Gündem İçi / Gündem Dışı

İNSANIN MUHTELİF ŞAHSİYETİ VE DEĞERLENDİRME HATALARIMIZ

Bir kardeşimle sohbet ederken dert yandı; “İnsanları değerlendirirken, gerekli bilgileri araştırırken sık, sık hatalar yapıyorum ve dostlarımı kırıp geçiyorum. Bir türlü güzel insan olamıyorum. Neler yapmalıyım” dedi. Yani benim de dertlerimi nezaketlice sıraladı gibi geldi bana. Kendime bulabildiğim ilâçları sizlerle paylaşmak istiyorum.

İnsanin biyolojik vücudu devamlı yenilenip değişiklik gösterdiği gibi, manevi dünyası da öyledir. Yaralanır, kırılır, dökülür. Öyleyse devamlı bakıma, onarıma ve geliştirilmeğe muhtaçtır.

Her iki dünyamız da, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemlerinde farklılık gösterir. Sosyal hayatta aldığımız rollere göre, annelik babalık, meslek hayatındaki çeşitlilik, amirlik memurluk, ast ve üst kademelerdeki davranış ve bizden beklenenler ve yapılması gerekenler aynı şeyler değildir. Sorumlulukları da birbirine benzemez.

Çok kimse çocuklukta ağladıklarına şimdi güler geçer. Elbette gençlik hataları tekrarlanıp durmaz. Bir bilim adamının son yazdıkları, ilk kaleme aldıklarından daha iyi gelişmiş değilse tutunamaz ve istenen ölçüde faydalı olamaz. Sanat hayatı ve iç dünyamız da öyledir.

Büyük insanlar, devamlı geri dönülmez ivmeler kat ederek kendilerini geliştirirler. Her insana da yakışan budur. İmam Şafii hazretleri yeni eline geçen bilgi ve hadisler doğrultusunda eski görüşlerinde bazılarını değiştirmek zorunda kalmıştır.

Mehmet Akif Ersoy ve Yahya Kemal gibi bazı şairler ilk yazdıkları kelime ve mısraları, sonradan değiştirip, dilimizin en güzel şiirlerini meydana getirip bizlere hediye etmişlerdir. Bediüzzaman hazretleri, hayatını safhalara ayırmıştır. Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said dönemlerinde her safhası farklı, zamanına göre uygun mesajlarla yüklüdür. Yaşanan zaman, olaylar, karşılaşılan şahıslar doğru okunursa böyle olması, hayatına güzellikler ve isabetli davranışlar katmak isteyenlere rehberliklerle dolu doğrulardır. O’na göre; “ Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlâldir.” Hatta bu satırların ezber edilmesini ister.

Mimar Sinan’ın sanat hayatında; çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerini görürüz. Koca Mimar seksenli yaşların başlarında kendisine göre hâlâ kalfadır. İstanbul’daki eserlerine ustalık nasip olmamıştır. O şeref Edirne Selimiye’ye kısmet olmuştur. Ancak bütün eserleri bize birer ustalık şaheseridir.

Bir de çok orijinal bulduğum aşağıdaki değerlendirmeleri, çok sık düştüğümüz bazı hatalardan bizi kurtarması ve rehber olması niyetiyle dikkatlerinize sunuyorum;

Bediüzzaman Hazretlerine göre; “Bir insanın müteaddit şahsiyeti olabilir. O şahsiyetler ayrı ayrı ahlâkı gösteriyorlar. Meselâ, büyük bir memurun, memuriyet makamında bulunduğu vakit bir şahsiyeti var ki, vakar iktiza ediyor, makamın izzetini muhafaza edecek etvar istiyor. Meselâ, her ziyaretçi için tevazu göstermek tezellüldür, makamı tenzildir. Fakat kendi hanesindeki şahsiyeti, makamın aksiyle bazı ahlâkı istiyor ki, ne kadar tevazu etse iyidir. Az bir vakar gösterse, tekebbür olur. Ve hâkezâ...

Demek bir insanın, vazifesi itibarıyla bir şahsiyeti bulunur ki, hakikî şahsiyetiyle çok noktalarda muhalif düşer. Eğer o vazife sahibi o vazifeye hakikî lâyıksa ve tam müstaid ise, o iki şahsiyeti birbirine yakın olur. Eğer müstaid değilse, meselâ bir nefer bir müşir makamında oturtulsa, o iki şahsiyet birbirinden uzak düşer; o neferin şahsî, âdi, küçük hasletleri, makamın iktiza ettiği âli, yüksek ahlâkla kabil-i telif olamıyor.

İşte, bu biçare kardeşinizde üç şahsiyet var. Birbirinden çok uzak, hem de pek çok uzaktırlar.

Birincisi: Kur'ân-ı Hakîmin hazine-i âlisinin dellâlı cihetindeki muvakkat, sırf Kur'ân'a ait bir şahsiyetim var. O dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki, o ahlâk benim değil; ben sahip değilim. Belki o makamın ve o vazifenin iktiza ettiği seciyelerdir. Bende bu neviden ne görseniz benim değil; onunla bana bakmayınız, o makamındır.

İkinci şahsiyet: Ubudiyet vaktinde, dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih olduğum vakit, Cenâb-ı Hakkın ihsanıyla bir şahsiyet veriliyor ki, o şahsiyet bazı âsârı gösteriyor. O âsâr, mânâ-yı ubudiyetin esası olan "kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek" noktalarından geliyor ki, o şahsiyetle, kendimi herkesten ziyade bedbaht, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum. Bütün dünya beni medh ü senâ etse beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemâlim.

Üçüncüsü: Hakikî şahsiyetim, yani Eski Said'in bozması bir şahsiyetim var ki, o da Eski Said'den irsiyet kalma bazı damarlardır. Bazan riyâya, hubb-u câha bir arzu bulunuyor. Hem, asil bir hanedandan olmadığımdan, hısset derecesinde bir iktisat ile, düşkün ve pest ahlâklar görünüyor.”(MEKTUBAT-ikinci mebhas 497-498)

Ehli olan kimselerce birçok dersler çıkarabileceğimiz bu satırlardan kendi adıma aldığım rehberlik ölçülerimi maddeler haline getirmek istiyorum;

1-İnsanları değerlendirirken çok acele edip yanlış değerlendirmeler yapıyoruz. Bu sözü kim, kaç yaşında, hangi makamda, ne zaman, kime karşı, ne için söylemiş bilmeden, baş tacı yapıyor veya kötülüyoruz.

2-Yüce değerleri, fanilerle ilişkilendirip öyle kabul ediyoruz, hataya düşüyoruz. Oysa altın ve elmas kimin elinde olursa olsun değerinden bir şey kaybetmez.

3-Mühendislik bilgilerini, doktordan alıyor, binamız yıkılıyor, sonra ağlıyoruz. Halbuki her zaman yumurtayı ve sütü hangi canlılardan, alacağımızı bilmemiz gerekiyor.

4-Çok ihtiyacımız olan dinimizin bilgilerini öğrenirken de yukarıdaki ölçülere dikkat etmiyor, elimize geçen yanlış bilgilerle dindar olmağa çalışıyoruz. İnsanları doğru olmayan metot ve malumatlarımızla kırıp döküyoruz.

Bu maddeleri arttırmak mümkün, fakat haddimi bilip, Rabbimiz(CC) bizleri ihtiyaç duyduğumuz duru kaynaklarla doyursun, ihlâslı, günahlardan olabildiğince arınmış sâlih amel caddelerinde yürütsün ve sırat-ı müstakimden ayırmasın. Allah’a(CC) emanet olunuz.

 

0 Yorumlar

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.