

*İster Avrupa'dan biri, ister Türkiye'den biri, dedi ki size: "Ben İslam'a inanmıyorum. Fakat merak da ediyorum, araştırma gereği duydum. Kitaplardaki güzel, her şey kitaplarda güzeldir. Ama bir de bunu tatbik eden adamı görmek istiyorum. Yani İstanbul şehrinde bir Müslüman göstereceksin, ben o adamı uzaktan takip edeceğim, o adamın bütün faaliyetlerini gözleyeceğim. Beğenirsem Müslüman olacağım, beğenmezsem Müslüman olmayacağım" dese bu İstanbul şehrinde kimi gösterirsiniz? İşiniz biraz zor. Allah'a dua ederken bir de bunu yapmamız gerekiyor.
*Hani Mısır'da bir hareket başlamıştı. Hasan el Benna ile Seyyid Kutup hareketi başlatmıştı. Bu insanların birisi bir meydanda konuşurken bir kurşunla Amerikalı ajanlar tarafından öldürüldü, bir tanesi de idam edildi.(Mahmud Hoca yanlış hatırlıyor, El Benna konuşma yaparken değil, İhvan merkezinden evine dönerken, arabasına açılan ateşle şehid oldu. Salih Okur) Şehit oldular ama eserleri bütün dünya dillerine tercüme edildi. Bütün dünyada onların sesi ve nefesi insanları etkiliyor.
Hani İngiltere'de doktorasını yapmış, siyasal ve ilahiyat mezunu bir arkadaşımız. (Doktora tezi de şu; "İngilizler niye Müslüman olur? Nasıl Müslüman olur.) Dört sene kalmış, doktorasını yapmış gelmiş. Şöyle anlattı: "Müslüman olan insanlarla görüştüm; bu zatların, (Hasan el Benna, Seyyid Kutup) eserlerini görmüşler, okumuşlar ve Müslüman olmuşlar.
Yani bir insan ölüyor, şehid oluyor. Ama bin tane insanın da dirilmesine sebep oluyor. Onun için ölüm de yok olmak demek değildir. Zillet içinde yaşamaktansa izzet içinde ölmeyi tercih etmiş, ecdadımız bizi bu günlere getirmişler.
*"Ya Rabbi, bizi zalimler karşısında zalimlere karşı, fitne vesilesi, imtihan vesilesi kılma" Yani dostlarımız "demedik mi sana" demesinler. "Demedim mi" sana demesinler. "Yahu dilini fazla uzatıyordun, vallahi seviyorduk ama" (söyleniyor bu bazı hocalarımıza". "Hocam biraz azdıydı, hoca biraz ileri gittiydi." Ne ileri gitmesi, geri kalıyordu da o çırpınıp duruyordu. Geri kalmanın çırpınmasını yapıyordu. Ama Müslümanımız ayıplıyor, gavurdan önce Müslümanımız: "Hocam gittiği yol sağlam değildi." Niye sağlam değildi? "İnançsıza karşı açıktan harp ilan etmişti." Ne yapsın yani? Senin gibi takla mı atsın, yağcılık mı yapsın?
*Anadolu'dan gelenlerimiz ve eski İstanbullularımız babalarınızın, dedelerinizin evlerini gözünüzün önüne getirin, bütün pencereler kıbleye bakar. Köyünüzdeki evlere bakın, pencereleriniz kıbleye bakar. Yani tesadüf değildir. Bu ayet-i kerimenin, bir devletin milletinin evlerine, mührünü vurmasıdır bu. Evlerin pencereleri kıbleye bakar ve babanızın evine, dedenizin evine gittiğinizde evleriniz de kıble düz olur, pencereye karşı olur.
Ama şimdi İstanbul'da elli seneden beri yapılmış olan evlerde ya giriş kapısına doğru namaz kılarsınız, ya da köşeye doğru namaz kılarsınız veya sormak mecburiyetinde kalırsınız. Bu evin kıblesi kardeşim ne tarafa? dersiniz.
Çarpık kıbleler vardır. Bu zaruret gereği değil, İstanbul'un imarı ile ilgilenen insan, ruhsat veren insanlar eğer bu ayet-i kerime doğrultusunda hareket ediverse, şu parseli kıbleye doğru yapıverseler. Ama parseli köşelemesine yaparsa bütün evlerin kıblesi köşeye gelir. Yani topraktan tasarruf yapma diye bir şey yok. Şöyle yol verme ile böyle yol verme arasında değişiyor bu, evlerin pencerelerinin kıbleye gelmesi. Aynı zamanda aydınlığa da gelecektir. Tabii ki hem kıbleye gelecek, hem de güneşe gelecek. Ama güneşe ve kıbleye karşı sırt çevirdiğinizden dolayıdır ki, evlerinizin kıblesi dahi çarpıktır.
*Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde bizim toplum hayatımızda muhtaç olacağımız her konunun izahını yapmıştır. İşle ilgili, kültürle ilgili her şey onunla ilgili. Hani evinizde abdest alacaksınız, biraz ihtiyarlarınız abdest alacağı lavaboya ayağını kaldıramıyor. Niye acaba, içinizde mühendis kardeşlerimiz var yani, bunun yukarıda olması ile aşağıda olması arasında ne fark var? Aşağıda olunca ruhsat mı verilmez, yok. Niye lavabo yüksekte, insanın göğsü hizasındadır. Amerikalının ayak yıkama derdi yok. Red Kit 50 senedir yaşıyor, hâlâ ayakkabısını çıkarmadı. Ayak yıkama derdi yok adamın. Bizim günde beş defa ayak yıkama derdimiz var. Derdimiz değil ibadetimiz var. Beş defa ayağını yıkayacak bu adamın ayağını göğsü hizasını kaldırması ihtiyarlar için zor. Biraz aşağıya yapıverse mühendisler, ne olur yani.
*Müslüman âlemi tehlikeli günler yaşıyor. Böyle bir günde bizim birliğimizi sağlayacak yegâne yerler mesciddir, yegâne ibadette namazdır. Buna sımsıkı sarılalım, elimizden bir şey gelmezse, dilimizden gelir. Dinimin düşmanlarını ya iman etmesi için, ya da iman etmedikleri takdirde de helak olmaları için Rabbimize dua etmemiz gerekiyor.
*Milletlerin veya kavim halinde yaşayanların, yani kabile halinde yaşayanların insanların genelde karakterinde şöyle bir şey vardır; Büyük insanları kahramanlaştırmak, kahraman insanları ölümsüzleştirme meyli vardır. Hani bir adam çok büyük kahramanlıklar yapmıştır. Yiğitlikler göstermiştir derken ölmüştür ama halk onun hakkında efsaneler uydurur. O öldü ama "filan adam filan dağda görmüş, filan yerde filan adama yardım edivermiş kaybolmuş" gibi kahramanlıklarını yaşatmak isterler.
Hud Suresi
*Hani bazıları çıktı bu memlekette Kur'ân-ı Kerîm'de kaç tane "vav" var. Kur'ân-ı Kerîmde kaç tane "Kaf" var, Kur'ân-ı Kerîm'de kaç tane "Lam" var. Bu da bir hocalık oldu. Benim çok değerli bir hocamın yanma biri gitmiş. "Duhâ sûresinde kaç tane "Vav" var ?"demiş. Çok değerli tefsir, hadis ve fıkhı çok iyi bilen hocam. Duhâ sûresinde kaç tane "Vav" olduğunu bilmez, bende bilmem. Zahir hocası işte bilmez. Duha sûresinde kaç tane "Vav" olduğunu bilmez. Etrafındakiler de Konya'nın o değerli alimine "Vay be adamı hoca bilirdik, meğersem cahilmiş" demişler. Şimdi bazı çevreler tarafından bu yaygınlaştırılıyor. Hatta Amerika'da sahte bir Peygamber(Reşad Halife, geberdi) tarafından da yaygınlaştırılıyor. Harfler üzerinde durmak ve bütün milleti bununla meşgul etmek. Kur'ân-ı Kerîm'de 70 bin defa "Cim" harfi var dese, sen de hayır o kadar yok diye sayacaksın. Günlerce sayarken hanımınız, çocuğunuz, kardeşinizden, döndünüz, unuttunuz. Ve adamın dediği tutmadı, bir daha say. Delilere eskiden akıllandı mı, uslandı mı diye pösteki saydırırlarmış, bize de böyle bir saydırma verdiler. Fakat Kur'ân-ı Kerîm bu değildir. Kur'ân-ı Kerîm'; ne emrediliyorsa tutmak, ne yasaklanıyorsa vazgeçmek üzere indirilmiştir. Allah (c.c.) bunu bildiriyor bize.
*Bir cuma günüydü Yunanlı, Atina'da oturan bir ressam hanım Müslüman olmak istemiş, tesadüfen de bizi bulmuş. Bir caminin önüne geldim, ikindi namazından sonra idi. Ve onbeş yirmi kadar erkek aralarında bir bayan, telaşlılar. Derken oradan hoca arkadaş beni gördü. "Hoca geldi" dedi. Kendisi de iyi bir hoca, değerli bir hoca. "Hocam bu Müslüman olmak istiyormuş" "Ama müftülük kapalı." dedi. Yahu müftülükle ne alakası var bu işin? Yani müftülüğe gitse daha iyi mutlaka ama kapalı zaten. "Pazartesiyi bekle" demişler. "Öyle şey mi olur" demiş o da. "Hocam caminin anahtarı var mı" dedim. Açtık, içeriye girdik.
Dedim ki; "Şu kelimeleri söylerken Müslüman olacaksın sen" Beraber söyleyeceğiz ama bunu sana söylemeden önce (tabii İngilizce bilen bir arkadaş aracılık yapıyor. O da güzel biliyormuş İngilizceyi. İngilizceyi biliyor da o da "şehâdeti" bilmez..!!! "Neydi hocam" deyip bana döner. "Oğlum" dedim, "Evvela seni Müslüman edelim de ondan sonra bunu Müslüman edelim" dedim. "Bu kelime ile neyi söylediğini evvela bir anla." Demek ki daha önce İslâm'la ilgili kitaplar okumuş. "Ben bugüne kadar çeşitli kitaplardan okudum, sonra tabiata baktım, dağlara, denizlere, yıldızlara, çiçeklere, böceklere baktım." Dedi
Şimdi bütün bunları gördükten sonra, Bu "Şahadet" kelimesiyle sen "Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Yani Allah'tan başka Yaratan yoktur. Allah'tan başka Yaşatan yoktur. Allah'tan başka Yöneten yoktur. Bu üçünü sayıyoruz. "Yani" dedim, "Özal da, Busch da, Gorbaçov da bizim gibi insandırlar. Bizim üzerimizde hükmetme hak ve selahiyetleri yoktur. Yalnız ve yalnız ona da, bana da Allah (c.c.)'m hükmetmesi gerekir diyeceksin." Bu sefer kız başladı ağlamaya, o ağlayınca bizim cemaati bir ağlama tuttu. Öyle bir durum. Ondan sonraki kelimelere biraz daha ağırlık verdik. Zira Hristiyanlıkta Hz. İsa (a.s.)'a haddinden fazla olmuş ve muhabbet, tapınmaya dönüşmüş. "Abdühû" kelimesi üzerinde de durduk.
*Yunanlı Müslüman olan ressam kıza dedim ki: "Bak biz Muhammed'e iman ederiz. Ama nasıl?" "biz şahidlik yaparız ki Muhammed (s.a.v.) Allah'ın elçisidir. Yani Kur'an'ın bize ulaştırılmasında elçilik görevi yapmıştır. Ve aynı zamanda bu, insandır. Yani bir ana babadan dünyaya gelmiş, çocukluk dönemi olmuş, büyümüş, evlenmiş, çoluğu çocuğu olmuş, yavrularını bağrına basıp öpmüş, sevmiş, çarşılarda dolaşmış, yemek yemiş ve insanları dine davet etmiş, Kur'an'ı bize ulaştırmış ve bir gün 63 yaşında vefat etmiş. Muhammed'i (s.a.v.) böyle kabul edeceksin" deyince biraz aklına yatmadı bu. "Olur mu? dedi. "Peygamber dediğin böyle Allah'ın gücü ile güçlenmesi lazım." "O Hristiyanlıktan gelen bir inanç" dedim. "Biz böyle inanırız, böylesine bir insan olmamış olsaydı, bize örnek olamazdı" dedim.
"Bakınız İsa (a.s.)'yı size yanlış tanıttılar. Sen beğenmeyip dininden çıkıyorsun. Niye? İsa (a.s.)'nın hayatını yaşayabilecek gücün yok çünkü. İnsanüstü bir şey olarak tanıtıldı size. Sen de "yaşayamam olmaz bu, yaşayamam, mantığa ters düşüyor" diyorsun. Ama benim Peygamberim mantığıma da ters düşmüyor, benim gibi evlenmiş, çocuğu olmuş. Çocuğunun adı, benim çocuğumun adına benzer. Kızımın adını onun kızının adına benzettim ben, oğlumu onun oğlunun adına benzetmeye çalıştım. Yani her şeyimle ona benzemeye çalıştım ve bana zor gelen bir tarafı da yok. Yani öyle bir seviye tutturmuş ki Allah (c.c.) Rasulüne, bizim gibi insanların yaşayabileceği bir hayatı yaşatmış ona ki, örnek olsun diye" deyince bu da hoşuna gitti tabii ki.
*Yunus Emre'de:
"Dört kitabın manası, Lâilâhe illallah."
Diye özetlemiş. Özetlemiş ama ben bunu daha önce size söyledim. Fakat bu seyahatim esnasında keratanın biri bunu da saptırmış. Hocam diyor bana. Fetva alacak benden. "Dört kitabın manası lâilâhe illallah değil mi" diyor. "Evet" diyorum. "Öyle ise Kur'an okumaya ne gerek var? Al eline tesbihi, Lâilâhe illallah deyiver."
Yani çok dikkat edeceksiniz konuşmalarınıza, ben de dikkat edeceğim. Siz de konuşmalarınıza çok dikkat edeceksiniz. Te'vile imkân bırakmayın. Yani bir başka yanlış anlamaya imkân vermeyecek şekilde konuşun. Kur'an öyledir. Hz. Peygamber'in hadisleri de öyledir.
*Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde "Musa'nın yanında Harun nasılsa, benim yanımda da Hz. Ali öyledir" buyuruyor. Hadis bu kadarla kalsa idi, çok yanlış mâna çıkardı. Çünkü Harun (a.s.)da Peygamber.
(Musa'nın yanında Harun (a.s.) nasılsa benim yanımda da Hz, Ali öyledir diyor. Bundan Ali de Peygamber manası çıkar, fakat Peygamber Efendimiz "ancak benden sonra Peygamberlik yoktur." buyuruyor. Yani Musa, Harun'u ne kadar severse, ben de Hz. Ali'yi o kadar severim anlamında söylemiş, benden sonra Peygamberlik yok kaydını getirmiş, yanlış anlamayı önleme babında söylenmiş bunlar. Onun için biz de konuşmalarımıza dikkat edeceğiz.
*Bazı arkadaşları görüyoruz, biz bir rekâtı kılıncaya kadar 4 rekâtı kılıp oturuyor. Ne yapar, nasıl yapar, nasıl okur mümkün değil. Yani akıl ermiyor bu işe. Bu arkadaş sabaha kadar yüz rekât kılacağına, öbür taraf da bir arkadaş 4 rekât kılsın yeter. Yani bu hareketle yüz rekât kılacağına bir adam 4 rekâtlı namazı kılsın, nafile namaz kılsın, yüz rekâta değil bin rekâta bedeldir bu.
-devam edecek-
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar