



EŞREF EDİB'İN HATIRALARI
13 Şubat 1925'de patlak veren Şeyh Said İsyanı'ndan sonra Mayıs 1925'de birçok gazeteci tutuklanarak İstiklâl Mahkemelerinde yargılanmaya başlar. Merhum Eşref Edib Fergan'da bu gazetecilerin arasındadır. Eşref Edib ilk önce Ankara İstiklâl Mahkemesinde yargılanıp beraat eder. Fakat tahliye olunmayarak, Şark İstiklâl Mahkemesinde yargılanmak üzere ilk önce Diyarbakır'a, sonra da Elazığ'a gönderilir. Aylar süren zorlu bir yargılanma sürecinden sonra gazeteci arkadaşları ile birlikte beraat eder. Elazığ'da tutuklu gazetecilerin kalması için eski bir kilise olan tevkifhanenin karşısında bulunan bir ev bu gazetecilere tahsis edilmiştir. Şimdi sizlere; Eşref Edib ve arkadaşlarının muhakeme sürecinde kaldıkları bu tutuklu evde yaşadıklarından bir bölüm sunuyoruz…
"O sıralarda Gazi, Kastamonu'da mühim bir nutuk irad etti. Şapka meselesini ortaya attı. Ajans haberi, bulunduğumuz yerde bir bomba tesiri yaptı. Velid ve diğer bazı arkadaşlar dondu kaldılar. Müştak'lar, Sadri Ethem'ler uçuyorlar. Çılgına döndüler. Ahmet Emin Yalman'lar, Şükrü Esmer'ler, Suphi İleri'ler de pek keyifli. Fakat içlerini taşırmıyorlar; hepsi de Velid'e çullanıyorlar. Velid, somurtmuş, bir şey söylemiyor. Yalnız kaşlarını çatmış, sürekli ayakta dolaşıyor. Vakit gece yarısını geçti, kimsenin gözünde uyku eseri yok. Bir hay huydur, gidiyor. Bir aralık Müştak ortadan kayboldu. Biraz sonra başında siyah bir şapka, Ermeni Papazların giydiği cinsten bir şapka olduğu halde ortaya çıkmasın mı? Sanki 'Orta Oyunu'na çıkan aktör Manukyan gibi… Bir kahkahadır koptu. Alkıştan, gürültüden tavanlar başımıza yıkılacaktı. Nereden bunu bulmuştu? Bavulunda mı vardı? Daha evvelden haber mi almıştı?
Velid, odasına çekilmiş, kapısını kapamış, elektriğini söndürmüş, açık pencerenin önünde oturmuş, el-Aziz'in karanlık ufuklarını seyre dalmıştı. Bağırdılar:
-Velid! Gel, Müştak'ı gör. "Orta Oyunu"na çıktı; göbek atıyor!
Velid'den ses yok. Müştak bana döndü. Bir reverans yaptı. Şapkası ile selamladı. Bu şaklabanlıkları hepimizi güldürüyor. Müştak'ın bana iltifatına karşı, bir karşılık lazım geldi. Kolundan tutup kenara çektim. Yavaşcacık kulağına fısıldadım:
-Müştak, dedim, yeleğinin cebinde geçen gün bana gösterdiğin bir Kur'ân-ı Kerim olduğunu arkadaşlara söyleyeyim mi?
Müştak afalladı:
-Aman Eşref, böyle haltta bulunma; bu domuzlar beni linç ederler. Yarın Ankara, İstanbul basınında manşetlerle beni kepaze ederler.
-Sanki olmadın mı?
-Kuzum Eşref, canım Eşref, böyle şeyler karıştırma!... Ben şaka yapıyorum, eğlenelim diye!...
Müştak'la bizim gizli konuşmamızla arkadaşlar alâkalandılar. Bilhassa Sadri Ethem, göz, kaş, baş, ağız kıvırmaya başladı. Müştak'ın vaziyeti değişti, hoşafın yağı kesildi. Sütü dökmüş kedi gibi Müştak durakladı. Sadri Ethem bir şeyler sezdi:
-Gizli gizli ne konuşuyorsunuz?
-Hiç!
Dedik, gülüştük. Arkadaşlar ne konuştuğumuzu bir türlü anlayamadılar. Sağ olanlar ancak şimdi –bu hatıraları okurlarsa– anlayabilirler.
ATEŞ İSTER! ATEŞ GÖSTER!
Karşımızdaki insan kim olursa olsun, onu önemsememek, kişiye hata yaptırabileceği gibi, karşı tarafın da başarılı adımlar atmasına Cenab-ı Hakk muhakkak müsaade edecektir. İşte tarihten bir örnek:
"Lokman Hekim'in hocası bir gün, önemli bir ameliyat yapmak üzere, bir hamamı hazırlatıyor, hastasıyla birlikte içeri giriyor. Fakat Lokman'ı içeri almıyor. Merâkını yenemeyen Lokman da, hamamın kubbesinden ameliyatı seyretmeye karar veriyor. Hocası hastanın kafatasını açmış, beyin zarları arasındaki bir böcek oynaşır durur ve hastayı rahatsız edermiş. Hoca böceği almakta tereddüde düşmüş. Çünkü böcek çengelli ayaklarıyla zara yapışıkmış. Pensle alsa zar da harap olacak. Kafatasını kapatmak üzereyken, Lokman Hekim yukarıdan bağırmış: 'Ateş ister! Ateş göster!' Nitekim böcek ateşten korkarak kaçmış. Hasta da kurtulmuş."
KAYNAKLAR:
1- Fahrettin Gün, Eşref Edib İstiklâl Mahkemelerinde, Beyan Yayınları, İstanbul, 2005.
2- Dursun Gürlek, Kültür Dünyâmızdan Manzaralar, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 2009.
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar