Hatıralarla

HATIRALAR VE ÖLÇÜLER-19

KORKU TERÖRÜ

Bediüzzaman hazretleri Cumhuriyet döneminde en tartışılan kimselerin başında gelir. Bizzat devlet eliyle unutturulmaya ve öcü olarak gösterilmeye çalışılan bu aziz insan, bazılarınca sanki hiç yaşamamış gibidir. Eskiden çok yakında bulunan dostlarından bazıları bile ondan söz etmeye cesaret edememişlerdir.

Üstad hazretleri özellikle ehl-i ilme karşı kullanılan bu korku damarı için şunları söylüyor: "İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler; onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları, avâmın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar."

Aşağıda nakledeceğimiz hatırada ünlü bir hadis âliminin durumunu okuyacağız. Sadık Albayrak beyefendi anlatıyor: 'Bir gün merhum Bekir Haki (Yener) (1882-1975)Hoca'yı ziyaret etmiştik. Yanında ilmiyeden ileri gelen birçok zevat da vardı. Daha önce benim arşiv çalışmalarımda onun geçmişi ile ilgili bir çok vesaik bulduğumu, bunlar arasında Karabağ'dan göçleri sırasında Zile'ye gelmeden Van'a uğradıklarını ve orada genç bir âlimden(Bediüzzaman) ders okuduğunu görmüştüm. Bunu kendisine söyledikleri zaman tasdik etmiş ve fakat ben bu geçmiş hatıra karşısında açıkça tanıtınca, hemen sözü değiştirip şöyle cevap verdi; 'Ben o zatı tanımam. Böyle tehlikeli eşhas ile hiçbir ilgim olmamıştır. Ondan ders de almadım.'

Ben haliyle sustum. Merhum hoca beni tam olarak tanımamış, kendisine böyle bir tasdik karşısında zararım dokunabileceğini düşünmüş olabilirdi. Çünkü Bekir Haki efendi çok zor şartlar içinde ömrünü geçirmiş, inkılaplar yapıldığında, bir gün Tokat'ta sokağa çıktığında şehirde sehpaların kurulduğunu ve orda sarıklı kişilerin sallandığını görmüştü. O günden itibaren, devamlı korku ve temkinli bir hal içinde yaşayıp gitmiştir. Bunu bilen yanımdaki zat, hocanın Van'daki hocasından önceleri bahisler açtığını ve onu son derece takdir ettiğini ve fakat tam olarak tanımadığı kimselere bunu söylemediğini, itimat etmediğini söyledi.' (Sadık Albayrak- Yürüyenler Ve Sürünenler-s:146)

HULUSİ BEYİN HİZMET İŞTİYAKI

Bediüzzaman hazretlerinin yakın talebelerinden Merhum Hulusi Yahyagil ağabeyin aşağıda nakledeceğimiz mektubundan bir parça, hizmet insanları için 'sınır' kavramının ehemmiyetsizliğini göz önüne sermektedir. Binler Fatihalarla...

 '1978 Kasım ayında kataraktan sağ gözümden ameliyat oldum. Gözlük yardımı ile, zoraki pek az okumak ve yazmak mümkün oluyor. Gözlerim görme kabiliyetini çok kaybetti, kulaklarım fazla ağırlaştı. Yardımcısız ekseriya yakınımızdaki camiye bile gidemiyorum. Fakat bunlara rağmen derslere devam etmeye muvaffak oluyorum.'

HULUSİ BEYİN BİR RÜYASI

Merhum Hulusi Bey gördüğü sadık bir rüyayı merhum Ahmed Feyzi ağabeye şöyle anlatıyorlar: 'Gördüm ki; Hazret-i Peygamber(ASM) Bir minber üstünde oturuyor. Ben de gittim. Bir kundura giymiş, dinç vaziyette, böyle dik vaziyette geldi. O sırada Üstad hazretleri başında siyah amame(sarık), ve cübbe ile yanına oturdu. ve başladılar konuşmaya. Fakat hiçbir şey anlamıyorum. Yalnız şu kadar bir söz anladım ki, Hz. Peygamber (SAV) soruyor: 'Böyle değil mi Hoca?' Bu vaziyeti kendisine yazdım. Buna da cevabı şöyle: 'Kur'an Hazret-i Peygamber suretinde, onun dellalı da işte, bizim suretimizde görünmüş. (Sohbet kasetinden yazdık.)

VEHBİ İLİM FARKI

Hulusi Bey aynı sohbette Üstadın farkını şöyle ortaya koyuyor: 'Konuşurken, konuşması bidayette anlaşılmıyor. Bir defa, beş altı kişi oturuyoruz Barla'da. Bir şey söyledi. Sonra: 'Kardeşim, bunlar anlamadılar ha' dedi. Kime anlatmak istiyorsa, ona meramını tefhim ediyordu. Oturuyor böyle, hal hatır sorduktan sonra 'Hadi' diyor, 'Biraz hocalık yapalım.' O zaman kalkıyor yatağın üstüne, başlıyor anlatmaya. Biraz evvel, müşkülatla, dikkat ederek ancak sözlerini anladığımız halde, bu kere sanki o zatı kaldırdılar, aynı kalıpta, gayet fasih, beliğ ve hiçbir tekerleme yapmayan bir zatı getirdiler. Sonra, şuradan nasıl kayaları yuvarlayarak gelen bir sel vaziyeti varsa, öyle harıl harıl, öyle gürültüyle ses geliyor. Kelimeler böyle gürültü yaparak, taşlar yuvarlanırcasına geliyor ve insan mest-ü mamur dinliyor."

0 Yorumlar

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.