Cevaplar.Org

GÜVENİLİRLİK BAKIMINDAN İSLAM TARİHÇİLERİ

Aktardıkları bilgilere göre tarihçileri birkaç grupta değerlendirmek mümkündür: 1. Grup: Güvenilir Olmayan Tarihçiler


Muhammed Salih Ekinci

sghursi@gmail.com

2021-05-22 21:02:03

Aktardıkları bilgilere göre tarihçileri birkaç grupta değerlendirmek mümkündür:

1. Grup: Güvenilir Olmayan Tarihçiler

Birinci grup, dindarlık ve Allah'a yakınlaşmanın, ancak Sahabe ve Selefi küçümseyen hadisleri uydurmakla ve onlara bol miktarda olumsuz söz ve davranışlar atfetmekle gerçekleşeceğine inanmış olan, Ebû Mihnef ve el-Kelbî gibi tarihçilerdir. Mürûcu'z-Zeheb adlı tarih kitabının sahibi Mes'ûdî de bunlardandır. Kâdî Ebûbekir İbnü'l-Arabî, Mes'ûdî'nin bidatçı ve hilekâr biri olduğunu, rivâyet ettiği bazı şeylerin küfre (ilhâd) yakın olduğunu, onun bidatçı olduğunda şüphe bulunmadığını ve hem şiilik hem de mutezileden olması hasebiyle çift taraflı bir bid'atçı olduğunu vurgular.(1)

Hâfız İbn Hacer der ki: "Mes'udî'nin kitabları onun hem şiî hem de mu'tezili olduğunu gösteren şeylerle doludur."(2)

Tarihçi Ya'kûbî de, Mes'ûdî'yle aynı durumundadır.

Râfizîlerin, Ashab-ı kirâm ve islamî konulara dair rivâyet edip yazdıklarının çoğu bu kabildendir.(4) Aynı durum Oryantalistler ve bütün dertleri efendilerini razı etmek olan içimizdeki batıcıların, İslâm tarihi ve genel İslâmi meselelerde yazdıkları bütün şeyler için söz konusudur. Müslümanın bu yazılanlara karşı uyanık olması gerekir. 

2. Grup: Güvenilir Olup Rivayet ve Senetleri Tahkik Etmeden Aktaran Tarihçiler

İkinci grup tarihçiler; insaflı ve güvenilir olup ilim sahibi ve dinine bağlı kimselerdir. Buna örnek olarak tefsircilerin ve tarihçilerin piri olarak bilinen ve aynı zamanda müçtehid ve mezhep imamı olan İbn Cerir et-Taberî'yi veya ve meşhur hadis hâfızı İbn Asâkir'i ya da İbn Kesîr gibi tarihçileri zikredebiliriz. Bunlar her mezhep ve meşrepten tarihçilerin rivâyetlerini derleyip aktarmayı insaf ve emanetin gereği saymışlardır. Örneğin, bunların bazıları koyu bir şiî olan Lût b. Yahyâ ve mutedil bir şiî olan Seyf b. Ömer el-Irâkî gibi kimselerden de nakiller yapmışlardır.

Bu gruptaki tarihçiler, rivayetlerin senet açısından araştırılabilmesi ve eleştirilecek noktaların el altında bulunabilmesi için rivayetlerin pek çoğunda ravilerin isimlerini zikretmişlerdir. Böylece sorumluluktan kurtulduklarını ve "mesuliyet rivâyet edene aittir" (el-uhdetu ale'r-râvî) veya "hadisi senediyle zikreden kimse sorumluluğu sana devretmiştir" (men esnede fe-qad hammele) prensiplerinde belirtildiği üzere sorumluluğu râvilere yüklediklerini düşünmüşlerdir. Nitekim ilk dönem hadis hâfızları senedi zikretmenin rivâyetin sıhhat bakımından durumunu anlatmanın yerini tuttuğuna ve ayrıca rivayetlerin sıhhat derecesini zikretmeye ihtiyaç kalmadığına inanırlardı. Zira o dönemlerde senet ilmi en kâmil manada revaçta olup biliniyodu. Mezkûr tarihçilerin bizzat kendileri de aktardıkları her bilginin sahih olmadığını açık bir dille ifade etmişlerdir. Mesela İbn Kesîr, Ebu Mihnef'ten birçok rivâyeti aktarmasına rağmen onun hakkında daha önce zikrettiğimiz sözleri sarf eder.

Keza Taberî, Tarîhu'l-Umem isimli eserinin giriş kısmında, aynı minvalde şunları kaydeder: "Bu kitabımızda okuyan ve duyanın -sıhhatli bir yönünü veya gerçek manasını bilmediğinden dolayı- karşı çıkıp çirkin göreceği rivâyetler olabilir. Ancak bilinmeli ki bunlar bizim tarafımızdan ortaya atılmış rivâyetler olmayıp, bizden önceki bazı nakilcilerden bize ulaşmıştır. Biz de bunları olduğu gibi naklettik."(5) Taberî, ibaresinin devamında takındığı esnek tavrı şöyle gerekçelendirir: "Zira biz bu kitabımızdaki rivayetleri delil olarak telakki edip bunlarla ihticâcta bulunmayı kastetmedik."(6)

İşte bu nedenledir mezkûr tarih kitaplarında Ebû Mihnef ve Kelbî gibi mutemed olmayan ravilerin isimlerini de görmekteyiz. Bununla beraber ikinci grup tarihçiler, yer yer aktardıkları haberlerin sahih, zayıf ve uydurma olup olmadığı hususuna açıkça dikkat çekmişlerdir. Bu konuda en fazla katkıda bulunan ve emek sarfeden tarihçi, meşhur hadis hafızı İbn Kesîr'dir.

Tarih kitaplarında yazılı olup elimize ulaşan her şey, gerçek tarihimiz değildir. Aksine bunlar, içinden gerçek tarihimizin süzülüp çıkarılabileceği ancak genel itibariyle ayıklanmaya muhtaç, zengin tarihi malzemelerdir.

Hâfız İbn Hacer şöyle der: "İlk dönem hadis hâfızları mevzû hadisleri nakletmek istediklerinde hadisin senedini zikretmekle iktifa ederlerdi. Zira onlar, hadisi senediyle birlikte zikrettiklerinde sorumluluktan kurtulduklarına ve hadisin sıhhat açısından değerlendirilmesini senede havale ettiklerine inanıyorlardı."(7)

Muhibbuddîn el-Hatîb bu konuyu çok güzel bir şekilde ifade etmektedir: "Taberî ve onun gibi güvenilir (sika) âlimlerin zayıf rivayetleri derleyip zikretmesi, günümüzdeki yargı mensuplarının durumuna benzer. Günümüzde yargı mensupları bir meseleyi araştırmak istediklerinde konuyla ilgili ellerine geçen her türlü malzemeyi -bir kısmının zayıf ve geçersiz olduğunu bilmelerine rağmen- toplayıp biriktirirler. Böyle davranmalarının nedeni, bütün bilgilere eşit derecede güvenmeleri değildir. Aksine sonradan her şeyin hak ettiği kıymete göre değerlendirileceğine inanmalarıdır. İşte Taberî ve seleften büyük tarihçiler de cüzî ve mevziî bir açıdan bile olsa, bazı bilgileri kaçırabiliriz endişesiyle, râvisinin zayıf olduğunu bildikleri halde ellerine ulaşan pek çok zayıf rivayeti nakletmeyi ihmal etmemişlerdir. Ancak, bunu yaparken her rivayeti, râvi zinciriyle (sened) birlikte zikretmişlerdir. Bu zincir sayesinde okuyucunun haberin sahih veya zayıf oluşunu, ravilerin güvenilir veya güvenilmez oluşundan çıkarmasını hedeflemişlerdir. Onlar, böyle yapmakla emaneti edâ ettiklerine ve ellerine ulaşan her şeyi okuyucularının önüne serdiklerine kanaat getiriyorlardı."(8)

Eski Tefsirciler de aynı şekilde hareket etmişlerdir. Muhammed Zâhid el-Kevserî bu hususu şöyle ifade etmektedir: "Birçok müfessir, bazı yönlerden Kur'ân-ı Kerim'deki kıssaların tefsirine yardımcı olur düşüncesiyle kendi dönemlerindeki yaygın olan ancak köken itibariyle Yahudilere ya da başka çevrelere dayanan bilgilere yer vermişlerdir. Bunu yaparken bilgilerin sıhhatı hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmamış, ayıklama işini ise sonradan gelecek olanlara bırakmışlardır. Müfessirler, Kur'ân kıssalarındaki bazı kapalı noktaların tefsirinde faydası olur mülâhazasıyla mezkûr bilgileri aktarmaya özen göstermişlerdir. Yoksa mezkûr rivayetleri hiçbir ayıklama yapmadan Müslümanların nazarında inanılması gereken hakikatler olsun düşüncesiyle aktarmamışlardır."(9)

Sehâvî şöyle der: "Önceki asırlarda (hicrî ikinci yüzyıldan itibaren) muhaddislerin çoğu, sadece senedi zikretmekle sorumluluktan kurtulduklarına inanırdı. Hocamız Askalânî'nin de belirttiği üzere onlara göre senedi zikretmek bir nevi hadisin sıhhat durumunu açıklama sayılırdı. Ancak şu son asırlarda, senetle yetinmenin sakıncalarından emin olamadığımız için böyle yapan bir kimse sorumluluktan kurtulamaz."(10)

3. Grup: Ölçüsüz ve Keyfi Davranan Tarihçiler

Belki de bu gruptaki tarihçiler, yazdıklarının tarihi olaylarla ilgili olduğunu, dolayısıyla ahkâm hadisleri(11) gibi sıkı bir kritiğe tabi tutulmasına gerek olmadığını, bilakis bu konuda esnek davranmanın caiz olduğunu düşünmüşlerdir. Onlar bu düşüncede kısmen haklı olabilirler. Ancak bütünüyle haklı değiller. Şöyle ki: Ele alınan rivayetler İslâm akidesi ve şer'î hükümlerle ilgili olmadığı sürece esnek davranılabilir. Yani bu konularda zayıf rivayetler aktarılabilir. Ancak akide ve ahkâmla her hangi bir şekilde ilgisi bulunan rivayetlerin, sıkı bir kritiğe tabi tutulması elzemdir. Özellikle de bize dini ulaştıran, Allah Rasûlü'nün Ashabına ve onlara iyilikte tabi olan tabiîni kötülemek suretiyle İslâm akidesini ve şer'i hükümlerin temelini hedef alan rivayetlerin hadis usûlündeki mihengin süzgeçinden geçirilmesi kaçınılmazdır.

Bu kısım tarihçilerden bazıları kitaplarında mevzû hadislere az yer vermiş, bazıları da çok yer vermişlerdir. Ebül-Fidâ el-Muhtasar fî Ahbâri'l-beşer adlı eserinde, Süyûtî Târîhu'l-Hulefâ'sında, Abdulvahhab en-Neccâr el-Hulefâu'r-Râşidûn adlı eserinde ve Şüblencî Nûru'l-Ebsâr'ında tarihi haberleri alma konusunda bu üçüncü gruptan sayılabilirler. Özellikle Nûru'l-Ebsâr mevzû rivâyetler ve uydurma sözlerle doludur.

Büyük bir âlim ve muhakkik bir tarihçi olan İbn Haldûn tarihî hadiseleri güzel bir şekilde kısa ve öz olarak derlemesine ve olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisini kurmak sûretiyle tarihi, bir nevi felsefeye dönüştürme konusunda başarı kaydetmesine rağmen tarihe ilişkin kitabında bu gibi meselelerde esnek davranmıştır. 

Dipnotlar

1-İbnu'l-Arabî, el-Avâsım, 249.

2- Lisânü'l-Mîzân, IV/225.

3-Bu yalancı ve uydurmacı tarihçilerin öncülüğünü Rafizîler yapmıştır. Bundan dolayı biz de ulemânın, Rafizîlere ve onların aktardıkları rivâyetlere karşı tutumunu zikretmeyi gerekli gördük. Bu konuda iki İslâm muhaddisi; İbn Teymiyye ve Zehebî'nin söylediklerini nakletmekle iktifa edeceğiz. Şöyle diyor İbn Teymiye ve Hâfız Zehebî: Aslında Rafızîler münazara tekniklerini, delilleri tanıma ve buna bağlı olarak delil talep etme (men') ve delile delille mukabelede bulunma (muâraza) konusunda tecrübe sahibi değillerdir. Nitekim onlar nakli ilimleri de bilmezler. Onların biricik dayanağı senedleri kopuk olan ve çoğu yalancılıkla tanınan kimselerin uydurmalarından ibaret olan tarihi nakilleridir. Örneğin, Ebû Mihnef Lût b. Yahya ve Hişâm b. el-Kelbi'nin rivayetlerine dayanmaktadırlar. Yunus b. Abdulâ'lâ, Eşheb'in şöyle söylediğini nakleder: "İmâm Mâlik; kendisine Rafızîler hakkında soru soran birine şöyle cevap vermiştir: Onlarla konuşma ve onlardan bir şey rivâyet etme. Zira onlar yalan söylerler." Harmele, İmâm Şafiî'nin: "Rafızî'lerden daha fazla yalancı şahitlik yapan kimse görmedim" dediğini nakleder. Muemmil b. İhâb, Yezîd b. Harun'un şöyle dediğini nakleder: "Kendi görüşüne başkalarını davet etmemesi şartıyla her türlü bidatçıdan hadis rivâyet edilebilir. Bu hükümden Rafızîler müstesnadır. Zira onlar yalan söylerler." Muhammed b. Saîd el-Isfahânî, Şüreyk'in şöyle dediğini nakleder: "Râfızîler hariç her karşılaştığından ilim al! Zira onlar hem hadis uyduruyor hem de hadis uydurmayı din ediniyorlar." Ebû Muâviye, A'meş'in, Rafızî Muğire b. Saîd'in cemaati hakkında şöyle dediğini nakleder: "Karşılaştığım herkes onları yalancı diye anıyordu." Yalancılıkla tanınan kişilerin şahitliğinin merdûd olduğu konusunda ise âlimler müttefiktir. Cerh ve ta'dil kitaplarını araştıran herkes, cerh ve ta'dil uzmanları nezdinde en fazla yalancılıkla tanınan kimselerin Şiilerden olduğunu görecektir. Örneğin hâriciler Müslüman idarecilere itaat dairesinden çıkıp isyankâr oldukları halde insanlar arasında en doğru söz söyleyenlerdendirler. Hatta onların naklettiği hadislerin en sahih hadislerden olduğu söylenmiştir. Râfızîler ise yalancı olduklarını itiraf ederler. Nitekim bizzat kendileri dinimiz takiyye'dir derler. Bu ise münafaklığın tâ kendisidir. Bundan sonra kalkıp kendilerini mü'min, İslâm'a ilk giren öncü şahsiyetleri de riddet (dinden dönme) ve münafıklıkla nitelendirirler. "Öküzün alnı sakar adını bana takar" deyişinde olduğu gibi kendilerinde bulunanı başkalarında ararlar." (el-Muntekâ min Minhâci'l-İtidâl, s. 34. Ayrıca bkz. Zehebi, Mîzânü'l-İ'tidâl, I/6; Askalânî, Lisânü'l-Mîzân, I/9-10; Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, Dârü'l-Fikr, 216; Sehâvî, Fethu'l-Muğîs, II/63-64.

4-Burada Şiîlik ve Rafızîlik arasındaki farkı açıklamayı gerekli görüyoruz. Hâfız Askalânî Hedyü's-Sârî adlı kitabında (s. 460) şöyle demektedir: Şiî Hz. Ali'yi seven ve onun diğer sahabilerden daha üstün olduğunu düşünen kimseye denir. Bununla beraber Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer'den daha üstün olduğunu düşünen kimseye ise aşırı şiî (el-ğâlî fi't-teşeyyü') denir. Bu kimselere aynı zamanda râfızi de denir. Buna ilaveten Sahabeye söven ve açıkça onlara olan kinini ifade eden kimseye "aşırı râfizî" (el-ğâlî fi'r-rafd) denir. Daha ileriye gidip ric'at inancını (yani imamların öldükten sonra tekrar dünyaya geri dönüşünü) benimseyen kimseye de "ziyadesiyle aşırı râfizî" (eşedd fi'l-ğulûvv) denir." Ancak Ulemânın ifadelerine bakıldığını birçok âlimin "şiilik" kavramını, Râfızîlik kavramını da kapsayacak şekilde geniş bir manada kullandıkları görülmektedir. (Askalânî, Hedyu's-Sârî, s. 460).

5- Taberî, Tarîh, I/5.

6-Taberî, Târîh, I/4: إذ لم نقصد بكتابنا هذا قصد الاحتجاج

7- Askalânî, Lisânu'l-Mîzân, III/75.

8- Mecelletü'l-Ezher, XXIV/214.

9-Kevserî, Makâlât, 34.

10-Sehâvî, Şerhu Elfiyeti'l-Irâkî, I/296.

11-Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Siyer ve tarih yazarları, İslâm akidesi ve helal-haram ile ilgisi bulunmayan siret olaylarını, Hz. Peygamber'e mahsus durumları (hasâis) ve tarihi hadiseleri nakletme konusunda hep müsamahalı ve esnek davranmış ve bunları fezâil-i a'mâl ve menkıbelere ilişkin hadislerle aynı kategoride, hatta daha gevşek bir seviyede tutmuşlardır. Özellikle tarihçiler bu konuda çok esnek davranmışlardır. Doğrusu konunun tabiatı da esnek davranmayı gerektirmektedir. Nitekim rivayetlerin zayıf olup olmadıkları konusunda dayanağımız olan hadis hâfızlarının eserlerine baktığımızda, siyer ve tarihi olayları yazımında bol miktarda zayıf, maktû' ve mürsel hadislere yer verdiklerini görürüz. Nebevî irhâsat ve hasâsise dair kâhinlerden ve başka kimselerden nakilde bulunduklarını müşahede ediyoruz. Bu tür konularda esnek davranmak ve zayıf ve maktu rivayetlere dayanmak caizdir. Zira araştırmacı bu gibi rivayetleri nakletme hususunda sıkı bir isnad tenkidine bağlı kalırsa, elinde pek az bilgi kalır. Bundan dolayıdır ki, tarihçiler bu tür rivayetleri sened ve rivayet yönünden ele almayıp, daha fazla içerik (dirayet) bakımından incelemeye çalışıp tercihte bulunmuşlardır. Hatta Cerh ve ta'dil âlimleri hadiste zayıf gördükleri bazı ravilere tarih hususunda itimat etmişlerdir. Nitekim Hâfız İbn Hacer Takrîbu't-Tehzîb adlı kitabında Seyf b. Ömer hakkında şöyle diyor: Hadis konusunda zayıf, tarih konusunda ise kaynaktır.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

SAHABE DÖNEMİ İHTİLAFLARINDAN SÖZ ETMEK

SAHABE DÖNEMİ İHTİLAFLARINDAN SÖZ ETMEK

Ehl-i Sünnet âlimleri ihtiyaç olmadıkça Sahabe arasında baş gösteren anlaşmazlıklardan uza

“EHL-İ SÜNNET”İN ANLAMI ve KAPSAMI

“EHL-İ SÜNNET”İN ANLAMI ve KAPSAMI

Ehl-i Sünnet kavramı temelde "alem" yani belli bir fırkanın özel ismi ve ünvanı değildir. An

GÜVENİLİRLİK BAKIMINDAN İSLAM TARİHÇİLERİ

GÜVENİLİRLİK BAKIMINDAN İSLAM TARİHÇİLERİ

Aktardıkları bilgilere göre tarihçileri birkaç grupta değerlendirmek mümkündür: 1. Grup: G

İSLAM TARİHİ ESERLERİNİ DEĞERLENDİRMEDE ÖLÇÜLER

İSLAM TARİHİ ESERLERİNİ DEĞERLENDİRMEDE ÖLÇÜLER

Burada, İslâm ulemasının önde gelenleri ve muhakkik âlimler tarafından tesbit edilen ve İsl

İNSAN HÜRRİYETİ VE BEŞ TEMEL HAK

İNSAN HÜRRİYETİ VE BEŞ TEMEL HAK

Sosyal bir varlık olan insanoğlunun, topluluk olarak yaşaması, fıtratının bir gereğidir. Fer

MAĞDUR PADİŞAH: SULTAN İBRAHİM-2

MAĞDUR PADİŞAH: SULTAN İBRAHİM-2

Sultan İbrahim tahta çıkar çıkmaz başta Koçi Bey olmak üzere musâhipleri (özel danışmanl

MAĞDUR PADİŞAH: SULTAN İBRAHİM-1

MAĞDUR PADİŞAH: SULTAN İBRAHİM-1

Anadolu topraklarının bizlere vatan haline gelmesinde hizmeti geçmiş büyük tarihî şahsiyetle

PEYGAMBERLERİN MASÛM OLUŞU

PEYGAMBERLERİN MASÛM OLUŞU

Peygamberlerin masumiyeti konusu, çok yönlü bir konudur. Burada bizi ilgilendiren husus, peygambe

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-6

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-6

g. Ebu Hüreyre'nin Para Karşılığında Emevî Taraftarlığı ve Ali Aleyhtarlığı Yaptığı

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-5

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-5

e. Namazı Ali'nin Arkasında Yemeği Muaviyenin Sofrasında Yediği İddiası Ebu Hüreyre aleyhin

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-4

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-4

Sahabenin ve Bu Cümleden Olarak Hz. Aişe'nin Onun Rivayetlerini İhtiyatla Karşıladığı İddia

Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.

Hicr Suresi,9 (Mürşid 3.1'den alınmıştır)

GÜNÜN HADİSİ

Gerçek Müslüman

Müslüman, dilinden, elinden müslümanlar selâmette kalan kimsedir. (Buhari, Kitabü'l İman -Abdullâh b. Amr b. Âs)

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI