ali Ulvi Bey merhum anlatıyor:

Vaktiyle Mısır maarif bakanı ve son günlerde ayan başı olan Dr Mustafa Heykel paşa Fransa'da okumuş, yazı ve fikirlerinde Fransız kültürünün hâkim olduğu sezilmekte idi. O günlerde Fransa'da Peygamber Efendimiz(sav) hakkında bir kitap çıkmış. Mucizeleri inkâr ediyor ve Peygamberleri Allah'ın seçtiği kimseler olarak değil de sıradan büyük adamlar olarak görüyormuş. Heykel Paşa bu görüşlerin tesirinde kalarak, Fransızca "Hayat-ı Muhammed" isminde bir kitap yayınlar. Bu kitapta mucizeler tevil edilip bunların hayat kanunlarına aykırı olduğunu iddia eder.

Bu kitaba cevap yazılmak istenir, fakat felsefi yönü yabancı lisanla yazılı ve itikat meselesi olduğundan Ezher'den bir heyet Mustafa Sabri Efendiye(Tokatlı, son şeyhülislamlarımızdan) gelir. Bu vazife kendisine teklif edilince hoca kabul eder. Kitap hazırlanır, fakat zaman harp günlerine tesadüf ettiğinden imkânsızlar ortaya çıkar.

Bu olup bitenlerden Hasan el Benna'nın haberi olunca Mustafa Sabri Efendiye gelir. O ziyarette bizzat bulunmuştum. El Benna şöyle dedi; " Efendim! Siz böyle bir kitap yazmışsınız, fakat bastırma imkânı yokmuş. Biz iki yüz adet alabiliriz." Sonunda kitap basılır ve hizmete vesile olur.

Yine Ali Ulvi beyin hatıralarından öğrendiğimize göre, Benna Kahire'ye geldikten sonra merhum şairimiz Mehmed Akif ile de tanışmışlar ve birbirlerini çok sevmişler: "Türk millî şairi Mehmed Akif, Mısır'da kaldığı yıllarda Üstad Hasan El Benna ile bir bayram toplantısında görüşmüşler ve aralarında bir dostluk kurulmuş.

Üstad Hasan El Benna'yla Medine'de bir sohbetimiz daha oldu. Üstad, Mehmed Akif'ten bahsederek, İstiklal Marşı hakkında şöyle dedi: "Bu şiirin bir hikâyesi vardır. Türk yurdu düşman istilasından kurtulduktan sonra bir istiklal marşı yazma fikri ortaya atılır. Müsabaka tayin edilir ve yüz küsur şiirden bu şiir birinci gelir. Millet Meclisinde dört defa ayakta okunur. Bu şairin, meclise gelirken giydiği üzerindeki palto dahi arkadaşının olduğu halde kendisine teklif olunan ikramiyeyi reddeder.

"Bu mükâfat benim değil, şehit düşen Mehmetçiğin, muzaffer ordunun ve milletindir. İhlâs için bir örnek vermek istersek bu davranıştan daha çarpıcı misal veremeyiz, deyip, İstiklal Marşı'ndan bazı beyitleri okumamı istedi. Kardeşler bazı beyitlerin tercümesini isteyip kaydettiler."

"Bir milli marşa ezanı, ibadeti, mabedi koymak çok manalı, çok güzel" diyen Benna, Akif'in müsabaka ödülü almamasına da hayrandır; "Ya İhvan! Hazel iman!(işte iman) İman için misal arıyorsanız budur. Giyecek paltosu yok, ama parayı almıyor. Ne yazık ki bu gün insanlar böyle bir şeyi değil almamak, bir de rüşvet vererek kendilerine verilmesini temine çalışıyorlar. İman budur işte, iman budur."

Mehmed Akif'in Mısır Hayatı adlı eserinde Sayın Ertuğrul Düzdağ Hocamızın kaydettiğine göre merhum Benna, Akif'imiz hakkında Ali Ulvi Kurucu Beye şöyle demiştir: "Dostum Dr. Abdülvehhab Azzam'ı bir kaç defa bayram ziyaretine gittiğimde, hilvan'daki evinde, Şair Muhammed Akif Bey'e rastlamıştım. Kendisiyle görüştük, asil bir insan."

Bu arada sırası gelmişken Üstad Bediüzzaman'ın da Hasan El Benna'ya bir mektup yazdığını ama bu sıralar Benna şehid edildiğinden mektubun ulaşamadığını belirtebiliriz.

*Nebba; Haberci demektir. Nebi kelimesi de aynı kökten gelir. Haber getiren demektir. -Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

erkan, 2007-12-23 09:10:14

halkın gerçeği bırakıp taklitlere uyduğu zamanda gelip gerçek olanları haykıran HASAN EL BENNA ve SEYİT KUTTUP dan ALLAH razı olsun.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

fahri baylan, 2007-11-05 10:45:28

tugba hanım siz yazıyı eksik okumuşsunuz.Ve Hasan El Benna yı ne kadar tanıyorsunuz ki zan la konuşuyorsunuz.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Salih Okur, 2006-11-20 17:46:53

Tuğba hanım, herhalde yazıyı dikkatlice okumadınız..Hasan el Benna'yı ne kadar yakından tanıyorsunuz bilemiyorum ama kendisi hatıralarında bizzat bağlandığını anlatıyor. Ayrıca bizimle beraber Said Havva, Mustafa İslamoğlu, Ebul Hasan en Nedvi de yanılıyor olmalılar ki aynı hususa onlar da parmak basıyorlar..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

tuÄŸba, 2006-11-19 02:00:59

son derece yanlış bilgiler var. Öncelikle taririkat ehli olması olucak şey değil . Kur-an ve sünnette aslı olıyan bir yolun yanından bile geçmez hasan el benna ...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ahmet vehbi ecer, 2006-10-08 11:02:57

güzel bir inceleme.fakat değerlendirmesi eksik

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim arzım geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.

Ankebut, 56

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"iman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanlar ve ailesine en güzel davrananlardır."

Tirmizi

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Yıldız Sarayı'nın İttihatçılar'ca Yağma Edilmesi(29 Nisan 1909) *Gazneli Mahmud'un Vefatı(30 Nisan 1030) *Yıldırım Bâyezid Tarafından Manisa'nın Fethi(1 Mayıs 1390) *Fatih Sultan Mehmed Hân'ın Vefatı(3 Mayıs 1481) *Eyüp Sultan Hazretleri(r.a.) Vefât E

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI