Iraklı İlim adamı Prof. Dr. İmadüddin Halil bey, bir sempozyum vesilesiyle, 1993 Martında İstanbul'da görüştüğü Merhum Mustafa Sungur ağabey hakkında şöyle bir yazı kaleme almış; "Üstadı görmüş ağabeylerden biri şu an benim yanımda oturuyor. Üstadla hayatının sonuna kadar beraber olmuş bu zat, Üstadın vefatından otuz sene sonra bile, sanki şu anda onunla beraber yaşıyor gibi, hatıraları capcanlı idi.
Her fırsatta Üstad'dan bahsediyor, sözleri bal gibi akıyordu. Aramızda lisan engeli olmasına rağmen, konuşması hiçbir usanç vermiyordu. Çünkü o, dil ile konuşmuyordu, açılan kalbinin kanatlarıyla konuşuyordu. Bunu tam olarak hissediyor ve görüyorduk. Şevkinde, Üstada olan sevgi ve saygısının derinliği her hâlinden okunuyordu.
Bu zatta iki zıt his adeta içtima ediyordu; Kayıtsızlık ile sorumluluk, fıtrilik ile muhakeme beraberdi. Onun bakışları bizi esir etti. Onun için gönülden sevdik. Bu nasıl bir bağlılıktır Üstad'a?
Ona bakarken, sebebini bilemediğim bir hüzün beni kaplamıştı. O gözlerini öteye beriye döndürürken, sanki yuvasından ayrılmış bir kuş gibiydi. Ne zaman ki Üstadla ilgili bir söz, bir mesele konuşuluyor, o zaman sessiz bir tebessümle başını önüne eğiyor ve yuvasına sığınan bir kuş gibi emniyet hali sergiliyordu. Sonra bir şelale gibi, Üstadla hatıralarını anlatmaya başlıyor.
Toplulukta olanların Üstad'dan bahis açmaları halinde adeta onların ayakları altında olmaya razı olacak bir tevazu örneği sergiliyordu. Yeter ki, onlar Üstadın güzel âlemine girsinler. İste o zaman her haliyle inşirah buluyordu.
Ona sevdiğimiz sayısız şeyhlerin, müridlerin arasında farklı bir sevgiyle bağlandık. Çünkü o, çok başka özelliklere sahip yekta bir şahsiyet idi. Bu ızdıraplı ve buhranlı zamanımızda onun gibi zatlara çok muhtacız.
Onun Üstad'a olan büyük aşkı adeta kalbinden fışkırıyor ve yollarımız aydınlatıyor, bizlere rehber oluyordu.
İstanbul'un batısına düşen ve Marmara'ya bakan şirin bir semt olan Güzelce'ye gidiyorduk. Arabada ondan sordum; Acaba Üstad latife ve şaka yapar mıydı? Sevdiği yemek neydi? Okumak ve yazmaktan başka gününü nasıl geçirirdi?
Daha sual bitmeden, kendine çeki düzen veriyor ve cevaba hazırlanıyordu. Üstad'a ait her şey onun beyninde kökleşmiş ve yerleşmişti. Yeryüzünde hiçbir güç ve kuvvet yoktu ki, onu hatıralarından koparsın ve onları unuttursun.
Üstadın günlük hayatının en inceliklerine vâkıftı. Yeter ki, sen sualini sor. Sonra cevapların en güzelini, en tatlısının bekle. Sungur ağabey, büyük bir iftiharla anlatıyordu; Bal, üstadın en sevdiği yiyeceklerdendi. Bilindiği gibi, Kur'an arıdan ve baldan bahsetmiş ve insanlar için şifa olduğunu beyan etmiştir (bkz: Nahl Suresi; 69.ayet) Öyle anlıyorum ki, Üstad'ın balı sevmesinde, Kur'an'da bahsedilen ve ona her zaman Allah'ı hatırlatan bir ayet olmasının tesiri büyüktü.
Çok sual sordum, çok da cevaplar aldım. Her sorunun cevabında Sungur ağabey, muhatabını mutlak bir huzur ve tatmin içinde bırakıyordu. Adeta, izinsiz kalplere giriyor ve oturuyordu.
Feragat, kâinatta her şeyden daha büyük bir hakikat. Nefislerini dava uğrunda feda etmişler, benliklerinden geçmişler. Bunların hepsi nura erişmiş. Ama onlar yolda kaybolmayıp, yeniden ebedi bir varlığa kavuşmuşlar. Bütün engellere karşı göğüs geriyorlar. Acaba dünyada bundan daha üstün bir kazanç olabilir miydi?
Prof. Dr. İmadüddin Halil
Rahmi Erdem
Beyaz Gölgeler- s: 66-67
Timaş Yayınları
İst. 1995
1 Yorumlar
Güzel