YANLIŞ TANITILMAYA ÇALIŞILAN BİR DAHİ: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ-5. BÖLÜM

Günün birinde Vali Tahir Paşa, bir gazetedeki şu müthiş haberi gösterir: İngiltere Sömürgeler Başkanı Gladston, mecliste Kur'an'ı gösterip ''müslümanları bu kitaptan uzaklaştımadıkça onlara tam hâkim olamayız.'' Demiştir.


Ahmed Akgündüz (Prof. Dr.)

akgunduz@islamicuniversity.nl

2011-04-01 04:27:10

Günün birinde Vali Tahir Paşa, bir gazetedeki şu müthiş haberi gösterir: İngiltere Sömürgeler Başkanı Gladston, mecliste Kur'an'ı gösterip ''müslümanları bu kitaptan uzaklaştımadıkça onlara tam hâkim olamayız.'' Demiştir. Bu dehşetli haber, Bediüzzaman'ın şahikasına ulaşmış olan iman heyecanında dalgalanmalar
meydana getirerek; ''Kur'an'ın sönmez ve söndürelemez mânevi bir güneş olduğunu Dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!'' Der. Fen bilimleri adına Batı'dan gelecek dalâletlere karşı koymak üzere ideal edindiği üniversiteyi Van veya Diyarbakır'da açmak düşüncesiyle 1896'da İstanbula gider. Netice alamayınca aynı maksatla 1907 yılında İstanbul'a ikinci defa gitti. İstanbul Fatih semtindeki Şekerci Han'a yerleşir.

Kısa zamanda İstanbul'da şöhreti yayıldı.Dinî ilimler alanında sorulan her soruya ikna edici cevaplara dair o zaman üniversite öğrencisi olup bizzat kendisine soru soran Hasan Fehmi Başol (Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi ve başkanı), Ali Himmet Berki (Yargıtay Başkanı) gibi- birçok şahid vardır.

Hilafet merkezinde siyasî temaslarla İslâm'a hizmet eden Bediüzzaman meydanlarda, kürsülerde sık sık görünüyordu. Meşrutiyetin ilanından sonra bazı arkadaşlarıyla İttihad-ı Muhammedî cemiyetini kurdu. Bütün müslümanları üyesi sayan bu cemiyet, hızlı bir gelişme kaydetti. Geldiği ileri sürülen ''Hürriyet''in şer'î sınırlar çerçevesinde kalması için gayret gösteriyordu. Tanin, İkdam, Serbesti, Mizan, Şark ve Kürdistan, Volkan gibi çeşitli gazetelerde yazıyordu. Devrin siyasi şartları içerisinde ve kaygan siyaset zemininde, geleneksel saltanat idaresinin devamının zor olduğunu düşünüyor, bundan dolayı meşrutî idareyi bir çare olarak görüyordu. ''Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlâl'' diyordu. Said Halim Paşa, Babanzade Ahmet Naim, Filibeli Ahmet Hilmi, Mehmet Akif, Elmalılı M.Hamdi gibi birçok İslâmcı ilim ve fikir adamı da böyle düşünüyorlardı. Fakat çok geçmeden İttihat ve Terakki hükümetinin, daha çok menfi tesirler altına girdiğini görünce doğru bildiğini söylemekten geri durmamıştır. Bu arada 31 Mart hadisesi oldu; birçok hoca arasinda o da tutuklanıp idam istemiyle yargılandı. Sıkı Yönetim Mahkeme Başkanı Hurşit Paşa'nın: ''Sende Şeriat istemişsin öyle mi?'' sorusuna şu cevabı verdi: ''Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira Şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin istediği gibi değil!'' Kendisine yapılan ithamlara karşı yaptığı uzun savunma, daha sonra iki defa tab edilmiştir. Cesurca müdafaası neticesinde idam beklerken beraat etti. Mahkeme heyetine teşekkür etmeksizin mahkemeden çıktı. Beyazıd'dan Sultanahmed'e kadar kendini izleyen bir halk kitlesi önünde ''Zalimler için yaşasın cehennem!'' nidasıyla ilerledi. İsyan eden sekiz taburu itaate sevk ettiği sabit olunca Sıkı Yönetim Mahkemesi, onun isyana katılmadığını anlamış ve beraat ettirmişti. Bu olaydan sonra İstanbul'da fazla kalmaz, 1910 yılında Van'a gitmek üzere İstanbul'dan ayrılır, Batum yoluyla Van'a giderken Tiflis'e uğrar. Tiflis'te Şeyh San'an tepesinde bir Rus polisiyle ilginç bir konuşması olur. İslam'ın geleceğinden ümitli olduğunu ifade etmesi üzerine polisin çağdaş müslümanların esir, zayıf, fakir olup varlık göstermelerinin imkansız olduğunu söylemesine karşılık verdiği şu keramet cevap 90'lı yıllardan sonra meşhur olmuştur: ''Müslümanlar tahsile gitmişler; işte Hindistan, İslâm'ın kabiliyetli bir evladıdır, İngiliz lisesinde okuyor. Mısır İslam'ın, zeki bir mahdumudur, İngiliz Mülkiye mektebinden ders alıyor, Kafkas ve Türkistan İslamın iki bahadır oğullarıdır, Rus harbiyesinde talim ediyorlar'' (Nur talebelerin'den bir hizmet grubu 1995 yılında Tiflis şehrinde bir özel lise açmışlardır.) Daha sonra Van bölgesini dolaşarak ilmî içtimaî konularda etrafı aydınlatır. Gezileri esnasında kendisine sorulan surulara verdiği cevaplar, Münâzarat adlı bir kitapta toplanmıştır. 1911 kışında Şam'a gittiğinde oralı bazı âlim dostlarının ricası üzerine Emevi Camii'nde (alttaki resim) tarihi bir hutbe verdi (bu hutbenin Arapça orijinali küçük bir kitap halinde iki defa yayınlandılktan sonra bizzat müellif tarafından Türkçe tercümeside yayınlanmıştır).

Sonra yaralı bir vaziyette esir düşüp Sibirya'daki Koşturmaya'ya gönderildi.
(yandaki resim) Bir esir kampını teftişe gelen Rus Başkumandanı Nikola Nikolaviç'in önünde herkes ayağa kalkarken o kalkmadı.Sebebi sorulunca ''ben İslâm âlimiyim. İmanlı kimse gayri müslime kıyam edemez'' cevabını verdi. Kumandan idamını emretmişken Bediüzaman'ın son arzusu olan iki rek'âtlık namazından sonra emrini geri aldı. Bu hadiseyi kendisi anlatmamış, esir kampında beraber bazı zâtların tanıklığına dayanarak tarihçi Abdurrahim Zapsu (Ehl-i Sünnet Mecmuası, 1948, c.2, sayı:46) yayınladıktan sonra tasdik etmiştir. Komünizm ihtilali ile sarsılıp bölünen Rusya'nın karmaşıklığından faydalanarak 4 yıl süren esaretten firar ile kurtulup Petrsburg, Varşova, Viyana yoluyla 1334 yılında İstanbul'a dönmeye muvaffak oldu.

Dünya savaşından donra, 1918 yılında kurulup Osmanlı Devleti'nin en din kurulu durumunda olan Dar'ül-Hikmeti'l-İslâmiye üyeliğine Orduy-ı Hümayun adayı olarak tayin edildi. Bu kurulda İzmirli İsmail Hakkı, Şeyh Saffet (yetkin) gibi zâtlar üye olup Mehmet Âkif de kurulun genel sekreteriydi. Harbin sonuna doğru İngiliz siyasetinin iç yüzünü ortaya koyan Hutuvvât-ı Sitte adlı risâlesini yayınlamış ve İstanbul'un her tarafına dağıttırmıştı. İngilizler 1920 yılında İstanbul'u işgal edince bu risâle, İngiliz Başkumandanına gösterilir ve BEDİÜZZAMAN'ın bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir. Kumandan onu idam etmeye niyetlendiyse de böyle bir hareketin, Doğu Anadolu'da büyük bir kargaşaya ve İngiliz aleyhtarlığına sebeb olacağı yönündeki uyarıları dikkate alarak bu kararından vazgeçer. İşgal döneminde İngiltere Angligan Kilisesi baş papazı, İslâm hakkında kapsamlı altı soru hazırlamış ve yetkili din âlimlerinin cevaplarını istemişti. Elmalılı Muhammet Hamdi Yazır, Abdülaziz Çavuş gibi bir kaç zât, küçük bir kitap çapında cevaplar hazırladılar. BEDİÜZZAMAN ise ''Ben onlara bir tek kelimeyle bile cevap vermem Cevabım tükürüktür'' deyip bu tutumunun sebebini şöyle açıklamıştır: ''Çünkü zalim devletin, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, papazlarının mağrur bir eda ile suâl sormasına karşı yüzüne tükürmek lâzım gelir.'' Bu cevap, onun farkını ve mizacını gösteriyor. Üstad, bu kişilerin maksatlarını keşfedip: ''İşte biz, adamı böyle yeneriz. Şayet sizin dininiz hak olsaydı bu perişan vaziyete düşmezdiniz. Şimdi bizim üstünlüğümüzü anlayın bakalım!'' dercesine bu soruları yönelttiklerini keşfedip bu ağır cevabı vermişti. 5 Mart 1920'de Hamdullah Suphi, V. Ebuziyya, Mazhar Osman, F. Kerim Gökay, Süheyl Ünver, M. Şekip Tunç ve Hakkı Tarık Us ile Yeşilay'ı kurdu. 1921 yılının Ocak ayında İskilipli Âtıf, Mustafa Sabri, Ermenekli Saffet efendilerle Müderrisler Cemiyeti'ni kurdu. Anadolu'da başlatılan İstiklâl hareketini destekledi. Şeyhülislâm Dürrizâde'nin bu hareket aleyhindeki fetvasının, esaret altında verilmiş olduğundan geçersiz olduğunu belirtti. İstanbul'daki önemli ve başarılı hizmetlerinden dolayı Ankara hükûmeti, onu Ankara'ya davet etti. ''Ben tehlikeli yerde mücadele etmek istiyorum'' diyerek bu teklifi kabul etmedi. Zaferden sonra 9 Kasım 1920'de davet tekrarlandı ve bu defa kabul etti. Meclis'de, resmî karşılama töreni yapılmasına dair karşı çıktı.Mebusların dinî yönden lâkayd olduklarını görünce 19 Ocak 1923'te üç sayfalık bir beyannname dağıtarak onları uyardı. Namaz kılanlara altmış mebus daha katıldı. Namazgâh olan küçük bir odayı, büyük bir mescid haline getirtti. İdealindeki üniversiteyi gündeme getirdi; 163 milletvekilinin oyu ile bu iş için yüzellibin banknot ödenek ayrıldı. Bediüzzaman, İslâm âleminde bir diriliş olacağına dair kuvvetli ümidi sebebiyle Ankara'ya gelmişti. Gençliğinden bu yana tüm çabaları hep bunun içindi. Siyasî açıdan bu yöndeki son teşebbüsü, Ankara'da oldu. Fakat karşısına kuvvetli engeller çıktı. Bir gün Meclis'te, Mustafa Kemal Paşa ile iki saat kadar görüşmüş; yapılacak inkılâbın Kur'an'dan kaynaklanması gerektiğini, Avrupalıları taklit etmenin doğru olmayacağını anlatmıştı. Mustafa Kemal, Bediüzzaman'ın nüfûzundan istifade etmek için ona mebusluk, Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye gibi Diyanet'te azalık ve Şark Umumi Vaizliği'ni teklif eder. Fakat Bediüzzaman kabul etmez. Meclis'teki ortamı da değerlendirerek siyaset alanında yapacağı birşey kalmadığını düşünür; Van'a gidip Erek dağında bir mağarada inzivaya çekilir. Bu düşünce, aslında başka bir alandaki hareketi planlamak gayesiyle yapılan bir gerilim, koşmak için yapılan bir geri çekilmeydi. Dalâletin, ilim ve medeniyet kisvesiyle girdiği, yöneticilerin çoğunun Avrupai fikirlere meftun olduğu, dini faaliyetlerin yasaklandığı, dinî eğitim veren okulların kapatıldığı, totaliter tek parti yönetimin hâkim olduğu bir dönemde teşkilâttan mahrum olarak dinî hizmet realitede yok sayılırdı. Bediüzzaman, neticesiz kalmaya mahkum ani çıkışlara iltifat etmemiş; İslâm beldelerinden birine yerleşme, orada hizmete devam etme tekliflerini de kabul etmemiştir. O, her zaman mücadelenin kzıştığı yeri tercih etmiştir. SÜRGÜN EDİLMESİ Diyarbekir tarafında ortaya çıkan şeyh Said hareketine katılmadığı halde o kıyamın neticesinde (Şubat 1925), kış mevsiminde Erzurum ve İstanbul'dan sonra Burdur'a sürüldü. 7 ay orada kaldıktan sonra büsbütün tecrid etmek gayesiyle 1926'da, Isparta'ya bağlı dağlık ücra bir köy olan Barla'ya gönderildi.

Abdurrahman Şeref Laç ve Mihri Helav gibi değerli avukatlar savunmada yer aldılar. Mahkeme beraatla neticelendi. Halk, özellikle gençlik, kendisine büyük ilgi gösterdi. Uzun bir ayrılıktan sonra istanbul'a, sılaya gelir gibi gelmişti. 1953'te Isparta da ikamete başladı. Demokrat parti iktidarının, ezanı asli şekliyle okunmasına imkan vermesi sebebiyle tebrik edip vatan ve millet hizmetinde muvaffakiyet temennisinde bulundu. Ayrıca Risale-i Nur'u serbest bırakıp, Ayasofya'yıda cami haline irca eden bir mesaj gönderdi. 1953'te üç ay İstanbul da kalıp, fethin 500. yıl dönümü kutlamalarına katıldı. 1956'da eserleri, talebelerinden bir kaç heyetçe yeni türk harfleriyle yayınlanmaya başladı. 1960 başlarında Ankara ve Konya'ya gitmesi siyasi çevreleri telaşa verince Hükümet, radyodan bildiri yayınlayarak Emirdağ'da ikamet etmesini istedi. İşte o hapishane dışındayken bile -1925 ve 1960 yılları arasında- böyle mahkum muamelesi gördü. Fakat Osman Yüksel'in dediği gibi o ''Mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Ama mahkumken bile hükmediyordu.'' 18 Mart 1960'da Emirdağ'dan Isparta'ya oradan da gizlice Urfa'ya gitti (21 Mart). Bakanlığın acele Urfa'yı terketme emrine, Urfa'lı siyasiler ve halk karşı koydu. Emri tebliğ eden Emniyet Müdürü'ne : ''Ağır hastayım. Dönecek takatim yok. Zaten buraya ölmeye geldim'' dedi. 23 Mart sabaha karşı Kadir Gecesi vefat etti.

FOTOĞRAFLAR

1- Üstad Bediüzzaman Said Nursî

2- Tillo kasabasındaki Kubbe-i Hasiye

3- İstanbul Fatih semtindeki Şekerci Han'ı

4- Bediüzzaman Said Nursi'nin Rusya da esaretten dünüşte aldığı "Vatana Avdet'' belgesinin arka yüzü.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Bilâl Tunç, 2012-01-23 07:49:22

1- “1896'da İstanbula gider. Netice alamayınca aynı maksatla 1907 yılında İstanbul'a ikinci defa gitti.” 1896’da İstanbul’a ilk gidişinin belgesi ibraz edilebilir mi? 2- “4 yıl süren esaretten firar ile kurtulup Petrsburg, Varşova, Viyana yoluyla 1334 yılında İstanbul'a dönmeye muvaffak oldu.” 4 yıl değil.. Bitlis’de esir düşüp istanbul’a dönünceye kadar geçen sürenin tamâmı; 2 sene, 3 ay, 15 gün.. http://www.risaletashih.com/index.php/iir-koeesi/657 3- Şeyh Said Hâdisesi dolayısıyle Batıya sürülme târîhi 1925, değil 1926.. Barla sürgünü 1926’da değil 127’de.. http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/186 http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/190

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Âl-i imran:190

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için gerçekten açık, ibretli deliller vardır.

GÜNÜN HADİSİ

Evlad ve Akrabalara İyilik

"Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz" [Tirmizi, Birr 33, (1953)]

TARİHTE BU HAFTA

*Yıldız Sarayı'nın İttihatçılar'ca Yağma Edilmesi(29 Nisan 1909) *Gazneli Mahmud'un Vefatı(30 Nisan 1030) *Yıldırım Bâyezid Tarafından Manisa'nın Fethi(1 Mayıs 1390) *Fatih Sultan Mehmed Hân'ın Vefatı(3 Mayıs 1481) *Eyüp Sultan Hazretleri(r.a.) Vefât E

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI