

İmam Şâtıbî şöyle der: “Çok soru sormak yerilmiştir. Soru sormanın yerildiği birçok yer vardır. Bunlardan on tanesini yazıyoruz:
1. Dînî hiçbir faydası olmayan şeyi sormak: Bir kimsenin Peygamber’e (s.a.v.): "Babam kimdir?" diye sorması gibi.
2. İhtiyaçtan fazla olan şeyi sormak. Bir adamın, hac hakkında: "Her sene mi yapılacak?" diye sorması gibi.
3. O anda ihtiyacı olmadığı halde soru sormak: "Sizi bıraktığım sürece siz de beni bırakın(Müslim, Hacc 412; Fedâil 131) hadisi buna delildir.
4. Zor ve kötü meseleleri sormak. Nitekim bilmece gibi yanıltıcı sözler kullanmak yasaklanmıştır.
5. İbadetle ilgili konularda hükmün illetini sormak. Hayızlı kadının, namazı değil de orucu kaza etmesinin sebeb ve hikmetini sormak gibi.
6. Derinleştirerek ve zorlaştırarak sormak. İsrailoğullarının sığırı, mahiyetini ve rengini sormaları gibi.
7. Kitap ve Sünnetin rey ile çeliştiğini ortaya koymak için soru sormak. Bundan dolayı Saîd: "Sen Irak'lı mısın?" demiştir.
8. Müteşâbihler hakkında soru sormak. İmam Malik'e "İstiva" dan sorulması bu kabildendir. O: "İstiva malûmdur" şeklinde cevap vermişti.
9. Geçmiş kimseler arasında meydana gelen olayları sormak. Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: “Allah, o kanlardan ellerimi korudu. Ben artık dilimi onlara bulaştırmam.”
10. Zora sokmak, susturmak ve mücadelede galip gelmek için soru sormak. Hadiste şöyle buyrulmuştur: “Allah'ın en çok buğzettiği adam, aşırı mücadeleci olan adamdır.”(Buhari, Ahkâm 34 Mezalim 15 K Tefsir 37 Kasımi Mehanisu’t-tevil 6/2176)
*Maide: 109
يَوْمَ يَجْمَعُ اللّهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَا أُجِبْتُمْ قَالُواْ لاَ عِلْمَ لَنَا إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ
Allah'ın, peygamberleri toplayıp da: "Size ne cevap verildi?" dediği gün: "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz ğaybları hakkıyle bilen ancak sensin" diyeceklerdir.
İbn Abbas şöyle der: "Biz neyi biliyorsak, sen onu bizden daha iyi bilirsin" demektir. (Kurtubî, 6/361.)
İbn Kesir şöyle der: “Bu âyet, Allah'a karşı nasıl edebli olunacağını öğreten âyetlerdendir. Yani, senin her şeyi kuşatan ilmine nisbetle bizim hiç ilmimiz yoktur. Sen her şeyden haberdarsın. Bizim ilmimiz, senin her şeyi kuşatan ilminin yanında "Yok" gibidir.”
Ebu Suûd şöyle der: “Burada, peygamberlerin karşılaştıkları durumlar ve çektikleri sıkıntılar sebebiyle şikâyetlerini izhâr ve işi Allah'ın ilmine havale vardır. Aynı zamanda, bu âyet, kavimlerinden intikam alma hususunda Rablerine sığındıklarını ifade eder.” (Ebussuûd, 2/70)
*Maide: 110
إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسى ابْنَ مَرْيَمَ
Yüce Allah, kıyametin yakın olduğunu vurgulamak için buyurarak mâzî siğasını kullandı. Çünkü gelecek olan her şey yakındır.
*Maide: 112
Yine hatırla ki, Havariler, "Ey İsa! Rabbin gökten bize bir sofra indirebilir mi? diye sordular. Kurtubî şöyle der: “Bu soru, başlangıç dönemlerinde Allah hakkındaki bilgileri tam olarak oturmadan önce, idi. Bu sözün, onlarla beraber bulunan cahiller tarafından söylenmiş olması da mümkündür. Nitekim Hz. Musa'nın kavminden bazıları da “onların ilâhları gibi, bize de bir ilâh yap demişlerdir.” (Kurtubî, 6/364)
Ebu Hayyân şöyle der: “Bu lafzın zahiri, onların, Allah'ın gökten bir sofra indirmeye kadir olması hususunda şüpheye düştüklerini ifade eder. Zemahşerî'nin görüşü de budur.(Zemahşerî şöyle der: “Eğer sen: "onlar iman ve ihlastan sonra, "Rabbin indirebilir mi?" diye nasıl sordular? dersen, derim ki: Allah onları iman ve ihlas ile vasıflandırmadı, sadece onların "ihlaslı mü'min" olduklarına dair iddialarını nakletti. Onların bu iddiaları bâtıldır ve onlar şüphecidirler. Bu öyle bir sözdür ki, Rablerine tazim eden mü'minlerden böyle bîr söz çıkmaz. (Keşşaf)
Diğer tefsircilere gelince, bunlar, Havarilerin mü'min ve İsa (a.s)'nın yakın arkadaşları olduklarında ve Allah'ın gökten bir sofra indirebileceğinde şüphe etmediklerinde ittifak etmişlerdir. Hatta Hasan-ı Basrî şöyle der: “Onlar Allah'ın kudreti hususunda şüphe etmediler. Sadece, indirip indirmeyeceğine dair bilgi isteyen kimsenin sorusu gibi soru sordular. Eğer indirecekse, onu bizim için iste, dediler. Onların soruları, kalplerinin huzur ve sükûnet bulması içindi, Hz. İsa onlara: "Eğer, Allah'ın kemâl-i kudretine inanıyorsanız, böyle sorular sormak hususunda Allah'tan korkunuz” dedi.(el-Bahr, 4/53)
Maide: 114:
قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللَّهُمَّ رَبَّنَا أَنزِلْ عَلَيْنَا مَآئِدَةً مِّنَ السَّمَاءِ تَكُونُ لَنَا عِيداً لِّأَوَّلِنَا وَآخِرِنَا وَآيَةً مِّنكَ وَارْزُقْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ
“Meryem oğlu İsa şöyle dedi: "Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet olsun. Bizi rızıklandır; zaten Sen, rızık verenlerin en hayırlısısın."
Rivayet edildiğine göre Hz. İsa dua etmek isteyince kıldan yapılmış bir cübbe ve yine kıldan yapılmış bir aba giydi. Kalkıp namaz kılmaya, Rabbine dua etmeye ve ağlamaya başladı. Ebussuûd şöyle der: “Son derece yalvarıp yakardığını göstermek için Rabbine iki defa seslendi. Bir defa bütün kemal sıfatlarını toplamış olan ilâhlık sıfatıyla, bir defa da terbiye bildiren Rablik sıfatıyla seslendi. “ (Ebussuûd Tefsiri, 2/73)
Maide: 116:
“Allah: "Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara: "Beni ve anamı, Allah'tan başka iki ilâh bilin" diye sen mi dedin buyurduğu zaman o, şöyle dedi: "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim, sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, hâlbuki ben senin zatında olanı bilmem. Ğaybları eksiksiz bilen yalnızca sensin.”
İbn-i Abbas şöyle der: "Bu söz kıyamet gününde bütün mahlûkatın huzurunda Yüce Allah tarafından söylenecek ki, kâfirler kendilerini, bâtıl yolda olduklarını anlasınlar.(Ebu Hayyân, el-Bahr, 4/58)
Buna göre mana şöyledir: Kâfirleri kınamak ve susturmak için Allah'ın âhirette kulu ve elçisi Meryem oğlu İsa'ya hitap edeceği günü insanlara hatırlat. Allah şöyle hitap edecek: Ey İsa! İnsanları sana ibadet etmeye, senin ve annenin ilâh olduğuna inanmaya sen mi çağırdın?!
Kurtubî şöyle der: Yüce Allah bu soruyu, Hz. İsa'nın ilâh olduğunu iddia edenleri kınamak için soracak ki bu sorudan sonra onları daha sert bir şekilde ayıplasın, kınasın ve onlara daha şiddetli muamele etsin.”(Kurtubî, 6/375)
Maide: 117: “Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.”
Hz. İsa'nın bu ifadesi, onun böyle bir söz söylemediğinin delili olup onun bundan uzak olduğunu gösterir. Ayrıca onun, celal sahibi Yüce Allah'ın huzurunda son derecede edepli davrandığını, kendisinin zillet ve aczini ortaya koyduğunu ifade eder. Sen benim zatımın hakikatim ve içindekileri bilirsin. Hâlbuki ben senin zatının hakikatini ve onda bulunan kemal sıfatlarını bilemem. Sen bütün gizli şeyleri ve niyetleri bilirsin. Senin ilmin, olmuşları ve olacakları kuşatır.
Râzî şöyle der: “Hz. İsa, kendisini ve Allah'ı beraberce emredici durumuna sokmamak için, edebin gereğini yaparak, "Onlara emrettim" yerine, "Onlara söyledim" demiştir.
İmâm Müslim'in, Sahîh'inde rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) Yüce Allah'ın İbrahim (a.s)'in söylediği: "Rabbim, bu putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, merhamet edensin,( İbrahim sûresi, 14/46) mealindeki âyeti ile İsa (a.s)'nın söylediği: "Eğer kendilerine azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin” (Mâide sûresi, 5/118) mealindeki âyetini okudu, sonra ellerini kaldırarak: "Allahım! Ümmetim, ümmetim" dedi ve ağladı.
Bunun üzerine Yüce Allah Cebrail (a.s)'e şöyle buyurdu: “Muhammed'e git Rabbin daha iyi bilmekle beraber Ona: "Seni ağlatan şey nedir? diye sor. Cebrail (a.s) Hz. Peygamber (s.a.v)'ye geldi ve durumu sordu. Rasulullah (s.a.v) kendisinin ne söylediğini ona haber verdi. Hâlbuki Allah, onun ne söylediğini pekâlâ bilir. Nihayet Allah: “Ya Cibril, git Muhammed'e şunu söyle: “Biz ümmetin hakkında seni razı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz, buyurdu. (Müslim, İmân, 346)
-devam edecek-
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar