

En’am: 59
وَعِندَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لاَ يَعْلَمُهَا إِلاَّ هُوَ
“Gayb'ın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları ancak O bilir.” Gayb, duyu organları ile algılanamayan şey demektir. Şehadet, açıkça görünen şey demektir.
Burada "gayb işleri" yerine müstear olarak “kapısı açılan mahzenler" ifadesi kullanılmış ve içlerinde gaybi şeylerin saklandığı mahzenlere benzetilmiştir. Zemahşerî şöyle der: “Yüce Allah istiare yoluyla, "gayb" için "anahtarlar" kelimesini kullanmıştır. Çünkü kapıları kilitli mahzenlerde bulunan şeylere anahtarla ulaşılır.” (Keşşaf, 2/32)
el-Hakim şöyle der: "Yüce Allah'ın gaybın anahtarları onun katındadır" sözü, İmamiye mezhebinin: "İmam, gaipten bazı şeyler bilir!" şeklindeki görüşünün bâtıl olduğunu gösterir.( Mehasinu't-te'vil 6/2343)
وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلاَّ يَعْلَمُهَا وَلاَ حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الأَرْضِ وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
“O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahî bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”
Bu âyet, Allah'ın ilminin teferruatı ihata ettiğini kuvvetli bir şekilde ifade eder. Toprak içinde bulunan küçük bir tohumun yerini, bitip bitmeyeceğini, bu tohumdan ne kadar ürün meydana geleceğini ve bunu kimin yiyeceğini bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi Allah katında bilinmektedir. Levh-i Mahfuz'da yazılıdır.
Ebu Hayyan şöyle der: “Bu bilgilerin terkip edilişindeki güzelliğe bak: Yüce Allah önce, akılla bilinen, duyularımızla anlayamayacağımız şeyleri zikretti. O da, "gaybın anahtarları"dır. İkinci olarak, çoğunu duyularımızla anlayabileceğimiz şeyleri bildirdi ki, bu da karalar ve denizlerdir. Üçüncü olarak da iki lâtif cüz'î şeyi açıkladı. Bunlardan biri ulvîdir ki, bu, ağaç yapraklarının yüksekten düşmesidir. İkincisi süflidir ki, bu da, tohumun toprak içinde gizlenmesidir. Bu, Allah'ın, külliyâtı ve cüz'iyâtı bildiğini göstermektedir. (el-Bahru'l-Muhît, 4/146)
En’am 60
وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُم بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُم بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى أَجَلٌ مُّسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Geceleyin sizi öldüren, gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine o’nadır. Sonunda, O, yaptıklarınızı size haber verecektir.”
Kurtubî şöyle der: “Bu hakiki bir ölüm değil, sadece ruhların alınmasıdır.”(Kurtubî, 7/5) İbn Abbâs şöyle der: “Bu âyette öldükten sonra dirilmeye bir delil vardır.”( Zâdu'l-Mesîr, 3/55) “O geceleyin sizi öldürendir." Burada müstear olarak, "uyku" yerine "ölmek" kelimesi kullanılmıştır. Çünkü her ikisinde de duyu organlarının görevi ve temyiz gücü yok olur gibi bir ortaklık vardır.
En’am 61
“O, kulların üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucu melekler gönderir.”
Sizin üzerinize, amellerinizi tesbit edecek melekler gönderir. Bunlar "yazıcı melekler" dir. Ebussuûd şöyle der: “Bunda güzel bir hikmet ve büyük bir nimet vardır. Çünkü mükellef, amellerinin tesbit edilip korunduğunu ve insanların huzurunda arz edileceğini bilirse, bu durum onun için, masiyet ve günah işlemeye karşı daha caydırıcı olur.”( Ebussuûd, 2/107)
En’am; 62
“Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki, hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur!”
Nitekim hadiste de böyle bildirilmiştir. Allah'ın, bir koyun sağacak kadar zaman içersinde insanları hesaba çekeceği de rivayet edilmiştir.
En’am; 65
“De ki: "Allah, size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeğe, ya da sizi guruplar halinde birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!”
Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivayet olunur: "De ki, Allah size üstünüzden bir azap göndermeye kadirdir" bölümü inince, Rasulullah (s.a.v.): "Sana sığınırım, yâ Rabbî!" dedi. "Veya ayaklarınızın altından.." bölümü inince yine: "Yâ Rabbî, sana sığınırım" dedi. "Ya da, sizi gruplar halinde birbirinize düşürüp, kiminize kiminizin şiddetini tattırır" bölümü inince: "Bu daha hafif ve daha kolay" dedi.( Buhârî, Tefsir-i sûre 6/2; İtisam, 11)
En’am; 73
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُون
“Gökleri, yeri ve bunların içindekileri hak ile yaratan, onların sahibi ve onları idare edendir. Onları boş yere yaratmadı. Onun "ol" dediğinde her şeyin olacağı gün, O'ndan, O'nun azab ve cezasından korkun.”
Ebu Hayyan şöyle der: “Bu, bir şeyi yokluk âleminden varlık âlemine çıkarmayı ve bunun sür'atini gösteren bir temsildir. Yoksa burada kendisine emir verilen bir şey yoktur. Her şey o istediği an meydana gelir(el-Bahr, 4/160)
Sonraki ayetlerde Cenab-ı Hak putları kudsîleştiren Arap müşriklere karşı delil getirmek için peygamberlerin babası İbrahim (a.s.)'in kıssasını anlattı. Çünkü Hz. İbrahim, Allah'a ortak koşmaya tam manâsıyla zıt olan gerçek tevhîd inancını getirdi. Bütün gruplar ve milletler, Hz.İbrahim'in faziletini ve şanının yüceliğini itiraf eder. Bundan sonra Yüce Allah, İbrahim (a.s.)'in soyundan gelen peygamberlerin şerefini anlattı ve Rasulullah (s.a.v.)'a onların doğru yoluna uymasını emretti.
En’am 75
وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
“İşte böylece biz, İbrahim'e, göklerin ve yerin büyük hükümranlığını ve engin saltanatını gösteriyorduk. Kesin îman edenlerden olması için, ona bu engin delilleri gösterdik.” “Böylece İbrahim'e gösteririz" Geçmişteki halin hikâyesidir. "Gösterdik" demektir.
Mücâhid şöyle der: “Ona yerler ve gökler açıldı. En üstte ve en altta bulunan hükümranlığı gözleriyle gördü.” (el-Bahr 4/165) Melekût, büyük hükümranlık demektir
En’am: 76-77-78
“Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü: "Rabbim budur." dedi. Yıldız batınca da "batanları sevmem" dedi. Ay’ı doğarken görünce "Rabbim budur." dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette doğru yoldan sapan topluluklardan olurum" dedi. Güneşi doğarken görünce de: "Rabbim budur, zira bu daha büyük" dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım”
Hz. İbrahim, "onları reddetmek, kınamak ve derece derece onları helake götürmek için böyle söyledi. Zira o, kavminin, Allah'ı bırakıp putlara tapma hususundaki cehalet ve hatalarını kendilerine göstermek istiyordu.
Zemahşerî şöyle der: “Babası ve kavmi, putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. Hz. İbrahim "görme ve delil getirme" yoluyla, kavminin dalâlet içinde olduklarına dikkatlerini çekmek ve onlara doğruyu göstermek istedi. Ayrıca sağlam bir bakışın, yıldızlardan herhangi birinin ilâh olamayacağını, arkalarında, onları yaratan, doğuşlarını ve batışlarını, bir yerden diğer yere gidiş ve intikallerini idare eden birinin varlığını gösterdiğini onlara öğretmek istedi,
“Bu, benim Rabbimdir." sözü, hasmının bâtıl yolda olduğunu bildiği halde, ona insaf ile muamele eden kimsenin sözüdür. Kendi görüşünde mutaassıp değilmiş gibi, hasmının sözünü aynen naklediyor. Zira bu davranış hakka daha iyi götürür. Sonra tekrar ona dönerek, iddiasını delil ile boşa çıkarır. Yıldız batınca, Hz. İbrahim: "Ben böyle batan şeylere tapmayı sevmem" dedi. Çünkü ma'budun durumunun değişmesi ve bir yerden başka bir yere intikali doğru değildir. Esasen bunlar, cisimlerin nite ilklerindendir.”
Ay da batıp gözden kaybolunca İbrahim: "Eğer, Rabbim beni doğru yol üzerinde sabit tutmazsa ben mutlaka doğru yolu şaşırmış topluluklardan olurum" dedi. Burada Hz.ibrahim (a.s.), tariz yoluyla, kavminin dalâlette olduğunu göstermek istemiştir. Mutlaka yolunu şaşırmış kavimden olurum. Bu, onun kavminin dalâlette olduğunu tariz yoluyla bildirmektedir.
Ebû Hayyân şöyle der: “Hz. İbrahim (a.s.) gördüğü bu yıldızın, ma'budluğa elverişli olmadığını kavmine gösterdikten sonra, ondan daha parlak ve nurlu olanını gözetmeye başladı. Yeni doğmakta olan ayı gördü. O da gözden kaybolunca, güneşin doğmasını bekledi. Çünkü o aydan daha parlak, daha nurlu, daha büyük ve daha faydalı idi. Bunu, onlara karşı delil getirme ve güneşin de yıldızlar gibi sonradan yaratılmış olduğunu göstermek için bu şekilde davrandı.” (el-Bahru'l-Muhît, 4/167)
İbn Kesir şöyle der: “Gerçek şudur ki, Hz, İbrahim (a.s.), bu makamda kavmi ile münazara halinde bulunuyor ve onların putlara ve sırası ile en parlakları güneş, ay ve zühre gibi hareket halindeki yıldızlara tapmalarını bâtıl olduğunu açıklıyordu. Gözlerin gördüğü bu en parlak üç cismin ilâh olmadığı anlaşılıp kesin delillerle ortaya çıkınca, İbrahim: "Ben sizin, Allah'a ortak koştuğunuz putlardan uzağım" dedi.”( Muhtasar-ı İbni Kesir, 1/592)
Bazı müfessirlere göre Azer, Hz. İbrahim’in babası değil, amcasıdır. Diğer bir gruba göre Azer put ismidir. Doğru olan, muhakkik müfessirlerin dediğidir. Onlara göre Azer Hz. Ibrahim'in babasının adıdır. Kitap ve Sünnet buna delâlet eder. Âyet, Âzer'in kâfir olduğunu açıkça göstermektedir. Bu, Hz. İbrahim'in (a.s.) derecesini düşürmez. Buhârî'nin Sahih'inde şöyle rivayet edilir: “Kıyamet gününde, İbrahim, babası Âzer'in yüzünde toz toprak olduğu halde onunla karşılaşacaktır. (Buhari Enbiya 8) Âzer'in mü'min olduğu iddiası, Kitab ve Sünnet delili ile çürütülmüştür. Allah daha iyi bilir.
En’am: 82
الَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يَلْبِسُواْ إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُوْلَـئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ
"İnanıp da İmanlarını şirkle karıştırmayanlar var ya, azaptan emin olmak onlara mahsustur. Onlar hidayet ve doğru yol üzerindedirler.”
Rivayete göre, bu âyet inince Ashab-ı kiram korktular ve Rasulullah (s.a.v.)'a: "Hangimiz nefsine zulmetmiyor ki!?" dediler. Rasulullah (s.a.v.): "O, sizin anladığınız gibi değildir. O ancak Lokman'm oğluna dediği manadadır", buyurdu;
“Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma. Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.”( Lukman Suresi, 31/13)
En’am: 91
وَمَا قَدَرُواْ اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُواْ مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ
قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاء بِهِ مُوسَى نُوراً وَهُدًى لِّلنَّاسِ
“Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki: "Öyle ise Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi!”
Sâid b. Cübeyr'den rivayet edildiğine göre, Yahudilerden Mâlik b. Sayf, Peygamber (s.a.v.)'e gelerek onunla mücadele etmeye başladı. Rasulullah (s.a.v) ona şöyle dedi; “Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah için yemin eder misin? Tevrat'ta, Allah'ın şişman âlimlere buğz ettiğine dair âyet olduğunu bilmiyor musun?” Mâlik b. Sayf şişman bir âlimdi. Buna kızan Mâlik şöyle dedi: “Vallahi, Allah hiçbir beşere bir şey indirmemiştir.” Yanında bulunan arkadaşları: “Yazıklar olsun sana, Musa'ya da mı bir şey indirmedi? dediler. O, tekrar: "Allah, hiçbir beşere bir şey indirmemiştir" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah "Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi." dediler" âyetini indirdi.( Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.126; Kurtubî, 7/37)
En’am: 92
وَهَـذَا كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُّصَدِّقُ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَهُمْ عَلَى صَلاَتِهِمْ يُحَافِظُونَ
“Bu, Ümmü'l-kurâ ve çevresindekileri uyarman için sana, indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Ahirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmağa devam ederler.”
Ey Muhammed! Onu Mekke halkını ve Mekke'nin etrafındaki diğer yeryüzü halkını uyarman için indirdik. Bu mana, İbn Abbâs'mdır. Haşir ve neşre inananlar, bu kitaba da inanırlar. Çünkü bu kitap vaad ve tehdit, müjde ve korkutma ihtiva etmektedir. Onlar namazlarını vakitlerinde en mükemmel bir şekilde kılarlar. Sâvî şöyle der: “Namaz ibadetlerin en şereflisi olduğu için, Yüce Allah sadece onu zikretti.”( Sâvî, 2/31)
-devam edecek-
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar