

Maide: 97:
جَعَلَ اللّهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِّلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلاَئِدَ
Allah, Beyt-i Haram olan Kâ'be-i Muazzama'yı, insanların din ve dünya işlerini yürütebilmeleri için bir fayda sağlama ve maişet temin etme yeri kıldı. Çünkü Ka'be, din ve dünya işleri için bir maişet sebebidir. Korkan oraya sığınır, güçsüz orada emniyet içinde olur. Tüccar orada kazanır, hacılar ve umre yapanlar oraya yönelir. Haram aylarını (Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb) da, bu aylarda savaş korkusundan emin oldukları için, maişetlerini temin zamanı kıldık. Aynı zamanda Hareme gönderilen kurbanlık hayvanları, hem kendilerinin hem de sahiplerinin emniyet içinde olmaları için, keza Harem'in bitkilerinden gerdanlık takılmış olan develeri de Allah insanların maîşet temin etmelerine sebep kıldı.
Maide: 100
قُل لاَّ يَسْتَوِي الْخَبِيثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ أَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبِيثِ فَاتَّقُواْ اللّهَ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“De ki: "Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu hoşunuza gitse de bu böyledir. Öyleyse ey akıl sahipleri, Allah’tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz.”
Kurtubî şöyle der: “Bu lafız bütün işlere şâmildir. Kazançlarda, işlerde, insanlarda, ilimde ve diğer hususlarda düşünülebilir. Bütün bunlardan pis olan, çok olsa da, fayda vermez, değersizdir ve sonu güzel olmaz. İyi olanlar, az da olsa, faydalıdır, değerlidir ve sonu güzeldir.” (Kurtubî, 6/327)
Ebu Hayyân şöyle der: “Açık olan şudur ki, habis (pis) ve tayyib (temiz) kelimeleri umûmîdir. Malın helali ve haramı, amelin iyisi ve kötüsü, insanların iyisi ve âdisi, inançların sağlamı ve bozuğu bunun ifade ettiği mânâya dâhildir. A'râf sûresinde bulunan;
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَالَّذِي خَبُثَ لاَ يَخْرُجُ
إِلاَّ نَكِداً
“Rabbin izniyle güzel memleketin bitkisi güzel çıkar. Kötü olandan ise, faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz.”(A'râf sûresi, 7/58) âyeti, bu âyetin bir benzeridir.(el-Bahr, 4/27)
Maide: 101
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَسْأَلُواْ عَنْ أَشْيَاء إِن تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ وَإِن تَسْأَلُواْ عَنْهَا حِينَ يُنَزَّلُ الْقُرْآنُ تُبْدَ لَكُمْ
“Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde sizi üzecek olan ve muhtaç olmadığınız şeyleri, peygambere sormayınız.” Zemahşerî şöyle der: “Peygambere çok soru sormayın. Böyle yapmaya devam ederseniz neticede, size zor gelecek mükellefiyetleri ona sormuş olursunuz. O da sorduğunuz şeyler hakkında size fetva verir ve onlarla sizi mükellef tutarsa bu durum, sizi üzer, onları yapma zor gelir ve sorduğunuza pişman olursunuz.” (Keşşaf, 2/533) Eğer bu zor mükellefiyetleri vahiy indiği zaman sorarsanız, sizi üzecek bu zor şeyler size açıklanır. Öyleyse bunları sormayın.
İbn Abbas bu âyetin tefsirinde şöyle der: “Size haber verildiği takdirde sizi üzecek şeyleri sormayın. Bu şey, ya yapmanı gereken dinî bir yükümlülük olur veya sizi üzecek bir haber olur. "Babam nerede?" diye soran ve "Cehennemdedir" diye cevap alan kimsenin durumu böyledir. Fakat Kur’an bir hüküm indirir de Rabbiniz size bir şey emrederse, işte o zaman bunun açıklanmasını islerseniz onu size açıklayıp, izah eder. (el-Bahru'l-Muhît, 4/31'den naklen)
İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunur: Bazı kişiler Peygamber (s.a.v.)'e sorarlardı. Meselâ biri: "Benim babam kimdir?" derdi. Bir diğeri devesini yitirir: "Devem nerde?" diye sorardı. Bunun üzerine Yüce Allah Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde, hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın..." âyetini indirdi. (Vahidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 120)
İmam Şâtıbî şöyle der : “Çok soru sormak yerilmiştir. Soru sormanın yerildiği birçok yer vardır. Bunlardan on tanesini yazıyoruz:
1. Dînî hiçbir faydası olmayan şeyi sormak: Bir kimsenin Peygamber’e (s.a.v.): "Babam kimdir?" diye sorması gibi.
2. İhtiyaçtan fazla olan şeyi sormak. Bir adamın, hac hakkında: "Her sene mi yapılacak?" diye sorması gibi.
3. O anda ihtiyacı olmadığı halde soru sormak: "Sizi bıraktığım sürece siz de beni bırakın” hadisi buna delildir.
4. Zor ve kötü meseleleri sormak. Nitekim bilmece gibi yanıltıcı sözler kullanmak yasaklanmıştır.
5. İbadetle ilgili konularda hükmün illetini sormak. Hayızlı kadının, namazı değil de orucu kaza etmesinin sebep ve hikmetini sormak gibi.
6. Derinleştirerek ve zorlaştırarak sormak. İsrail oğullarının sığırı, mahiyetini ve rengini sormaları gibi.
7. Kitap ve Sünnetin rey ile çeliştiğini ortaya koymak için soru sormak. Bundan dolayı Saîd: "Sen Irak'lı mısın?" demiştir.
8. Müteşâbihler hakkında soru sormak. İmam Malik'e "İstiva" dan sorulması bu kabildendir. O: "İstiva malûmdur" şeklinde cevap vermişti.
9. Geçmiş kimseler arasında meydana gelen olayları sormak. Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: “Allah, o kanlardan ellerimi korudu. Ben artık dilimi onlara bulaştırmam.”
10. Zora sokmak, susturmak ve mücadelede galip gelmek için soru sormak. Hadiste şöyle buyrulmuştur: “Allah'ın en çok buğuz ettiği adam, aşırı mücadeleci olan adamdır.”
Maide:103
“Allah bahîra, sâibe, vasîle ve hâm diye bir şey meşru kılmamıştır. Fakat kâfirler, yalan yere Allah'a iftira etmektedirler ve onların çoğunun da kafaları çalışmaz.”
Allah bahîra, sâibe vasîle ve hâm diye bir şey meşru kırmamıştır. Câhiliyye halkı, bir deve sonuncusu erkek olmak üzere b doğum yaptığında onun kulaklarını yarar ve ona binmeyi haram sayarlardı. İşte bu deveye bahîra denilir. Bir kimse: "Yolculuğumdan dönersem" veya "hastalığımdan kurtulursam devem serbest olsun" der ve bahira gibi, bu deveden yararlanmayı haram sayardı. İşte böyle deveye de sâibe denir. Bir koyun dişi doğurursa o kendilerinin, erkek doğurursa ilâhlarının olurdu. Bir erkek ve bir dişi olmak üzere ikiz doğurursa: “kardeşini kurtardı" derler ve erkeği ilâhları için kesmezlerdi. Bu kuzuya da vasîle denir. Erkek devenin sulbünden on doğum meydana geldiğinde "sırtını korudu" derler ve onun sırtına yük vurmazlardı. Böyle deveye de "hânı" denir. İslam gelince, bu geleneklerin tümünü ortadan kaldırdı
Maide:105
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez.”
Yani kendinizi, isyanlara dalmaktan ve ısrarla günah işlemekten koruyun ve nefislerinizi ıslahtan ayrılmayın. Siz hidâyete erince, insanlardan sapıklığa düşenlerin sapıklığı size zarar vermez. Zemahşerî şöyle der: “Müslümanlar, kâfirler için üzülüyorlar ve onların İslam’a girmelerini arzu ediyorlardı. Onlara: "Siz kendi nefsinizi ıslah edin, hak yolda yürüyün. Siz hidâyette olduğunuz sürece, dininizden olmayan sapıklar size zarar veremez. Nitekim Yüce Allah peygamberine şöyle buyurdu:
فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
“O halde onlar uğruna üzüntülere dalarak canın sıkılıp yıpranmasın.”(Fatır: 35/8)
(Keşşaf, 2/53)
Ebussuûd şöyle der: “Hiç kimse, âyette, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker (iyiyi emretme, kötüden sakındırma) görevini bırakma hususunda bir ruhsat bulunduğu vehmine kapılmasın. Çünkü bu görevi yapmak, hidâyetin bir parçasıdır. Rivayet olduğuna göre Hz. Ebubekir es-Sıddîk (r.a.) bir gün minberde şöyle dedi: "Ey insanlar! Siz bu âyeti okuyor fakat yanlış anlıyorsunuz. Ben, Rasulullah (s.a.v)'m şöyle dediğini işittim: "İnsanlar kötü bir şeyi gördüklerinde onu değiştirmezlerse Allah onlara umumi bir ceza verir İbn Mâce, Fiten 20; İbn Hanbel, 2/25; Ebussuûd, 2/65)
Aşağıdaki hadis de bu mânâyı destekler. "İyiliği emredin, kötülükten nehyedin. Nihayet peşine düşülen bir cimrilik, kendisine uyulan bir heves, tercih edilen bir dünya ve her görüş sahibini kendi görüşünü beğendiğini gördüğünde, kendini düzeltmeye bak." Bu hadisi Hâkim rivayet etmişlir. (Ayrıca bkz, İbn Mâce, Fiten, 21)
إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعاً فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Sizin ve bütün mahlûkatın dönüşü Allah'adır, O, amellerinizin karşılığını verecektir.” Beyzâvi şöyle der: “Bu âyet hak ve bâtıl gruplardan birisi için vaad, diğeri için tehdit ifade eder. Ayrıca, hiç kimsenin, diğerinin günahından sorumlu tutulmayacağına dikkat çeker.”
-devam edecek-
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar