Cevaplar.Org

PROFESÖR ÂDEM TATLI-1

Biyoloji Profesörü Âdem Tatlı Bey, bu akşam Tavşanlı’da Şura Apt. Dershanesi’nde sohbet etti. Sohbeti çok heyecanlı ve tatlıydı. Zaten onun üslubu, adı gibi tatlı ve kibardır.


İbrahim Köse

ibrahimkose60@gmail.com

2013-08-16 10:01:32

Biyoloji Profesörü Âdem Tatlı Bey, bu akşam Tavşanlı'da Şura Apt. Dershanesi'nde sohbet etti. Sohbeti çok heyecanlı ve tatlıydı. Zaten onun üslubu, adı gibi tatlı ve kibardır.

Üslup çok önemlidir. İster günlük hayatta olsun, ister eğitim öğretim alanında olsun, isterse hizmet dilinde olsun üslup çok ehemmiyetlidir. Bilhassa hizmet dilinde üslup açık, anlaşılır; kibar ve nezih olmalıdır. Emredici, suçlayıcı, cehenneme atıcı, nefsi müdafaa edici ve tartışmacı anlatım Risale-i Nur hizmetinin ifade tarzı değildir.

İşte on yıllardır hizmette bu güzel üslubu anlatırken hep aklımıza Âdem Hoca'mızın ifade tarzı gelir ve hemen ondan bir örnek veririz. Mesela o: "Toplantıyı bir dahaki hafta yapalım"demez de "sanki toplantıyı bir dahaki hafta yapmak daha münasiptir" der. Onun hemen hemen bütün ifadesinde "sanki" kelimesi yer alır. Hocamızın "emir ve gereklilik" kiplerini kullandığına pek şahit değiliz. O insanlarla iletişimi bir sevgi, bir muhabbet havasında yapar.

Âdem Hocamız Erzurum'da Atatürk Üniversitesi'nde görev yaptığı yıllar, bizim Bursa'dan Erzurum'a gidip geldiğimiz yıllardı. Hocamızın ismini o zamanlar çokça duyardık. Fakat kendisini hiç görmedik. Onunla ilk görüşmemiz Kütahya'da nasip oldu. Bizim liseden öğrencilerimiz olan, kendisinin de üniversitede okuttuğu ve bu gün akademik kariyer yaparak doçent, profesör olan Ökkeş Atıcı, Murat Aydın Şanda, Halit Alyar gibi isimler hep onunla ortak muhabbet konumuz oldu.

Âdem Hoca'mız prensip sahibi, dakik bir insan. İlminin yanında tevazu ve ihlâsı da büyük. İlmini muhataba göre dillendiren hikmete sahibi bir zat. Okuyan anlatan ve yazan bir şahsiyet. Bilhassa Darwin'in evrim teorisi hususunda bilimsel izahlar yapan bir profesör. Bu konuda birçok dergide ve sitede makale yayınlayan, televizyon programına çıkan akademisyen. Alanıyla ilgili sorulara "sorularlaevrim" adlı internet sitesinde cevap veren yazar ve yorumcu.

Bir gün kendisine ilk kitap çalışmalarımız olan "İz Bırakan Öğretmenler" ve "Modern Masallar" kitaplarını sunduk. İki üç gün içinde kitapları okuyup yaptığı değerlendirmeleri de ekleyerek e posta adresimize gönderdi. Hey Allah'ım o ne incelik, o ne dakiklik, o ne hassasiyet. Bu kısa zamanda kitapları hem şekil bakımından hem de muhteva açısından inceledi. Üstelik imla bakımından da bir tek harfine ve noktasına varıncaya kadar inceleyerek değerlendirmede bulundu. Doğrusu hocamızın bu alandaki çalışması harikaydı. Keşke kitapları basmadan önce gösterseydik. Doğrusu çok hayıflandım.

Günümüzde insan bir şiirini, bir hikâyesini veya bir denemesini bile en yakın bir arkadaşına hemen okutup inceletemezken, bir profesörün kalkıp bir öğretmenin elinden tutması kadar güzel bir şey var mıdır acaba? Bizi yazı hayatımızda en ciddi şekilde bilimsel olarak ilk eleştiren, inceleyen ve değerlendiren muhakkik odur. Artık kaçırır mıyız hiç. Bundan sonra hizmetle ilgili bütün çalışmalarımızı ilk önce ona gönderiyoruz, o inceledikten sonra yayınlıyoruz. Bu süreçte asıl ona hayran kaldığımız husus ise, onun çok dakik oluşu, biri iki günde 200 sayfalık bir dosyayı inceleyip iade edişidir. En yakın bir öğretmen arkadaşımıza verdiğimiz böyle bir dosyanın bize dönüşünün birkaç ay, hatta bazen bir iki yılı aldığı düşünülürse, Âdem Hoca'mızın bu hususta meleke kesbederek melekler gibi iş gördüğünü söyleyebiliriz. Bütün öğrencilerimize bu ağabeyin hayatını ve çalışma sistemini örnek göstereceğiz.

Âdem Tatlı Hoca'mızın Kur'an hizmetinde cereyan eden Risale-i Nur sohbetlerinin ayrı bir güzelliği, ayrı bir yeri vardır. Nasıl ki bir tatlıcıdaki tatlıların her birinin tadı diğerlerinden farklı ise işte her bir mümtaz ağabeyin ders yapma güzelliği ve tadı da böyle farklıdır. Âdem Tatlı Hoca'mızın dersinin tadı da daha bir başka tatlıdır. Şimdi bu tadı daha yakından tatmak için geliniz bu akşam Şura Apartmanı'ndaki sohbetine kulak verelim.

Tatlı Hoca'mız, Sözler Kitabı'ndan bahar mevsiminin gelişiyle ilgili Allah'ın yeryüzünde kısa zamanda çok yerde çok sayıda bitki, çok sayıda hayvan ve çok sayıda daha başka varlık yarattığını anlatan bir yer okurken şu açıklamayı yaptı:

-Şimdi içinde bulunduğumuz bu salonu ve diğer odalarını düşünün. Bir ressam bu salon ve odaların duvarlarını bir haftaya lale, gül, karanfil ve benzeri çiçek resimleriyle donatabileceğini söylerken, şimdi biri kalkıp ona dese ki; "Sen bir haftaya değil, bir iki güne hem bu daireyi hem de bu beş katlı Şura Apartmanı'nın bütün dairelerindeki duvarları en iyi, en güzel resimlerinizle donatacaksınız. Bu ressam da bunu kabul edip çalışmaya başlasa acaba bir iki ayda yapabileceği bir çalışmayı bir iki güne indirirse, o güzel ustalığını gösterip o güzel sanat eseri olan resimlerini çizebilir mi? elbette ki çizemez. Onun bir iki günde çizdiği resimler, olsa olsa her duvara attığı bir iki fırçadan başka bir şey olamaz. Oysaki bakın arkadaşlar, bakın kardeşler, Allah bahar mevsiminde bir iki günde bütün yeryüzündeki ağaçları yeşertip çiçeklerini açıyor. Bir ağacın bütün çiçekleri bir gecede bir anda aynı şekilde ve aynı kokuda açıyor. Bir çiçek bir çiçeğe; bir ağaç bir ağaca mani olmuyor. İşte Allah'ın ilmi, iradesi, hikmeti ve kudreti böyle sonsuzdur. O aynı anda çok işi çok kolay ve çok sanatlı yapar.

Şu bulunduğumuz salon duvarına bir boya fırçasıyla birkaç renk boya çekilse, ilk aklımıza gelen şu olur: Acaba bu boyayı buraya kim sürdü?

İşte şimdi park ve bahçelerde renk renk laleler ve hercai menekşeler çiçek açmış. Acaba onların boyalarını kim sürdü? Her birisine çeşit çeşit renkli fırça çekilmiş. Kimdir bunların boyacısı? Salondaki boyanın ustası olduğu gibi, o lalelerin ve hercai menekşelerin bir boyacısı bir ustası olması gerekmez mi?"

Âdem Tatlı Hocamız elindeki kitaptan biraz daha okuduktan sonra bu defa da şu açıklamayı yaptı:

-Bir sabah kalktığımızda bir kiraz ağacının bir dalında beş on tane kırmızı boncuk sallandığını görsek, hemen onların oraya kimler tarafından asıldığını sorarız. O boncukları oradan indirirsek orası boş kalır. Oysa Allah bir kiraz ağacının bir dalına değil, bütün dallarına ve bütün kiraz ağaçlarının bütün dallarına ve diğer bütün meyveli ağaçların bütün dallarına beyaz beyaz, pembe pembe, mor mor, sarı sarı, kırmızı kırmızı çiçekler takıyor. Hem de bu çiçekleri bir müddet sonra; sarı sarı, yeşil yeşil, kırmızı kırmızı meyvelere dönüştürüyor. Ayrıca o meyve ağacının çekirdeğini de onun içine koyuyor. Meyve ağaçlarının sistemini bilmeyen, onların çekirdeğini her bir meyvesinin içine koyabilir mi? Toprağı, suyu, güneşi, havayı yaratmayan meyve ağacını yaratabilir mi? Demek ki bu bahar mevsiminde bir meyve çiçeği, bir kiraz çiçeği Allah'ı bulmaya yetiyor."

Profesör Âdem Tatlı Bey, önündeki Sözler Kitabı'ndan biraz daha okuyup kendi usulünce yukarıdaki açıklamalara benzer açıklamalar yaparak dersini bitirdi. Onun yaptığı ders o kadar tatlı o kadar müessir idi ki sanki ders hiç bitmemiş gibiydi. Salonda çıt çıkmıyordu. Herkes ders dinliyormuş gibi sessizliğe devam ediyordu. Cemaatten birisi bunu fırsat bilip hocamıza bir soru sordu. Arkasından ikinci üçüncü sorular geldi. Derken diğer sorular soruldu. Hocamız da bu sorulara en ilmi en makul ve en güzel cevapları vererek adeta ikinci bir ders daha yaptı. Sorulan sorular ve verilen cevaplar şöyleydi:

Soru 1: Canlılardaki kromozomların eksilmesi, fazlalaşması veya yerlerinin değişmesi söz konusu mudur? Yani canlılar birbirine dönüşür mü?

Cevap: Hayır dönüşmez. Her bir canlı grubunun genetik yapısı kendine hastır, değişmez. Ateist evrimciler tarafından iddia edildiği gibi, kavundan patates, domatesten buğday meydana gelmez. Aynı şekilde insan da insan olarak ve en mükemmel şekilde yaratılmıştır.

Soru 2: Bazı sineklerin veya bazı böceklerin ayaklarında tat alma, koku alma gibi duyguları var mıdır? Varsa bu durum insanın cennette bütün azalarıyla duyması, görmesi tat almasına örnek teşkil eder mi?

Cevap: Araştırılır, incelenilir. Varsa, ilmî olarak ortaya konulur. Risale-i Nurlarda Bediüzzaman hazretleri, "İnsanda Esma-i İlahiye adedince hissiyat ve duygular vardır" diyor. "Çok letafet kesbeden bir kimse, her bir azasıyla görebilir ve bilebilir" diyor. Mesela bir kimse, gayret edince eliyle görebiliyor. Biliyorsunuz âmâlar elleriyle okuyorlar.

Soru 3: İsviçre'deki yerin altında kurulan atom araştırma merkezindeki çalışmalar, İslam'ın lehine olan çalışmalar mıdır? Hâşâ, "tanrı parçacıkları" terimi ne demektir? Bilgi verir misiniz?

Cevap: Allah kâinatı Peygamberimizin (s. a. v.) nurundan yaratmıştır. O'nun nuru adeta kâinatın çekirdeği olmuş ve kâinattaki bütün varlıklar o çekirdekten yaratılmıştır. Ama sonuçta kâinat ağacının meyvesi de yine insandır ve insanlar içerisinde en mümtaz ve en üstün de Allah'ın Habibi Peygamberimiz (s. a. v) dir. Tıpkı ağacın kökü, gövdesi, yaprağı ve çiçeğinin meyveye hizmet ettiği gibi, kâinattaki her şey insana hizmet etmektedir. Yani, insan kâinatı ağacının meyvesidir. Peygamberimiz (s. a. v.) de bu kâinat ağacının hem çekirdeği hem de meyvesi hükmündedir.

Günümüzde ilim de, kâinatın yokluktan varlık âlemine çıktığını ve başlangıçta, sonsuz yoğunlukta ve sıfır hacimde bir cisimden meydana geldiğini ileri sürüyor. İşte o başlangıcı teşkil eden o ilk maddeye ulaşmaya çalışıyorlar.

Soru 4: "GDO" çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz? Üzerinde bu çalışmaların yapıldığı ürünler helal midir?

Cevap: Bunlar bilimsel çalışmalardır. GDO ifadesi, genetik yapısı kısmen değiştirilmiş ürünler için kullanılmaktadır. Mesela, bir domatesin lezzeti ve kokusu gayet güzeldir. Fakat yüke dayanıklı değildir. Bir domates çeşidi de lezzetsiz ve kokusuzdur, fakat yüke dayanıklıdır. İlmî araştırmalar ile yüke dayanıklılığı ve lezzeti veren genlerin yeri tespit edilir. Daha sonra bu genler kimyevî elementlerle kesilir ve lezzetli olan domatesin yüke dayanıklılık geni kesilip alınır, yerine yüke dayanıklı gen yapıştırılarak üremesi sağlanır. Böylece, hem lezzetli ve hem de yüke dayanıklı bir domates elde edilmiş olur. Bu ve benzeri çalışmalardan elde edilen sonuçların hangilerinin sağlığa zararlı olduğu, ilmî çalışmalarla tespit edilir.

Burada şu hususun bilinmesi önemlidir. Bu tip çalışmalar, elmanın üzerine armut aşılama gibidir. Dolayısıyla siz çalışmanızla Allah'a bir soru soruyorsunuz. Diyorsunuz ki, "Yarabbi, ben kavunun üzerine biber aşılasam, buna nasıl cevap verirsin?" Şartlarını yerine getirerek kavun üzerine biber aşılarsanız, alacağınız cevap olumlu da olabilir, olumsuz da. Burada sizin yaptığınız bir aşılamadır. Genetik kopyalama da böyledir. O canlıları yaratan, hücrelerine hayat verip geliştiren yine Allah'tır. Bu bazen yanlış ve kasıtlı olarak, Allah'tan alınıp kula verilmeye çalışılıyor. Bu şirktir, Allah'a ortak koşmaktır.

Sorulan sorular ve hocamızın verdiği cevaplar sürüp giderken Tavşanlı'da Şura Dersanesi'nde bir perşembe akşamında derse ayrılan zaman da bitivermişti. Hocamız son sözlerini söylerken şunu da ilave etmeyi unutmadı:

-Soru sormak önemlidir. Sorular ilmin kapısını açar. Bir soru sorulunca hem soran, hem cevap veren, hem de dinleyen sevap alır. Fakat soru soran bu üçünün sevabını da alır. Risale-i Nur cemaatinde böyle soru soran cevap veren ve dinleyen insanların bulunması ne kadar güzel bir haldir. Allah cemaatinizin bereketini, tadını artırsın. Âmin.

Hocamızın ilmi çalışmalarından bahsetmeden geçmek olmaz. Yaptığı bir alan çalışmasında, Erzurum'un yaylalarında bu güne kadar rastlanmayan bir çiçek bulmuştu. Bu çiçeği o bulduğu için de adına "Astragalus tatli" çiçeği denmişti.

Onun insana, imana ve İslam'a yaptığı en büyük çalışmalarından biri de ders kitaplarına girmesine vesile olduğu "İnanç Teorisi'ydi. 1985 Yılı'nda Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler zamanında kurulan bir komisyon marifetiyle bu güne kadar biyoloji kitaplarında hep halkın "Maymun Teorisi" dediği, Darwin'in "Evrim Teorisi" okutulurken, hocamızın vesile olduğu bu çalışma ile bundan sonra ders kitaplarında inanç teorisi olarak okutulmaya başlanmıştı. O gün bu gündür de okutulmaktadır. Allah kendisinden razı olsun.

Prof. Dr. Âdem Tatlı Hocamıza bir gün onunla ilgili merak ettiğimiz hususları yazılı olarak sorduk. O da sağ olsunlar, bizleri kırmayıp aşağıdaki cevapları gönderdiler:

MERAK EDÄ°LEN HUSUSLAR:

1. Husus: Evrim Teorisinin 1985 yılında gündeme gelmesi nasıl oldu, bilgi verir misiniz?

Cevap: Kardeşim İbrahim Bey, o konuda bizim fazla bir rolümüz olmadı. Meselenin esas sahibi, o zamanının Millî Eğitim Bakanı Sayın Vehbi Dinçerler'dir.

Bu konu zaman zaman soruluyor. O bakımdan, ben şahit olduğum kısmını kısaca nazara vermek isterim.

Yıl 1985. Zamanının Cumhur Başkanı Sayın Kenan Evren, Başbakan rahmetli Sayın Turgut Özal, Millî Eğitim Bakanı Sayın Vehbi Dinçerler idi. ANAP yeni hükümet olmuştu. 1985 Yılı'nın Şubat Ayı'nda, Millî Eğitim Bakanının kitapları değiştireceği hususunda söylenti vardı. Ben Millî Eğitim Bakanını tanımıyordum. Kendilerine birkaç satırlık mektup yazdım. O mektupta, yeni görevlerinin hayırlı olmasını dileyerek, kitapların yeniden ele alınacağını işittiğimizi, şayet böyle bir çalışmaları olursa, Biyoloji dersinde evrim teorisinin kanun gibi okutulduğunu, dolayısıyla bu hususun göz önüne alınması gerektiğini bildirdim. Üç veya beş gün sonra, Pazartesi günü Millî Eğitim Bakanlığından telefonla arandığım söylendi. Telefonda Bakanının danışmanlarından Sayın Ahmet Bedük vardı ve Bakanın bir hafta içerisinde, evrimin lehinde ve aleyhinde, Amerika ve Rusya da dahil, bütün dünyada ne dendiğini bildiren bir rapor istediğini söyledi.

Ben, "Bakan bu gün söyler, bir ay sonra aklına gelirse sorar, ondan sonra bir daha hatırlamaz, unutur gider" diye düşündüm ve çok fazla üzerinde durmadım.

Baktım çarşamba günü, bakan danışmanı tekrar arıyor:

-Bakan Bey raporu soruyor. Bu hafta sonuna yetiÅŸtirilmesini istiyor, dedi.

Bu işin üzerinde ciddi durulduğunu anladım. Ben o zaman doçenttim. Cenab-ı Hak lütfetmiş, bir yıl önce, 1984 yılında, "Fosiller ve Evrim" adı altında, İngilizceden bir kitap tercüme etmiştim. Evrim dersinde o kitabı takip ediyordum.

Bu kitap Kiliseler birliğinin organize ettiği "Yaratılış Enstitüsü" tarafından hazırlanmıştı. Kitap, bütün dünyadaki evrim gelişmelerini özetliyor ve üstelik evrimcilerin kendi ifadelerinden, bu konunun bir çıkmaz içerisinde olduğu, bir türden bir başka türün meydana gelmediği, kaynaklar verilerek açıklanıyordu.

Üç gün içerisinde, bu kitaptan 20-25 sayfalık özet bir rapor hazırlayıp, Prof. Dr. Münip Yeğin ve Doç. Dr. Edip Keha beylerin de imzasıyla hafta sonu Millî Eğitim Bakanlığına gönderdik. Üç gün sonra Bakan danışmanı Sayın Ekrem Bey telefonda, Bakan Bey'in raporu beğendiğini, iznimiz olursa, bir ön söz ekleyerek on bin adet bastırıp okullara göndereceğini bildiriyordu. Biz de bu konudan çok memnuniyet duyacağımızı ve teşekkürümüzü beyan ettik.

Bu raporu bütün okullara göndermişler ve ilgili öğretmenlerden rapor hakkında değerlendirme istemişler. Daha sonra aynı rapordan beş bin adet daha bastırmışlardı.

Sayın Vehbi Bey, konuyu devamlı gündemde tutuyordu. Nisan ayında bakanlıkta, bakanlık personeline evrim hakkında panel tarzında açık oturum düzenlemek istediğini, bu konuda kim ne söylemek istiyorsa gelip tebliğ sunmasını istemiş. Bize de haber ulaştı. Biz o zaman Erzurum'da idik. 5-6 tebliğ hazırladık. Benimki Fosiller hakkında idi. Doç. Dr. İsmet Hasenekoğlu'nun tebliği Mutasyonlar ve Evrimle ilgili idi. Doç. Dr. Cafer Marangoz, Doç. Dr. Edip Keha birer tebliğ hazırlamışlardı. Prof. Dr. Münip Yeğin hoca da genel bir değerlendirme yapacaktı.

Toplantı tarihinden bir gün önce Ankara'ya geldik. Bakan Beyle görüşmek için Millî Eğitim Bakanlığına gittik. Sayın Vehbi beyle ilk defa o zaman tanışmış olduk. Tebliğlerimizin konusu hakkında bilgi aldı. Konuyu bütün üniversitelere yazdığını, ancak onlardan bir cevap gelmediğini söyledi. Ben kendilerine şunu söyledim.

-Sayın Bakanım. Bu evrim meselesi sıradan bir teori değildir. Dinsizliğin üç ayağı vardır. Freudizm, Darwinizm ve Marksizm. Siz bu üçayaktan birisini kaldırmaya çalışıyorsunuz. Korkarım bu sizin koltuğunuzu götürür.

O şöyle cevap verdi;

-Âdem Hoca, ben omuzumda on beş milyon vatan evladının manevî mes'uliyetini taşıyorum. Ben anladım ki, bu mesele ilmî platformundan çıkarılmış, tamamen dinsizliğe alet edilmeye çalışılıyor ve gençleri imansız yetiştirmek için gayret gösteriyorlar. Bu konun anlaşılması için bir değil, bin Vehbi koltuğu feda olsun.

Dedim, "siz bu işe ihlâsla sarılıyorsunuz ve sadece Allah rızası için çalışıyorsunuz. İnşallah muvaffak olursunuz."

Burada latif bir hatırayı da yâd etmek isterim. Bizimle beraber Ankara'ya göz doktoru sayın Doç. Dr. Zeki Çıkman Bey de gelmişti. İki gün sonra Ankara'da yapılacak göz kongresine katılacakmış. Hilmi Işık Hoca Efendi'nin talebelerinden olan arkadaşımız da Bakan Beyle görüşmek için geldi. Sohbet esnasında, kendisinin de İbrahim Hakkı'ının evrim görüşüyle ilgili çalışması olduğunu, şayet arzu edilirse sunabileceğini söyledi. Bakan Bey de, toplantıya dini bir hava verilmemesi gerektiğini söyleyerek, teklifi uygun görmediğini bildirdi.

Zeki Bey bize toplantıya geleceğini, hiç olmazsa böylece birbirimize manevi destek olacağımızı ifade etti.

Ertesi günü bakanlıkta bakanlık personeli ve bazı öğretmenler salonu doldurmuştu. Yaklaşık 150-200 kişi vardı. Açılış konuşması yapıldı ve ondan sonrası basına kapalı şekilde devam etti. Oturumu Bakan Sayın Vehbi Dinçerler idare ediyordu.

Erzurum'dan gelenler tebliğlerini sundular, soru-cevap kısmında bir dinleyici, İbrahim Hakkı'nın da evrimci olduğunun söylendiğini, bu konuda bilgi istediğini beyan etti. Bakan bey de, kendisine bir gün önce böyle bir teklif geldiğini, fakat toplantıya dini bir hava vermemek için o tebliği kabul etmediğini ifade etti. Biz de arkadaşın salonda olduğunu belirtince, tebliğini vermek için onu kürsüye davet etti.

Toplantı sonunda, bakan Bey, Amerika'daki "Yaratılış Enstitüsü"nden kitaplar getirttiğini ve bunları tercüme ettireceğini, üniversitelerden talibin olup olmadığını sordu. Erzurum ekibi olarak biz talip olduk. Bu üç temel kitaptı. Birisini biz zaten daha önce "Fosiller ve Evrim" olarak tercüme etmiştik. İkinci kitap; "Scientific Creationizm" (Bilimsel Yaratılış)'ın, 5 kişi konuları paylaşarak iki ay içerisinde, "Yaratılış Modeli" adı altında tercümesini tamamladık. Haziran ayında da 50 bin adet basılıp okullara ve kütüphanelere gönderildi. Üçüncü kitap "Evrim Anaforu" idi. Onu tercüme ederken sayın Vehbi Bey, görevden alındı, kitap da bizim elimizde kaldı. Hâlbuki Bakanlıkla, kitapları ücretsiz tercüme etmek için protokol yapılmıştı. Ama Bakanlıkta konuyu sahiplenen olmadı.

Lise Biyoloji ders kitaplarının hazırlanmasında bizim fiili bir görevimiz olmadı. 1985 öncesi liselerde okutulan yedi sekiz yüz sayfalık Modern Biyoloji ve Genel Biyoloji kitaplarının yaklaşık yüzde sekseni tamamen evrimden bahsediyor ve insanın atasının maymun olduğunun ispatlandığı ileri sürülüyordu. Sayın Vehbi Bey'in gayretiyle, evrim konusu kitaplarda ancak gerektiği kadar ve sade bir üslupla ele alınmış ve bugüne kadar o çerçevede devam etmiştir.

Sayın Vehbi Beyle dostluğumuz o günden sonra da devam etti. O, kitapların yeniden yazılması hususunda, tamamen Cenab-ı Hak tarafından istihdam edilmişti. Millî Eğitim Bakanlığından alınıp Çevre Bakanlığına verildiğinde, zaman zaman görüşmelerimiz olurdu. Kendisi de Millî Eğitimde yaptığı o çalışmaya hayret eder ve "Şimdi olsa ben onları yapamazdım. O zaman nasıl yaptığıma şimdi şaşıyorum" derdi.

2. Husus: Hocam, Risale-i Nur'u ilk nerede, nasıl ve kim vasıtasıyla tanıdınız?

Cevap: Risale-i Nur'u tanımak ve istifade etmek bir nasip meselesidir. Biz bu eserleri maalesef çok geç tanıdık. 

Ortaokuldan sonra benim tahsil hayatım hep yatılı geçti. Ortaklar İlk Öğretmen Okulu ile başlayan bu yatılılık hayatı, Ankara Yüksek Öğretmen okulu ve Ankara Fen Fakültesi ile 1970 yılında tamamlandı. 1968-1970 yılları arasında Hürriyet, Milliyet ve Akşam gibi gazeteler devamlı Nurcuların bir yerlerde ayin yaparken yakalandığını ve tevkif edildiğini haber olarak duyuruyorlardı. Biz de merak edip eserlerin mahiyeti hakkında bilgi edinmek istiyorduk. Fakat kitaplar piyasada satılmıyordu. Nurcu olarak tanıdığımız kimse de yoktu. 1969 yılında kitapçılarda " Nurculuk Nedir?" kitabını bulup aldım. Fakat o sadece, Risale-i Nur hakkında müspet görüşü olan düşünür ve yazarların yazılarını ihtiva ediyordu.

1970 yılı sonunda Tokat İlk Öğretmen Okulu'na öğretmen olarak tayin edilmiştim. 1971 yılı Şubat ayında memlekete Korkuteli'ne izine geldiğimde, 85 yaşında Çanakkale gazisi dedemi ziyarete gittim. Orada, dayımın oğlu, orman mühendisi Fahrettin Şeker, Erzurum'da askerliğini bitirip dönmüş ve dedeme bir kitap okuyordu. Kitap ihlâsın mahiyetinden ve şartlarından bahsediyordu. Fakat üslubu bana çok garip gelmişti. İfadelerde, o zamana kadar hiç işitmediğim bir akıcılık ve selaset vardı. Okuma bitirilince, Fahrettin ağabeyden, kitabın kime ait olduğunu sorduğumda, Bediüzzaman'ın Risale-i Nur Külliyatından olduğunu söyledi. Senelerdir bu kitapları aradığımı ve bunu vermesini söyledim. Piyasada kitap olmadığı için veremeyeceğini söyledi. İzin dönüşü Erzurum'da okutman olarak göreve başlayacaktım. Bunu bildiği için, istediğim kitabı oradan temin edebileceğimi, orada Kırkıncı Hoca ve asistan Alâaddin Başar'la görüşmemi istedi.

1971 Haziran ayı idi. Erzurum'da henüz 6 ay önce Botanik okutmanı olarak göreve başlamıştım. Asistan Alâeddin Başar'la aynı binada olduğumuz için selamlaşıyorduk. Onun odasına akşam saatine doğru, çay içmek için uğradığımda, Risale-i Nur hakkında verilmiş bir beraat kararını daktilo ediyordu. O tasdik ettirilerek, herhalde bir mahkemeye sunulacaktı. Kendisinde Risale-i Nurların bulunup bulunmadığını sordum. Alâeddin Bey;

-Var. Dedi.

-Niçin bize vermiyorsunuz, deyince,

-Gel seni bir Hoca Efendi ile tanıştırayım dedi.

Servis otobüsüyle şehre indik. Biraz yürüdük. Bir türbenin yanında, iki katlı bir binanın giriş katında 15-16 metre kare, çok az ışık alan bir odaya girdik. Buranın Karanlık Kümbet olduğunu sonra öğrendim. Bahsedilen Hoca Efendi henüz yoktu. Akşam namazı vakti yaklaşıyordu. "Hocam şimdi gelir, yakın bir yere gitti" dediler. Az sonra, uzun boylu, kısa sakallı, 40 yaşları civarında, edepli, her halinden ilim sahibi olduğu belli olan, mütevazı ve güler yüzlü Hoca Efendi ile tanıştırıldım. Ben henüz 24 yaşındaydım. Elini öptüm. Birlikte akşam namazını kıldık. Namazdan sonra çay geldi. O sırada kendilerine kaderle ilgili bir soru sordum. Birkaç cümlede, zahiren basit ve fakat oldukça mana yüklü bir iki misalle soruyu açıkladı. Tam tatmin olmuştum. Senelerdir içinden çıkamadığım bir meselenin böyle basitçe anlatılması, bu hocanın sıradan birisi olmadığı intibaını bende hâsıl etti. Küçük risalelerden birkaç tane bana verdi. Onları okumamı tembihledi. Böylece Kırkıncı Hoca ve Risale-i Nurla ilk tanışmamız başlamış oldu.

Cenab-ı Hak, dünyada da, ahirette de, Kur'an'dan ve Kur'an'ın tefsiri olan bu eserlerden mahrum etmesin, âmin.

-Devam edecek-

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

İbdahim Köse, 2014-11-24 12:09:31

Adem Tatlı Bey\\\'den \\\"Tatlıcus\\\" hakkında bilgi istedik fakat o an üzerinde durduğu konu farklı olduğundan mevzuyu değiştirmedi. İnşallah bir daha ki görüşmemizde bilgi alır buraya ekleriz.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

semanur serifler, 2014-11-23 12:47:19

Prof. Dr. Adem tatlı Palandöken dağlarında bir bitki bulmuş ismi Tatlıcus tur fakat bununla ilgili her hangi açıklama yok

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

MUSTAFA KARAMAN BEYİN GÖZÜNDEN MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDİ

MUSTAFA KARAMAN BEYİN GÖZÜNDEN MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDİ

“Cenab-ı Hak varlıkları bereket yönünden üç kategoriye ayırmış; Bereketli insanlar vard

VAHDET YILMAZ AÄžABEY

VAHDET YILMAZ AÄžABEY

50 yıllık bir hukukum vardı Vahdet ağabey ile. Beni ilk defa terziye götürüp elbise ve palt

MEHMET KIRKINCI HOCAMIZIN VEFATININ SENE-Ä° DEVRÄ°YESÄ° MÃœNASEBETÄ°YLE

MEHMET KIRKINCI HOCAMIZIN VEFATININ SENE-Ä° DEVRÄ°YESÄ° MÃœNASEBETÄ°YLE

Bugün rahmetli Mehmed Kırkıncı hocamın sene-i devriyesi. Kendisini minnet ve şükran ile anarÄ

PROF. DR. ŞENER DİLEK BEY’DEN KIRKINCI HOCAMIZLA ALAKALI HATIRALAR

PROF. DR. ŞENER DİLEK BEY’DEN KIRKINCI HOCAMIZLA ALAKALI HATIRALAR

Benim kanaatime göre hocamın mümeyyiz üç vasfı vardı; Birincisi: Kırkıncı Hocamda mükemme

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-2

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-2

HACI FARUK TİFNİKLİ EFENDİ Hacı Faruk efendi, Mustafa Necati Efendi’den sonra hocamın ikinc

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-1

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-1

Kıymetli ziyaretçilerimiz, Mehmed Kırkıncı Hocaefendi’nin talebelerinden, kendisinden İslami

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-3

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-3

ÜSTADIN MAHKEMEDEKİ FOTOĞRAFININ BULUNUŞU Erzurum’da müteahhit Osman beyin evinde dersteydi

MEHMED KIRKINCI HOCA’NIN ESERLERİ VE HAYATIM HÂTIRALARIM

MEHMED KIRKINCI HOCA’NIN  ESERLERİ VE HAYATIM HÂTIRALARIM

Bazı şahsiyetler vardır ki, fikirleriyle, eserleriyle, hizmetleriyle sembol olmuşlardır. Memlek

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-2

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-2

1979 senesiydi. Memlekette anarşi olayları en üst düzeye çıkmış, kan gövdeyi götürüyordu

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-1

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir nehir söyleşimizi daha hizmetinize arz ediyoruz. Ya

BÄ°R IRMAÄžIN KIYISINDA DOLAÅžMAK-4

BÄ°R IRMAÄžIN KIYISINDA DOLAÅžMAK-4

HACI MUSA KIRKINCI AĞABEY Hacı Musa ağabey çok zeki bir insandı. Çok farklı bir insandı. Bi

"Allah gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir."

Mü'min, 19

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Hiç bir vâli yoktur ki, o, müslüman ahâli üzerinde icrâ-yı velâyet ederken zulüm ederek ölür, muhakkak Allah Cennet kokusunu ona haram kılacaktır.

Ma'kıl İbn-i Yesâr (r.a)'dan rivayet olunur.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI