





İhvan'ın Suriyeli halkalarından birisi olan dostumuz Züheyr Salim Bey zor ama aynı zamanda meşru bir soru ortaya atıyor; Hasan el Benna günümüzde yaşasaydı gidişini, seyrini değiştirir miydi? Kendisini günceller ve tarzını yeniler miydi?
Bu sorunun muhtemel ve farazi cevapları var. Züheyr Salim, Müslüman Kardeşlerin kuruluşundan yaklaşık bir asır ve Hasan el Benna’nın şahadetinin üzerinden de yaklaşık 76 yıl sonra, geçen asırda değil de günümüzde yaşasaydı, yolunu değiştirir miydi diye soruyor. Züheyr Salim Bey bunu şöyle dile getiriyor:" Kendime sorduğum ve belki de sizden bazılarınıza da cevaplamasını isteyeceğim zor sorum şu: Hasan el-Benna, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşasaydı ve dünya şartlarının, Müslümanların şartlarının, Mısır, Şam, Irak, Yemen ve Hicaz şartlarının değiştiğini görseydi ve ne kadar değiştiğini yakından takip etseydi... Bir asır önce ortaya koyduğu reçeteyi, projeyi, bütün bu değişimlerle birlikte günceller miydi?” Kısaca Hasan el Benna günümüzde yaşasaydı nasıl bir yol ve seyir takip ederdi?
Bununla ilgili söylenebilecekler şudur: İmam Şafii, Bağdat'tan Fustat/Kahire'ye geldiğinde mezhebini değiştirir, görüşleri farklılaşır ve yeni mezhebini kurar. Coğrafya farklıdır ve sorular ve sorunlar da farklıdır. Dolayısıyla Hasan el Benna bir asır sonra yeniden dünyaya gelseydi mutlaka kendini güncellerdi. Belki sadece bir asır sonra değil yaşadığı çağda hayata bakmaya yeni bir fırsatı olsaydı belki yine tarzını değiştirirdi. Nitekim Mesut Barzani, Ebu Muhammed Culani’nin (Ahmet Şara) değişip değişmediğini soranlara ‘elbette değişti’ cevabını veriyor. Değişimin hangi tarafa; iyi tarafa mı yoksa kötü tarafa mı seyrettiği sorulabilir. Belki eski tarz yeni tarzdan daha muhkem ve sağlam olabilir. Züheyir Salim de esasında bu soruyu ortaya atarak, hangi tarafta durduğunu ortaya koymaktadır. Ona göre de tarzını değiştirirdi. Belki de değiştirmeliydi!
Nitekim çağdaşlarndan sayılan Bediüzzaman'ın hayatı da bir kaç bölüme ayrılıyor. Bunlardan birisi Eski Said adını verdiği dönemdir. İkincisi ise 1922-23'ten 1948-49'da Afyon Mahkemesine kadar süren ve Risâle-i Nur'un telif edildiği devir, 'Yeni Said' ismini alır. Yeni Said devrinin yaşandığı zaman dilimi ise hemen hemen Tek Parti ve Millî Şef dönemlerine denk düşen bir süreçtir. Demek ki benzeri süreçlerden başkaları da geçebilir. Züheyir Salim'in sormadığı soruya gelecek olursak: Yaşadığı dönemde yani 1928 ile 1949 arasında yeniden dünyaya gelseydi kendisini ve yöntemini yine de gözden geçirir miydi? Buna ihtiyaç duyar mıydı? Ya da bu dönemde kendisiyle birlikte anılacak hatalar yapmış mıdır?
Muhammed Abduh'un İbni Haldun, Şatibi gibilerini keşfederek kitabiyat üzerinden yaptığı açılımı Hasan el Benna da cemaatler üzerinden yapar. Yani bütün Müslümanları kucaklayacak bir açılımı esas alır. Bu durum ehli bidat olarak anılan fırkalara da şamildir. Sıkıntı bu noktada başlamaktadır.
Daha sonra benzeri yaklaşımı Yusuf Kardavi Müslüman Âlimler Birliği çatısı altında denemiş, yapmıştır. Hasan el Benna’nın çizgisini ve projesini burada günceller. Fakat ters teper. İran bu adımı boşa çıkarır. Hasan el Benna İranlı molla Muhammed Taki Kummi ile köprü kurar ve mezheplerin yakınlaştırılması projesine omuz ve destek verir. Selefi akımın önde gelenlerinden Şamlı Muhibbiddin Hatip ise bu romantik yaklaşımı ret ve nakzeder. Benna’ya itiraz eder. Hasan el Benna'nın yaklaşımı şudur: İttifak ettiğimiz konularda birlikte hareket ederiz, ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görürüz. Bu yaklaşım ilmi değildir, duygusal iklime girer. Yeni bir Şah İsmail çığırı açan Humeyni döneminde de Yusuf Kardavi bu çığırı yenilemiştir. Muhammed Ali Teshiri ile dirsek temasına geçmiş ve onu Müslüman Âlimler Birliği’nin çatısı altına almıştır. Yardımcısı yapmıştır. Muhammed Taki Kummi’den Muhammed Ali Teshiri’ye uzanan köprü böylece kurulmuştur. Bu yöntem ilmi değil hissi yani duygusaldır.
Irak'ta da Müslüman Kardeşlerin önemli isimlerinden Irak Müftüsü Emced ez Zehavi de Şiilerle köprü kurar. Muvakkaten ihtilafların üzerine sünger çeker. Zira meydan okumalar Müslümanların birliğinden sonra varlığını da tehdit etmektedir. İkinci Abdülhamit’in ittihad-ı İslam siyasetinin özü de bu gerekçeye dayanmaktadır. Lakin ihtilaflar kaybolmaz, belki gayri Müslimlerin desteğiyle birlikte İran devrimden sonra İslam âlemini harman yerine çevirir. Serbest alan ve müstebah saha kılar. Hasan el Benna’nın genişliğiyle onların taassubu ve desiseleri kabil-i telif değildir. Bütün uyarılara rağmen Hamas da kapalı olsa da, çıkmaz sokak olsa da bu yoldan yürümektedir. Hamas da bu mirası tevarüs eder. Bessam Nihad Cerrar’ın tespitiyle Şiiler 1992 yılında Merci’z Zuhur sürgünü sırasında Hamas’a/İhvan’a sızmış ve hulul etmiştir.
Sadece Müslüman Kardeşlerin Suriye kolu bu mecradan ayrılır. Zira duygusal değil hem ilmi hem de gerçeklere istinat etmektedir.
İran Hama’dan beri Esat'la ortaklık yaparak fiili olarak Suriye halkının katliamdan geçirilmesinde rol oynar. Esat'ın yanında durduğu halde propaganda ile diğer Müslümanları iğfal etmeye devam eder. Kendisini direniş hattı olarak tanımlayarak, katliamlarına meşruiyet atfeder.
Suriye Müslüman Kardeşler liderlerinden Mustafa Sibai ise erken dönemde İran ve Şii eksenin Sünni dünya üzerine arz ettiği tehlikeyi sezer ve keşfeder. Cebel-i Amil âlimlerinden Şeyh Abdulhüseyin Şerafeddin ile mektuplaşır. Lakin daha sonra sahabeler karşısındaki tutumunu gördükçe ve bazı görüşlerinde temadi ettiğini fark ettiğinde yolunu değiştirir. Karşılarına dikilir, çıkar. Şeyh Abdulhüseyin Şerafeddin, Ebu Hureyre'nin Emeviler lehinde hadis uydurduğunu iddia etmektedir. Humeyni gibi Mahmut Ebu Reyye’den beslenen Yaşar Nuri Öztürk de bunu daha ileriye götürür ve hadis uydurması karşısında Emevilerden yüklü paralar aldığını söyler. Sanki Ebu Hureyre ile Emeviler arasındaki pazarlığın zaptını tutuyor gibidir! Bu hususta hem Şeyh Abdulhaseyin Şerafeddin hem de Mahmut Ebu Reyye, Ebu Hureyre ile ilgili tezvirat mahsulü eserleri kaleme alırlar. Bu hususta Şii müellifler Ebu Hureyre'nin tarihine kara çalar ve Sünni hadis literatürünü bu iddia ile çürütmeye yeltenirler. Mahmut Ebu Reyye de birkaç kitabında bu konuyu işler.
Ayetullah Humeyni de bu mirası devralır ve el Hükûmet el İslamiyye adlı kitabında bu hususu dillendirir ve işler. Lübnanlı Abdulhüseyin Şerafeddin'in ısrarcı tutumu Mustafa Sıbai'nin gözünden kaçmaz. Doktora tezi olan es Sünne adlı eserinde bu konuyu enine boyuna ele alır, işler.
Şeyh Abdulhüseyin Şerafeddin’in Ebu Hureyre’nin sahasını karalamaktaki ortaklarından birisi Yahudi oryantalist Goldziher’dir.
Romantik yaklaşımlarından dolayı maalesef Hasan el Benna bu durumu görememiştir. Muhammed Gazali gibi kimi İhvan veya İhvan'dan ayrılan isimler de muvakkat muvasala ve işbirliği şartını genişletirler. Elbette asıl olan birliktir. Lakin hangi zeminde? Sahabeleri tekfir ederek ve Ebu Hureyre gibilerini yalancı sayarak mı? Şiiler bu işbirliği parantezini ya da istismarını genişlettikçe genişletirler.
Sadece Şiilik noktasında değil Hasan el Benna aynı zamanda muhtelif alanlarda izahı zor davranışlar sergilemiştir. İsmailiye şehrinde bir kahvede sohbet ederken cehennemin sıcaklığına veya ateşine dair canlı bir örnek vermek için kendisini dinlemek üzere toplanan kalabalık üzerine mangaldan korlar fırlatmıştır. (1).Bu normal değil taşkın bir davranıştır. Bu hasımlarının değil taraftarlarının yazdıklarıyla ve kalemiyle sabittir.
Yine cemaat bir askeri teşekküle benzemekte ve komitacılık eğilimini çağrıştıran icraatlar yapmaktadır. 1944 yılı ile 1948 yılları arasında orduya Hür Subaylar örneğinde olduğu gibi bir hayli eleman sokar (2). Gizlice örgütlenmekte ve teşkilatlanmaktadır. Bu da devlet ile aradaki güven köprülerini yıkar.
Şüphesiz karizmatik bir liderdir. Lakin bu yanlışlarını haklı çıkarmaz. Bununla birlikte yöntemdeki kırıkları onu küçültmez! Külli inşa ve ihya iddiası gibi zor hedefler ortaya koyar. Bu tahkiki kabil olmayan projeler arasında olduğu gibi aynı zamanda ister istemez komitacılığa da kapı aralar ve sürükler. Adeta Cemaleddin Afgani'nin tarzından mülhem olarak hareket etmiş ve ondan kopya çekmiştir. Bu davranışıyla üstadı Cemaleddin Afgani'den ayrılan Muhammed Abduh ekolünden de ayrılmış olur. Hasan el Benna siyaset ve irşad yolunu birlikte götürmek istemiştir.
Ebu'l Hasan en Nedevi bu noktada İhvan'a İmam-ı Rabbani'nin irşad metodunu ve yolunu tavsiye etmiştir. Bu bizatihi siyaseti değil siyaset ehlini ve kurumlarını irşat etmeyi hedefler ve esas alır.
Bu hususta Siyaset ve İtidal adlı kitabımızda konuyu ana hatlarıyla dile getirmiştik. Hasan el Benna ise siyaset tarikiyle irşat ve eğitim tarikini birleştirmek ve aynı çatı altında yürütmek istemiştir. Bu ise ters tepmiştir. Bediüzzaman da bu vadide İmam Rabbani'nin yolunu ihtiyar etmiştir. Şöyle demiştir: “iki elim var; yüz elim de olsa ancak Nurları tutmaya kâfi gelir. Siyaset topuzunu tutacak elim yok.. Bu zamanda siyaset topuzu kalpleri ıslah etmez.”
Dipnotlar
1-Muhammed Şelebi, Hasan el Benna: İmam ve Kaid, Mektebetü’t Turas el İslami, Kahire, s: 49
2- Muhammed Şelebi, Hasan el Benna: İmam ve Kaid, Mektebetü’t Turas el İslami, Kahire, s: 82
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar