Cevaplar.Org

KARDEŞİNİN DİLİNDEN MERHUM MOLLA ZAHİD MALAZGİRDİ HOCAEFENDİ-1

Merhum Hocamızı Lübnan’da yaptığı Risale-i Nur tercümeleri ile duymuştum, fakat hakkında ve hizmetleri hususunda fazla bir malumata sahip değildim. Ne zamanki Seyda Fehmi Türkmen Hocaefendi’nin işaretiyle Arapçaya tercüme ettiği Sözler, Mektubat, Lem’alar ve Şualar elimize geçti. Tercümedeki fevkalade muvaffakiyet ve ihlâs bizi kendilerini de yakından tanıma merakına itti. Bu vesileyle merhum hocamızın kıymetli kardeşi, değerli âlim Sadık Doğru hocamızla tanıştık ve ağabeyi ile alakalı hatıraları kendisinden rica ettik.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2019-04-28 09:14:34

Takdim

Kıymetli ziyaretçilerimiz, "büyük o kimsedir ki, yeryüzünde bir bulut gölgesi gibi gider de, bir karıncanın gönlünü dahi incitmez" der Saib-i Tebrizi. Bu değerli şahsiyetler namsız nişansız yaşar, şöhretten alabildiğince kaçarlar. Onlar Sadi Şirazi'nin ifadesiyle, "hakikaten akıllı, seçme insanlardır. Mütevazı olurlar. Meyvesi çok olan dal, başını öne doğru eğer."

İşte bu büyük insanlardan birisi de iman ve Kur'an'a hizmet davası uğrunda anadan, yardan serden geçmiş ve gurbette ecel şerbetini içmiş değerli âlim Malazgirtli Muhammed Zahid Doğru Hocaefendi'dir.

Merhum Hocamızı Lübnan'da yaptığı Risale-i Nur tercümeleri ile duymuştum, fakat hakkında ve hizmetleri hususunda fazla bir malumata sahip değildim. Ne zamanki Seyda Fehmi Türkmen Hocaefendi'nin işaretiyle Arapçaya tercüme ettiği Sözler, Mektubat, Lem'alar ve Şualar elimize geçti. Tercümedeki fevkalade muvaffakiyet ve ihlâs bizi kendilerini de yakından tanıma merakına itti.

Bu vesileyle merhum hocamızın kıymetli kardeşi, değerli âlim Sadık Doğru hocamızla tanıştık ve ağabeyi ile alakalı hatıraları kendisinden rica ettik. Mütevazı hocamız da –Allah razı olsun-bildiklerini cömertçe bizimle paylaştılar. Bu hatıralar böylece şekillendi. İstifadeye medar olması dileklerime. Salih Okur/cevaplar.org

BABAM MOLLA ABDULLAH EFENDİ

-Benim merhum babamın adı Molla Abdullah'tır. Onun babasının adı Molla Kasım'dır. Onun babasının adı Molla Tahir'dir. Onun babasının adı Molla Bişar'dır. Ondan öncesi de vardır, Sinan, Ömer, Nadir, Davud.. Fakat kim kimin oğlu olduğunu babam da bilmiyordu, ben de bilmiyorum.

Babam 1905 yılında Muş'un Malazgirt ilçesine bağlı bir köyde dünyaya gelmiş. Birinci Cihan harbi patlayınca malum, herkes seferber oldu. Herkes yerinden yurdundan göç etti, gitti. Bizimkiler de haliyle Diyarbakır'a, Urfa'ya, Viranşehir'e yaya olarak gittiler.

Daha sonra 1918'de harp nihayete erince, tekrar memlekete rücu ettiler. Tabii bu arada babam büyüdü, delikanlı oldu. Arabî ilim okumaya başladı.

1923 senesinde Cumhuriyet ilan edilince, Arabî ilim yasaklanınca, medreseler, tekkeler, zaviyeler yasaklanınca benim babam da hocası Nadir efendi ile Irak'a yaya olarak gizlice gittiler. Irak'ta Süleymaniye, Kerkük, Erbil, Zaho'da okumuşlar. Bu münasebetle babam mükemmel Arapça bilirdi.

Fakat hayat şartları onu tekrar memlekete dönmeye zorlamış. Bir sene babasında okumuş. Daha sonra tekrar iki defa Irak'a gitmiş. Derken askerlik gelmiş çatmış. Bu arada tarih 1932 olmuş.

KÖYDE İŞLENEN VAHŞET

Babam, Muğla'nın Milas ilçesinde askerlik yaparken, yaz mevsiminde bir gurup asker bizim köye geliyor. Köyümüzün ismi Molla Mustafa. Sonradan ismini Gündüzlü köyü diye değiştirdiler.

Köyde o sıra dedem, dedemin hanımı ninem, babamın eşi ve babamın kızı var. Kendisi halen hayattadır. Şu an Allah hayırlı ömürler versin seksen sekiz-seksen dokuz yaşlarındadır, elhamdülillah hayattadır, iyidir.

Askerler köye müfreze olarak giriyorlar. Güya kaçakları kovalıyorlar. Köye konuşlanıyorlar. Dedem o firarların başına diyor ki "bizim köyümüzde kalmayın, askerler sizi takip ediyor, peşinizdeler. Eğer bizim köyümüze gelirseniz, askerler bizi kırarlar. Bizim köyümüzde konuşlanmayın." Bunlar da "yok, biz gitmeyeceğiz" diyorlar.

Onlar köydeyken dedem evinin damında Arapça ezan okuyor. Müfreze komutanı buna sinirleniyor; "indirin şu hocayı" deyip dedemi yanına getirtiyor; "Sen nasıl Arapça ezan okursun? Burası Arabistan mı" filan diyerek hakaretlerde bulunuyor. "Dedem kendisini müdafaa ediyor; "efendim, ben köyün hocasıyım. Elbette Arapça ezan okuyacağım. Nasıl okumayayım" filan diyor. Bunun üzerine dedem molla Kasım'ın karnına kasatura soka çıkara, soka çıkara şehid ediyorlar. 

Köyde yaşlı bir şeyh varmış. İsmi şeyh Said. Hâlâ torunları hayattadır, görüşüyoruz. O şeyh efendi gelip diyor ki; "ya etmeyin, eylemeyin. Ne yaptı, ne etti, hocamızın ne günahı var" diyor. Komutan "ulan bunu da öldürün" diye emrediyor, o ihtiyarı da şehid ediyorlar.

Köyde Beyit isminde yaşlı bir amca var, o geliyor, ağlıyor. "Yahu bu insanlar size ne yaptı, niye öldürdünüz? Sizi gidi Allah'tan korkmaz zalimler, kâfirler" diye bağırıyor. Bunun üzerine onu da öldürüyorlar.

İsmini bilemediğim üç kişi daha var, onları da aynı şekilde şehid ediyorlar. Dedemin evinin bahçesinin duvarını yıkıyorlar. Orada bir ateş yakıyorlar. Köyden cebren topladıkları hayvanları o ateşte pişirip yiyorlar.

BABAMIN KADİRİ TARİKATINA GİRMESİ

Benim babam uzun bir zaman o köyde kaldı. Daha sonra, Varto'nun Merhemli diye bir köyü var(yeni ismi Onbaşı), oraya göç etmiş. O köyde Kadiri tarikatının şeyhleri varmış. Babam o vesileyle Kadiri tarikatına bağlanıyor.

Şeyh Muhyiddin var(ben onu görmedim), Şeyh Nureddin var, onu gördüm. Kendisi -Allah rahmet eylesin-1962'de vefat etti. Benim babam onların köyünde imamlık yapıyordu. 

Babam birkaç sene o köyde imamlık yaptıktan sonra kendi köyü olan Molla Mustafa köyüne geri dönüyor. Bizim Erzurum Karayazı'da akrabalarımız var. Onlar gelip diyorlar ki; "Seyda, sen bizim amcamızsın. Bizim de imama ihtiyacımız var. Gel gidelim, bizim köylerimizde imamlık yap. Bize faydan olsun."

 Bunun üzerine, benim babam 1956'da, ben daha altı aylıkken, evini Karayazı'nın Aşağı Kızılkale köyüne taşıyor. Ta 1976'ya kadar o köyde kaldık. 

BABAMIN RİSALELERİ TANIMASI

Bu arada tabii ki babam ilimle meşgul oldu. Malazgirt'le de irtibatını devam ettirdi, gider gelirdi. Malazgirt'in bir ilçesinde, Çerkez asıllı, Yakup isminde bir amcamız vardı. Onun ne şekilde bilmiyorum ama Risale-i Nur'la irtibatı olmuş. Hazret-i Üstadla mektuplaşmış. Babam o Yakup amcayla görüştüğünde, Yakup amca elinde olduğu miktarınca Risale-i Nur eserlerinden babama vermiş. Babamın da, merhum ağabeyimin de hattı çok güzeldi. Yakup amca babama diyor ki; "hocam, bunları yazalım, yayalım. Bu memleketin, bu gençliğin, bu âlem-i İslam'ın bu eserlere ihtiyacı vardır."

Babam eserleri alıp Erzurum'a getiriyor. O sırada ağabeyim de 20 küsur yaşlarındadır. Yani Arabî ilimlerini tamamen okumuş ve bugünkü tabirle mezun olmuştur. Risale-i Nurları yazmaya başlıyorlar.

BABAMIN ÜSTADI ZİYARETİ

Tarih 1958..Babam risalelerle meşgul oldukça Üstada olan muhabbeti gittikçe artıyor, gittikçe artıyor. "Artık ben bu zatı görmeye gitmem lazım" diyor. Köyden kalkıp Erzurum'a geliyor. Oradaki nur talebelerine Üstadın o sırada nerede olduğunu soruyor, Ankara'da olduğunu öğreniyor.. Kendisine bir adres veriliyor. Ankara'ya varıyor. Ankara'daki adresi verilen nur talebesi, Üstadın Isparta'ya gittiğini söylüyor.

Babam o zattan Isparta'dan bir adres vermesini istiyor. O da "o zaman şu bir koli kitabı al, bunları da Üstada teslim et." Babam yola çıkıp Isparta varıyor. Sora, sora üstadın kaldığı yere varıyor. Babam gelmeden önce Hazret-i Üstad "benim kitaplarım gelecek. Gidip bakın bakalım, gelen giden var mı, yok mu?" demiş. Talebeleri bir iki defa çıkıp bakmışlar "yok üstadım" demişler. Üstad "tekrar bir bakın, yolda olması lazım" diyor. Tekrar çıkıp bakıyorlar ve babamı elinde kitaplarla görüyorlar. Yanlış olmasın kapıda merhum Ceylan ağabey kendisini karşılıyor.

Babam demişti ki; "İçeri girdim. Üstad ayakta idi. Bana doğru yöneldi, ben de ona doğru yöneldim. Elini öpmek istedim, izin vermedi. Dedim ki; "Üstadım, ben Erzurum Karayazının dağlarından gelmişim. Elini öpmeme bir müsaade et, de öpeyim." Bunun üzerine elini öptüm, yanında oturdum. Hal hatır ettikten sonra " Niye zahmet ettin? Bu yoklukta, bu perişaniyette, bu fakirlikte niye geldin? Geleceğinize, Risale-i Nur'u yazın, yayın" dedi.

Dedim ki; "efendim, elhamdülillah ben de eserleri yazıyorum, yayıyorum. Senin bir hizmetkârın var, ismi Muhammed Zahid'tir. Bir de benim bir kardeşim var, ismi Muhammed Salih'tir. O da hocadır, âlimdir. Üçümüz de Risaleleri yazıyor, yayıyoruz, Elhamdülillah. Onlar da seni ziyaret etmeye gelecekler. Dua et de gelmeye muvaffak olsunlar."

Üstad demiş; "aman gelmesinler. Bana geleceklerine Risale-i Nur yazsınlar. Yola verecekleri parayı kâğıda versinler." 

Babam diyor ki; "takriben bir iki saat kadar yanında kaldım. Muhammed Zahid'e de dua etti; "inşallah iyi bir nur talebesi olur, İnşallah hayatını, hem dünyasını, hem ahretini Risale-i Nur vesilesi ile kurtarır" dedi. Sonra izin isteyip, kalktım, geldim.

AĞABEYİMİN RİSALE-İ NUR HİZMETİ

Ağabeyim kuvvetli bir âlimdi. Babamın getirdiği bu selam ve duadan sonra Risalelere teveccühü daha hızlandı ve ilmini Risale-i Nur'a hizmetkâr etti. En çok merhum Sungur ağabey ile merhum Kırkıncı Hoca ile ve merhum Abdülkadir Badıllı ağabey ile diyalogu vardı, onlarla daha çok haşir neşirdi.

-Kendisi İslami ilimlerde ders verdi mi, talebe yetiştirdi mi?

-Evet ders verdi ve talebe yetiştirdi. Şu anda onun talebelerinin birçoğu müderristir. Vefat edenlere Allah rahmet eylesin. Karayazı'da, Bulanık'ta, Malazgirt'te, Hınıs'ta, Varto'da birçok köylerde fahri imamlık yaprak talebe yetiştirdi.

Benim hatırladığım tarih itibarıyla Karayazı'nın bir köyünde iki sene talebelere ders verdi. Daha sonra 1968'de Bulanık'ta bir medrese kiraladı, beni de yanına aldı.

Orada da birçok talebe yetiştirdi. Mesela onlardan birisi Molla Süleyman Özmen'dir, vefat etti. Molla Süleyman hoca Bingöllüydü. Daha sonra İstanbul'un Ümraniye ilçesine merkez vaizi oldu ve orada vefat etti.

Böylece ağabeyim talebelerine bir yandan İslami ilimleri okuttu öte yandan Risale-i Nur'u tanımalarına vesile oldu.

AĞABEY VE BABAMIN LÜBNAN'A GİTMESİ

1976-77'lerde merhum babam ile birlikte Lübnan'a gittiler ve orada Kızıl İ'caz, Zühretün Nur, Mesnevi-yi Nuriye ve İşarat'ül İcaz'ı Arapça olarak tekrar bastılar. Koli koli getirip Türkiye'ye neşrettiler.

AĞABEYİMİN TERCÜME FAALİYETİNE BAŞLAMASI

1970'lerin sonunda ağabeyim Risale-i Nurları Arapçaya çevirmeye karar veriyor. Bulanık'ta bir medrese kiralayıp tek başına Risale-i Nur'u tercüme etmeye başlıyor. O zaman evimiz Muş'taydı. Ben bazen yanına gidiyordum. O, gece gündüz uğraşıyordu.

 -Yani hocam tercüme faaliyeti Lübnan'da başlamadı? Burada başladı..

-Evet, Bulanık'ta başladı, Lübnan'da tebyiz ve tashihini yaptı.. Basıma başlandı. Yoksa tercüme işi Muş Bulanık'ta oldu.

AĞABEYİMİN YURT DIŞINA GİTMESİ

Tarih 1980.. Hilaf olmasın.. Dokuz Eylül. Ağabeyim, köydeki evimize geldi. O zaman babam hayatta idi. Ağabeylerin istemesi ile Lübnan'a gidecek, bu tercüme risaleleri orada tebyiz, tashih edip, bastıracaktı. Ağabeyler İstanbul'a çağırıyorlar. Bulanık'tan otobüs biletini direk İstanbul'a kesiyor.

Bizim evimiz Muş'ta garaja çok yakın idi. Garaja gelince şoföre diyor ki; "hem namaz vaktidir, hem de benim yaşlı bir babam var, onun elini öpeyim. Ben uzun bir sefere çıkıyorum, belki birkaç sene, belki de hiç gelemeyeceğim. Belki de babamı dünya gözüyle hiç göremeyeceğim. Bana bir müsaade et."

Tabii ağabeyim âlim olduğu için, malum bizim memlekette insanlar âlimlere saygı gösteriyorlar. Şoför de, "tabii, hay hay hocam, buyurun. Ama çok geç kalmayın lütfen. Yolcular rahatsız olmasın. Yolumuz uzun."-o zaman İstanbul yolculuğu 22-24 saat çekerdi-

Abim eve geldi, ikindi namazının sadece farzını kıldı. Babamın elini öptü. Dedi ki; "baba, ben Lübnan'a gidiyorum. Risale-i Nurları basacağım. Ben zaten tercümelerini bitirmişim." Babam da onun yüzünü, gözünü öptü. Duasını yaptı; "Allah yar ve yardımcın olsun oğlum" dedi.

10 Eylül'de İstanbul'a ulaştı. 11 Eylül'ü 12 Eylüle bağlayan gece ise ihtilal oldu. Pasaportu hazırdı, vizesini de almıştı. Fakat darbe sonrası üç ay yurtdışına gidiş yasaklandı. Ağabeyim, o üç ay boyunca İstanbul'da merhum Sungur ağabey ile birlikte kaldı.

Bu arada bir baskınla Sungur ağabey, o ve diğer kardeşler yakalandı, ifadeye götürüldüler. Ama suçsuzlukları tebeyyün ettiğinden 10 gün kadar sonra serbest bırakıldılar.

Daha sonra yurt dışına kapılar açılınca, Lübnan'a gitti. Gidiş, o gidiş. Daha geri gelmedi.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

ALLAH RASULÜNÜN MANEVİ ŞAHSİYETİ-2

ALLAH RASULÜNÜN MANEVİ ŞAHSİYETİ-2

Fahr-ı Kainat’a Nasıl Bakmalıyız: Kur’ân’da, “Muhakkak ki, Allah katında sizin en d

NURDAN VECİZELER-8

NURDAN VECİZELER-8

“Hakikaten mümin cennete layık ve kâfir cehenneme muvafık bir mahiyet kesb eder.” İzah: B

YIKILMAKTA OLAN ÜÇÜNCÜ MABET

YIKILMAKTA OLAN ÜÇÜNCÜ MABET

Kimi Yahudiler mecazen veya sembolik anlamda İsrail’e Süleyman Tapınağı makamında üçüncü

SAFVETÜ’T TEFASİR NOTLARI-27

SAFVETÜ’T TEFASİR NOTLARI-27

Nisa: 97: İbn Abbas’ın şöyle dediği rivayet olunur: “Müslümanlardan, İslam’ı hafife a

TACEDDİN TOPAL(1927-2020)

TACEDDİN TOPAL(1927-2020)

Taceddin Topal ağabeyimiz Isparta/Yalvaçlıdır. Yalvaçlılar O’na Taci Dede diye biliyor ve ö

SULTAN 2. BAYEZİD (1481-1512)

SULTAN 2. BAYEZİD (1481-1512)

1448’de Dimetoka’da doğdu. Fâtih Sultan Mehmed’in Gülbahar Hâtun’dan doğan büyük oğl

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

Cennet ve Cehennem iki yurttur; birisi sevaba birisi azaba, birincisi muttakilere, ikincisi kâfirle

AKSA TUFANI’NIN İSTİKBALDEKİ AKİSLERİ

AKSA TUFANI’NIN İSTİKBALDEKİ AKİSLERİ

De ki: " Bize iki güzellikten birinin dışında başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz? Oy

ALLAH RASULÜNÜN MANEVİ ŞAHSİYETİ-1

ALLAH RASULÜNÜN MANEVİ ŞAHSİYETİ-1

Fahr-ı Kâinat Efendimiz, (Aleyhissâlatü vesselâm) Kur’ân’ı Mekkelilere tebliğe başladı

NURDAN VECİZELER-7

NURDAN VECİZELER-7

“İnkılab-ı hakikat olmaz. Nev'-i mutavassıtın silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf, ink

"Her ümmet için Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar diye bir kurban kesme ibadeti koymuşuzdur. Hepinizin ilâhı bir tek ilâhtır. Onun için yalnız O'na teslim olan müslümanlar olun. Allah'a itaat e

Hacc:34

GÜNÜN HADİSİ

"Biriniz bir oturma yerine girince selâm versin. Oturmak isterse otursun. Kalkarken yine selâm versin. Çünkü, birinci selâm ikincisinden daha üstün değildir."

Ebu Davud

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI