





TARİHİN SİSLİ MANZARASINA GÖMÜLEN KİTAPLAR
Dursun Gürlek'in "Kültür Dünyamızdan Manzaralar" adlı harika kitabının sayfaları arasında dolaşırken enteresan bilgilerle karşılaştım ve Osmanlı ile diğer devletler arasındaki farkı bir kere daha anlamış oldum…
"Meşhur Çin seddini yaptıran imparator, korkunç bir karar alıyor; seddin inşâsından sonra Çin medeniyetinin ve ilim tarihinin kendi devrinden itibâren başlamasını, önceki yüzyıllara âit eserlerin yok edilmesini istiyor. Bunun için de Çinli bilginlerin ve târihçilerin idam edilmelerini, mevcut kitapların hepsinin yakılmasını emrediyor. Ve bir günde dört yüz bilgin diri diri toprağa gömülüyor, ülkede bulunan kitapların ve kütüphânelerin tamamı cayır cayır yakılıyor. Meşhur "Çin işkencesi", daha o zamanlar başlıyor.
Endülüs, İspanya Hıristiyanları tarafından işgal edildiği zaman da böyle korkunç bir manzara ortaya çıkıyor; İslâm medeniyetinin muhteşem tabloları olan kütüphâneler birer birer ateşe veriliyor. Özellikle Gırnata'daki ilim hazineleri peş peşe yok ediliyor. Tuleytula piskoposu, sayısı beş bini geçen ve her biri hat şâheseri olan tezhipli Kur'ân-ı Kerim'i, bizzat kırılasıca eliyle ateşe atıyor. Tarihler, bu katliâm esnasında yakılan kitapların seksen bin cildi bulduğunu kaydediyor."
Evet, Osmanlı bir yeri fethettiği zaman ilk önce o bölgede bulunan kütüphaneleri koruma altına alırmış… İşte Osmanlı ve diğer devletlerarasındaki fark!
MEHMEDCİĞİN CESARETİ
"Şükrü Nâilî Paşa anlatıyor:
Çanakkale'de ileri hattayız. Düşman Keçideresi'nin karşısına makineli tüfeklerini kurmuş, durmaksızın bu dereyi ateş altında tutuyor. Burada her gün bizden on, onbeş kişi şehid oluyor.
Bir gün teftişe gittim. Teftiş sırasında tabiî o dereden de geçmek icap etti. Dere başına gelince, alay kumandanı bana:
"Burası Sırat köprüsüdür. Evvelâ ben geçeyim. Sonra siz geçersiniz" dedi. Kırk adım kadar olan mesafeyi koşarak geçti. Ben de arkasından koşarak geçtim. Düşman durmaksızın ateş edip duruyordu.
Geçtikten sonra arkama baktığımda, ne görsem beğenirsiniz: Bir Mehmedcik, elinde karavana bakraçları, ateşe hiç aldırmadan, ağır ağır geliyor. "Koş oğlum, koş. Vurulacaksın" diye bağırdım.
Sesimi işitmemiş gibi hiç istifini bozmadı. Aynı yürüyüşle yanıma kadar geldi. Niçin koşmadığını sordum. Ne cevap verdi bilir misiniz?
"Koşsaydım, bakraçlardaki bakla çorbası dökülürdü. Arkadaşlarım aç kalırlardı. Düşmandan kaçılmaz, kumandanım."
KANÛNÎ SULTAN SÜLEYMAN'IN CENÂZE NAMAZI
Kanûnî Sultan Süleyman'ın cenâze namazı üç defa kılınmıştır. Macaristan'da Zigetvar Kalesi'nin önündeki Türk Ordugâhı'nda, Otağı Hümâyun'da büyük Hünkâr'ın ilk cenâze namazı askerden saklandığı için gizlice kılınmıştır.
İkincisi, Kanûnî'nin cenâzesini Belgrat'ta karşılayan oğul Sultan II. Selim'in iştirakiyle, Belgrat'ta kılınmıştır.
Üçüncüsü ise, İstanbul Süleymâniye Câmii'nde kılınmış olup tüm İstanbul halkı bu namaza iştirak etmiş ve Süleymâniye'den Fâtih'e kadar bütün sokaklar cemaatle dolmuştur. Ve bu cenâze namazını beş yüz imam birden kıldırmıştır.
KAYNAKLAR
1-Dursun Gürlek, Kültür Dünyâmızdan Manzaralar, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 2009.
2-M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmed Âkif Hakkında Araştırmalar, İFAV, İstanbul, 2000.
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar