

*Müslüman eline kılıç alıp kâfir kesen insan değildir. Peygamber efendimizin yirmi üç senelik peygamberliği döneminde iki buçuk milyon kilometre kare toprak fethedildi. Bu süre içinde harp meydanında öldürülen kâfir sayısı 150 kişidir. Biz öldürmek için gelmedik. Haksız yere bir kişi öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi olacağını, Kur'an'dan okuyor ve iman ediyoruz.
*Çalan, çırpan, iftira eden, inkâr eden, yalan söyleyen, başkasına zarar verip kendine fayda sağladığım zanneder. Hâlbuki yaptığı günah kendini dünyada rezil eder, ahirette yakar. İnsan ahiretteki ateşini dünyadan götürür. Boğazınızdan geçen her lokmanın ahirette sizin için ateş olup olmaması sizin elinizde. Onu helalden kazanırsanız, o lokmanın enerjisini Allah yolunda kullanırsanız, ahirette cennette güle dönüşür. Haram lokma ise ateşe dönüşür.
*Geçende bir ağaç kesilmiş, orada oturma eylemi yapmışlar. Binlerce arabanın geçişini engellemişler o gün akşama kadar. Fakat aynı adamlar yılbaşında kesilen devrilen çamlara ses çıkarmayacaklar. Böyle adamlar kendileri çam devirecekler. Yani bunların yeşile saygılarının sahte olduğunu Ocak ayında göreceğiz. Yine yeşile saygıyı biz gösteriyoruz. "Rabbimin yarattığı, Rabbimi zikrediyor" diyoruz.
*Şeytan, "şöyle olacaksın, böyle güzel kazanacaksın köşeyi döneceksin. Böyle güzel kadına sahip olacaksın, araba sahibi olacaksın, şu işi yapıver canım. Ondan sonra tevbe edersin. Daha yaşın genç. 50'sinde tevbe edersin. Canım yaşın daha genç. Baban rahmetli 90 sene yaşadıydı. 80'ine gelince yaparsın." Şimdi bunu söyleyen çok adam var değil mi?
Bazı ibadetleri söylediğinizde, işte hocam 40'ına, 50'sine veya 60'ına bir varalım da; hani namaz, hac, tevbe gibi ibadetler için belirli bir yaşa gelelim de... diyorlar.
Ama birçok hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v) gencin ibadetiyle, yaşlının ibadetinin denk olmadığını ifade ediyor.
*Tabiattaki dengeyi korumak amel-i salihtir. Bir şehir kurarken, evlerin planlarını dinime göre yapmak amel-i salihdir. "Hocam, şehrin planında da dini kurallar olur mu?" Olur, Köyünüzde babanızın evini gözünüzün önüne getirecek olursanız. Bütün camlar kıbleye yöneliktir. Eski evlerin camları kıbleye yöneliktir. Şu 25-30 senelik evleri demiyorum. Eski evlere kapıdan girip cama doğru döndünüz mü evinizde kıble orasıdır.
Ama İstanbul şehrine geldiniz. Bir kısmınızın kıblesi kapıya doğru. Eve girecek olan varsa önünden geçeceğim diye giremez. Bir kısmının kıblesi köşeye doğru. Bu arsa tasarrufundan dolayı filanı değil. Oranın planını çizen mühendisin iş bilmezliğinden kaynaklanıyor. Kıble şu taraftır diye yolları ona göre çiziverdi mi bütün evlerin kıblesi, kıbleye geliverir. Ama biraz ters..
*Fatih'te en az 30 tane yol vardır. Fatih Camii'ne çıkar. Bu bir amel-i salihtir. Ama günümüzde bütün yollar, büstün oraya çıkar. Veya bankanın oraya çıkar. Namazınızı dikkatle kılmak amel-i salihtir. Planınızı güzel çizmek amel-i salihtir. Evin düzenini güzel yapmak amel-i salihtir. Konuşmayı düzeltmek, tabiatta dengeyi korumak, o da amel-i salihtir..
*Bülbül aynı öter gibidir ama bir öttüğünü bir daha ötmezmiş. Eğer bir öttüğünü bir daha ötse kimse bülbül taşımazmış. Kasete alıp istedikleri zaman dinlerdi. Bir gün, iki gün derken. Bıkkınlık veriyor. Ama bülbül taşıyanlar bıkmıyorlar…
*Yakın dostlarımızdan bir tanesi Eski İslam Enstitüsünü ve de Ankara Siyasalı bitirdikten sonra, İngiltere'ye doktora yapmak için gitmişti. Doktorayı yaptı ve geldi. O anlattı bana.
"Londra'da camide oturuyoruz" diyor. Caminin imamı var, onunla beraber. Derken bir İngiliz girdi içeriye. İmama dedi ki; "Ben Müslüman olmak istiyorum." İmam onu misafir etti. Ona izzet-ikram etti. Çay yaptı. Orada hazır olanlardan ne varsa onlardan da ikram etti. Dinimizin güzelliklerini ona bir daha arz etti. Yani Kelime-i şehadetle neyi söylediğini, neyi kabul ettiğini biraz açıklayarak anlattı. Adam Kelime-i şehadeti getirdi, ayrılacak.
Ayağa kalktı ve hocaya dedi ki; "Bu kapıdan kâfir olarak girdim. Müslüman olarak çıkıyorum. Müslümanlar bir kapıdan çıkarken nasıl davranırlar? diye imama sordu. (Yani öyle yapacak o da.) İmam zeki tabi diyor. Derhal hatırına geldi, demiş ki; camidesin, camiden çıkarken sol ayak atılarak çıkılır. Sol ayağını at ve şu kelimeyi de söyle. Onu ezberletiverdi diyor. (Bismillahirrahmanirrahim) diyerek çık demiş.
Şimdi o camiden sol ayağını atarak ve besmele ile bize de gülümseyerek çıktı. Sonra imamla bir daha görüştüm ben. İmam demiş ki; Yahu ne güzel bir adama çattık böyle. O akşam telefon etti bana "Ben yatıyorum Müslümanlar nasıl yatar?" demiş. O da demiş ki; Müslümanlar sağ tarafı üzerine yatarlar, sırtüstü de yatarlar, sol tarafı üzerine de yatarlar ama; yüz üstü yatmayı pek tercih etmezler.
Bunun birkaç duası da var ama sen yine (Bismillahirrahmanirrahim) de. İlerde göstereceğim ama bu gece (besmele) ile yat. İster sağ tarafına, ister sol tarafına, ister sırtüstü yat, demiş.
Hoca demiş ki; "Gel Ali. (Arkadaşın adı Ali) ikimiz de birden bir şehadet getirelim, yeniden bir Müslüman olalım" demiş. Biz tuttuk, o imamla yeniden bir şehadet getirdik ve Müslüman olduk yeniden. Yani bundan sonra yapacağımız her işin; sünnette ve Kur'an da acaba nasıl yapılmış, araştırarak yapalım diye karar verdik, diyor.
*İmam Ebu Hanife Hz'leri diyor ki; "Her ne kadar günümüzde kâfirler, müslümanlara hiçbir zaman galip gelemiyorlarsa da, bu kıyamete kadar böyle devam edecek, anlamında değildir." Bu şu anlamdadır; "Kâfirler, mü'minlerin gönüllerine hâkim olamayacaklardır, manasınadır. Yani mü'minin gönlündeki imanı alamayacaklardır, manasınadır.
Ülkesini istilâ edebilirler. Evini işgal edebilirler. Ama yüreğindeki imam, onu alamazlar. Hani Akif merhumun "Alınır kal'a mı göğsündeki iman" diyor. Yani, ayet-i kerime göğsündeki imanın alınamayacağına işaret eder demişler. Ki, günümüzde de doğru olanı, İmam Ebu Hanife'nin bu söyledikleridir.
*Hayatımız boyunca bazı kişileri tanıdım. İmansız hayat yaşamışlar. İslam'a da geçmişler. Mesela Roger Garaudy denen adam. Müslüman olduğunu söyledi. Dünyaya ilan etti adam. Fakat yaşının 80 olması veya 70'in üzerinde olması bundan sonra kitabı ve sünneti fazla okumaya, yani gerek bedeni veya fikri veya zaman olarak ayıramaması nedeni ile söylediği sözler içerisinde yanlışlıklar devam edip gidiyor. Eski kültürüne İslami bir kalıp bulmaya çalışıyor. Bu da yanlış.
Yani eski bir kültürün ürününü, İslami kalıplar içerisine sokmak, halis dini katkılı hale getirmek demektir. Som altın olmaktan, som din olmaktan, halis din olmaktan işi çıkartır o. Tabii ki kendisi açısından, yoksa benim dinime bir şey olmaz. Bu Allah'ın dini Peygamber efendimize indirildiği gibidir. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir.
*Süfyan-ı Sevri (r.a.); "Söz kabul edilmez amel olmadan" diyor. Çok güzel bir ifade bu.
*"Şu gözler Allah'ı görmez." Ee cennette?. "O zaman apayrı bir görüş verilir gözlere" diyor Ehl-İ Sünnet, ama bu gözler görmez. Çünkü bunun sınırı var. Görüş alanınızın sınırı var. Allah (c.c.)'ın gücü, kudreti ise bütün yıldızları, kâinatı kuşatmış. Göz neyi görecek burada.
* "Haa! Bizim zamanımızda bir küp içerdik de sarhoş olmazdık" gibi laf üreten insanlarımız var. Bunu işiten delikanlı da acaba biz de içebilir miyiz diyor. Gidiyor bir küp de o içiyor.
Şimdi o ne kadar içmişse onun günahı var. Şimdi içmiyor ama delikanlılık döneminde bir küp içtiğini anlattı buna. Bunu işiten delikanlı da gitti bir küp içti. O içtiği kadar yine bu anlatana günah vardır.
*Kötülüğü söylemeyin; yayılmasına yardımcı olur. Günümüzde basın-yayın birçok hayırlı işler yaptığı gibi, birçok kötü şeyleri de yayıveriyor. İyi şeyleri yayıyor, nasıl? Diyelim ki (bir ara televizyonda verilmişti.) Gaziantep'te emekli bir memur, Gece bir lokantaya gitmiş. "Kardeşim sen 12'den sonra artan yemekleri ne yaparsın?" "Dökerim" demiş.
-Bana ver onları.
-Ne yapacaksın?
-Fakirler var onlara dağıtayım, demiş.
Onları oradan aldım diyor 2-3 fakiri doyurdum. Derken öbür lokanta, derken öbür lokanta......bir araba aldım. Gaziantep'te 150-200 kadar aileyi diyor, yatsıdan sonra dökülecek olan yemekleri alıp, onları doyuruyorum diyor.
Bunun verilmesi, başka şehirlerimizde de bu işin yapılmasına sebep olur. Siz bir şey yapmak istiyorsunuz da, yapamıyorsunuz. Derken haa! Ben de bunu yaparım diyorsunuz. Bu tür haberler yayılmalıdır.
İyi haberler yayılmalıdır. Ama kötü haberler size kadar gelmişse sizde kalmalıdır. Sizden ileriye götürmeyin. Hayatta götürmeyin. Çünkü o sözden alıp ta yapacak insanlar vardır.
*Gücü yettiği halde affetmek, işte o yiğit insandır. Peygamber efendimiz bir gün sormuş arkadaşlarına. "Kimdir sizce pehlivan? demiş. "Ya Rasulullah herkesi yenen adam pehlivandır" demişler. "O değil, gücü yettiği anda, intikam alabileceği bir zamanda hasmını afvedendir" diyor.
Bu konuda bir şiir de var, manzum olarak yazılmış. Üçkardeş var. Babası demiş ki: "En güzel hediyemi üç kardeşten birine vereceğim. Gidin dolaşın bir iyilik yapın gelin. Hanginiz en güzel iyiliği yapmışsa, işte ben ona en değerli mirasımı vereceğim demiş." ve çocuklar gidip gelmişler.
-Birisi demiş. Baba ben filan adamdan borç para almıştım. Kaç zaman sonra adam öldü. Varisleri de bende olduğunu bilmiyordu. Yüklü de bir paraydı ama ben buna rağmen, varislerine parayı verdim. "Eh iyi yaptın."
-Diğeri "baba gemiyle gidiyorduk, anne ile çocuk güvertede idiler, derken çocuk gemiden denize düşüverdi. Herkes telaşlanıyor, bağırıp feryad ediyor ama kimse göze alıp denize atlayamadı. Ben atladım ve o çocuğu kurtardım. "Eh insanlığa yakışanı yapmışsın" dedi.
-Öbürü; "Baba kanlı, kinli bir düşmanım vardı. Yıllarca beni öldürmek için benim en zayıf tarafımı arayıp duruyordu. Ama bir gün dağ başında baktım ki, bir uçurumun kenarında uyumuş. Şöyle ayağımla itiversem düşecek ve ben de kurtulacaktım. Ama itmedim onu. Elinden tuttum, uyandırdım. Ve "bir daha böyle yerlerde yatma, düşersin" dedim. Baba da dedi ki: "Bu hediye sana aittir. Çünkü kini yutmak kadar zor bir şey yoktur."
*Tabiinden Hasan-ı Basri hazretleri zamanında bir tane adam tatlı yemezmiş. Helvayı yemezmiş. Niye yemiyorsun? demişler. "Efendim, dünya nimetidir, dünya nimetlerine fazla meyletmemek lâzım. Onun için bunu ben nefsime yasakladım" demiş.
Yani tatlı olduğu için. Tadı tatmamak için, öyle mi? demiş. "Evet, efendim" demiş. "Öyleyse bundan sonra sen su içme, çünkü sudan daha tatlısı yok ki" demiş.
Allah'ın helal kıldığı şeyleri, vücudumuza zarar vermedikleri, sıhhatimize zarar vermedikleri müddetçe, oranlı bir şekilde, haddi aşmamak kaydıyla müsaade edilmiştir.
-devam edecek-
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar