TEVHÄ°D NÃœKTELERÄ°

Tevhidi sadece afakî çizgide birleme olarak algılamamak lazımdır. Enfüsî dairede de insan kendisini tevhidden ayıran saiklerden kurtarmalıdır. Kadın, para, şöhret vb. fenomenler hiç bir zaman mukaddeslerin yerini almamalıdır.


2011-08-29 15:23:43

*Tevhidi sadece afakî çizgide birleme olarak algılamamak lazımdır. Enfüsî dairede de insan kendisini tevhidden ayıran saiklerden kurtarmalıdır. Kadın, para, şöhret vb. fenomenler hiç bir zaman mukaddeslerin yerini almamalıdır.

*İnsan aklı ile imanı bulur, ancak bu imanın devamı kalpteki itmi'nan ile olur. Bu itmi'nanı elde etmek ise bazen yarım asırlık bir devam ve direnme gerektirebilir.

*Vahidiyet: Yaratıcının yarattıkları arasında insicam (Uyum) temin etmesini ifade eder ki, sanki bir elden çıkmış olduğunu kör gözlere dahi gösterir.

*Ehadiyet: Her hangi bir şeydeki mükemmellik ile diğer şeyler arasındaki irtibat ve alâkanın harikalığını gösterir ki, sebeb-i hakikîye yani sânî'e (Yaratıcıya) delaleti tazammun eder. Vahidiyet bize, müessirden esere olan silsiledeki düzen içersinde bir bürhan-ı limmî oluşturduğu gibi, ehadiyet de eserden müessire olan delalet yoluyla bir bürhan-ı innîyi oluşturur.

*Müsavaat (Eşit şart), redd-i müdahaleyi netice verir. Bu itibarla, kâinatın yaratıcısının tek olması normal aklın tesbit edebileceği bir husustur. Nitekim Kuran-ı Kerim "İlahlar çok olsaydı fesad olurdu" mantığını bize öğretmiştir.

*Klasik misali ile nasıl ki bir köyde iki muhtar, bir ilçede iki kaymakam ve bir ilde iki vali olmaz. Aynen öyle de, kâinatın yaratıcısı da tekdir. Bu kaziyeye de bürhan-ı temanu diyoruz.

* Var olan her şey bir sebebe bağlıdır. Teselsül mantığı ile ilk sebebe gidilince, ilk sebebin Allah (C.C.) olduğu kendiliğinden kabul edilir. Çünkü, bu muhteşem evrenin kendi kendine, tesadüfen veya tabiat vasıtasıyla olması ve bu mükemmelliğe erişmesi aklen ve ilmen olanaksızdır.

*Mevcudatın varlığı ve menşei hakkında değişik varsayımlar ileri sürülmüş olabilir. Ancak yaradılış noktasında bu güne kadar en isabetli ve mantıklı modeli vahy öğretisinde ve Tanrı kavramında bulmaktayız. Bir masa, bir sandalye, bir bina, bir makine, nasıl ki kendilerini mevcut kılacak şuurlu ustaları ve teknik adamları gerektiriyorsa, bu koca âlemdeki nizam ve intizam da gerektirir ki, her şeye gücü yeten şuurlu bir güç ancak onu var edebilsin.

*Descartes'in "Düşünüyorum öyleyse varım. Düşünüyorum madem varım öyleyse beni bir var eden var. Düşünüyorum eğer beni ben ve benim seviyemde biri yapmış olsa idi böyle noksan yapmamaları gerekirdi." önermesi ile şu neticeye varabiliriz ki; insanın iktidarı ve iradesi sınırlıdır. Yani, ölümü öldüremiyor, hastalıkları yok edemiyor, hayatı ebedî kılamıyor. Demek ki insan ve mevcudat bu noksanlıklardan münezzeh olan bir mükemmelin sanatıdır ki, o Allah'tır. (CC)

* Allah Teâlâ yarattıklarına hiç bir şekilde benzemez. Benzese zaten ilah olamaz. Tanrı, zaman-mekân, madde ruh gibi kayıtlarla bağlı olmadığı gibi, onun başlangıcı ve sonu da yoktur. Yani ezelî ve ebedîdir. Bize yani fanilere ait kavramlarla onu tanımlamak mümkün olmadığı gibi makul de değildir. Onun içindir ki, büyük insanlar "Seni anlayamamak, seni anlamaktır" şeklinde bu hayretlerini ifade etmişlerdir. Zira akıl, kendine verilen boyutlarla düşünebilir. Boyutsuz şeyler iman ile algılanır. Bir başka ifadeyle boyutu olmayan her şey inkar edilemez. Aklı gözüne inmiş bazıları ısı, ışık, ses, hava gibi şeyleri gözleri ile göremez ve değişik algılamalarla ancak bunların mevcudiyetlerini fark edebilirken, binlerce ve milyonlarca ve belki milyarlarca sistemden meydana gelmiş olan şu koca kâinatın, neresini araştırabilmiş ve ayaklarını basabilmişler de, "Neden görünmüyor?" sorusunu soruyorlar.

*Kaldı ki, kim Allah'ın (C.C.) şu dünya gözü ile görülebileceğini ifade veya isbat etmiş. Yaratıcıyı görmek ve bulmak isteyen vicdanına dönmelidir. O zaman görecektir ki, Comte'nin dediği gibi, vicdan O'nun mevcudiyetine evet demekte ve mevcud bütün ilimler de hal lisanı ile O büyük yaratıcıya delalet etmektedir. Yüz kapılı bir sarayın bir kapısını kapalı görüp de bütün kapılar hakkında kapalı hükmünü vermek, veya yüz odalı bir şatonun bir odasında muhatab bulamayınca bütün odalarında kimse yok hükmüne varmak, ne kadar ğayr-ı ilmî ve taraflı bir hüküm ve yaklaşım ise, aynen öyle de; adeta sınırsız olan alemi sonsuz bir tefekkür ile süzmeden karara varmak, kişiyi peşinen kabul-i adem (Yokluğun kabulü) dediğimiz noktaya getirir ki, bu pozisyon ilim ve insafla bağdaşmaz.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

Kevser:2

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

İki müslüman birbiriyle karşılaşıp da el sıkışılarsa, ayrılmazdan evvel günahları bağışlanır.

(Riyazü's-Salihin)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*İmam-ı Azam Ebu Hanife(r.a.) Vefat Etti.(6 Mayıs 765) *İkinci Dünya Savaşı Sona Erdi.(8 Mayıs 1945) *Osman Gazi'nin Doğumu(9 Mayıs 1252) *Ahmed Cezzar Paşa'nın Akka'da Napolyon'u Yenmesi.(10 Mayıs 1799) *1897 Türk-Yunan Savaşı Türk Zaferiyle Sona Erdi

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI