Hatıralarla

HATIRALAR VE ÖLÇÜLER-32

 MEVDUDİ'NİN ÜSTADA BAKIŞI

Ebul ala el Mevdudi(1903–1979) 20. asırda İslam aksiyonunun önemli temsilcilerindendir. Belki kendisine katılmadığımız görüş ve düşünceleri vardır, olabilir, ama bu ondaki güzelliklere gözümüzü kapamamızı gerektirmez.

21.05.2006 tarihinde muhterem Abdülkadir Badıllı ağabey, merhum Mevdudi ile alakalı şu hatırasını anlattı ve kayıt cihazımızla kaydettik: 1976'da İngilizce bilen bir arkadaşla Hindistan'a gitmek üzere yola çıktık. İran, Afganistan, Pakistan ve nihayet Hindistan'a geldik. Pakistan'a geldiğimizde dedik; "Madem buraya geldik, Mevdudi'yi ziyaret edelim" Sağdı o zaman.

Lahor şehrine gittik. Orada Cemaat-i İslami'nin merkez binası var. Binanın bir tarafı medrese, bir tarafı cami, bir tarafı parti işlerine ayrılmıştı. Gittik, görüştük. Yaşlı bir zat. Arapça konuştum ben. Kendisine o sıralar Beyrut'ta tab ettirdiğimiz Arapça risalelerden birkaç tanesini hediye ettik.

Eserleri kendisine verince çok iltifat etti ve "Bu kitaplar eskiden Türkiye'den teksirle gelirdi. Osmanlıca idiler. Biz bakar bakar, bir şey anlamaz öper bir tarafa koyardık. Ama madem şimdi Arapça tercüme edildi, bu risaleler dünyaya yayılır. Ben Allah'a şükür ediyorum bu risaleler geldiği için."

 Daha sonra, Salih Özcan'ı tanıyor, ondan bahsetti. Her ikindiden sonra partisinin geniş bir saha avlusu var, orada oturuyor, gençler geliyor, sual soruyorlar, kitap imza ettiriyorlar, çok kitabı var çünkü. Ben de bir soru sordum; "İslam âleminin ileriki vaziyeti için ne diyorsun, iyi olacak mı?"

Dedi ki; "Elbette, fakat şartı var, Ne zaman Müslümanlar Kur'an'ın, Hz. Peygamberin yolundan tamamen giderse, işte o zaman kurtulurlar, yoksa yerlerinde sayarlar" diye cevap verdi.

 Bir de Mevdudi'nin eserlerini Urduca'dan Arapçaya çeviren büyük bir âlim var; Halil-ül Hamidi diye. Onunla görüştük, o Türkiye'ye birkaç kere gelmişti. Ona da bir takım verdik. Onun Arapçası daha fasihti.

Kendisi bize dedi ki; "Biz Cemaat-i İslami olarak, üstadın elimize Arapça olarak hangi eseri geçmişse onu gazetelerimizde neşretmişiz ve onu Pakistan halkına duyurmuşuz" O da çok memnun oldu.

 EBU'L HASAN EN NEDVİ'NİN GÖZÜYLE ÜSTAD

Hind alt kıtasının 20. yüzyılda yetiştirdiği velud dimağların en önde gelenlerinden ve muhakkik bir allame olan Hind Ulema Heyeti Reisi Ebul Hasan En Nedvi(v:1999) de, Türk okuyucusunun yakından tanıdığı bir kalem. Birçok eseri Türkçeye çevrilmiştir. Bunlar içinde; Rahmet Peygamberi, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, İslam Önderleri, El Murteza, Hakiki Tasavvuf, Muhammed İkbal ilk akla gelenlerden..

Tuhaf olan şu ki; Türkiye'de çoğu Müslümanın, bir zaman bu eserlerden beslenirken, bizim içimizden çıkan değerleri es geçmeleri..Halbuki "yanımdaki Yemen'de Yemen'deki yanımda" sözünü doğru çıkarırcasına uzak diyarlardaki Müslümanlar da, özellikle Bediüzzaman'ın eserlerinin neden daha önceleri Arap dünyasının yardımına yetiştirilemediğini soruyorlar. Son sempozyumlarda çok dillendirilen bir husustur bu.

Abdülkadir Badıllı ağabey, aynı gün Ebul Hasen merhumla alakalı şu enteresan hatırasını da naklettiler: "Urfa müftüsü Halil GünençTillolu Şeyh Muzaffer Aydın, Molla Sabri Alkış ve bir iki zat Ebul Hasan En Nedvi'nin Kâbe'de dua ederken, gitti, etrafına halka oldular. Ben gidemedim, o sırada başka bir işim vardı. Sonra bana anlattılar. Demişler ki; "Biz üstad Bediüzzaman'ın talebeleriyiz." Çok memnun olmuş, demiş ki; "Bizim telifimiz hakiki te'lif değil. Milyonluk kütüphanelerin içinde otururuz, bir mevzu yazacağımız zaman, o kitaptan çekeriz, yazarız, ondan çeker yazarız, bir kitap meydana gelir. Hâlbuki Bediüzzaman'ın Kütüphanesi dağ ve derelerdir. Asıl telif odur. O, bütün müelliflerin, bütün hocaların üstadıdır, şeyhidir."

 "DEVRİN İMAMINI TANIMIŞTIR"

Kendisini Erzurum'u tanıtmaya vakfeden sayın Prof. Sıtkı Aras BeyErzurum'un Manevi Mimarları adlı eserinde, Çamurlulu Hafız Sıddık Efendi(1921–1994) ile alakalı şöyle bir hatırasını anlatmakta: "M. Sıddık Efendi, Mevlana hazretlerinden İkbal'e kadar tüm İslam âlimlerinden yararlanmışlardır. Safahat'ı ezbere bilmektedirler. Özellikle Bediüzzaman Hazretlerine çok hürmet etmektedirler. Üniversite talebeliğim sırasında bir yakınına beni sitayişkerane cümlelerle tanıtmışlardı. Muhatabının; "inşallah böyle devam eder" temennisine karşılık, Bediüzzaman hazretlerini kast ederek; "Devrin imamını tanımıştır" cevabını verdiler.

 MEHMED FEYZİ EFENDİ İLE ALAKALI İKİ HATIRA

Kastamonulu büyük âlim ve veli merhum Mehmed Feyzi Efendi(1912–1989) hazretleri ile alakalı zaman zaman çok güzel hatıralarla karşılaşıyoruz. 24. 05. 2006'da Isparta'da görüştüğümüz Hayati Mansuruğlu beyefendi de iki ilginç hatıra lütfetti. Sizlerle paylaşıyoruz. Garık-i Rahmet olsun..

 "1978'de emekli oldum. 79'da bir minibüs aldım. 79'dan vefat edinceye kadar devamlı ağabeyleri, kardeşleri götürdüm.

 -Feyzi ağabey risalelerden ders yapar mıydı?

-Yok, hiç yapmazdı. Yatağının üzerinde oturur, cübbesiyle sarığıyla bir sahabe gibi. Gözlerine bakamazsın, çok güzel gözleri vardı, insanı çekici..Seyyid soyundandır zaten üstadın talebelerinin ekseriyeti.

"Anlatın" derdi, Ne anlatacağız onun yanında? Biz susunca, o anlatır, güler arada..

 Bir ağabeyi götürmüştüm Eski bir hukukçu, Zannedersem Kargı'da savcılık yapmış. Onu görünce, hemen tanıdı, "Sen" dedi, "yirmi üç sene evvel Kargı'da savcılık yaptın."

 Bir gün şöyle demişti: "Kardeşler sık sık çarşıya pazara çıkmasınlar. Onlar namahreme bakmasalar bile namahremler onlara bakar, bu da onların yüzünün nurunu alır, onları manen zayıflatır."

 "BURADA YATMAK OLMAZ"

Hayati ağabey, muhterem Mehmed Kırkıncı Hocaefendi ile alakalı da şu hatırasını naklettiler: "Kırkıncı Hocayı Mekke'de görmüştüm. Biz arkadaşlarla biraz ibadet ediyor, sonra arkalara çekilip yatıyorduk. Ondan kuvvet almak, destek almak için sordum; "Hocam biz yatıyoruz, siz de yatıyor musunuz?" "Görüyorsun, ben ayaktayım, burada yatmak olmaz" dedi sabahlara kadar her gece ibadet etti..

0 Yorumlar

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.