











Fahrettin hoca, iyi bir Arapça eğitimi almış, âlim ve fazıl bir zattır. Uzun yıllar Hınıs'ta imam hatip olarak görev yapmış, emekli olduktan sonra da Erzurum'a yerleşmiştir.
1960'lı yılların başında Mehmet Kırkıncı Hocamla tanışmasıyla Risale-i Nurları tanımış, bu hizmetin sadakatli, gayretli, âlicenap, fedakâr bir ferdi olmuş, eserleri defalarca okumuş ve birçok insanın da hizmeti tanımasına vesile olmuştur. Kırkıncı hocam, onunla tanışmasını hatıralarında şöyle anlatır;
"1960'lı yıllar idi. Ben Mahalle Başındaki Darağaç Camii'nin yanındaki medresede talebe okutuyordum. O zaman babamın da o mahallede kahvehanesi ve oteli vardı. Bir gün otele geldiğimde esmer ve zayıf bir genç oturuyordu. Selam verdim ve yanına vardım. "Nerelisin?" diye sordum? "Hınıslı'yım" dedi. "Ne iş yapıyorsun?" diye sorduğumda; "İmamım." diye cevap verdi. "Arapça okudunuz mu?" dedim. "İcazetliyim." diye cevap verdi. Bunun üzerine; "Ben medresede Arapça okutuyorum. İsterseniz bu akşam bizim misafirimiz olun." dedim. "Hayır, olmaz. Ben bu otele para verdim. Burada kalacağım." dedi. Ben de; "Otel sahibi benim tanıdığım, paranı geri alırım." dedim. "İşte o zaman olur." dedi.
Beraber medreseye gittik. O zaman Şefik Güllük, Mehmet Büyükgöz, Süleyman Korkmaz, Musa Şekerci ve Yusuf Güllüce medresede yatılı olarak kalıyorlardı. M. Zeki Karakaya da derse gidip geliyordu.
Fahrettin Hoca'ya Bediüzzaman'ı tanıyıp tanımadığını sordum. "Duydum" dedi. "Eserlerini okudunuz mu?" diye sordum. "Hayır, okumadım." dedi. "İsterseniz o eserlerden kısa bir bölüm okuyalım" dedim. O da "Ben Türkçe eser okumam" dedi. Bunun üzerine; "Hoca Efendi, faydalı bir ilim olduktan sonra niye Türkçesinden okumayalım." dedim. O da; "Eğer bu eserlerde Kur'an'ın tercümesinin mümkün olmadığını ispat ediliyorsa o zaman okurum." dedi.
1960 inkılâbından sonra, art niyetli ve ehliyetsiz bazı kimseler, "Kur'an tercüme edilsin ve ezan Türkçe okunsun, herkes kendi lisanında ibadet etsin." diye gazetelerde çeşitli yazılar yazıyorlardı. Ben de Kur'an'ın tercüme edilmesinin imkânsız olduğuna dair bir yazı yazmış ve Ahmet Polat tarafından çıkarılan "Hürsöz Gazetesi'nde yayınlatmıştım. Fahrettin Hoca'nın da böyle bir şart ileri sürmesi bundan dolayı idi. Ben; "Kur'an'ın tercümesinin mümkün olmadığını ve bu işe bizim de karşı olduğumuzu, Risale-i Nur'da bu mevzunun çok güzel bir şekilde işlendiğini anlattım ve 25. Söz'den şu kısmı okuduk;
"Meselâ: وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ Bu cümlede, azabı dehşetli göstermek için en azının şiddetle tesirini göstermekle göstermek ister. Demek taklîli ifade edecek cümlenin bütün heyetleri de bu taklile bakıp ona kuvvet verecek. İşte لَئِنْ lâfzı, teşkiktir. Şek, kıllete bakar.مَسَّ lâfzı, azıcık dokunmaktır. Yine kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ lâfzı maddesi, bir kokucuk olup kılleti ifade ettiği gibi, sîgası bire delâlet eder. Masdar-ı merre tâbir-i sarfiyyesinde biricik demektir, kılleti ifâde eder. نَفْحَةٌ daki tenvin-i tenkirî, taklâli içindir ki, o kadar küçük ki, bilinemiyor demektir. مِنْ lafzı, teb'îz içindir, bir parça demektir. Kılleti ifâde eder. عَذَابِ lâfzı; nekâl, ikâba nisbeten hafif bir nevi cezadır ki, kıllete işâret eder. رَبِّكَ lâfzı; Kahhar, Cebbâr, Müntakim'e bedel yine şefkati ihsas etmekle kılleti işaret ediyor. İşte bu kadar kılletteki bir parça azab böyle tesirli ise, ikab-ı İlahî ne kadar dehşetli olur kıyas edebilirsiniz diye ifade eder. İşte şu cümlede küçük heyetler nasıl birbirine bakıp yardım eder. Maksâd-ı küllîyi, her biri kendi lisanıyla takviye eder. Şu misâl bir derece lafz ve maksada bakar."
Bu bölümü okuduktan sonra Kur'an'ın tercümesinin mümkün olamayacağını ayrıca izah ettik. Hoca Efendi bu sohbetten ve bizim izahlarımızdan çok memnun oldu. Bundan sonra kendisiyle sık sık görüşmeye başladık. Artık o da Risale-i Nur'un bir ferdi olmuştu."(M. Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s: 225-226, Zafer Yayınları, İst. 2013)
Birçok insanı da menfi fikirlerden muhafaza etmiş, istikametle yaşamalarına sebep olmuştur. Bu bakımdan onun, Hınıs ve çevresinde büyük bir ağırlığı ve saygınlığı vardır. Kırkıncı Hocam onun üstün meziyetlerini şöyle nazara vermektedir; "Kendisi çok fedakâr, âlicenap, gayretli, sadakatli, âli- himmet bir insandır. Fitne, anarşi, tefrika ve terörün hep karşısında olmuştur. Bütün vaktini ve himmetini Risale-i Nur'un hizmetine vakfetti. Birçok insanın Risale-i Nur'la tanışmasına vesile oldu. Risale-i Nur'un büyük bir kahramanı, sadık ve ihlâslı bir şakirdi olan Şener Dilek Bey'i de bize gönderen o idi." (M. Kırkıncı, a.g.e. s: 226-227)
Cemaat içerisinde de herkes onu sever ve sayar. Fahrettin Hoca kendisini iman ve Kur'an hizmetine vakfetmiş, her zaman fitne ve anarşinin karşısında olmuş, bu yüzden de terör olaylarının tırmandığı yıllarda ölümle tehdit edilmiştir. Ama o, korkmadan, yılmadan hizmetine devam etmiştir. Fahrettin Hoca'yı öldüreceğine yemin eden bir terörist kısa bir zaman sonra özel harekât timleri tarafından saklandığı tandırın içinde iki kaşının ortasından vurularak öldürülmüştür.
1984 yılından beri tanıdığım Fahrettin Hoca, Yoncalık Mahallesi'nde bulunan bir medresede hizmetlerine devam etmektedir. Kendisi son derece zayıf ve esmer olduğu için Kırkıncı Hocam ona ; "Kara, kuru, veli" diye takılır. Sözlerime kendisiyle alakalı kaleme aldığım bir şiirle son verirken, gerçek bir veli ve Allah dostu olan muhterem Fahrettin Hocamıza Yüce Allah'tan sağlıklı ve bereketli ömürler dilerim.
FAHRETTİN HOCAM
Ona derler esmer, kuru
Hayatı berrak, saf, duru
İman ve Kuran süruru
Hınıslı Fahrettin Hocam
Çok hizmet etti Hınıs'ta
Anlattı hep eşe dosta
Şifa buldu nice hasta
Hınıslı Fahrettin Hocam
Heybetli ama şefkatli
Allah dostu, gerçek veli
Âlicenap, hizmet ehli
Hınıslı Fahrettin Hocam
Peşine düştü çok zalim
Boyun eğmedi o âlim
Çok gayretli hem de halim
Hınıslı Fahrettin Hocam
Herkes sever hem de sayar
Çok kimseye verdi ayar
Bu davada emeği var
Hınıslı Fahrettin Hocam
Yüksel tanır, çoktan beri
Hizmetten kalmaz hiç geri
İhlâsta çok çok ileri
Hınıslı Fahrettin Hocam
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar