Sahabe Tabloları

EBÛ EYYÛB EL-ENSÂRÎ-1(Radiyallâhü anhü)

Efendimiz’i (Aleyhissalâtü vesselâm) yedi ay kadar evinde misafir ederek “Mihmandâr-ı Nebî” olma şerefine ulaşan Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radiyallâhü anhü), “Alemdâr-ı Resûl”* unvanına sahip bir sahâbîdir. İstanbul fetih ordusunun ilk askerlerinden olan Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü), hayatı boyunca savaşlarda her zaman nefer(1) olarak bulunmasına rağmen, Efendimiz’in bir müjdesiyle, ülkemiz insanı açısından “Alemdâr” unvanına yükselmiştir.

 

Allah Resûlü şöyle buyurmuşlardır; “Ashâbımdan her kim bir beldede vefât ederse, muhakkak ki, kıyamet gününde o memleketin iman ehlinin başında komutan (Alemdâr) olarak; onları nûru ile aydınlatan (Şefâatçi)(2) olacaktır.”(3)

Yetmez mi, bu ülkenin halkına bu nimet-i ilâhî

Bağrında şeref misafirdir, Mihmandâr-i Nebî

Makberinle müşerref eyledin bizleri, Ey Ebû Eyyûb el-Ensârî

Serdârısın kutlu askerlerin; sizi müjdelemişti, Şanlı Nebî

 

İlk Hayatı, İslâm’a Girişi Ve İkinci Akabe’de Bulunuşu:

Asıl adı Hâlid İbn Zeyd olan Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radiyallâhü anhü), Medine’nin Hazreç Kabilesine bağlı Neccaroğulları’ndan olup, onların reisidir. Peygamberimiz’in annesi, Amine’nin de Neccaroğulları’ndan oluşuyla, Allah Resûlü (Aleyhissalâtü vesselâm) ile Ebû Eyyûb arasında akrabalık bağları bulunmaktadır.

 

Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radiyallâhü anhü), hicretten bir buçuk sene kadar önce, Allah Resûlü tarafından Medine’ye gönderilen Hz. Mus’ab’ın irşâd faaliyetleri sırasında Müslüman olmuştur. Bu günlerde, Medine’de İslâm’a giren diğer Müslümanlar gibi, Hz.Eyyûb (Radiyallâhü anhü) da, Mekke’de müşriklerin elinden sıkıntı çeken Allah Resûlü ve ashâbını Medine’ye davet etmeye karar vermişti. Bu büyük maksatla, hicretten altı ay kadar önce, hac mevsiminde, yetmiş kadar Medineli Müslüman ile birlikte, Mekke’ye giderek Allah Resûlü ile buluşmuştu.

 

Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kavminin ileri gelenlerinden olması sebebiyle, onların İslâm’a girmelerinde büyük hizmeti olmuştur.

Mihmandâr-ı Resûlullah:

Ensâr tarafından İkinci Akabe’de yapılan davet üzerine Allah Resûlü (Aleyhissalâtü vesselâm), önce Mekke’deki ashâbını Medine’ye hicret ettirmişler; sonra da kendileri Hz. Ebû Bekir ile birlikte bu kutsî yolculuğa çıkmışlardı. O’nun bu yolculuğunu haber alan Medine halkında büyük bir sevinç ve heyecan başlamıştı. Gözler, Medine’nin girişine çevrilmişti. Günler geçtikçe artan bu heyecan Medine halkını yollara düşürmüştü.

 

Efendimiz’i karşılamak üzere Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü) da, her gün Medine’ye yakın Hire adı verilen yerde, O’nun yolunu gözlerdi. Nihayet, Kutlu Yolcunun şehre yaklaştığını görünce bütün Neccaroğulları’nı toplayıp, bayram havası içinde, büyük bir sevinçle Resûlullah’ı karşılamıştı.

 

Allah Resûlü (Aleyhissalâtü vesselâm), Medine’ye teşriflerinde, evini ve çocuklarını Mekke’de bırakmıştı. Muhâcirlerin Medine’ye hicretlerinde, evlerini ve gönüllerini onlara açan Ensâr, şimdi de, Efendimiz’i misafir etme yarışına girmişti. Ashâbından birini diğerine tercih ederek onların gönüllerinde burukluk meydana gelmesini istemiyordu. Bu işin çözümü için Kusvâ adındaki devesinin serbest bırakılmasını emir buyurdular. O, şehrin ortasına doğru ilerlerken heyecanlar had safhaya varmıştı; nihayet Kusvâ boş bir arsada çöktü. Ancak, ileride mescidin inşa edileceği bu kutsî mekânda kısa bir oturuştan sonra tekrar kalkarak Hz. Hâlid Ebû Eyyûb’un evinin önünde çöktü. Allah Resûlü’nün misafir kalacağı ev belli olmuştu. Bu devlet kuşu, Hz. Hâlid’in başına konmuştu. Evi de iki katlı idi. Efendimiz alt katta ikamet etmeyi tercih ediyordu. Hane sahibi ise, Kutlu Misafiri’nin şereflendirdikleri evin üstünde kalmayı uygun görmüyordu. O’nu rahatsız edeceğinden de endişe ediyordu. Buradan sonrasını, Hz. Halid’in kendisinden dinleyelim:

 

“Allah Resûlü(Aleyhissalâtü vesselâm) alt kata yerleşmişlerdi. Akşam olunca, O’nun alt katta olduğunu düşününce çok utandım. Allah Resûlü’nün üstüne toprak dökülecek ve O’nu rahatsız edecek diye korktuğumuzdan ne ben ne de Ümmi Eyyûb uyuyabildik. Sabah olunca da, Efendimiz’in huzuruna giderek akşam düşündüklerimi kendilerine anlattım. Allah Resûlü beni teselli ederek, ‘Sana bazı kelimeler öğreteyim; sabah ve akşam onar defa ‘Lâ ilâhe illallâhu lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü lâ şerike leh’ tesbihatını söylersen Yüce Allah sana, on hasene ihsan eder, on günahı siler, dereceni on kat yüceltir; kıyamet günü için on köle azat etmiş gibi sevap kazınırsın.’ buyurdular; ayrıca, “Halk benim ziyaretime geldiğinden evinizin alt katında ikamet etmem daha uygundur.” diyerek üst kata çıkmak istemediğini belirttiler.”

 

Bir büyüğün emrini yerine getirmek, edep kaidelerinden üstündür. Allah Resûlü’nden gelen teklif üzerine Ebû Eyyûb yine evinin üst katına çıkmıştı. Ancak, daha önceki endişelerini bir türlü içinden atamamıştı. Buradan sonrasını yine kendisinden dinleyelim:

 

“Üst katta otururken bir gece su testimiz kırıldı. Yere dökülen suların Efendimiz’i (Aleyhissalâtü vesselâm) rahatsız edeceğini düşünerek hanımım ile çok üzüldük. Yorgan olarak kullandığımız bez ile suları silerek aşağıya sızmasına engel olduk. Sabah olunca yine Huzuruna gidip üzüntümüzü anlattım. Bunun üzerine Allah Resûlü yukarı kata çıkmayı kabul ettiler. (4)

Hz. Ebû Eyyûb’un Mübarek Evinin Tarihçesi Ve Bir Mucizenin Gerçekleşmesi

Allah Resûlü’nün (Aleyhissalâtü vesselâm) peygamberliğinden; hatta dünyaya teşriflerinden önce O’nun peygamberliğini haber veren pek çok rivayet bulunmaktadır. İrhâsat denilen bu mucizelerden biri de, Ebû Eyyûb’un (Radiyallâhü anhü) evinin hicretten önce Yemen Meliki Umeyr İbn Dürû tarafından, Âhirzaman Peygamberi’nin Medine’ye teşrifleri sırasında misafir kalmak üzere inşa edilmesidir.

 

Hz. Davut’a indirilen Zebûr’u okuyarak Allah’a ibadet eden Yemen Meliki, Hicaz’a yaptığı ziyaretinde yanındaki dört yüz kadar âlimden, Âhirzaman Peygamberi’nin Mekke’den çıkacağına ve Medine’ye hicret edeceğine dair bir müjde işitir.(5)

 

Bunun üzerine, Medine’de Âhirzaman Peygamberi’nin hicretlerinde misafir kalacakları bir ev daha yaptıran Melik, âlimlerinin reisi Şâmul’e de, “Beklenen Hatemü’l-Enbiya, benim zamanımda gelirse büyük bir saâdet; eğer benden sonra ortaya çıkarsa, O’na ulaştırılmak üzere bir mektubu sana veriyorum.” şeklinde bir vasiyette bulunur. Nesillerden nesillere Efendimize ulaşan bu mektupta Melik, “Başlangıçta ve sonuçta her şey Allah’ın emriyledir” dedikten sonra şunları söyler:

 

“Allah’ın Resûlü ve Nebisi Muhammed İbn Abdullah’a Tübba Melîki Ümeyr İbn Dürû’dan,

 

Bundan sonra; Muhakkak ki, Rabbin ile Sana ve Sana indirilen Kitab’a iman ettim... Senin zamanına yetişirsem, ne büyük bir saâdet ! Eğer Senin zamanına yetişemezsem, Rabbin huzurunda bana şefâat eyle! Kıyamet gününde beni unutma! Zira, Senin ümmetinin ilklerindenim ki Senin dünyaya teşriflerinden evvel Sana biat ettim. Ben, Senin ve ecdadın Hz. İbrahim’in (aleyhisselâm) dîni üzereyim...”

 

Medine’ye teşrifleri sırasında, bu mektubu okuyan Allah Resûlü (Aleyhissalâtü vesselâm), “Merhaba Tübbalı sâlih kardeş” diyerek onu selâmlamıştı.

Yemen Meliki’nin Âhirzaman Peygamberi için yaptırdığı bu mübarek ev, nesilden nesle intikal ederek hicret sırasında Hz. Hâlid Ebû Eyyûb’e kadar gelmişti.(6)

  Allah Resûlü’nün Medine’de İlk Kutsî Mekânı

Efendimiz’in(Aleyhissalâtü vesselâm) hicretlerinden itibaren Mecsid-i Nebevi’nin inşâsına kadar, yaklaşık yedi ay misafir kaldıkları Hz. Ebû Eyyûb’ün bu kutlu evi Allah Resûlü’nün Medine’de, ilk mekânı olmuştu. Efendimiz’in mânevî ikliminden faydalanmak üzere sahâbîler Onunla burada buluşurlar, sohbetlerini dinleyip birlikte namaz kılarlardı. Diğer taraftan, Efendimiz ile ilk defa görüşerek İslâm’a girenler de bu evi şenlendirenler arasındaydı. Gelen ziyaretçiler, kalabalık olmalarından dolayı, ancak gruplar hâlinde eve girerek Allah Resûlü ile görüşebiliyorlardı.(7)

 

Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radiyallâhü anhü), Efendimize mihmandarlık yaptığı süre içinde O’na ve ziyaretçilerine yemek ikram ederdi. Efendimiz, kendilerine ikram edilen yemeğin az bir kısmı ile yetinirlerdi. O’nun şifa kaynağı olan mübarek elleriyle yediği yemeğin geri kalanını yemek, Ebû Eyyûb ailesi için büyük bir mutluluktu... Onların, Efendimize hazırladıkları yemeklere Yüce Allah’ın gayb hazinesinden bereket yağdığını gösteren pek çok hâdise meydana gelmiştir. Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radiyallâhü anhü) anlatıyor:

 

“Efendimiz’in (Aleyhissalâtü vesselâm) evimde misafir olduğu günlerde, O ve Hz. Ebû Bekir için iki kişilik yemek hazırlamıştım.

Allah Resûlü, ‘Yâ Ebâ Eyyûb! Git! Ensâr’dan otuz kişi çağır, bu yemekten yesinler.’ buyurdu. Ben de, bu emir gereği otuz kişi çağırırken, kendi kendime de, evimde fazla yiyecek bulunmadığından telaşa düşmüştüm. Davetliler gelip, karınlarını doyurunca boşuna endişelendiğimi anladım. Allah Resûlü, “Git! Altmış kişi daha çağır!”, buyurdular. Onları da davet ettim. Onlar da, karınlarını doyurup evden ayrıldıklarında, Allah Resûlü, yetmiş kişi daha çağırmamı emrettiler. Onları da davet ettim. Bu gelenler de karınları doyurdular... Tenceredeki yemeğin hâlâ bitmediğini görünce hayretler içinde kaldım... İki kişilik yemek, AllahResûlü’nün bereket duâsıyla 180 insana yettiği hâlde, hâlâ bitmemişti...

 

Bu mucize karşısında, Müslümanların imanları artarken, Allah Resûlü’nü ilk defa tanıyanlar da İslâm’a girmişlerdi... Ayrıca, o gün bu ziyafete katılanların tamamı, Peygamberimizin davasına sahip çıkacaklarına ve uğrunda her türlü maddî-manevî fedâkârlığa katlanacaklarına dair biat etmişlerdi.”(8)

Mescid-i Nebevî’nin İnşasından Sonra Hz. Ebû Eyyûb El-Ensârî

Allah Resûlü’nün (Aleyhissalâtü vesselâm) Medine’ye teşrifleri üzerinden aylar geçiyordu. Bu süre zarfında Efendimiz Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde kalırken ashâbıyla bir araya geliyordu. Gün geçtikçe, Müslümanların sayıları artmış, geniş bir mescidin inşasına ihtiyaç duyulmuştu. Efendimiz’in Medine’ye hicret günü mübarek devesinin ilk çöktüğü arsaya, Mescid-i Nebevi’nin yapılması kararlaştırıldı. Burası, Ebû Eyyûb’un (Radiyallâhü anhü) himayesindeki iki yetime aitti. Onlar, her ne kadar mescid yapılması için arsalarını bağışlamak istemişlerse de; bedelleri, Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü) ile Es’ad İbn Zürâre (Radiyallâhü anhümâ) tarafından karşılanmıştı.

Mescidin inşasından sonra, odanın bir köşesinde Efendimiz (Aleyhissalâtü vesselâm) ve ailesinin ikamet edecekleri odacıklar yapılmıştı. Allah Resûlü, evine taşınırken Ebû Eyyûb çok üzgündü.

 

Ancak, büyük bir tesellisi vardı. Onun evi Efendimiz’in hanelerine komşu idi.(9) Böylece, her zaman Efendimiz’i görebilme imkânına sahip oluyordu. Zaten, namazları da Allah Resûlü ile birlikte cemaatle kılacaktı. Efendimiz, onu vahiy kâtibi olarak tayin etmişti. Allah Resûlü, nâzil olan âyetleri yanında bulundurduğu vahiy kâtiplerine yazdırırdı. Hz. Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü) de, bu görevi yerine getirme şerefine nâil olmuştu.(10)

 

Mescid-i Nebevi’nin arka kısmında, genellikle Mekke’den hicret eden ve kendilerini Allah Resûlü’nden ilim tahsil etmeye vakfeden sahâbîlerin barındıkları “Suffe” adı verilen bir yer bulunmaktaydı. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi ileri gelen sahâbîlerin de devam ettiği Suffe’ye Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü) da katılmıştır.(11) Böylece o, bir taraftan Allah Resûlü’nün ilminden faydalanmış; diğer taraftan da, O’nun mânevî iklimi altında bulunma imkânını elde etmişti. Efendimiz’in muallimlik yaptığı bu okuldan oldukça istifade eden Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü), daha sonraki senelerde ilim neşriyle ve verdiği fetvalarla etrafını aydınlatmıştır.

 

Hicretten altı ay sonra Medine’de, insanlık tarihinde eşine az rastlanılan büyük bir hâdise daha yaşanmıştı. Sadece Allah’a iman ettiklerinden dolayı kendilerine müşrikler tarafından çeşitli işkenceler yapılan Mekkeli Müslümanlar, hicret sırasında maddî varlıklarını geride bırakmışlardı. Böylece onların yardıma muhtaç hâle geldiklerini bilen Ensâr, onlara gönüllerini ve evlerini açmıştı. Bu yardım yarışında, Muhâcirlerden birini evine götürmek için Ensâr arasında çekişme dahi meydana geliyordu.

 

Allah Resûlü, bu probleme çözüm bulmak üzere Ensâr’dan biriyle bir Muhâciri kardeş ilân ederken, Ebû Eyyûb ile Mus’ab İbn Umeyr (Radiyallâhü anhümâ) kardeş olmuştu.(12)

 Dipnotlar

1-Geniş bir araştırma neticesinde hazırlanan bir eserinde Cemal Öğüt; Hz. Ali’nın Nehrevan’da Harıcilerle yaptığı savaşta sancağı taşıması dışında Ebû Eyyûb el-Ensârî’nın hayatı boyunca âlemdarlık yapmadığını belirtmektedir. (H. Cemal Öğüt, Eyyûb Sultan, Hz. Hâlid Ebû Eyyûb el-Ensârî, s. 113)

2-Merhum Cemal Öğüt, yukarıda belirtilen hadis-i şerifin şerhi olarak, “Benim ashâbımdan bir kimse, herhangi bir memlekette vefât ederse, şüphe edilemez ki, o memleket halkindan ne kadar ehl-i iman varsa, yarın kiyamet gününde o halkin önünde, nuruyla ortalığı aydınlatarak ve onların önlerine düşerek hepsinı bi-iznillah, Cennât-i âliyata (yüce cennetlere) Şefâatiyle idhal edecektir.” şeklinde tercüme ederek, “Hazreti Hâlid Ebû Eyyûb, yarın ahirette, aziz vatanımız ruhu mesabesinde olan İstanbul’da ve bu diyarın civarında medfun bulunan ne kadar ehl-i tevhid varsa, hepsinin âlemdarı olacağı şüphesizdir.” demiştir. (a. g. e. s. 130)

3-Tirmızı, Menâkib, 58

4-Müslim, Sahih 2:192.

5-İbn Hişâm, Sire, I, 17.

6-İbn Kesîr, Bidâye, I, 166.

7-İbn Sa’d, Tabakât, I, 223.

8-Beyhakî, Delâil, s. 153; İbn Kesîr, Bidâye, IV,110.

9-Ömer Rıza Doğrul, İslâm Tarihi, Asr-ı Saâdet, I, 305.

10-İbn Kesîr, Bidâye, 5:340.

11-Ebû Nuaym, Hilye, I, 361.

12-İbn Sa’d, Tabakât, III, 484.

 

 

0 Yorumlar

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.