Kitap Notları

DİN VE LÂİKLİK-ALİ FUAD BAŞGİL-YAĞMUR YAYINLARI-İST-2007

• Şark'da ve Garb'da, hemen her devirde ve her memlekette Allah'ı inkâr ve dini tezyif edenler görülmüştür. Fakat bunlar bir buçuk-iki asır evveline gelinceye kadar; hem bulundukları cemiyetler içinde tek tük kalmış, hem de inkârlarını te'vile ve maksatlarını gizlemeye çalışmışlardır. S:27

 

Dine cepheden hücum ve Allah'ı açıktan inkâr modası, Garb'da, onsekizinci asrın ortalarından başlar. Bizde ise bu moda, elli, altmış sene evvelinden öteye geçmez. S:27-28

 

• İlmin hareket noktası şekk'tir. Felsefeninki temaşa ve hayrettir. İnkâr ise, mücerred bir cehalettir. S:34

 

• İlim ile iman arasında tezat tasavvur edenler, hususiyle dini, ilmin terakkisine engel görenler âlimler değildir, âlim taslaklarıdır. S:65

 

Din, şekk içinde bunalan insan ruhunun ışığıdır. Hem de yalnız inanma değil, aynı zamanda bilme ihtiyacının ifadesidir. Düşünen insan, varlıklar ve hâdiseler zincirinin ilk halkasını görme, hayat ve kâinatın ilk illeti (Premiére cause) hakkında kendisini tatmin etme ihtiyacındadır. S:70

 

İlmin bulduğu her yeni hakikat, arayan insanlığı, hakikatlerin hakikatine biraz daha yaklaştırmaktadır. S:74

 

• Bilgi kaynağı, ahlâk ve terbiye hocası olarak dinin yerini hiçbir kıymet doldurmayacaktır. S:75

 

• Madde mâbudunun yarattığı boğucu buhranlar içinde bunalan insanlık, bir gün kaybettiği imanı hasretle anıp arayacaktır. S:75

 

• Hayat muamması önünde ilim daima hayrette kalmış ve kalacaktır. İnsan, bilgide ne kadar ilerlerse ilerlesin, bir an sonra ne olacağını görüp kestiremeyecektir. O halde, insan için mâkul olan, inkâr ve temerrüd değil, teslimiyettir. S:79

 

• İnsan zengin, fakir, kuvvetli, zayıf ne vaziyette bulunursa bulunsun, mânevi bir desteğe ve bir enerji ihtiyatına daima muhtaçtır. S:107

 

Din ve maneviyat, tıpkı sağlıkta kadri bilinmeyen sıhhat gibidir. S:107

 

• Şuna inanmalıdır ki, ruhlarında iman etme istidadı taşıyan insanlar için, Allah'a imanın yerini hiçbir şey dolduramaz. S:107

 

Ferdi fiillerimiz başkalarını ilgilendirmez. Bunların eseri sırf şahsımıza münhasır kalır. İçtimaî fiiller ise, başkalarını alâkalandırır ve bizimle başkaları arasında bir bağlantı ve münasebet vücuda getirir. S:132

 

• Binaenaleyh ibadet ferdler arasında değil, ferd ile Allah arasında bir münasebettir ve tamamıyla ferdi bir fiildir. Kanun mevzuu olamaz. S:132

 

Lâik devlet bir dinin ibadet ve dualarına, bunların icrası tarzlarına, usûl ve âdâbına, diline karışamaz. S:132-133

 

Dinlerin ibadet ve âyinleri devletin kontrol salahiyetine girmez. Hükümet adamları, bu sıfatla, bunlara el süremez. Sürerlerse, vazifeleri dışına çıkmış, ehliyet ve salâhiyetleri sahasına girmeyen bir işe fuzuli surette karışmış olurlar. S:133

 

İlim ile din tıpkı akıl ile his gibidir. Bunlar birbirini nefyetmez; bilâkis birbirini lâzım kılar ve tamamlar. S:139

 

• Hukuka bağlı bir devlette bütün fikirler ve kanaatler, devlet nazarında, müsavi ve aynî derecede muhterem tutulmak lâzımdır. Çünkü böyle bir devlet, muayyen bir sınıfın veya zümrenin değil, umumun devletidir. S:139

 

• Dikkat edilirse, komünizm, maddi sefaletten ziyade, mânevi sefaletin çocuğudur. Mânevi sefalet ise inançsızlık ve idealsizlikten doğan ruh perişanlığıdır. Unutmamalıdır ki, vicdanları üzen ve isyan ettiren, maddi yoksulluktan ziyade, mânevî yoksulluktur ve bunun doğurduğu kıskançlıktır. S:201

 

Dindar kıskanmaz, imrenir. O başkası gibi kendisi de varlık sahibi olmak için çalışır. Din kıskançlığı önlediği ve bu sebeple komünizmi kökünden nefyettiği içindir ki, komünistler en koyu din düşmanıdırlar… S:201

 

İnsan bilmeye muhtaç olduğu gibi, inanmaya da muhtaçtır. İmansız insan yularsız hayvan gibidir. İnsan, inanıp bir noktaya bağlanma ihtiyacındadır. Bu nokta, kudsi bir aşk kaynağı halinde din olabildiği gibi, ilim yahut insanlık gibi yüksek bir emel de olabilir. S:201

 

• İlimden tabiatıyla mahrum olan kitle için, insanlık çok mücerret ve müphem bir duygudur. Ameli bir hayat planı vermez ve bugün, mânevi bir rehber ve destek olarak, dinin yerini tutmaz. S:201

 

Felsefî meslek ve sistemler, insan aklı, eseri oldukları için, daima insan aklının hudutları içinde kalmaya mahkûmdurlar. S:219

 

• İnsan eksiktir, kasır ve âcizdir. İmdi din, insanın bu ideal, bu fevkalbeşerlik ihtiyacına cevap verir. Çünkü din, insan aklının ve maddi mahsusatın dışından ve üst âlemin namütenahiliklerinden kopup gelen hakikatler sistemidir. S:219

 

• Hazret-i Muhammed'in ilmi Eflâtun'un veya herhangi bir âlim ve filozofun ilmi gibi, aklın, tecrübe ve müşahedenin hudutları içine sıkışıp kalmamıştı. Şanlı Peygamber'in ilmi, bilâkis, aklın ötelerinde ve her fâninin idrâk havsalasına sığmayan âlemlerde yüzmekteydi. S:221

 

Din, sırf vicdani bir şey, bir gönül işi değildir; o aynı zamanda ferdî ve içtimaî bir hayat nizamıdır. Bu nizamı ise naslar ve nakiller kurar. Bunları da vahy bildirir. S:223-224

 

İstidlâl, hakikat arayan insaflı bir zekâyı ikna edebilir, fakat inatçı münkiri asla ilzam edemez. İlzam edebilseydi, yeryüzünde Allah'ı inkâr eden kimse kalmazdı. S:230-231

 

Aklen ve ilmen izah ve ispat edilemeyen bir şey, yine aklen ve ilmen inkâr da edilemez. Aklın idrak edemediği bir şeyi inkâr etmek ilmî usul ve zihniyete aykırıdır. S:241

 

• Fert, Allah'a ve diğer âmentü umdelerine inanmak için aklî ve ilmî delil aramamakta, bilâkis içinin derinliklerinden kopup gelen bir hamle ile iman etmektedir. İman etmek için delil ve burhan isteyenler, iman etmemek için bahane arayanlardır. S:242

 

• Arzu ve ihtiyaçların yegâne freni mâneviyat terbiyesidir. İktisadi varlık içinde yaşayan bir insan, bu terbiyeden mahrum olunca, altın hazinesi içinde kapalı kalmış bir hasise döner ve hırsının kurbanı olup gider. S:261

 

• Evvelâ, kabul etmelidir ki, muasır medeniyet hastadır; insanlığın ruhi ve manevi ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır. Zamanımızdaki buhranların ve içtimaî bozgunlukların menşei de budur. S:266

 

• Binaenaleyh memleketin, hatta insanlığın, hayrı ve selâmeti dinin ve dini müesseselerin yıkılıp yok olmasında değildir; bilâkis kemale erip yaşamasında ve en yüksek insan zekâsının bile anlama ihtiyacına cevap verir bir mertebeye çıkmasındadır. S:269

 

Din beşeri bir vakıa değil (suprahumain) bir hakikattir. Hülâsa dinin temel akidelerine dokunulamaz. Dokunulur ve bunlar üzerinde inkârlı bir münakaşa açılırsa ortada din kalmaz. S:273

 

2 Yorumlar

  • DİN ve LAİKLİK Kitabı her müslüman tarafından mutlaka okunmalı.İlahiyat Fakültelerinden yetişen talebeler hakkındaki tesbitler okunmaya deger.

    Bu yorum faydalı mı?
  • Bu kitabı çoktandır okumak istemiştim..Allah sizden razı olsun..

    Bu yorum faydalı mı?

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.