MUHAMMED ESED'İN GÖZÜYLE ELLİLERİN ANKARASI
Türkiye'de "Kur'an Mesajı" isimli meal/tefsiri ve "Mekke'ye Giden Yol" kitabıyla tanınan mütefekkir yazar Muhammed Esed, 1953 yılında Pakistan İslâm Cumhuriyeti temsilcisi olarak Ankara'ya resmi bir ziyaret gerçekleştirmişti. Ziyaret sırasında veya sonrasında kaleme aldığı İngilizce bir metin geçtiğimiz günlerde Engin Noyan'ın sosyal medya hesabında 'İlk defa yayımlanan belge' spotuyla yer aldı.
Türkiye'de "Kur'an Mesajı" isimli meal/tefsiri ve "Mekke'ye Giden Yol" kitabıyla tanınan mütefekkir yazar Muhammed Esed, 1953 yılında Pakistan İslâm Cumhuriyeti temsilcisi olarak Ankara'ya resmi bir ziyaret gerçekleştirmişti. Ziyaret sırasında veya sonrasında kaleme aldığı İngilizce bir metin geçtiğimiz günlerde Engin Noyan'ın sosyal medya hesabında 'İlk defa yayımlanan belge' spotuyla yer aldı.
İngilizce metni Harun Seferi isimli blogcu Türkçe'ye tercüme ederek kişisel blogunda yayınladı. Metnin kaynağının Esed'in bir mektubu mu yoksa hatırat/günlük kabilinden bir kaydı mı bilinmiyor.
İşte Muhammed Esed'in Ankara izlenimleri:
"Mustafa Kemal'in 15 yıldan fazla bir süredir hayatta olmamasına rağmen Türkiye üzerindeki gölgesi hala şiddetli bir biçimde hissediliyor...
Bu izlenimim daha Ankara'da kaldığım ilk günlerimde çok canlı ve somut bir biçimde bende oluştu. Evet, şu anda orada sivil bir hükümet var, ama hala gerçek iktidârın tamamı kendilerini Atatürk reformlarının tek ve gerçek vârisleri olarak sayan generallerin ellerinde duruyor. Onların Türkiye'nin İslamî geçmişine dair en ufak bir şeye karşı olan hoşnutsuzlukları Ankara'nın günlük hayatında ve insanların görünüşlerindeki muğlaklığın içinde kendini belli ediyor. Erkeklerin fes ya da kalpak giyinmesi yasak; kadınlar da ister beğensinler ister beğenmesinler, ister genç ister yaşlı olsunlar, kendilerine biçilen o ''medenileştirilmiş'' görüntüyü üzerlerinde taşımak zorundalar. Kadın-erkek fark etmeksizin bu akıbet Batı Avrupa şehirlerinin proleter varoşlarındaki başıboş kalabalıklardan başka bir şey andırmıyor.
Çok güçlü bir biçimde hissediliyor ki; bu tarz giyinme şekli bu insanlar üzerinde zorbalıkla uygulanmakta ve bu zorbalığın sebebi onları geçmişlerine ait gözle görünür bütün ilişkilerinden koparmak ve onları hükümet eliyle 'Avrupalı'ya dönüştürmekten başka bir şey değil.
Bir başka hazin ve etkisi bağlamında yıkıcı olan girişim de Arapça harflerin kullanılmasının bütün okullarda, kamu kurumlarında yasaklanması ve yerini Latin alfabesinin almasıydı. Çünkü bu, Türklerin geçmiş yazılı eserleri ve dolayısıyla kendi kültürel kökleri ile ilişkilerinin tek kalemde çizilmesi demekti. Niyeti bu olmuş olsun ya da olmasın, Atatürk Türkleri -kendi insanını- kültürel olarak melez bir topluma dönüştürdü. Ne tamamen bir Batılı ne de büsbütün bir Doğulu: kültürel olarak ne idüğü belirsiz bir toplum.
Bununla birlikte, Ankara'ya vardığım gün fark ettim ki Kemal Atatürk'ün bu taklitçilik gayretleri tam anlamıyla başarılı olamamış ve Türklerin ruhlarında hep güçlü bir biçimde var olagelen Müslümanlığı bitirememiş. Bu idrakim Pakistan büyükelçisi dostum Beşir Ahmed'in bana günlerden Cuma olduğunu hatırlatmasından ve beni Ankara'nın merkezî camilerinden birinde namaza götürmesinden sonra oluştu. Bu şaşaasız ama oldukça geniş olan camiyi mü'minler öyle doldurmuşlardı ki, ne içinde ne de o devasa avlusunda yer bulamadık. Ve böylece biz de seccadelerimizi binlerce insanla birlikte caddelere sermek zorunda kaldık. Binlerce-onbinlerce insanla; kadınlarla, erkeklerle; Müslüman olduklarını hiç bir zaman unutmamış ve asla da unutmayacak insanlarla...
Nihayet şu mevzu kafamda netleşti ki ne Atatürk ne de bir general; Türkiye'nin başında askeri güçle duran kim olursa olsun bu milleti İslâm'ın takipçileri olma şuurundan koparamayacaktır.
Cuma namazından döndükten sonra da beni oldukça duygulandıran bir İslam kardeşliği deneyimi yaşadım. Her nasıl olduysa namazın ardından caminin çevresinde oluşan izdihamda kalpağımı kaybettim ve o da seyahatimde yanımda getirdiğim tek kalpağımdı. Elçilik sekreterlerinden birisinden yenisini alabileceğim bir yer için bana rehberlik etmesini rica ettim. Beni yaşlı bir baba ve oğlunun işlettiği bir kürkçü dükkânına götürdü. Türkçe olarak -aşina olmadığım bir lisân olduğunu gördüm- bir kalpak satın almak istediğimi söyledi. Stoklarında hiç yokmuş; çünkü bu tarz şapkalar Türkiye sınırları içinde yasadışıymış; ama benim için bir kaç saat içinde bir tane yapacaklarına dair söz verdiler.
Öğleden sonra dükkâna tekrar geldiğimde gri kürklü, güzel bir Astrahan kalpağı beni bekliyordu. Ücretini ödemek için cüzdanımı çıkardığımda baba ve oğul benden parayı kabul etmediler. Yaşlı adam ''biz kendi kardeşimizden para almayız, sen de bizim kardeşimizsin'' demişti.
Bu olaylar -birincisi camideki binlerce müminin oluşturduğu manzara ve sonra da bu kürkçü dükkanındaki yaşadıklarım- Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve başbakan Adnan Menderes ile ilk sohbetimizde bende beklenmedik bir cesaret hissi meydana getirmişti. Kahvelerimizi yudumlarken Müslüman Milletler Birliği ile alakalı projemden -tabii ki Türkiye büyük nüfusuyla, askerî gücüyle ve hepsinden öte asırlar boyu ''İslâm'ın aslanları'' olarak var olmalarıyla seçkin bir rol oynayacaktı- bahsettim. Hem Bayar, hem de Menderes Pakistan'ın bu gayretini takdir ettiler ve sayın Menderes şöyle söyledi: 'Dualarımızda Pakistan'ın her zaman ayrı bir yeri olmuştur, Allah tüm dünyadaki Müslümanların yeniden uyanışında sizi öncü olanlardan yapsın.'
Buna mukâbil şu konuyu açıklığa kavuşturdular; kendileri ağır ağır ve ihtiyatlı bir biçimde ilerlemek zorundaydı çünkü Atatürk inkılapları ve etkileri ülkede -özellikle de şehirlerde- hala gücünü hissettiriyordu. İslâm hakkında kullanılacak güçlü bir dil asıl güç sahiplerini şiddetle tepki vermeye yöneltebilirdi. Bu önemli Türk liderlerinin ikisi de muhtemel bir şiddete karşı tepkinin ne olabileceğini kestiremiyorlardı. Zaten birisinin hayatı çok yakında darağacında son bulacaktı."
(Dünyabülteni)
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?
İnsanları tenvir ederek cehaletten halas eden, onları atalet ve sefaletin karanlık gecelerinden
HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ
Dr. Alexis Carrel Her insan keyfine göre yaşamak ister. Bu insanın doğuştan gelen bir dileğid
ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR
“Annemin memnun bir eda ile: “Bu sabah kahvaltıdan önce ne yaptığımı dünyada tahmin edeme
UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE
Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neş
MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR
İnanmak yaradılışın bir gereğidir. Din, aklın mâverâsında, zekânın fevkinde bir mürşi
MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP
Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti
NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER
Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi
NASIL BİR MAARİF?
Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî
GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER
Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır
HİCRET VE HAREKET
Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ
ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE
Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu
- HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN
- HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ
- YİRMİNCİ ASRIN BAŞINDA ANADOLUDA PAZARIN NAMUSU
- BİZ DE RAHATSIZIZ
- "BANA KUR’AN YETER!”
- MEALCİ KARDEŞLERİME KUR’AN’DAN MİSAFİRPERVERLİK DERSİ
- MEZHEPLERE TÂBİ OLMAYANLAR
- ‘KADİR GECESİ BİN AYDAN HAYIRLIDIR’ NE DEMEKTİR?
- İKİ PEYGAMBERİN DOĞUM GÜNLERİ
- “BİR ALLAHSIZA CEVAP”
- YEDİ YAŞIN ÖNEMİ
- DÜŞÜLEN MÜHİM BİR HATA
- YALANCININ MUMU
- BEN OLACAKTIM Kİİİİİ
- AĞIRLIĞINI DUYMAK
- SON ASIRDA TASAVVUFTA TECDİD YAPAN ÜÇ ŞAHSİYET
- KURBAN KESMEK KİMLERE VÂCİPTİR?
- KURBAN
- DİLİMİZE BİR ŞEY OLDU
- NERDE O ESKİ GÜNLER
- YALAN DOLAN SONRASI YAPILAN ASKERÎ DARBELER
- BAYRAMLA İLGİLİ SÜNNET VE ADABLAR
- BİR KOLERA SALGINI HATIRASI; NURİYE ABLA
- “GUSL-İ İÇTİMÂİ”
- İMANIN ÇİÇEĞİ RAMAZAN ORUCU
- EVLİYA
- BERAAT GECESİ İLE ALAKALI ÜÇ YANLIŞ MESELE
- ALLAH’IN AHLAKIYLA AHLAKLANANLAR
- ATEİST, DEİST ve BİLİME DİN GİBİ İNANANLARA SORULAR
Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.
Fussilet, 46
GÜNÜN HADİSİ
Hayâ îmândandır.
Abdullâh b. Ömer (r.a)'dan
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...