ERMENÄ° MEZALÄ°MÄ° VE TEHCÄ°R

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla... 38 harfden oluşan alfabesiyle tarih sahnesinde bir millet olarak yerini alan Ermeniler, MS. 301 yılında Aziz Gregor’un öncülüğü ile Hristiyanlığı kabul etmişlerdi. Ortodoks ve Katolik dünyasıyla 451 yılında doktrin (inanç)


Ali Haydar Çetintürk

cetinturkalihaydar@gmail.com

2020-10-08 09:06:49

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

38 harfden oluşan alfabesiyle tarih sahnesinde bir millet olarak yerini alan Ermeniler, MS. 301 yılında Aziz Gregor'un öncülüğü ile Hristiyanlığı kabul etmişlerdi. Ortodoks ve Katolik dünyasıyla 451 yılında doktrin (inanç) bakımından yollarını ayıran ve ayrı bir mezheb olarak örgütlenen Ermeniler, batı kaynakları tarafından Gregoryan olarak anılırlar.

Yüzyıllardır topraklarımızda millet-i sâdıka (vatanına sadık bir millet) dediğimiz Ermeniler, ne olduysa birden bire millet-i hâine olmaya karar vermişler ve beraber yiyip içip iş yaptıkları Müslüman komşularını acımasızca katletmeye başlamışlardı. Tıpkı yakın tarihimizde Boşnak Müslümanların, dost zannettikleri Sırplar tarafından haince bir soykırım ile acımasızca katledilmeye başlandıkları gibi.

100 yıl evvel bu topraklarda yaşanan acı olayların doğru olup olmadığının sağlamasını tarihçilerin yapması icab eder.

Tarihçi İlber Ortaylı'nın cuma cemaatine saldıran Ermenilerle alakalı "Pek te sakin olmayan Türklerin buna nasıl sabrettiklerini anlayamadım " demesinden, bu milletin sabır sınırlarının hoyratça zorlandığını anlıyoruz.

Hadi diyelim ki tarihçiler yalan söylüyor, o zaman bu günümüze bakalım. Yani soykırıma (!) uğradığını iddia eden yavuz hırsız Ermenilerin, Türklerin sabırlarını nasıl zorladıklarını, kendi kaynaklarından misaller vererek anlatalım.

Yıl 1992, yer Karabağ, Hocalı köyü... Rusların desteği ile Ermeni imzalı bir facianın sergilendiği Müslüman köyü... Gül kokan Hocalıyı, barut ve kan kokan bir yer haline getiren Ermeniler, 106'sı kadın, 63'ü çocuk, 70'i de yaşlı insan olan 613 (veya 1300) Müslümanı katledip, 150'sinden halen haber alınamayan 1275 sivili de esir ederek, Hocalı kasabasını yeryüzünden sildiler.

Gülücüklerin feryada dönüştüğü Kafkasların mahzun şehri Karabağ'da sobalar yansa da Hocalı buz kesmişti.

26 Hocalı polisi ellerindeki basit tabancalarla karşı koydukları Ermenilerin ağır silahları tarafından şehid edilirken, komşu bildikleri Ermeniler, sivilleri katletmek için hazırlıklarını çoktan tamamlamışlardı.

Hakkında kırmızı bülten çıkarılan Ermeni Doktor Zori Balayan da onların arasındaydı. Daha sonra 1996 yılında yayımlanan "Ruhumuzun Canlanması" adlı kitabında yaptıkları rezilliklerin bir kısmını şöyle anlatıyordu; "Ben ve Haçatur, ele geçirdiğimiz bir eve girdiğimizde şahit olduk. Askerlerimiz 13 yaşında bir Türk (kız) çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Çocuk bağırıyordu, Haçatur çocuğun sesini kesmek için annesinin kesilmiş döşünü ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki çocuğun derisini yüzdük. Saate baktım Türk çocuğu 7 dakika sonra öldü. Sonra çocuğun cesedini doğrayarak aynı soydan geldikleri köpeklerin önüne attık. Akşam aynı olaya üç kez daha şahit oldum. Türk çocuklarına yaptıklarımdan bahtiyarlık duyuyorum."

Ermeni mezaliminden kurtulmak için kaçan Azeriler, kendilerini yalınayak ormanın derinliklerine attıklarında, sıfırın altında 20 derece soğukta ancak 300 kişi geçmeyi başarabilmişti Gargar çayını.

Günlerce kar yiyen Müslümanlar, Ermeni komşuları tarafından tuzağa düşürüldüklerinde kafa derileri yüzülüp, gözleri oyulup, hamile kadınların karınları deşilip, soğuktan ellerini ve ayaklarını kaybettikleri zaman bedenleri ağır yaralanmış 488 kişi ile beraber yürekleri de yaralanmış olanlar, hınzırdan post, gâvurdan da dost olmayacağını yaşayarak tecrübe etmişlerdi.

Azerilerin suçu sadece Türk olmak değil, aynı zamanda Müslüman da olmaktı. Zira Ermeni David Hardiyan "Haç Uğrunda" adlı kitabında şunları anlatıyordu; "Mart'ın ikisiydi, cesetleri yakmakla görevli olan Gafan gurubu, iki bine yakın Türkün cesedini Hocalı'nın bir km. uzağında yaktı. Son kamyonda kafasından ve kollarından yaralanmış on yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Dikkatlice baktığımda nefes aldığını gördüm. Ağır yaralanmıştı. Soğuk ve açlığa meydan okuyan kız hâlâ hayattaydı. Ölüme meydan okuyan bu kızın gözlerini asla unutmam.

Sonra Tigiranyan isimli bir asker onu kulaklarından tutup cesetlerin içine attı. Daha sonra da cesetleri yaktı. Ateşten ağlama, imdat ve feryat sesleri yükseliyordu."

Yurtlarını terk etmek zorunda kalan 1 milyon Azeri'ye karşı dünya üç maymunu oynamaya devam etti. Bu anlattıklarımız, yaşanmamış hikâyeler değil, vesikalarıyla sabit olan gerçeklerin ta kendisidir. Fakat Arab baharını kışa çevirenlerin bunu anlamalarını beklemek saflıktan başka bir şey değildir.

Her dâim Ermenilerin yanında olan Fransızların 1954 ile 1962 yılları arasında Cezayir'de uyguladıkları en az bir buçuk milyon insanın hayatına mâlolan soykırımı unutmadığımız gibi, binlerce Ermeni isyancının Fransız üniformasıyla Çukurova'da ve Silifke'de Osmanlılara karşı savaştıklarını da unutmamak ve unutturmamak lazımdır.

Erzurum'da 10 bin, Sarıkamış'ta 9 bin, Kars'ta 25 bin, Nahçıvan'da 70 binden fazla Müslümanın katledildiği o zaman diliminde, resmi arşiv belgelerine göre Birinci Dünya Savaşı sonrası toplam 529 bin Müslüman( Türk, Kürt, Çerkez, Laz)ın Ermenilerce katledildiği sabit olup, bunlar isim ve köyleriyle bir bir sayılıp tesbit edilmişlerdir.

Tabii ki bütün bunların bir sebebi vardı. Ermeniler isyan etmeden evvel en sadık millet olarak bilinirdi. Öyle ki, Rumlar Osmanlılara yakın olan Ermenilerden nefret ederlerdi. Fakat Rusya, Fransa ve İngiltere'nin birdenbire Ermenilerle ilgilenmesi sonucu, sadık olan bu millet, hain bir millet haline dönüşüverdi.

Misyoner faaliyetlerle sadakati nefrete dönüştürüp, Hınçak ve Taşnak liderlerin teşvikiyle Ermeni devleti kurmak için Trabzon, Sivas, Erzurum, Bitlis ve Van'da Ermeni isyanları başladı.

Avrupalılara göre Türklerin katledilmesinin bir anlamı yoktu, fakat onlar için önemli olan Ermenilerin öldürülmesiydi ki bu ölümleri gerçekleştirmek için silahlı Kürt aşiretlerinin savunmasız köylerine saldırarak misilleme yapılmasını beklediler. Ve nihayet misilleme yapıldığında da batılı basın Osmanlıyı acımasız bir katil olarak göstermeye başladı.

Erkekleri savaşmaya giden savunmasız insanları akıl almaz yöntemlerle katleden Ermeniler, Ruslara ve Fransızlara çok güveniyordu. Bir gün katlettikleri insanların erlerinin Çanakkale'den ve azda olsa Sarıkamış'tan döneceklerini düşünememişlerdi.

Milletin çocukları cephedeyken, milletin anasını ağlatanlar, kiliseleri mühimmat deposu haline getirmişlerdi. Ermeni çetelerin karargâhı haline gelen Van'ın Akdamar adasındaki kilise, yapılacak saldırıların kararlarının alındığı merkez haline gelmişti.

İsyancı Ermeniler için masum Ermenilerin öldürülmesinin hiç bir önemi yoktu. Maksatları provokasyon olup, yeterince masum Ermeni öldürüldüğünde, Rusya veya İngiltere'nin yada Fransa'nın desteğini garanti ederek, gayeleri olan; Ermenistan hayallerini gerçekleştireceklerdi.

Aslında Ermeniler 24 ağustos 1896'da İstanbul'da Osmanlı Bankası'nı işgal edip, şehirde isyan çıkararak 1700 ermeni ile 400 Müslümanın hayatını kaybettiği olayların fitilini ateşleyip, 1915 olaylarının tohumlarını o günlerde atmaya başlamışlardı.

2. Abdülhamid'in Hamidiye isimli birlikleri de dâhil olmak üzere Osmanlı ordusu, isyanları bastırmak için 1895 den 1897 ye kadar batılılar tarafından bağımsızlık savaşçıları olarak adlandırılan Ermeni isyancıları ile mücadeleye devam ettiler.

Buna rağmen 1901'den 1904'e kadar Ermeniler saldırılarını devam ettirip, Hristiyan okullarını militan merkezi haline dönüştürdüler ve dış güçler geldiğinde de onlara yardım etmek için silah toplamaya başladılar.

Ermeni tarihçi Luis Nalbantyan'a göre Ermeniler, Birinci Dünya Savaşını, genel bir isyana dönüştürmek için bir fırsat olarak görmüşlerdi.

20 Nisan 1915 de büyük bir bölümünün ele geçirildiği Van'da, vali Cevdet Bey'in önderliğindeki birlikler 17 Mayıs'ta geri çekilip Van düşünce, Rusların da Anadolu'ya ilerlemesinden güç bulan Ermeniler, Van'ın Müslüman kesimini ateşe verdiler.

Aram Manukyan'ın yeni belediye başkanı olmasıyla Müslümanların katledilmesine devam edildi. 2 cami dışında şehrin bütün Müslüman kısımlarını yıktıklarında, sokaklar insan cesetleriyle dolu idi.

Çukurova'dan Erivan'a kadar bir Ermenistan devleti hayalleri kuranlar, sadece Iğdır'ın 21 köyünde büyük katliamlara imzalarını attılar. O köylerden biri olan Hakmehmed köyünde yapılan katliamları inceleyen ve anlatan İtalyan bilim adamı Prof. Dr. Stefano Trinchese'nin; "Toplu mezardan çıkarılan 30 kişinin elbiselerinden genç kadın oldukları anlaşılıyordu" sözlerini izah etmeye bilmem gerek var mıdır?

Hakmehmed köyünde, babasının yanında koyun gibi kurban edilen 21-22 yaşındaki abisini 1996 yılında ağlayarak anlatan Abbas Güneş'i bu millet henüz unutmadı.

1986'da Erzurumlu canlı tanık Sırrı Hüseyinoğlu'nun anlattıkları daha dün gibi hafızalarda yerini korumaya devam ediyor.

Iğdır'ın Oba köyünde odun yakar gibi yakılan insanların feryadını Mehmed Aydın'dan dinledi bu millet.

Ermeni bir memur olan Arhenas Abresyan'ın günlüğünde şunlar yazıyordu; "Biz, Türkler tarafından kaçış yolu olarak kullanılabilecek bütün yolları ve dağ geçitlerini kapattık ve sonra da, imha işimizi devam ettirdik."

3 Mart 1916'da Bitlis'te şehir halkı katledilmişti. Köylerine dönen Müslümanların yaşadıkları acıları bizim tarif etmemiz asla mümkün olamaz.

Akdeniz'e kadar inmesi beklenilen Rusların geri dönmesiyle, Ermeniler hayal kırıklığına uğrasalar bile isyanlarından ve cinayetlerinden dönmediler.

Mart 1918'de Erzurum'un geri alınmasını Van ve Kars izledi.

Paris Barış Konferansında Ermeni lider Bagos Nubar'ın 150 bin Ermeni'nin Rus ordusunda görev yaptığını ve Rusların safında savaştıklarını itiraf etmesi, aslında yaptıkları katliamların da itirafı mahiyetinde idi.

TEHCÄ°R

İstanbul hükümeti tarafından isyanların bastırılması için alınan tehcir (sürgün) kararı ile göç yolları açıldı ve tehcir başladı.

Bu tehcir esnasında soğuk, açlık, hastalık ve yakınları katledilen aşiretler tarafından bir takım insanlar telef olsalar da, Ermeni siyasi lider Bogos Nubar'a göre yine de yarım milyondan 390 000'i gidecekleri yere sağ sağlim ulaşmışlardır.

Ermenilerin büyük bir bölümünün yaşıyor olması, Türklerin aleyhine sürdürülen soykırım iddiasının asılsız olduğunun delillerindendir.

Ermeni kilisesinin istatistiklerine göre, 1. dünya savaşından önce Osmanlı topraklarında 1 milyon 600 Ermeni yaşamaktaydı. Ermeni tarihçi Richard Hovarisyan'a göre 1. dünya savaşı sırasında Ermenilerin nüfusu 1.5 - 2 milyon arasındaydı. Milletler Cemiyetine göre 1922'nin sonuna kadar 900 bin Ermeni Avrupa, Amerika ve diğer ülkelere göç etmişlerdir.

Mâide suresinin 33. âyet-i kerimesine göre yeryüzünde fesat çıkaranların cezası öldürülmeleri, asılmaları veya el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi ya da bulundukları yerden tehcir edilip sürgün edilmeleridir. Osmanlı, millet-i sâdıka iken millet-i hâine olan Ermenilere bu âyetin son cümlesi olan tehcir hükmüne karar vermiştir.

Bu tehcir esnasında birtakım sebeplerden dolayı ölen veya öldürülenlerin bulunması gayet doğaldır. Bunun aksini iddia edenler olursa, Doğu Anadolu'da 1 milyondan fazla kaybedilen Müslümanların da konuşulması icap eder. Üstelik Balkanlar'dan sürgün edilirken şehit edilen Müslümanlar bu rakamın dışarısındadır. Rabbim bu millete böyle bir acı daha göstermesin. Vesselam.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

serkan çakır, 2020-10-08 12:48:38

yazınızdan ötürü sizi tebrik ediyorum aydınlatıcı ve meseleyi çok güzel takdim etmişssiniz yazılarınızın devamını bekliyoruz.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Hala mı Allah'a tövbe etmezler ve O'ndan bağışlanma istemezler? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Maide, 74

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Herhangi bir kişi, mükemmel bir abdest alıp da namaz kılarsa, o namazla gelecek namaz arasında işlediği bütün günahları bağışlanır.

Buhari

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI