Cevaplar.Org

HULUSÄ° YAHYAGÄ°L

Âcizane Hulusi Ağabey’in Risale-i Nur’un bir kutbu olarak hizmette dikkat ettiği hususları ve herkese vermek istediği mesajları şu şekilde anlamış olsak doğru olur mu bilmem?


İbrahim Köse

ibrahimkose60@gmail.com

2013-03-09 20:14:53

 

İnsan bir kuş imiş, daldan dala uçar imiş,

Gönül bir gül imiş, günden güne açar imiş.

İnsan maalesef yaşarken yaşadığı anın, görüştüğü kişinin veya bulunduğu yerin pek farkına varamıyor. Ne zaman ki hazır zaman geçmiş zaman oluyor, her şey bir başka renge bürünerek değişik görünüyor. Mazi denen geçmiş zamanın solmuş ama kaybolması istenmeyen sönük sarı ışıkları, perdesi açılmış eski pencerelerden içeri sızmaya başlıyor, işte o zaman insan pencere dibine oturup perdeyi de iyice açarak o ışıkların geldiği yere bakıp oralarda bir şeyler görmeye çalışıyor.

İşte adına hatıra denen bu eski günlerin unutulmayan izlerini sürerken elbette ki hizmet-i nuriyedeki hatıraların da önemi büyük oluyor. Hele hele yaş geçip ömür akşam güneşinin zaviyesi içerisine girmişse, işte o zaman hizmetteki ağabeyler daha bir kucağını açıyor, kardeşler daha bir tebessüm ediyor, dershaneler daha bir çağırıyor insanı. O eski bir iki odalı, kenarında tezek, odun veya kömür sobası, mutfağında her an gelen misafir kardeşlere bir tas sıcak çorba verme isteğiyle kaynayan eski isli alüminyum tenceresi geliyor insanın gözünün önüne.

Yaşadığımız yıllar itibariyle, hizmette ve cemaatte bulunduğumuz,1973–2013 yılları arasında görüştüğümüz Üstadımızdan yadigâr kalan mümtaz ağabeylerimiz ve onların Hizmet-i Nuriye'deki cefalı ve fedakârane hizmetleri, yıllar geçtikçe insandaki tesirini daha çok artırıyor. Ayrıca Üstadı görmemiş olsa bile nurun kahraman ağabeyleri bu hizmeti, Üstadın talebelerinden alarak günümüze kadar ihlâsla ve fedakârlıkla devam ettiren, denizden bir katre misali, yakından tanıyabildiğimiz bazı ağabeylerin bazı özelliklerini ve bazı hatıralarını yazmaya adeta kendimizi mecbur bildik.

İşte bunların başında nurun ihlâsta birinci talebesi olan Elazığlı Albay Hulusi Yahyagil gelmektedir.

Hulusi Ağabey'i, Hatay'da göreve başladığımız öğretmenliğimizin ilk yıllarında, Elazığ'da, ziyaret etmiştik. O zaman Erzurum, Tunceli (Pülümür), Elazığ Yolu'nu kullanarak Hatay'a gidip geliyorduk. Bir defasında Elazığ'a varıp Hulusi Ağabey'i ziyaret etmek istedik. Bir gece sabaha yakın bir saatte Elazığ otogarına indiğimizi hatırlıyoruz. Biraz bekledikten sonra 15 -20 dakikalık yolu yaya yürüyerek Elazığ merkezine doğru gitmeye başladık. Niyetimiz sabah namazını adres olarak aldığımız İzzet Paşa Camii'nde kılarak Hulusi Ağabey'in dershanesine gitmekti. Otogardan yola çıkınca, yolda ancak birkaç kişinin gelip gittiğini gördük. Yol ıssız, hava seher rüzgârlarının serinliğiyle doluydu. Önümde on dakika önce garajda simit satan on, on bir yaşlarında bir simitçi çocuk gidiyordu. Ayaklarımızı biraz hızlandırıp ona yetiştik. Selam verip öğretmen olduğumuzu söyleyerek kendimizi tanıttık. Onun öğrenci olup olmadığını sorduk.

Öğrenciymiş Elazığlı simit satan çocuk. Her gün yatsıdan sonra garaja gelerek bu saate kadar simit satıp sonra evine gidiyormuş. Evine ulaşınca da abisi kalkarak fırından simit alıp yine bu garaja gelerek saat sekize kadar simit satıyormuş. Saat sekizden sonra da okula gidiyorlarmış. Babaları yokmuş, evde annelerini ve kendilerini bu şekilde geçindiriyorlarmış. Elazığlı simitçi çocuğu dinleyince gözlerimiz doluktu. İçimizden "Ah Anadolu'nun diğer öğrencileri, keşke bu yavruların halini görseydiniz de analı babalı büyümenin ve akşam yatıp mışıl mışıl uyuduktan sonra, sabah rahat rahat kalkıp okula gitmenin kıymetini anlasaydınız."dedik. İçimizden bu çocukların imanının selameti için, maddi ve manevi sıkıntılardan kurtulmaları için Allah'a dua ettik.

Yol boyunca çocuğa dilimizin döndüğünce nasihatlerde bulunduk. Annelerinin kıymetini bilmelerini, iki kardeş tatlı geçinmelerini, derslerine çalışmalarını tembihledik. Ayrıca Allah'ın varlığını, birliğini anlattık. Peygamberimizin de yetim büyüdüğünü ve dünyanın en değerli insanı olduğunu, Kur'an'ın Allah'ın kitabı olduğunu ahiretin mutlaka bir gün geleceğini, ibadetin insanı yücelten bir görev olduğunu uzun uzun anlattık. Derken İzzet Paşa Camii'nin önüne geldiğimizi gördük. Tam o sırada da sabah ezanları okunmaya başladı. Ömrümüzde ilk tanıdığımız Elazığlı arkadaş olarak simitçi çocukla vedalaşıp ayrıldık.

Daha Elazığ'a ilk girişimizde bir öğrenciye bilgi vermeye çalışan bir öğretmen olmamız tesadüf değildi, bunu Hulusi Ağabey'in bir kabulü, bir himmeti olarak gördük. Sabah namazını İzzet Paşa'da kıldıktan sonra bir müezzinin yanına giderek Hulusi Ağabey'in dershanesini sorduk. Tevafuka bak ki o da oraya devam eden bir nur talebesi olduğunu belirterek, bizi dershaneye götürdü. Zaten dershane Camiye çok yakındı. Dershanede ikindiye kadar kalıp Hulusi Ağabey'in ikindi dersine gelmesini dört gözle bekledik. Sonra ağabey gelince onu ilk defa görmenin sevincini yaşayıp elini öpmeye çalıştık. Onun yaşlı halini ve o haldeyken olan ciddi bakışlarını inceleyip içindeki imanı, ihlâsı, vakarı ve sebatı hissedip irkildik. Hulusi Ağabey tam manasıyla bir ciddiyet ve bir istikrar abidesiydi. Sonra ikindi namazına duruldu.

Namazdan sonra o, akşama kadar süren meşhur ikinde dersine başladı. Derse salâvatla, duayla ve hadis-i şerif okuyarak başladı. Hayli risale okunduktan sonra, bir ara söz alıp konuştu. Derste, gözleri âmâ kırk, kırk beş yaşlarında birisi vardı. Bir de onu derse getiren genç birisi vardı. Biz onları hiç tanımıyorduk. Maalesef şimdi de onların adını hatırlamıyoruz.

Hulusi Ağabey, önce o âmâ adamın adını vererek halini hatırını sordu. Sonra onu derse kimin getirdiğini sordu. O da onu derse getiren genci aradı. Genç hemen ayağa kalkarak Hulusi abiye döndü. Hulusi Abi o gence, o âmâya yardım edip onu derse getirdiği için ona dua etti. Sonra da âmâya dönerek dedi ki: "Sen de bu gence çok dua edeceksin."

Daha sonra derse devam edildi. Cemaat yine yorulunca, bu defa da orada anlatılan mevzularla ilgili bir iki açıklama yaparak diğer risalelerde bu mevzuların açıklandığını söyledi. O sıra bir kardeş, Hulusi Ağabey'den hatıra anlatmasını istedi. Ağabey de, hatıranın sırası gelince anlatılacağını belirtip, derse devam edilmesini istedi. Bundan sonra da yer yer dersi kesip cemaatteki bir kısım kişilerin ismini vererek halini hatırını sordu. Onların cevaplarına göre yer yer cümleler sarf etti. Böylece ders akşama kadar sürdü.

Âcizane anladığımız kadarıyla Hulusi Ağabey derslerde hep Risale-i Nur okutuyordu. Derslerin sıkıcı geçmemesi için cemaatle diyaloga geçip hal hatır soruyordu. Yeri, zamanı gelince de hatıra anlatıp açıklama yapıyordu. Kanaatimizce bu duruma Risale-i Nur'da: "Mukteza-i hâle mutabakat etmek" deniyordu.

Hulusi Ağabey'i dünya gözüyle görmek bu kadar oldu. İkinci ziyaretimi hatırlamıyorum.

Asıl Nur'un o birinci Nur Talebesi'ni anlatacağımız husus ise, onun cenazesine katılmamız hususudur. Ölümünü haber alınca Hınıs'tan bir yarım otobüs tutarak, başta Fahrettin Büyükyıldız Hocamız olmak üzere, Hacı Baki Bingöl, Sait Ekinci ve diğer Hınıs Nur Talebeleri olarak Muş, Bingöl üzerinden Elazığ'a hareket ettik. Sıcak bir yaz günüydü. Yol boyunca gözümüze görünen boz kır renginden sonra Elazığ'a girişte yeşil bağ bahçe ve ağaçlarla karşılaştık. Hulusi Ağabey'in büyük dershanesinin önüne gelince, sanki Türkiye'nin oraya yığıldığını gördük. Cemaat çok kalabalıktı. Bir yanda Üstad'ın talebeleri Abdullah Yeğin Ağabeyler, Mahmut Allahverdi Ağabeyler ders yapıyor; diğer yanda Kur'an bilenler hatim okuyor, bir yanda da misafirlerin ağırlandığı mutfak hizmetleri sürüp gidiyordu.

İzzet Paşa Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra ellere alınan tabut, yazın o sıcağında sanki yerden yürüyerek değil de gökten uçarak götürülen bir yıldız gibi Harput yollarında uçup gidiyordu. Yaklaşık altı-yedi kilometrelik yolu yürüyerek cenazeyi ellerinde taşıyan, Üstad'tan yadigâr, ihlâsta birinci talebesini omuzlardan hiç düşürmeden ve cenaze arabasına bile koymadan Harput'un sırtlarına çıkaran kardeşler sanki bir ucu Harput'ta, bir ucu ise Elazığ'dan çıkarak sıraya dizilmiş sırat yolcuları gibi Hulusi Ağabey'i takip ediyorlardı.

Derken Harput'un da biraz ilerisindeki mezarlığa varıp cenazeyi defnettiler. Mezarlıkta Yirminci Mektup'un okunduğunu ve uzunca bir dua edildiğini hatırlıyoruz. Cenazenin defninden sonra tekrar dershaneye gelip abdest yeniledikten sonra geldiğimiz istikamette geri dönerek yola koyuluyoruz. Bu defa arabamızda gelenlerden farklı olarak Üstadın mümtaz talebelerinden Muzaffer Aslan Ağabey yer alıyor. O da bizimle Hınıs'a gelecek ve oradan da Erzurum'a geçecekti.

İşte âcizane bizim asıl anlatacaklarımız burada başlıyor. Çünkü 1986 Yılı'ndan bu güne kadar, yani 2012 Yılı'na kadar aradan tam 26 yıl geçmesine rağmen bu gün hâlâ sanki yeni görmüş gibi hatırladığımız bir haldir bu anlatacaklarımız. Bu hal ne bir rüyada görülmüştü, ne de bir gerçekte. Doğrusu biz de bu halin ne olduğunu bilemiyoruz. Onun içindir ki o gün bu gündür pek kimseye anlatmadık. Fakat şu günlerde elimize geçen "Nesil Yayınları'ndan çıkan İhsan Atasoy'un yazdığı "Hulusi Yahyagil" kitabını okurken rastladığımız bir ifade bize o gördüğümüz hakikatin buraya yazılmasının uygun olacağı kanaatini verdi. Kitaptaki o satırları vermeden önce Elazığ'dan ayrılıp gelirken gördüğümüz durumu şöyle anlatmaya çalışalım:

Şehirden çıkmış Bingöl istikametine doğru yol alıyorduk. Sağlı sollu kavak ağaçlarının ve yer yer bağ ve bahçelerin yer aldığı yolda ilerlerken bizim 50 NC minibüsün üstünde ve biraz önde, havada sanki bir tahtın üstünde oturmuş olan Hulusi Ağabey, elini ileri uzatarak sanki Muş'u, Hınıs'ı ve Erzurum'u kast ederek diyor ki: "Kardeşim doğuya gidiniz, orada hizmet ediniz, hizmet ediniz." Biz bu ifadeyi Hulusi Ağabey'in, cenazesine gelen nur talebelerini velayetiyle uğurlamak için söylediğini düşünüyoruz. Fakat kendi kendimize de diyoruz ki: "Biz Hınıs'ta 15-20 gün kalacağız, orada hep kalmayacağız ki, bize hitap etsin. Demek ki Hulusi Ağabey bizleri uğurluyor."

Biz altta minibüsün içinde yol alırken o da üstte bizden sanki biraz daha hızlı giden tahtında doğuya doğru yoluna devam ediyor. Fakat bu durumu görmemiz, kısa bir an sürüyor. Ancak ruhumuzda bıraktığı tesir çok uzun olacak ki bu güne kadar onu hiç unutmadık, hep hatırladık.

Bu gün, biraz sonra İhsan Atasoy'un hazırladığı kitaptan vereceğimiz ifadelerden önce o güne ait şu bilgiyi de vermemiz gerekiyor.

O gün arabamızda Bizimle birlikte Hınıs'a gelen Üstadın talebesi Muzaffer Ağabey vardı. Yani bir tane Üstad'ın talebesi vardı. O da hep Erzurum'da kalmıyor mevsimlere göre yazın doğuyu tercih ederken kışın Güney'i veya Ege'yi seçiyor, Türkiye'nin muhtelif yerlerinde kalıyordu. Acaba Hulusi Ağabey bu sözü ona mı söylemişti?

Araba da askerliğini Elazığ'da yapmış, her evci izninde Hulusi Ağabey'in dershanesinde kalmış ve buradaki derslerin feyziyle bütün askerlik boyunca bir vakit namazını bile kazaya bırakmamış olan ve daha sonraki yıllarda bir suikasta kurban giderek şehit olan Hacı Baki Bingöl için mi söylemişti bu sözü?

Yoksa bir ömür boyu en olumsuz şartlarda ve en tehlikeli zamanlarda Muş, Bingöl, Erzurum il ve ilçelerinde ilk nur talebelerini yetiştirmiş ve ilk dershaneleri açmış hatta seksen yaşına kadar her gün beş vakit namazını dershanede öğrencilerle kılmış, tesbihatını ve dersini yapmış, hizmetinin son yıllarında ise Erzurum'a taşınmış olan Fahreddin Büyükyıldız Hocaefendi için mi söylemişti bu sözü?

Veya orada bulunan başka öğretmenler, esnaflar ve öğrencilere mi söylemişti bu sözü?

Yoksa Hulusi Ağabey onlarla beraber doğuya bilhassa Erzurum'a gitmek için mi yola çıkmıştı?

Zaten ölümünden önce Urfa'ya Adıyaman'a ve Erzurum'a gitmek istediğini söylemişti. Acaba Hulusi Ağabey doğudaki bu illerde bulunan kardeşlerin çok çalışarak ileride bu bölgeye gelecek olan felaketi mi önceden önlemek istemişti? Biz bunların hiçbirini bilmiyoruz. Sadece o kitaptaki bilgileri de aşağıya alıp yorumu size bırakıyoruz.

"Muhammed Orakçı anlatıyor:

…İstanbul'dan döner dönmez eve uğramadan yanına gittim. "Hoş geldin, üç gün geç kaldın, evine git! dedi. Eve gittim. Ertesi gün sabah geldiğimde: "Ne zaman Urfa'ya gideceğiz?" dedi. "Siz bilirsiniz ama biraz toparlansanız, dedim. Biraz durdu "Seni kırmayacağım."dedi. Ne demek istediğini anlayamıyoruz tabii. Derken "bize Adıyaman kapısı kapandı, sürgülendi. Biz Erzurum tarafına gideceğiz."dedi. Orada Vahdettin Hızıroğlu vardı. Ayağa kalktı, sevinç gösterisi yaptı. Hulusi Ağabey belki otuz senedir Erzurum'a gitmemiş. Bütün bunlar vefat günü oldu." (İhsan Atasoy'un hazırladığı "Hulusi Yahyagil" kitabının 217. sayfası)

Biz Hınıs'ta bulunurken o zamanlar üniversitede okuyan ve dershanede kalan Hınıslı gençler olarak evlerde bir araya gelir sohbet ederdik. Bir gün Murat Beşiroğlu adındaki arkadaşımızın evinde otururken ihtiyar sakallı ve nur yüzlü dedesiyle sohbet ettik. Murat Bey'in Ferhat Beşiroğlu adındaki dedesine: "Askerliği nerede yaptınız?" diye sorunca o da: "Tunceli'de" diye cevap verdi. Allah konuşturacak ya o an aklımıza hemen Hulusi Ağabey geldi. Ferhat Dede'ye sorduk: "Askerde Hulusi Yahyagil diye bir komutanınız var mıydı?" O da: "Evet vardı, fakat ne için olduğunu bilmiyoruz ama, hücum verilmeden önce onu komutanlıktan alarak, başka birisini komutan yaptılar." dedi.

Bu ifadeyi duyunca ister istemez hemen Hulusi Ağabey'in Üstad'a yazdığı mektubu düşündük. Üstad'ın ona Allah'ın yardım edeceğini söylediğini hatırladık. İşte şimdi burada bunun canlı şahidinden bu Allah yardımını dinliyorduk. Demek ki Allah Hulusi Ağabey'i görevden alarak, onu masumların katili olmaktan kurtarmıştı.

Âcizane Hulusi Ağabey'in Risale-i Nur'un bir kutbu olarak hizmette dikkat ettiği hususları ve herkese vermek istediği mesajları şu şekilde anlamış olsak doğru olur mu bilmem?

Hulusi Ağabey aslında bir ehl-i kalemdir. Hem Üstad'a yazdığı mektuplar ve sorduğu sorularla hem de başkalarının sorduğu sorulara yazarak verdiği cevaplarla kalemin gücünü göstermiş bir ehl-i ilimdir.

O tedbirle hizmeti hep beraber düşünmüş bir istikrar şahsiyetidir.

Derslere ölene kadar devam eden sebatta da birinci bir ağabeydir.

Hizmeti, Nurları okumakta ve yaşamakta gören; eseri, şahsiyetten önemli sayan müdekkik bir ağabeydir.

Üstad'a bir kısım sorular sormakta ve cevaplar almakta Allah onu istihdam etmiştir. O da bunun farkındadır.

Üstad, Hulusi Ağabey'in ihlâsına, sadakatine ve hizmetine bakmış; onun şekliyle, saçı, sakalı ve bıyığıyla veya atıyla, elbisesiyle çorabı veya şapkasıyla fazla ilgilenmemiştir. Bu da aslında bizlere bu asırda yapılması gerekenler hakkında verilen bir derstir.

Hulusi Ağabey, hem maddi hem manevi makamını hizmete vesile yapan bir ağabeydir.

Hizmet süresince menfiliklerle pek uğraşmamış, hep hizmetle uğraşmıştır.

Ümidini hiçbir zaman yitirmemiştir.

 İnsanların yüzüne nasıl davranmışsa, arkasından da öyle davranmıştır.

Hem Çanakkale Savaşı'nda yaralanarak gazi olmuş, Hem İstiklal Savaşı'na katılmış, hem de İkinci Dünya Savaşı'nı bir subay olarak yaşamıştır. Ayrıca Dersim olaylarında köylüleri imha için emir verilen bir komutan olarak bundan Allah'a sığınmış ve bu zulümden kurtulmuş merhametli bir asker ve kahraman bir komutandır.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

murad, 2013-03-12 13:55:10

ibrahim köse hocam senden Allah razı olsun..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

MUSTAFA KARAMAN BEYİN GÖZÜNDEN MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDİ

MUSTAFA KARAMAN BEYİN GÖZÜNDEN MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDİ

“Cenab-ı Hak varlıkları bereket yönünden üç kategoriye ayırmış; Bereketli insanlar vard

VAHDET YILMAZ AÄžABEY

VAHDET YILMAZ AÄžABEY

50 yıllık bir hukukum vardı Vahdet ağabey ile. Beni ilk defa terziye götürüp elbise ve palt

MEHMET KIRKINCI HOCAMIZIN VEFATININ SENE-Ä° DEVRÄ°YESÄ° MÃœNASEBETÄ°YLE

MEHMET KIRKINCI HOCAMIZIN VEFATININ SENE-Ä° DEVRÄ°YESÄ° MÃœNASEBETÄ°YLE

Bugün rahmetli Mehmed Kırkıncı hocamın sene-i devriyesi. Kendisini minnet ve şükran ile anarÄ

PROF. DR. ŞENER DİLEK BEY’DEN KIRKINCI HOCAMIZLA ALAKALI HATIRALAR

PROF. DR. ŞENER DİLEK BEY’DEN KIRKINCI HOCAMIZLA ALAKALI HATIRALAR

Benim kanaatime göre hocamın mümeyyiz üç vasfı vardı; Birincisi: Kırkıncı Hocamda mükemme

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-2

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-2

HACI FARUK TİFNİKLİ EFENDİ Hacı Faruk efendi, Mustafa Necati Efendi’den sonra hocamın ikinc

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-1

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-1

Kıymetli ziyaretçilerimiz, Mehmed Kırkıncı Hocaefendi’nin talebelerinden, kendisinden İslami

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-3

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-3

ÜSTADIN MAHKEMEDEKİ FOTOĞRAFININ BULUNUŞU Erzurum’da müteahhit Osman beyin evinde dersteydi

MEHMED KIRKINCI HOCA’NIN ESERLERİ VE HAYATIM HÂTIRALARIM

MEHMED KIRKINCI HOCA’NIN  ESERLERİ VE HAYATIM HÂTIRALARIM

Bazı şahsiyetler vardır ki, fikirleriyle, eserleriyle, hizmetleriyle sembol olmuşlardır. Memlek

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-2

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-2

1979 senesiydi. Memlekette anarşi olayları en üst düzeye çıkmış, kan gövdeyi götürüyordu

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-1

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir nehir söyleşimizi daha hizmetinize arz ediyoruz. Ya

BÄ°R IRMAÄžIN KIYISINDA DOLAÅžMAK-4

BÄ°R IRMAÄžIN KIYISINDA DOLAÅžMAK-4

HACI MUSA KIRKINCI AĞABEY Hacı Musa ağabey çok zeki bir insandı. Çok farklı bir insandı. Bi

"Ey İman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizlere de farz kılındı. Ta ki, korunasınız"

Bakara, 183

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şahid olan bunu takbih ederse (kötü olduğunu te'yid ederse), o kötülüğü görmemiş gibi zararından kurtulur. O kötülüğe şahid olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şahid olmuş gibi manen zarar

Ebu Davud, Melahim 17, (4345)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI