NECATİ KURŞUNOĞLU AĞABEYDEN HİZMET HATIRALARI-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir nehir söyleşimizi daha hizmetinize arz ediyoruz. Yaklaşık 60 seneden bu yana İslami imani hizmetlerde sebkat etmiş değerli büyüğümüz Necati Kurşunoğlu ağabeyden “deryadan katre” misal bazı hatıralarını dinledik ve kaydettik.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2022-02-15 21:53:37

Takdim 

Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir nehir söyleşimizi daha hizmetinize arz ediyoruz. Yaklaşık 60 seneden bu yana İslâmî imani hizmetlerde sebkat etmiş değerli büyüğümüz Necati Kurşunoğlu Ağabeyden "deryadan katre" misal bazı hatıralarını dinledik ve kaydettik.

Necati ağabey altmışlı yıllarda merhum Mehmed Kırkıncı Hocamızla birlikte Erzurum'da hizmetlere omuz vermekle beraber, merhume zevcesi Zeynep Münteha Polat Hanım da, Türkiye çapında verdiği konferans ve seminerlerle hanımlar dairesinde çok büyük hizmetlere vesile olmuş.

"Meziyetin varsa hafa turabında(gizlilik toprağında)kalsın" sözüne âyine olan muhterem ağabeyimizin bu hatıraları daha da zenginleştirmesi ricamızla sizleri hatıralarla başbaşa bırakıyorum. Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org

AİLE ÇEVREM

-Necati ağabey siz aslen Erzurumlu musunuz? 

-Hayır. Ben aslen Trabzon Çaykaralıyım. Benim dedem Kırım muhaciri. Devlet o zaman onları Çaykara'ya yerleştirmiş. Dedem kısa zaman sonra oradan Bayburt'a gelip yerleşmiş. Ben Bayburt'ta dünyaya geldim.

Babam, Sultan Abdülhamit zamanında sarayda inzibat askeri olarak vazife yapmış. Ruslara karşı da savaşmış. Çok yaşlı olmasına rağmen çok dinç bir adamdı. 1972 senesinde İstanbul'da vefat etti. Zannedersem vefat ettiğinde 86 yaşındaydı.

HOCAMLA TANIŞMAM

-Hocamla ilk olarak nasıl tanıştınız?

-1965 yılında Erzurum'da Devlet Su İşleri'nde çalışıyordum. Risale-i Nur'u tanıyordum ama şöyle böyle yani. Bayburtlu Talat isminde bir kardeş Büyük Sözler'i bana vermişti.

Talat kardeşten Sözler'i ilk aldığımda eve geldim. Babam benim çok kitap okuduğumu biliyordu. Dedi; " Gene o kitap ne ola?" Dedim; "Baba, bu bildiğin gibi değil." Ne ki" dedi. Dedim ki; "Bu, Bediüzzaman Hazretlerinin Sözler adlı eseri. " Neee" dedi, ayağa fırladı. "Aman oğlum onu sakın bırakma" dedi. Dedim; "baba sen onu nereden biliyorsun?" "Oğlum, ben onun elini öpmüşüm, sen ne diyorsun" dedi.

O zaman "nerde öptün" diye sormadım ama zannedersem 1926 sürgününde Üstad, Bayburt- Trabzon üzerinden gitti ya, orada elini öpmüşler.

 O bana Sözler'i veren Talat kardeşe sormuştum; "Burada nerede Risale dersi yapılıyor?" Beni bir yere götürmüştü. O zaman dershane filan yok daha. Merdivenle çıkılan bir evdi. Baktım orada dersi merhum Vahdettin Hızıroğlu ağabey okuyor, hocam da izah ediyordu. Böylece hocamla tanışmış olduk ve derslere gidip gelmeye başladık.

"SEN YOLUNU BULMUŞSUN"

Derslere ilk gittiğim zamanlardı. Suriyeli, Mehmed Fatih Esved diye, Trabzon'da Mimarlık Fakültesi'nde okuyan bir Arap kardeşimiz staj için Erzurum'a gelmiş. Kendisini benim çalıştığım Devlet Su İşlerine vermişlerdi. Tanıştık. Türkçeyi mükemmel konuşabiliyordu. Kendisi Suriye'de bir Nakşi tarikatına mensuptu. Beni biraz dindar görünce, oralardan bahsetti, beni oraya bağlamaya çalıştı.

Bir gün kendisine "bugün burada bir sohbet var, beraber gidelim" dedim. Aldım, derse götürdüm. On Birinci Lem'a, Sünnet-i Seniyye bahsi okunuyordu. Dersi dinledik, çıktık. "Nasıl buldun?" diye sordum. "Ağabey sen yolunu bulmuşsun, mübarek olsun" dedi.

Gerçekten ben, derslerde kalbimin lıkır lıkır yıkandığını hatırlarım. Öyle derin bir haz duyardım.. Anlatmak mümkün değil, şuuri bir şey değil yani.

ŞERCİL POLAT AĞABEYİN BİR RÜYASI

Merhum Şercil ağabey Erzurum'un ilk Nur talebelerindendi. Kendisi terziydi. Erzincankapı'da, Murat Paşa Camiinin yanında, küçük kulübe gibi bir dükkânı vardı.

Demişti ki; "Risale-i Nur buraya ilk geldiğinde, her kesimden bir muhalefetle karşılaştık. Zaten bir iki kişiyiz. Hocalar da hücum ediyor; "yeni bir din mi, yeni bir mezhep mi çıkardınız" filan diyorlardı. Cevap da veremiyorum. "Acaba ne yapsak ki diyorum, çok da üzülüyorum.

Bir gece rüyamda gördüm ki bir genç, hafif sakallı, elinde bir çanta var. Onu bana gösterdiler. Dediler ki; "Buna vereceksiniz Risale-i Nur'u." Uyandım "Hayırdır inşallah, bu kim acaba" dedim. Sabah dükkana girdim. Sobayı yaktım. Baktım ki rüyada gördüğüm genç içeri girdi, o Kırkıncı Hocamdı."

HOCAMLA MEDRESE-İ YUSUFİYE'YE GİRMEMİZ

Biz işte böyle derslere devam etmeye başladık. Sene 1973 yılı. 71 Muhtırasının etkisiyle her yerde nur talebeleri takip altında, hapishanelere dolduruluyor. Biz de tedbiren Erzurum'da daha dershanede ders yapmıyorduk. Dersleri evlere almıştık. Dershane olarak da sadece Kümbet vardı zaten, başka dershane yoktu.

Bir gün yine Kümbet'e dersin nerede olduğunu sormaya gittim. Hocam; "ders bu akşam bizim Hacı Musa'nın evinde" dedi. Hocamın kardeşi Hacı Musa'nın evi Mahallebaşında idi. Akşam derse gittim. Evin salonu tıklım tıklım doluydu. Biraz sonra Hocam derse geldi. O sıralarda hocam derslerde dersi ekseriyetle bana okutuyordu. "Hocam, bugün dersi Uhuvvet Risalesinden okuyalım" dedim. "Tamam" dedi.

O sırada bir de baktım, derslere arasıra gelen kimseler de var. Tam dersi okudum, Fatiha çektim ki polisler içeri girdi, "kıpırdamayın" dediler. Toplum polisi binanın etrafını kuşatmışlar. Bizi otobüslere doldurdular ve götürdüler.

-Hocama kötü bir muamele yapmadılar değil mi?

-Yok... Yalnız hapse girdiğimiz zaman hocamın sakalını kestiler. Sakalı şehid oldu. Onun haricinde bize kötü muamele etmediler. Orada da biz yine toplum polislerine Risale-i Nur'un mahiyetini anlatıyorduk.

Zaten alınacaklar daha önceden belliydi. Onun için, 12 kişiyi aldılar, diğerlerini saldılar. Hapishane olarak çok ilkel, berbat bir yerdi Erzurum hapishanesi. Alaaddin Bey ile beni 9. koğuşa verdiler. Hocamla birkaç kişiyi de 7. koğuşa verdiler.

Hapishanede bir şey vardır; hapse düşen kimse suçunu kabul etmez. Eski mahpuslar da onlara takılır, "ya peki seni camiden mi getirdiler" derler. Biz içeri girince; "bunlar hocalar, bunlar gerçekten de camiden gelmiş" demişler.

Hapishanede çok insanlar bu giren nur talebeleri vesilesi imanı tanıdılar, İslâm'ı öğrendiler. Namaza başladılar.

Erzurum cemaati sıraya girmişti. Her gün hapishaneye yemek getirirlerdi. Hocamın da et sevdiği bildiklerinden "yavan" gönderirlerdi. Etli pilav vs. Hep birlikte yemeklerimizi yerdik..

Mahpuslar da hocamı çok sevdiler. Hocam lisan-ı hâliyle bile ders verirdi. Zaten mahpuslar bizim hepimize hürmet ettiler "hocalar" diyorlardı bize yani..

Hocamın kardeşi merhum Hacı Musa ağabey ile de çok samimiydik. Yazıhanesine gider gelirdim. Medrese-i Yusufiye'de de beraberdik. Çok değerli, çok yüksek ahlâk sahibi, faziletli bir insandı.

Mahkemede şöyle komik bir olay oldu; Tanık olarak Recep isminde bir istihbarat polisi dinleniyor. Esmer bir adam. Meğer bize baskını o yapmış. Hâkim sordu; "Hangisi okuyordu?" "Kırkıncı Hoca okuyordu" dedi. Orada Erzurumlu bir avukat söz aldı; "Göstersin Kırkıncı Hocayı" dedi. Geriye döndü. Salonun dinleyiciler bölümü var. Orada Orhan Emiroğlu isimli, daireden benim arkadaşım, makine mühendisi bir arkadaşım vardı. Recep bey onu göstermesin mi? Salonda öyle bir kahkaha koptu ki, o siyah adamın yüzü bembeyaz oldu..Hemen hakim imdadına koştu, "benzettin değil mi?" dedi. Adam bir şey söyleyemiyor, titriyor. Avukat Bekir Berk ağabey arslanlar gibi fırladı; "Hakim bey" dedi, "bir istihbarat polisi sakallı bir insanla sakalsız bir insanı nasıl birbirine karıştırır? Yalancı şahitlikten tevkifini istiyorum" dedi. Tabii hakim dinlemedi, adamı serbest bıraktı. Adam kaçtı gitti.

Not: Hocamız da "Hayatım Hatıralarım" adlı eserinde bu hadiseyi şöyle nakletmektedir; " Duruşma sırasında tarihî bir sahne yaşandı. Şahit sıfatıyla dinlenmek üzere duruşmaya katılan komisere Ağır Ceza Reisi Necati Bey, gördüklerini anlatmasını söyledi. O da birisinin ders okuduğunu benim de açıklamalar yaptığımı söyledi. O sırada Avukat Hakkı Yıldırım Bey hiç beklenmedik bir soru sordu:

 "Reis Bey, dedi, komiser arkadaşa bir sorsanız ki Mehmet Kırkıncı Hocayı tanıyor mu? Lütfen bize göstersin." Hepimiz, bu soruyu kendi iç âlemimizde yersiz bulduk. Komiserin beni tanıyacağından emindik. Zaten tutuklu olan on iki kişi en önde oturuyorduk. Bu on iki kişiye şöyle bir baksa sakallı olduğum için hemen gösterebilir, diye düşündük. Fakat adam bu soru karşısında paniğe kapıldı. Bizim arkamızdaki sıralara göz gezdirmeye başladı. En arka sırada oturmuş bulunan mühendis Orhan Bey, acaba komiser kimi gösterecek diye merak ederek yerinden biraz doğrulmuş ve bakışlarıyla komiseri takip etmeye başlamış. Panik içerisindeki komiser hemen Orhan Beyi göstererek:

 "İşte bu!" deyince, mahkeme salonunda herkes kahkahalarla gülmeye başladı. Hakim Necati Bey kızarak:

 "Ne gülüyorsunuz? Burada tiyatro oynatmıyoruz." dediyse de fazla tesirli olamadı. Komiser, alaylı tebessümler arasında çehresi kıpkırmızı olmuş bir vaziyette salondan ayrılıp gitti.

 O celsede mevkuf kardeşlerimizden bir kısmını tahliye ettiler. Benimle kardeşim Hacı Musa, Necati Kurşunoğlu, Vahdet Yılmaz, Bekir Kaban ikinci celseye kalmıştık. Bu celsede de biz tahliye olduk. Daha sonra af kanunu çıktı ve dava böylece kapanmış oldu."(Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, Zafer Yayınları, İst. 2013, 6. Baskı)

Hapisten çıktıktan bir kaç sene sonra bir gün Kümbet'te hocamı ziyarete gitmiştim. Yalnızdı.. Beni görünce birden o hapis günleri aklına geldi. Ağlamaya başladı.. "Senin o hapishanedeki hâlin" diyerek nasıl ağlıyor. Demek o derin şefkatiyle hapiste beni de gözlüyormuş. Ben hocamın bu şekilde ağlamasına şaşakaldım. Gözlerinden boncuk gibi yaşlar akıyor. O sırada Şener Dilek bey içeri girmedi mi, birden hocam ağlamayı kesti. Böyle de iradeli bir zat.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.

Nûr, 38

GÜNÜN HADİSİ

Sahabilerim yıldızlar gibidir. Hangisine uysanız doğru yolu bulursunuz."

Rezin

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI