



Birinci Dünya savaşının, galiba, ilk yıllarıydı…
Evimizin büyüğü cephedeydi… Büyük kız, yeni gelindi. Sıra kendisine geldiği söylendikçe kızaran, kaçan ortanca kız Nuriye Abla'nın yatağa düşmesi, aileyi şaşırttı.
Hastalığının ne olduğunu öğrenince, artık hepimiz onu kaybolmuş bildik.
Ertesi sabah, İstanbul'da Haseki'de Çıkmaz Bostan sokağında Yüzbaşı Mehmed Fevzi Efendi'nin evi, kordon altına alınarak, kapısına nöbetçi dikildi.
***
Evin havası, ne çabuk değişmişti; Ben haşarılığı kendiliğinden bıraktım. Alt katın çimentosunda kamçı topacı çevirmekten bir zevk alamaz oldum… Ve Nuriye Abla'nın bana yasak edilen odasını eşiğinde günlerce bekledim.
***
Uykum hafiflemişti..Çıt olsa başımı kapalı odaya çeviriyordum…
Hiç unutmam..Bir geceydi..Saat ilerlemiş olsa gerekti. Nöbetçi, hafiften bir memleket havası tutturmuştu..
Burada ölüm dolaşırken orada türkü söylenmesi saygısızlığına akıl erdiremeyen ev halkı, pencereden nöbetçiyi azarlıyordu. Nuriye ablanın hasta sesi de yer yatağından şöyle sesleniyordu;
-Bırakın söylesin.. Güzel söylüyor!
O geceyi hatırladıkça, gözlerimi yanımdakilerden kaçırmaya lüzum görürüm…
***
-Demek ki Nuriye Abla…
Hayır! Nuriye Abla, koleradan ölmedi. Fakat bütün gücünü hastalıkla uğraşmaktan tükettiğinden, hayatta güçsüz kaldı..Kolerayı yendi..Mahrumiyetleri, umutsuzlukları yenemediği için-bir müddet sonra-bakımsızlıktan, içlilikten ve bedbahtlıktan öldü.
Arif Nihat Asya
Aramak Ve Söyleyememek
Ötüken Neşriyat, İst. 2016, 4. Basım
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar