Cevaplar.Org

RÄ°SALE-Ä° NUR VE YENÄ° Ä°LM-Ä° KELAM METODU


2002-02-03 22:31:57

Mutezile ile başlayan kelam ilmi, özellikle Gazzâlî ve daha sonraki dönemlerde felsefî konuların da içine girmesiyle terminoloji açısından felsefî bir hüviyet kazanarak, halktan kopuk olarak yüksek bir seviyeye hitap eder hale gelmiştir. Bu durum halkı, zamanla kelam eserlerine karşı soğutmuş ve halk daha ziyade inançla alakalı problemlerini ilmihal seviyesinde yazılan eserlerden giderme yoluna gitmiştir.

19. yüzyılda Pozitivizm, Materyalizm ve Darvinizm gibi felsefî akımların yaymış olduğu inkârcı fikirler karşısında klasik kelam ilminin aciz kaldığı görülmektedir. İşte Bediüzzaman Said Nursî, Risâle-i Nur Külliyatı'yla halkın inancını bu akımlardan koruma maksadıyla din ilimleri yanında fen ilimlerinden de yararlanarak kelama ait anlaşılması güç olan terimleri kullanmamış ve halkın anlayabileceği seviyede Kur'an yörüngeli bir kelam metodu geliştirmiştir.

Esasen Risale-i Nur Külliyatı, gerek içine aldığı konular, gerekse bu konuları ele alış üslubu itibariyle çeşitli şekillerde tarif ve tavsif edile gelmiştir. En yaygın şekliyle, Risale-i Nur, 'Kur'an tefsiri' olarak kabul edilmektedir. Külliyatın çeşitli yerlerinde, müellifin bu anlamda beyanları vardır.

Yine müellifin kendi ifadelerinde, Risale-i Nur bir 'ilm-i kelam eseri' olarak vasıflandırılmaktadır. Risale-i Nur, baştan sona tetkik edildiğinde onun kendine has bir metodla adeta yeni bir kelâm metodu ortaya koyduğu görülecektir.

Bediüzzaman, insanı marifetullaha (Allah'ı bilmeye) götüren yolları kelâm, tasavvuf, felsefe ve Kur'an olmak üzere dört kategoride mütalaa etmektedir. Ona göre kelâm ve tasavvuf, Kur'an menşeli olmasına rağmen daha sonraları işin içine insanların aklî ve fikrî mülahazalarının girmesiyle yetersiz kalmıştır.

Her meselede aklı kendine rehber edinen felsefe ise zaten şüphe ve tereddütlerle dolu bir yoldur. Bütün bu yolların dışında bir de Kur'an'ın ortaya koyduğu bir yol vardır ki, bu, Allah'a ulaşmada en kısa ve en kolay olan yoldur.

İşte kelâm ilminin bütün konularını ihtiva eden Risale-i Nur, akıl ve kalb bütünlüğü içinde bu yolu takip etmekte ve her şeyde Allah'ı tanımaya bir pencere açmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursî, böyle daha kısa ve emniyetli bir yolu kelâm, tasavvuf ve felsefenin ortaya koymuş olduğu yollara tercih etmiştir. O, özellikle kelâm ilmini zikrederek kelâm ile Kur'an yolunun arasındaki farkı şu misalle anlatmaktadır: 'Bazı Sözlerde, ülemâ-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur'an'dan alınan minhâc-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki, meselâ: Bir su getirmek için bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısmı da her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir. Tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyular kazıp su çıkarmaya ehil olanlar; zahmetsiz, her bir yerde suyu buldukları gibi... Aynen öyle de: Ülemâ-i ilm-i kelâm, esbabı, nihâyet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ile kesip, sonra Vâcibü'l-Vücûd'un vücûdunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur'an-ı Hakîm'in minhâc-ı hakikîsi ise; her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir âyeti, birer âsâ-yı Musa gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor.'

Risale-i Nur, ne bazı kelâmcılar gibi yalnız aklı kullanmış, ne de tasavvufçular gibi yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiştir. O, imanın sadece ilimden ibaret olmayıp, insanın akıl, ruh, kalb gibi seziş ve algılayışlarının da derecelerine göre imanda hisseleri bulunduğu gerçeğinden hareketle, aklı, kalbi, ruhu ve insanın diğer özelliklerini dikkate alarak hareket etmiş; akıldan kalbe, kalbden akla geçerek örneklerle açıklamalarda bulunan yepyeni bir yol takip etmiş ve felsefenin dahi ulaşamadığı yerlere ulaşıp iman hakikatlerini açık bir şekilde göstermiştir.

Akıldan hareketle yola çıkan ve Yunan düşüncesini kendilerine esas kabul eden İslam düşünürlerine karşılık Bediüzzaman, Kur'an'ı kendisine rehber edinmiştir.

Bediüzzaman'a göre Kur'an, bütüncül bir yaklaşımla 'tevhid'e baktığı için kısır yaklaşımların göremediği, kavrayamadığı ve anlayamadığı pek çok hakikati görüp anlamıştır. Ayrıca Kur'an, tevhidi anlatırken bütün yüce İlâhî hakikatlerin mahiyetine uygun bir üslup kullanmıştır.

Aynı şekilde bütün 'Esmâ-i Hüsna'nın iktiza ettikleri hükümleri bünyesinde toplamış ve o hükümlerin uygunluğunu muhazafa etmiştir. Bediüzzaman'a göre böyle bir yöntem hiçbir beşerin eserinde mevcut değildir. Bu yöntemi küllî anlamda bulmak mümkün değildir. Kelamcıların, mutasavvıfların ve felsefecilerin usulleri bu küllî yöntemin sadece bir bölümünde uzman olmakta ve meşreplerini o usul üzerine bina etmektedirler. Bunlar da ya ifrat, ya da tefrite düşerek dengeyi koruyamamaktadırlar.

Bu görüşleriyle Bediüzzaman'in daha önce başta Ahmed b. Hanbel, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye gibi Selefî âlimlerle İbn Rüşd gibi bazı düşünürlerin yanı sıra Mevlana Celaleddin er-Rûmî gibi bazı sûfilerin kelam âlimlerine yönelttiği eleştirilere iştirak ettiği anlaşılmaktadır.

Said Nursî, bu iddiasını, daha sonra da bütün hayatı boyunca devam ettirmiş ve eserlerinin pek çok yerinde tekrar ederek, Risale-i Nur'un sadece Kur'an'a dayandığını ve ilhamını ondan aldığını belirtmiştir. Bu iddialar ışığında Risale-i Nur incelendiğinde gerçekten de onun Kur'an'ın üslubundaki bazı özellikleri yansıttığı görülecektir. Bunların en önemlileri arasında şunları saymak mümkündür:

1. Kur'an'ın, başta Allah'ın varlığı ve birliği olmak üzere, iman hakikatlerini ispat ederken ortaya koymuş olduğu deliller, mevcut âlemin ve yaşanan hayatın parçalarıdır. Kur'an bütün bunları, Allah'ı bilmenin birer delili olarak kullanmaktadır. Risale-i Nur tefekkürünün malzemesi de bunlardan başka bir şey değildir.

2. Baştan sona kadar iddialarına aklı şahit gösteren ve insanları tefekküre davet eden ve taklitçiliği şirkin temeli olarak gösterip kökünden kesip atan Kur'an'ın bu tarzını Risale-i Nur da aynen benimsemiştir.

Nursî, tasavvuftaki süluk (manevi terakki mertebelerinde devam etmek) ve evradin (sık sık ve devamlı okunan dua ve zikirler) yerini, Risale-i Nur'da mantikî ve ilmî delillerin aldığını ifade etmektedir.

3. Kur'an'ın hitabı evrenseldir. Bediüzzaman Said Nursî de, bilhassa Barla devrinden itibaren kaleme aldığı Risale-i Nur Külliyatı'nda bu yolu seçmiş ve kendisine muhatap olarak seçkin bir zümreyi değil, bütün insanlığı almıştır.

4. İkinci maddede belirtilen özellik, Risale-i Nur'un kelam ilmi ile çok yakından paylaştığı bir temel özellik olmakla birlikte, bu konuda kelamdan ayrıldığı ve doğrudan Kur'an'ı örnek aldığı bir husus daha vardır ki, o da üslup meselesidir.

Mesela cüz'î bir varlık yahut hâdisedeki tecelliyi küllî varlık ve hâdiselerle yan yana incelemekten ibaret bir metodu açıklarken Risale-i Nur'un kullandığı şu üsluba her hangi bir kelam eserinde rastlamak mümkün değildir: 'Esma-i hüsnanın her birisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemali var ki; birtek cilvesi, koca bir âlemi ve hadsiz bir nev'i güzelleştiriyor. Birtek çiçekte bir ismin cilve-i cemalini gördüğün gibi, bahar dahi bir çiçektir ve Cennet dahi görülmedik bir çiçektir. Baharın tamamına bakabilirsen ve Cennet'i iman gözüyle görebilirsen bak gör. Cemal-i Sermedî'nin derece-i haşmetini anla. O güzelliğe karşı iman güzelliğiyle ve ubudiyet cemali ile mukabele etsen, çok güzel bir mahluk olursun. Eğer dalaletin hadsiz çirkinliğiyle ve isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşılasan, en çirkin bir mahluk olmakla beraber, bütün güzel mevcudatın manen menfurları olursun.'

Bu ifadelerin, okunduğu zaman insanın içindeki bir potansiyeli harekete geçiren bir güç taşıdığı, gerek ifadenin kendisinden, gerekse Risale-i Nur'un, kendisini okuyanlar üzerinde hâsıl ettiği tesirden rahatça anlaşılmaktadır. İslam âlimleri arasında da benzer bir üslubu seçenlerin sayısı az değildir. Onlar gibi, Risale-i Nur'a da bu orijinal üslubunda Kur'an'ın kaynaklık ettiği aşikârdır. Ve bu üslubun vicdanlar üzerindeki tesiri, Kur'an'ın asırlar ve kıtalar ötesine uzanan icazının bir delilinden başka bir şey değildir.

5. Kur'an, insana bir bütün olarak hitap etmektedir. Onun hitabından sadece akıl veya kalb değil, insanın bütün varlık ve duyguları birden feyiz almaktadır. Risale-i Nur da bu üslubu benimsemiştir. Müellif, Risale-i Nur'daki tefekkür bahislerinin tekrar tekrar okunduğu halde usandırmamasını da yine Kur'an'dan gelen bu özelliğe bağlamaktadır.

6. Âlemlere rahmet olarak gönderilen ve müminlere çok şefkatli ve çok merhametli bir peygamberin elinde, yine müminlere bir rahmet olarak indirilen Kur'an, daha ilk sayfasında bize Âlemlerin Rabbini Rahman ve Rahim isimleriyle tanıtmaktadır. İlâhî rahmete her zamankinden muhtaç bir durumda olmasına rağmen, daha çocukluk yaşlarından itibaren çevresinden gelen telkinlerle Allah'ı cezalandırıcı bir varlık olarak tanımaya meyyal olan bugünün insanına Risale-i Nur'un Allah'ı tanıtmasında da aynı üslup hâkimdir.

Yeis yerine ümit vermeyi, ürkütmek yerine müjdelemeyi esas alan Risale-i Nur, Allah korkusunu dahi, bir yavrunun, annesinin şefkat dolu sinesine sığınmasına benzetmektedir. Yine Kur'an'dan geldiğine hiç şüphe olmayan bu özellik, Risale-i Nur'un Rahman, Rahim ve Rauf isimlerine mazhariyetini göstermektedir.

Buradan hareketle Bediüzzaman'ın kelam ilmine dair takip ettiği metodun, bu alanın geleneksel metodlarından farklı bir yere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü o, risalelerinde, okuyanları meselenin en ince detaylarına kadar götüren, onlara bütün kâinatı görebilecekleri gayet ince haritalar sunan ayrıntılı bir üslub kullanmaktadır. Bu, sadece filozoflara ve soyut aklî ilimleri tahsil eden öğrencilere hitap eden, aşırı derecede icazdan, çerçevesi belirlenmiş aklî prensiplerden ve alışılmış ilmî terimlerden öteye gidemeyen eski kelam ilmi âlimlerinde bulunmayan bir özelliktir.

Materyalist medeniyetin hileli tuzaklarına düşmüş, böylelikle aklı ve kalbi dağılmış, bir çok menfi yollarla hayatlarının tümüne medeniyetin kötülükleri bulaşmış olan tüm İslam dünyası Bediüzzaman Said Nursî'nin muhatabıdır. O, havas-avam, büyük-küçük, kadın-erkek ayırt etmeden herkese hitap etmektedir.

Bu açıdan Bediüzzaman'ın uyguladığı metod, İslam alemi ile modern materyalist medeniyet arasında gerçekleşen savaşta, nasıl mücadele verileceğini ve nelerle karşılaşacağını bilmeyen insanları uyarıcı mahiyette, gayet geniş, ince ve çok boyutlu bir programa dayanmaktadır.

Said Nursî, Kur'an-ı Kerim'e tam manasıyla dayanarak, geçmiş asırlardaki mücadelelerde kullanılan terimleriyle havastan başka kimsenin anlayamadığı kelam ilmini, bu asırda yaşayan her bir ferdin aklına ve yapısına uygun bir ilim seviyesine indirmiştir. Bu yolla kâinat, ferdin etrafını çepeçevre kuşatmakla birlikte, kelam ilminin ele aldığı enfüsî ve âfaki âlemlerdeki ince sırları müşahede yollarını aralayan ve onun kolaylıkla okuyabilmesi için önüne serilmiş birer sayfa haline gelmiştir. Böylelikle o kişi, onda Yaratıcısına dair en mükemmel delilleri bulur. Bütün kâinatla şaşırtıcı bir yakınlık kazanır ve yine onda dalalet, küfür, şirk ve zulüm karanlıklarında kaybolup giden kendi nefsini okur.

Risale-i Nur'un kelam ile ortak noktaları, tasavvuf ile benzerliklerinden daha fazla ve daha esaslıdır. Hatta, Risale-i Nur ile kelamcılar arasındaki farkın bir üslup meselesinden ibaret olduğunu söylemek mübalağa olmayacaktır. Yirminci -ve muhtemelen yirmi birinci- yüzyıl insanının önüne açtığı tefekkür ufkuyla Risale-i Nur'un kelam tarihinde bir çığır sahibi olarak, kendisine has bir isimle anılmaya herhalde liyakatı vardır. Çünkü onun getirdiği Kur'ânî kelam tarzında, bir kere keşfedildikten sonra, insanları doğrudan doğruya Kur'an ile tanıştıracak ve Kur'an'da, Risale-i Nur'un anlattıklarından çok daha fazlasını bulmalarını sağlayacak bir istidat saklıdır.

Netice itibariyle Risale-i Nur'un doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakim'den aldığı bu metod (Kur'ânî kelam metodu), insanı marifetullaha ulaştıran en kısa yoldur. Bu metod insanı, ne sebepler perdesi içinde boğmakta; ne de kâinatı inkara varan bir zorlamaya kapı açmaktadır. Risale-i Nur'un bu Kur'ânî metodunda, daimî bir huzur ve kulluk şuuru vardır. Fakat bu istidadı kazanmak için, yani mü'minin kendisini her yerde ve her zaman Allah'ın huzurunda hissetmesi için, kâinatı hayale atmak veya 'aslında yoktur' diyerek mevcut yaratıkları inkar etmek zorunda kalınmamaktadır.

Yani Risale-i Nur, daimî bir huzura kavuşmak için, Vahdet-i Vücud ehlinin yolunu aşan; emniyetli, selametli, daha umumî ve kısa bir yolu Kur'an'da bulmuştur. Risale-i Nur, aynı şekilde, Allah'ı daima hatırda bulundurmak için kâinatı unutarak, mevcudatı unutmak veya yok farz etmek gibi -Vahdet-i Şuhud ehlinin takip ettiği- gayri fıtrî bir yola da girmemektedir.

Kısacası, Bediüzzaman Said Nursî'nin kendi ifadeleriyle 'Kur'an-ı Hakim'den alınan marifet, huzur-u daimîyi vermekle beraber, ne kâinatı mahkum-u adem (yokluğa mahkum) eder, ne de nisyan-ı mutlakla (kesin bir unutmayla) hapseder. Belki başıbozukluktan çıkarıp, Cenab-ı Hak namına istihdam eder (kullanır). Herşey mir'at-ı marifet (Allah'ı bilme aynası) olur.'

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Meryem Dursunlu, 2011-09-27 19:56:49

Allah razı olsun. İstifade ettik.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

AZÄ°Z ÃœSTADIMA

AZÄ°Z ÃœSTADIMA

Aziz üstadım; seni tanıdığıma, eserlerini okuduğuma şükür ediyorum. Sana talebe olma şe

MEĞER İŞ BİZİM ANLADIĞIMIZ GİBİ DEĞİLMİŞ

MEĞER İŞ BİZİM ANLADIĞIMIZ GİBİ DEĞİLMİŞ

Biz münevverler, ekseriyet itibariyle herhangi bir içtimai meselede gazete haberleriyle iktifa ede

BÂZI MÛTEBER KAYNAKLARDA BEDÎÜZZAMÂN’IN DOĞUM TÂRÎHİ

BÂZI MÛTEBER KAYNAKLARDA BEDÎÜZZAMÂN’IN DOĞUM TÂRÎHİ

1- Bedîüzzamân Saîd Nursî: Târihçe-i Hayâtı, Eserleri, Meslek ve Meşrebi, Doğuş Ltd. Şi

BEDİÜZZAMAN’IN KİM VE NE OLDUĞU

BEDİÜZZAMAN’IN KİM VE NE OLDUĞU

Rahmetli Said-i Nursi veya Kürdi'nin nasıl yaşadığını ve nasıl öldüğünü öğrenmek içi

SAÄ°D-Ä° NURSÄ°

SAÄ°D-Ä° NURSÄ°

Abdürrahim ZAPSU Yetmiş yıl evvel Van vilâyetinin Nurs köyünde doğdu. Babasının ismi Mirza

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-5

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-5

Bu anlattıklarımız, mücahid alim Said Nursi’nin hayatının bazı safhaları ve lem’alarıdÄ

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-4

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-4

Esaretten kurtulup Van’a döndüğünde Müslüman safları ve cemaatleri arasındaki İslami gayr

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-3

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-3

Bu kısa fetret dönemi sonrasında tüm himmetini bütün iÅŸlerde dinin tahkimine ve zayıflık gÃ

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-2

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-2

Üstad üstaddır. Müceddiddir. Geçmiş büyüklerle irtibatı çok kuvvetlidir. Geleceklere de ç

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-2

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-2

Van valisinin daveti üzerine Türkiye’nin kuzey doğusundaki Van’a gitti ve burada 15 sene kald

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-1

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz Üstad Bediüzzaman’ın vefatının sene-i devriyesinde son de

Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.

TAHRÃŽM,6

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

İnsanların en fenası, birine ayrı, diğerine de ayrı görünen iki yüzlü insanlardır.

Seçme Hadisler, 101

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI