Cevaplar.Org

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-28

Ders: Muhakemat(6. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz *Tefsirde mezkûr olan her bir emir, tefsirden olmak lâzım gelmez.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2013-11-10 11:29:51

Ders: Muhakemat(6. Mukaddime)

İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

*Tefsirde mezkûr olan her bir emir, tefsirden olmak lâzım gelmez. (Muhakemat s: 28) Ben kendi mesleğimden bir misal vereyim; Bazen bir makale yazarken branşımız olmayan yan ilim dallarından alıntılar, dipnotlar yapıyoruz. O istidradi bilgideki bir hata, benim asıl sahamdaki bilgiye şüpheyle bakmayı gerektirmez. Her asırdaki tefsirciler de bazı ayetleri izah ederken kendi zamanlarındaki fenni ilimlerden istidradi yardımlar almışlar. Zamanla, fenni ilerleme ile o zamanın bilgisinin yanlış olması o zatın asıl sahası olan tefsirdeki kudretine gölge düşürmez.

* İlim ilme kuvvet verir. Tahakküm etmemek şarttır. (Muhakemat s: 28 ) Mesela dâhiliye sahasında mütehassıs olan bir doktor tıbbın diğer sahalarından da zaman zaman yardım alabilir. Ama o konularda da mütehassıs gibi davransa, bu tahakküm olur.

Aynı şey tefsir sahasında da geçerlidir. Bir müfessir bir ayeti tefsir ederken biyoloji sahasından yardım almış olabilir. Ama onun o konudaki yan malumatındaki yanlışı- hâşâ Kur'an'da bir hata var diye görmek mümkün olmadığı gibi, Kur'an'dan biyolojiyle alakalı bir ayeti çok iyi anlayan bir biyologu da tefsirci olarak kabul etmenin manası yoktur.

* Müsellemattandır ki: (Muhakemat s: 28 ) Müsellemat Mantık'ta bir tabir. Mantık ilminde kabulünde şüphe görülmeyen kıyaslar birkaç gurup. Bunlardan birisi de Müsellemat. Müsellemat; Çok büyük ilim ehlince kabul edildiğinden dolayı artık itiraz edilmeyen, doğruluğu herkesçe teslim edilmiş meselelerdir.

*Kavaid-i usûliyedendir(Muhakemat-s:28) yani Usul İlminin kaidelerindendir. İslam Hukuku iki kısım:

1-Nazari(teorik) hukuk; usul-i fıkıh diyoruz.

2-Füruu Fıkıh: İslam tatbiki hukuku

*Üstad, Mantık ilmine dair Kızıl İcâz adlı bir eser kaleme almış ama bitirememiş. Süllem Fi'l Mantık adlı bir kitabın haşiyesidir o aslında. (Not: Ahdarî'ye ait Süllem adlı bu manzum mantık kitabı üzerine Kızıl İcâz adıyla yazıp yayınladığı Haşiyesi üzerine merhum Sadreddin Yüksel Hocanın yazdığı Ta'likat; Müfid Yüksel bey tarafından yayına hazırlanmış olup, yayınlanma aşamasındadır. Salih Okur).

Sonunda bir dipnot düşmüş. Orada diyor ki(mealen); "İlim bir gıdadır, hazmedilmezse mide bulandırır." Ve devam ederek;"Ey bu kitabıma dikkatle bakan zat! Bilesin ki bu asırda İslam âleminin başına gelmiş olan musibetlerin en şiddetlisi, sathi zihinlilik hastalığıdır. Sebebine gelince, sathi bir zihin ilmin bazı hakikatlerine uğrar. Onları hazmedemediği için vücut onu işlemez. Onu başkalarına verirken biraz o hakikatten, biraz o hakikatten toplar, verir. Hâlbuki hazmedilmeyen ilim neşvünemaya vesile olmaz.

Birisi kendisinden o ilimle alakalı bir soru sorsa, hazmedemediği için parça parça zihninde bulunan o hakikatleri kusmaya başlar. Ne kendisi anlattığı şeyden bir şeyler anlar, ne de karşı tarafa bir fayda verir.

* Bir fende mütehassıs ve malûmat-ı sairesini mütemmime ve meded verici etmez ise malûmat-ı perişanından bir suret-i acibe temessül edecektir.(Muhakemat s: 28 )

Siz bir ilimde ihtisas sahibi olmadığınız halde ihtisas sahibi gibi davranırsanız, sizin o konuda söyledikleriniz malumat-ı perişan olur. Ondan verdiğiniz bilgiler de bir tuhaf resim şeklinde görünecektir. Öyle acayip şeyler meydana çıkar ki..

Mesela ben bizzat bir hutbede dinlemiştim. Cami hocasının biri cemaate şöyle diyordu; "Efendim, İmam-ı Azam kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını kılmıştır. Sen de en az on sene yatsı abdestiyle sabah namazını kılmazsan, hakiki Müslüman olamazsın" diyor.

Bediüzzaman bu gibi mizansız hatipleri Divan-ı Harbi Örfi adlı eserinde şöyle yeriyor;

"Ben vaizleri dinledim. Nasihatları bana tesir etmedi. Düşündüm. Kasavet-i kalbimden başka üç sebeb buldum:

 Birincisi: Zaman-ı hazırayı zaman-ı salifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeayı parlak ve mübalağalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için isbat-ı müddea ve müteharri-i hakikatı ikna lâzım iken ihmal ediyorlar.

 İkincisi: Bir şeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, müvazene-i şeriatı muhafaza etmiyorlar.

 Üçüncüsü: Belâgatın muktezası olan hale mutabık, yani ilcaat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasib söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar.

 Hâsıl-ı kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, tâ isbat ve ikna etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı, tâ müvazene-i şeriatı bozmasın. Hem belig-i mukni' olmalı, tâ mukteza-yı hal ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylesin ve mizan-ı şeriatla tartsın ve böyle olmaları da şarttır.(Divan-ı Harb-i Örfi s: 81 )

* Bir fende te'lif olunan bir kitabda o fennin mesaili o kitabın muhteviyatına nisbeti ancak zekâtı çıkabilir. (Muhakemat s: 29) Bunu, yapılan doktora ve tez çalışmalarında görebiliyoruz. Asıl mevzu bazen 20 sahife olurken, dipnotlarla, yan bilgilerle çalışma 200 sayfaya çıkabiliyor.)

*Mesela İbn-i Abidin büyük bir Fakih. Onun bir meselede astronomiden istidradi olarak aldığı bilgi bu zamanın astronomisine göre yanlış çıksa onun fıkıh ilmindeki iktidarına gölge düşürmez.

*Doğru iki mukaddimeyi(önermeyi) alarak yanlış bir kıyas yapmaya biz mugalata (demagoji) diyoruz. Mesela önümüzde bir afiş var. Üzerinde güzelce bir aslan resmi çizilmiş.

Birinci önerme: Diyorum ki; "bu bir aslan"

İkinci önerme: "Her aslan parçalar."

Sonuç: "O zaman bu aslan beni parçalar." İşte bu bir mugalâtadır.

* Bu sırdan gaflet iledir ki; bir şeriat veya bir tefsir kitabında istitraden derc olunmuş bir mes'eleyi gören bir zahirperest veya mugalâtacı bir adam der ki: "Şeriat ve tefsir böyle" der. Eğer dost olsa diyecek: "Bunu kabul etmeyen Müslüman değildir." Şayet düşman olsa, o bahane ile der: Şeriat veya tefsir (hâşâ) yanlış.(Muhakemat s:29 )

Mesela, bir Tıbyan Tefsiri var. Babam Rahmetli de köyde onu okurdu. İçinde öyle saçma sapan İsrailiyat nakletmiş ki, bunun Kur'an'la ne alakası var? Onun o yanlış nakilleri Kur'an ayetlerine nasıl gölge düşürebilir?

Not: Tıbyan Tefsiri 14. Yüzyılda(hicri: 726 tarihinde) Hızır b. Muhammed Abdurrahman el-Ezdî e Dimaşki'nin yazmış olduğu bir tefsir olup, daha çok avam halk tabakasına hitap eder. Padişah Dördüncü Mehmed'in ricası üzerine Ayıntabî Mehmet Efendi tarafından Türkçeye genişletilmiş olarak bir tercümesi yapılmış ve Osmanlı toplumunda çok tutulmuştur. Salih Okur)

*Allah selamet versin, o taleal bedru aleynayı söyleyen ne güzel (Mehmed Emin Ay) okuyor. Bizim Emre belki 500 defa dinledi, biz de bıkmadık yani..

*Tekvin-i Şeriatın da bir farz-ı kifayesi var. Bazı kabiliyetlerin onu yerine getirmemesi hepimizi mahkûm eyledi, birkaç asırdır o ihmalimizin cezasını çekiyoruz. O farz-ı kifaye ise, bazı ilim ve fen sahalarında bazı kabiliyetlerin yöneltilmesi ve o sahada bir boşluk olmaması idi.

Akgündüz hocayı teyiden kısa bir hatırayı nakletmeyi uygun buldum; 'Şeyh Şamil esareti sırasında Rusya'nın büyük top ve mühimmat fabrikalarını ziyaret etmişti. Bu esnada ağır muhasara toplarının dökümü ve imali ile ilgili tezgâhlarla bilhassa alakadar oldu. Şamil'in tetkikini gözden kaçırmayan yanındaki mihmandarının; 'Nasıl, beğendiniz mi efendim?' sorusuna İmam şu cevabı verdi; 'Neden mağlup olduğumuzu şimdi daha iyi anlıyorum. Sizi üstün duruma getiren askerlerinizin şuur ve kahramanlığı değil silahlarınızın üstünlüğü olmuştur. Şartlar müsavi olsaydı, Kafkasya'mı istilanız imkânsız olurdu.'(Salih Okur)

*Bediüzzaman'ın bu mukaddimede asıl tenkit ettiği husus, Fatih'ten sonraki Osmanlı medrese sistemidir ki, Bediüzzaman "Ulûm-u medarisin tedennîsine ve mecrâ-yı tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ulûm-u âliye (اٰلِيَه)maksud-u bizzat sırasına geçtiğinden, ulûm-u âliye (عَالِيَه) mühmel kaldığı gibi, libas-ı mânâ hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli,ezhanı zaptederek, asıl maksut olan ilim ise tebeî kalmakla beraber, ibareleri bir derece mebzul olan ve silsile-i tahsile resmen geçen kitaplar; evkât, efkârı kendine hasredip harice çıkmasına meydan vermemeleridir."(Muhakemat s: 54) diyor.

Öyle bir âlim tipi yetiştiriyorlar her ilimde söz sahibi olsun. Mümkün değil ki bu. Maalesef medreselerin yıkılmasına ve Osmanlının gerilemesine sebep başta bu geliyor. Çok acıdır bu..

Not: Yine Akgündüz Hocamızı teyiden, bu meselede merhum İskilipli Atıf Efendi'nin Medreselerin gerilemesiyle alakalı bir yazısından bir pasaj nakletmek isterim:

1- Osmanlılar zamanında, ilim tahsili hususunda Seyyid(Cürcani) ve Sadeddin(Taftezani) mesleği, yani allamelik davasında bulunmak için her ilmi, her fenni öğrenmek ve bilmek usulü takip olunup, daha faydalı, daha semereli olan mütekaddimin ve eslaf mesleği yani ilmi şubelerinde birinde ihtisas kesbetmek usulünün terk olunması…

2- İlmin kaynakları mesabesinde bulunan eslafın eserlerini terk ve ihmal ederek, müteahhirin ulemanın kısa ve muğlak kitaplarının medreseler programında kabulü ile maksatlarını anlamak için şerh, haşiye, haşiyet'ül haşiye tedris olunarak, talim ve terbiyede suubet(güçlük) gösterilmesi

3-Ulum-u aliye(alet ilimleri denilen dilbilgisi dersleri) ve ibarelerin lafızlarının tahlilleri ile lüzumundan fazla vakit harcanıp, dini ilimler ve faydalı hakikatlere pek az iştigal olunması ve ilimlerin göğüslerde değil, satırlarda muhafazasına çalışılması"(Salih Okur)

Tabii, talebeler bütün ilimlerin üstesinden gelemeyince, " bari şeriat ilimlerini ihmal etmeyelim" demişler. Son zamanlarda medreselerde şeriat ilimleri dışında ilimler okutulamaz hale gelmiş. Tabii, bir adam hem hem hadisçi, hem fıkıhçı, hem tıpçı olamaz. Bu sefer kitapları küçültme cihetine gitmişler.

* Âmm, hassa delalat-ı selâsenin hiçbirisi ile delalet etmez.(Muhakemat s: 31 )

Delalet; bir şeyin öyle bir halette olmasıdır ki, o şey bilinin bilinince başka bir şeyin bilinmesine de vesile olur. Mesela Dağın tepesinden duman çıkıyor. Bunu bilmek orada bir ateşin olduğunu bilmeyi de gerektiriyor.

Delalet iki kısma ayrılıyor:

1-Lafzi(Sözlü) delalet:

2-Gayri lafzi delalet 

Lafzi delalet te üç kısım;

1-Vaz'i delalet: Bir lafzın konulduğu manaya delalet etmesine denir. Mesela "İnsan" denilince malum varlığın akla gelmesi gibi..

2- Tabii delalet: Öksüren, hapşıran birisine hastasın demek gibi. "Ben öyle bir şey demedim" "Demedin ama bu öksürmen, hapşırman ona delalet ediyor.

3-Akli delalet: Mesela; Konuşan birisinin sesinden kim olduğunu anlamak gibi.. "Ahmet Efendi!" "Hımm bu Kırkıncı Hocam" Nerden bildim, Ee tanıdığım bir ses..

 Gayri lâfzî delalet de iki kısım:

1-Bu da vaz'idir, sözlü değil ama işaretle delalettir. Mesela trafik işaretleri gibi..

2-Akli delalet: Eserin müessire delalet etmesi

Lafzi delaletin şubelerinden vaz'i delalet de üç kısım ki Üstad yukarıda buna işaret ediyor;

1-Delalet-i Tetabukiye(Mutabıkiye): Bir lafzın konulduğu manaya aynen delalet etmesi.. İnsan lafzı gibi..

2-Delalet-i tazammuniye; Bir lafzın delalet ettiği mananın mahiyetine dâhil olan bir parçasına delalet etmesine denilir. Musluktan çeşme, evden oda gibi.

 3- Delalet-i İltizamîye: Bir lafzın vaz'olunduğu mananın lazımına yani o mana ile beraber bulunması zaruri olan diğer bir manaya delaletidir.

Not: Mezkur delalet-i selaseye ait şöyle bir misal dahi verilir;"Zekat, müslümanların fakirlerine verilir, hiç bir zengine verilmez." İbaresi; zekatın, yalnız Müslüman fakirlere verileceğine delalet-i mutabıkıye ile; zengin olan Ahmet, Mehmet gibi belli şahıslara verilemiyeceğine delalet-i tazammuniye ile; zekat hususunda zenginler ile fakirler arasında fark bulunduğuna da delalet-i iltizamiye ile delalet eder.(Salih Okur)

*Âmm hassa delalat-ı selâsenin hiçbirisi ile delalet etmez. Mesela "İnsan düşünen bir canlıdır" "Ama bizim köyde bir deli var, hiç düşünmez." Olsun, insan denilince düşünen canlı akla gelir.

* Tefsir-i Beyzavî'de بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ olan âyetinde Ermeniye ve Azerbeycan Dağlarının mabeyninde olan teviline nazar-ı kat'î ile bakmak, en büyük mantıksızlıktır. Zira esasen nakildir. Hem de tayini Kur'an'ın medlûlü değildir. Tefsirden sayılmaz. Zira o tevil, âyetin bir kaydının başka fenne istinaden bir teşrihidir. Binaenaleyh o müfessir-i celilin tefsirdeki meleke-i rasihasına böyle zayıf noktaları bahane tutmak, şübheleri îras etmek, insafsızlıktır. (Muhakemat s: 31 )

*Üstad, İşarat'ül İ'caz'da, Kur'an'da Salih amellerin mutlak bırakılmasını, bir hudut konulmamasının bir hikmetini beşerin her türlü iyiliğe teşvik edilmesi olarak söylüyor.

Not: Akgündüz hocamızın dediği yeri İşarat'ül İ'caz'da bulamadım. İşarat'ül İ'caz konuyla alakalı şöyle bir yer var: الصَّالِحَاتِ : Bu kelime, birşey ile takyid ve tahsis edilmeyerek, mutlak ve mübhem bırakılmıştır. Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abdüh'ün telakkisine göre: "İyi şeyler manasında olan "sâlihat" kelimesi, beyn-en nâs meşhur ve malûm olduğundan, mutlak bırakılmıştır." Ben de diyorum ki: Surenin başına itimaden burada mübhem bırakılmıştır. Çünki sure başında zikredilen يُقِيمُونَ الصَّلَوةَ وَ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ âyeti, buradaki "sâlihat"ı beyandır.(İşarat-ül İ'caz s: 149 )

Akgündüz hocanın dediği şekilde ise, Üstadın Sünuhat adlı eserinde şöyle bir ifade var: "Kur'an "sâlihat"ı mutlak, mübhem bırakıyor. Çünki ahlâk ve faziletler, hüsn ve hayr çoğu nisbîdirler. Nev'den nev'e geçtikçe değişir. Sınıftan sınıfa nâzil oldukça ayrılır. Mahalden mahalle tebdil-i mekân ettikçe başkalaşır. Cihet muhtelif olsa, muhtelif olur. Ferdden cemaate, şahıstan millete çıktıkça mahiyeti değişir.(Sünuhat-Tuluat-İşarat s: 5 )

Salihat, insanın ve insanlığın dünya ve ahiretine fayda veren her şeyi eden âmm bir lafızdır. Bununla sadece namaz kastediliyor diyemezsin.

Yine Sure-i Kehf'te bahsedilen Zülkarneyn'in Ye'cuc Me'cuc'e karşı yaptığı sed 'âmmdır. "Bununla kastedilen mana sadece Çin seddidir" diyemezsin. O da o lafzın ferdlerinden birisi olabilir.

Kadı Beyzavi'de Seddi izah sadedinde bir kavle göre Azerbaycan Ermenistan Dağlarının arasında Derbend'deki meşhur sed demesi makuldur. Zira sadece bundan ibarettir demiyor, diğer kavilleri de zikrediyor.

Not: Vehbe Zuhayli' de "Sözü geçen bu kavmin Karadeniz'in doğu taraflarında yerleşmiş bulunan eski İskitler olduğu bunların Bâbü'l-Ebvâb (Kapılar Kapısı) veya Derbent diye bilinen Kafkas dağlarında, iki dağ arasında, aşılması oldukça güç bir şeddin (dağın) üst taraflarında yaşadığı da söylenmiştir."(Bkz: Tefsiru'l- Munir)

 Merhum Ebul Kelam Azad da bu tevilden dolayı Zülkarneyn'in Pers Kralı Kuruş olduğunu, İskitlere karşı Güney Azerbaycan'da bu Seddi inşa ettiğini söylemektedir. (Hint yarımadasının büyük âlimlerinden Ebu'l-Kelâm Âzât'ın "Tercümân-ı Kur'an" adlı eserinde ve zaman zaman yayınladığı makalelerinde ortaya koymuş olduğu fikirleri Selmân Âbid en-Nedvî, İmtiyaz Ali Arşî'nin eleştirisel üslupla yazdıklarını da birleştirerek "Teemmülât fî Şahsıyyeti Zilkarneyn" adlı 110 sayfalık eseri 1984 yılında neşretmiştir. Âzat, bu eserinde, Zülkarneyn'in Fars kralı Kuruş olduğunu ispat etmeye çalışmıştır. Bugün bu kitap Muharrem Tan'ın tercümesiyle "Zülkarneyn Kimdir" adında, İz Yayıncılık tarafından Türkçeye kazandırılmıştır.)

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-200

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-200

Ders: 3. Söz İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *Allah ya..Allah’tan gelen şey nasıl olur,

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-199

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-199

Ders: Mesnevi-yi Nuriye, Katre’nin Hatimesi İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar *Üstad, İslam âl

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-198

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-198

Ders: Asa-yı Musa(s. 106) İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah Edilen Kısım: Sonra o mütefekkir

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-197

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-197

Ders: Mesnevi-yi Nuriye, Katre risalesi, s. 69 İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah edilen kısım:

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-196

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-196

Ders: 11. Söz İzah: Prof. Dr. Şener Dilek *Sanattaki letafeti, ilimdeki derinliği, tezyinattak

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-195

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-195

Ders: Hutbe-i Şamiye(s. 19) İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah edilen kısım: “İstikbal yaln

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-194

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-194

Ders: 33. Söz, 23. Pencere İzah: Prof. Dr. Şener Dilek Not: Bu ders, İstanbul Yüzevler’de,

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-193

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-193

Ders: 14. Lem’a, İkinci Makam İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *“Kâinat sîmasında, arz

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-192

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-192

Ders: 17. Lem’a, 13. Nota İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *Cenab-ı Hak bizi kul olarak yar

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-191

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-191

Ders: Şualar(13. Şua,) s: 307 İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah edilen kısım: “Bugün, bü

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-190

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-190

Ders: 14. Lem'anın İkinci Makamı İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar *“Besmelenin rahmet noktas

İnkâr edenler, Allah'ın yolundan ve -yerli, taşralı- bütün insanlara eşit (kıble veya mâbed) kıldığımız Mescid-i Harâm'dan (insanları) alıkoymaya kalkanlar (şunu bilmeliler ki) kim orada (böyle) zulüm ile haktan sapmak isterse ona acı azaptan tattırırız.

Hac,25

GÜNÜN HADİSİ

İki müslüman birbiriyle karşılaşıp da el sıkışılarsa, ayrılmazdan evvel günahları bağışlanır.

(Riyazü's-Salihin)

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI