Cevaplar.Org

Soru: Kur’an’a göre Allah bazılarının kalplerini mühürlemiş, onlardan imanı esirgemiştir. (Biz ateistler o kişilerdeniz belli ki). Peki bu durumda Allah bize haksızlık yapmış olmuyor mu? Bizim ne suçumuz vardır? Bu Allah’ın adil s


2002-12-09 16:29:23

En son kader meselesine nokta koyup diğer sorulara geçeceğimizi ifade etmiştik. Ateist sitelerden derlediğimiz sorulardan biri de yukarıda ifade edilen soru. Allah, Bakara Suresinin 7. ayetinde “Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır.” buyuruyor. Kur’an-ı Kerim’de bu ayete benzer manaları ifade eden başka ayetler de vardır. Hakikaten böyle yaparak Allah soruda ifade edildiği gibi -haşa- haksızlık mı etmektedir? Ayette resmedilen kişiler suçsuz mudur? Bu veya buna benzer ayetleri nasıl anlamalıyız? Şimdi değişik örnekler vererek konuyu izah etmeye çalışalım: Ülkemizde bazı şehirlerde zaman zaman insan sağlığını tehdit edecek derecede hava kirlenmeleri olmaktadır. Bu şehirlerden birisi de başkentimiz Ankara’dır. Ankara kurulurken bu şehrin 50-60 sene sonra nüfus, sanayi ve teknoloji bakımından hangi seviyeye ulaşacağı hesab edilmemiştir. Halbuki şu kainat, milyonlar ve trilyonlar sene öteleri görüp, kuracağı cihanları ona göre kuran ve bütün zaman ve mekanı ihata eden bir ilmin sahibi Cenab-ı Hakk tarafından yaratılmıştır. O, kainatta tecelli eden Kuddûs ismiyle; havadaki alış-verişi, denizlerin araya girmesiyle meydana gelen tasfiye kanunu.. gibi İlâhî kanunları öyle ayarlamıştır ki, kainatta en küçük bir kirlenmeye meydan vermemiştir. Allah (c.c.), rahmaniyet ve rahimiyeti ile bahşettiği irade vasıtasıyla, beşere kainattaki cari kanunlarına müdahale hakkını vermiş; fakat beşer, kainata O’nun koyduğu prensiplere göre değil, kendilerine göre sorumsuzca müdahale ettikleri için tabi düzeni karıştırmış ve her yönüyle çevre kirlenmesi meydana getirmişlerdir. İşte Ankara da düşünüp taşınmadan sorumsuzca ve şahsi menfaatleri doğrultusunda hareket eden böyle bir kısım kirli ellerin karışmasıyla bugünkü hava kirlenmesine maruz kalmıştır. Şimdilerde her ne kadar çözüm adına bir takım tedbirler alınmış olsa da, bunlar yetersiz kalmış ve bunun neticesinde bazı kimseler astım, bronşit, kalb yetmezliği, alerjik hastalıklar ve kanser gibi pekçok hastalıklara tutulmuş ve bu durum, halen de devam etmektedir. İnsanların bilinçlenip, Cenab-ı Hakk’ın koyduğu prensipler dairesinde kainat üzerinde tasarrufta bulunmadıkları müddetçe bu problemin önüne geçilmesi mümkün değildir. Fakat burada asıl dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki, o da, bu kirlenmenin birden bire meydana gelmeyişidir. İşte bu ibretlik durum, şu âna kadar birikmiş ihmal ve hesap edilmeyen bir kısım işlerin neticesinde hava kirlenmesi şeklinde Ankara’nın simasına vurulmuş bir “mühür”dür. Şâyet insanlar bu mühür vurulacağı âna kadar vazifelerini ihmal etmemiş ve kâinatta İlâhî prensipler çerçevesi içinde bir tasarrufta bulunmuş olsalardı bu türlü kirlenmeler olmayacaktı. Aynen bunun gibi bazı kimseler gençliklerinde hayatlarını su-i istimal ederler. Bu su-i istimal; rutubetli yerlerde oturmak, soğuk suların içine girmek, buzlu su içmek veya sigara, içki.. vb. sağlığa zararlı maddeleri kullanmak.. gibi fizyolojik yapıya matuf olabilir. Bunlar; gençlik, güç, kuvvet ve sağlık gibi bîhemta nimetleri su-i istimal etmek demektir. Mesela aşırı alkol kullanmaktan dolayı siroz hastalığına yakalanan bir insan, hastalığı had safhaya vardıktan sonra farkına varsa ve bundan sonra hastalığının tedavisi adına ne kadar hassas davransa bile artık o kişi, su-i istimallerinin kurbanı olarak kendini hastalığın pençelerine kaptırmış ve “kurtulamaz” mührünü yemiştir. Bunun gibi, daha baştan kendisine “Boş yere manasız düşünme! Yükünü Allah’ın vapuruna koy, O’na teslim ol, sıkılma!” denildiği halde gereksiz yere çok düşünmekten ve streslere girmekten dolayı beyninde tümör meydana gelen bir insanı, hususiyle de tümör, dimağın en ücra köşelerine kadar ulaştıktan sonra hiçbir cerrahî müdahale kurtaramayacaktır. İşte bu noktadan sonra o kişi, akıbetinden ne kadar endişe duyarsa duysun, tümörden ne kadar nefret ederse etsin, artık onun kafası tümör mührüyle mühürlenmiş ve tıbbî müdahalelerle önü alınamayacak bir hale gelmiştir. Fakat bu durumu o ânâ kadar yapmış olduğu su-i istimallerle o kişi hazırlamıştır ve bu sebeple şikayet etmeye hakkı yoktur. Yukarıda verilen misallerde de görüldüğü gibi,Cenab-ı Hakk’ın kainatta yaratmış olduğu ve hepsinin simasında cebir olan bir kısım kanunlar bulunmaktadır. İnsanlar, işte bu cebrî kanunlara karşı takınmaları gereken tavrı takınmadıklarından dolayı bu kanunlar tarafından mahkum edilmekte ve su-i istimallerinin muhteva ve derecesine göre de kendilerine değişik mühürlerin vurulmasına sebebiyet vermektedirler. Mesela Kainatta yüksek bir yerden düşenin bir yerinin kırılması, yüzme bilmeyenin boğulması, atmosferin üstüne çıkanın havasızlıktan ölmesi.. gibi cârî ve cebrî bir kısım kanunlar vardır. Her insanın ya bunlara riâyet etmesi, riâyet etmediği takdirde de meydana gelecek neticelere itiraz etmemesi gerekir. Zira bu duruma kendisi sebebiyet vermektedir. Aynen bunun gibi, nasıl ki, insanın gözle görülen yapısı, gözle görülemeyen asıl yapısının anahtarı, onlara bakması için bir menfez ve onlar üzerinde tasarruf yapabilmesi için bir kısım esrarengiz düğmelerse, manevi yapısı da öyledir. Şayet onun manevi yapısını teşkil eden kalb hayatı mühürlenip perdeleniyorsa, buna sebebiyet veren yine bizzat kendisidir. Gençliği su-i istimal etmek, günahlara alışmak, farzları terketmeyi alışkanlık haline getirmek.. gibi manevi hastalıklar da, tıpkı hava kirlenmesi gibi kalbin tamamen kararmasına vesile olmaktadır. “Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır, af taleb eder ve tevbede bulunursa kalbi cilalanarak (leke silinir). Bilâkis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalbteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Cenab-ı Hakk’ın: “Bilakis, onların irtikab edegeldikleri, kalblerini paslandırmıştır” (Mutaffifin, 83/14) meâlindeki ayette zikrettiği pastır.” (Tirmizî, Tefsir, Mutaffifin (3331); İbnu Mace, Zühd 29, (4244) hadis-i şerifi de bu hakikati ifade etmektedir. Manevi hayat adına az bir hava kirlenmesi, kalbî hayatta bir kararmaya yol açar. Bu durumu ancak tevbe giderir. Kalbinde bir nebzecik berrak yer bulunan kişi, yaptığı hatalar neticesinde oluşan o siyahlığı hissedecektir. Bunun içindir ki, birden fazla günah işleyen ve işlediği her günaha tevbe ile mukabele eden kimse, yine de işlediği günahlardan rahatsızdır. Bu kişi, hâl-i hazırda günahı sevaptan ayırt edecek durumdadır. Fakat kalb tamamen kararıp hiçbir tarafında bir nokta kadar dahi beyazlık kalmazsa o kalbi taşıyan insan, zıtları ayıt etme kabiliyetini kaybetmiş demektir. Onun için devamlı günah işleyen ve farzları terkeden bir insanın kalbinde, işlediği günahlardan dolayı en ufak bir burkuntu, teessür ve mahzun olma hali müşahede edilmez. Özet olarak şunu söyleyip bitirelim: Allah her kuluna iman etme fırsatı ve kabiliyeti vermiştir. Yani soruda ifade edildiği gibi kimseden imanı esirgemez. İnsan, kendi hür iradesiyle iman yolunu değil de inkar yolunu seçerse ve bunda inat ederse zamanla kalbi kararır ve adeta lisan-ı haliyle benim kalbime mühür vurulsun der. Allah da yukarıda ifade ettiğimiz kanunları gereği o kişinin kalbine mühür vurur. Bu şekilde Allah bu kuluna haksızlık yapmış olmamaktadır. Çünkü kendi sonunu yine kendisi hazırlamıştır.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

öztürk, 2014-02-18 10:43:04

Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah´ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (4/155)

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

sena, 2006-07-05 17:26:08

soran zat umarım anlama kabiliyetinide kaybetmemiştir. çok açık ve güzel bir yazıydı.ALLAH RAZI OLSUN.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Soru: Mü’min olduÄŸumuz halde niye geri kaldık?

Soru: Mü’min olduÄŸumuz halde niye geri kaldık?

Bu soru zaman zaman görsel ve yazılı basında, zaman zaman da dost meclislerinde gündeme geliyor

Soru: İslamın kadına bakış açısını kısaca belirtebilir misiniz?

Soru: İslamın kadına bakış açısını kısaca belirtebilir misiniz?

Dinimizde, kadın aynen erkek gibi cemiyetin bir parçası olarak kabul edilir, görüşü alınır

İyiliğin karşılığı, iyilikten başka bir şey midir?

Rahman, 60

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Îmân altmış bu kadar şu'bedir. Hayâ da îmânın bir şu'besidir.

BUHARİ,KİTÂBÜ'L-ÎMÂN, EBU HUREYRE(r.a.)'dan

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI