Cevaplar.Org

HZ. PEYGAMBER’İN GÜVENİRLİLİĞİ VE KUR’AN’IN TEBLİĞ EDİLMESİNDE ONA GÜVENMEMENİN İTİKÂDÎ SONUÇLARI

Son zamanlarda Kur’an’ın mahiyetine dair bir takım düşünceler ileri sürülmektedir. Bu konuda kafa karışıklığının yaşandığı görülmekte ve bize birtakım sorular yöneltilmektedir. Bundan ötürü ilmi ve dini olarak konuya dair birkaç önemli hususu açıklamak durumundayız.


Muhammed Salih Ekinci

sghursi@gmail.com

2020-12-26 19:39:56

Hamd Allah'a mahsustur. Salat ve selam, güvenilir ve seçilmiş efendimiz Hz. Muhammed'in(sallallahu aleyhi ve sellem) , onun Ehl-i beytinin, sahabesi ve kıyamete dek kendisine tabi olanların üzerine olsun.

Son zamanlarda Kur'an'ın mahiyetine dair bir takım düşünceler ileri sürülmektedir. Bu konuda kafa karışıklığının yaşandığı görülmekte ve bize birtakım sorular yöneltilmektedir. Bundan ötürü ilmi ve dini olarak konuya dair birkaç önemli hususu açıklamak durumundayız.

Bu açıklamanın asıl amacı, doğrudan bir şahıs veya grup değil; Kur'an ve nübüvvetle ilgili bazı hakikatleri izhar etmektir. Bilindiği gibi, bu tartışmanın gündemde yer almasının asıl nedeni, bir akademisyenin Kur'ân'ın mahiyetine dair ortaya attığı bir takım iddialardır. Onun Kur'an'ın mahiyeti ile ilgili yaptığı konuşmanın önemli bir kısmını dinledim ve bazı yazılarına da vakıf oldum. Bu iddiaları esas alarak Kur'ân'ın mahiyetine dair böyle bir yaklaşımın; Hz. Muhammed'in(sallallahu aleyhi ve sellem) doğruluğu ve güvenirliliğini, Kur'an'ın kutsallığını, Allah'ın ulûhiyyet konumunu ve son olarak da bir bütün olarak İslam'ı adeta ortadan kaldırdığını aklî ve naklî delillerle ortaya koyacağız.

Söz konusu akademisyen, konuya dair konuşmasında Kalem Suresinde yer alan;

وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَّهِينٍ (*) هَمَّازٍ مَّشَّاء بِنَمِيمٍ (*)- مَنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ (*)عُتُلٍّ بَعْدَ ذَلِكَ زَنِيمٍ

ayetlerini okuduktan sonra bu ayetlerle alay edercesine; "Bu söz Allah'a ait olabilir mi?" demektedir. Dolayısıyla söz konusu şahıs, bu ayetlerin Allah'ın sözü olmadığını ve onların Hz. Peygamberin ilaveleri olduğunu düşünmektedir. Konuya dair diğer yazı ve konuşmalarında ise başta savaş içerikli ayetler olmak üzere birçok ayet hakkında da benzer bir yaklaşımı sergilemektedir.

Nitekim bütün bu konularda Kur'ân lafızlarının Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem) ait olduğunu, onun kendisine nazil olan vahiyde tasarrufta bulunduğunu, ya kendi düşüncesini ya muhatapların durumlarını ya da yaşadığı çağın gereklerini veya feveran, kızgınlık, nefret, hoşlanma ve rıza gibi hâlet-i ruhiyyesini esas alarak Kur'ân'a ekleme yaptığını öne sürmektedir.

Söz konusu akademisyenin ileri sürdüğü düşüncenin hülasası bundan ibarettir. Bu düşüncenin nihai ve odak noktası ise Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah Teâlâ adına bir takım sözleri uydurmuş olmasıdır.

Konuya dair hususları ele almadan önce belirtmemiz gerekir ki, bu kişiyi doğrudan tanımadığımız gibi, onun şahsını da hedef almamaktayız. Ancak ilmi ve dini sorumluluğumuzun bir gereği olarak onun ortaya attığı iddiaları ve ileri sürdüğü düşünceleri ele almak zorundayız. Yine bu korkunç iddiada gerek bu akademisyene gerekse ondan etkilenen kişilere ilmi bir uyarı olması için bu görüşe ve onun dini sonuçlarına değineceğiz. İmdi konuya kısaca değinerek bu iddianın yol açtığı en önemli inanç problemlerini birkaç madde halinde açıklayacağız:

1-Diğer semavi dinler gibi İslam'ın da en temel ekseni, risalet ile resuldur/peygamberdir. Bir peygamberin risâletinin temel dayanağı ise onun güvenirliliğidir. Bu yüzden Yüce Allah'ın, gerek kendi vahiy ve risaletinde gerekse peygamberin O'nun adına insanlara aktardığı bilgilerde emin olması için peygamber olacak kişinin O'nun nezdinde ve ilminde güvenilir olması gerekir. Bununla beraber insanların kendisine gönül rahatlığıyla iman edebilmesi için insanlar nezdinde de güvenilir olması gerekir. Yüce Allah bu konuda;

اللّهُ أَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُ

"Allah, peygamberlik görevini kime vereceğini hakkıyla bilendir."(En'âm, 6/124) buyurmaktadır. Şayet Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Yüce Allah'a bir takım iftiralar atsaydı Yüce Allah, bizzat tehditte bulunduğu gibi onu kıskıvrak yakalar ve şah damarını kesiverirdi.

Ayrıca sağlıklı bir zihin yapısı ve sağlam bir fıtrata sahip olanlar, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) tek bir yalanını veya ihanetini tespit etmiş olsalardı, onun Allah'ın elçisi olduğuna dair güvenlerini kaybeder ve en yakın arkadaşları bile onu yalancı peygamberlerden sayıp, yanına bile yaklaşmazlardı. Dolayısıyla risâlet kurumu, insanların iman etmeme ve peygambere tabi olmama noktalarında bir bahaneye mahal vermeyecek şekilde peygamberlerin güvenilir, sadık, en üstün ahlak ve niteliklere sahip olmalarını gerektirmektedir.

Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيماً

"Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, gönderildikten sonra insanların Allah'a karşı hiç bir bahaneleri olmasın" (Nisâ, 4/ 165.)

قُلْ فَلِلّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ فَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ

 "De ki: (Allah ve peygamberlere iman konusunda) kimseye hiçbir mazeret bırakmayacak hüccet Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi" (En'âm, 6/ 1492-Bu iddiayı ileri süren akademisyenin sözlerine bakılacak olursa Hz. Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem), ilâhî vahiy konusunda güvenilir olmadığı gibi, Yüce Allah'a izafe ettiği şeylerde de muteber/emin değildir. İşte onun asıl ilmî, dinî ve aklî çıkmazları da bu noktadadır. Bu ifadelere göre söz konusu zat, Hz. Peygamber'in güvenirliliği ve doğruluğuna) inanmamaktadır.

Binaenaleyh Hz. Muhammed'in(aleyhissalatu vesselam) risâletinin en temel dayanakları olan güvenirlilik ve doğruluk yok olmaktadır. Bu dayanaklar ortadan kalktıktan sonra ilkin onun risaleti, bilahare aslî ve fer'î ilkeleri ile birlikte İslam dininin tamamı mevsukiyetini kaybedecektir.

3-Hz. Muhammed'in(sallallahu aleyhi ve sellem) güvenirliliği ve doğruluğu yok olunca onun Yüce Allah'tan haber vererek naklettiği her habere duyulan itimat ortadan kalkacağından Kur'an'ı Azim'in kutsallığına ve onun Allah'ın kelamı oluşuna dair güven de yok olacaktır. Buna göre Kur'an'ın Allah'ın kelamı olma ihtimali ile birlikte iki ihtimal daha söz konusu olacaktır.

Birincisi; bu akademisyenin sözünden anlaşıldığı gibi, Kur'an'ın bir kısmının Allah'ın sözü, diğer bir kısmının da Hz. Peygamber'in(aleyhissalatu vesselam) sözü olmasıdır. Bu durumda her iki sözü birbirlerinden ayıracak aklî ve naklî araçları haiz olmadığımızdan Kur'an'ın tamamı nazarı itibardan düşecektir.

İkincisi ise; Kur'an'ın tamamının Hz. Peygamber'in (aleyhissalatu vesselam) sözü olup, onun Allah'a iftira edilmiş olmasıdır. Bunların her birisinin ihtimal dâhilinde olduğu kabul edildiğinde Kur'ân'ın Allah kelamı olma konusundaki güven de ortadan kalkacaktır.

4-Söz konusu şahıs, Hz. Muhammed'in(sallallahu aleyhi ve sellem) Allah Teâlâ'nın peygamberi olduğuna ve yalancı peygamber olmadığına inandığına göre, onun bu görüşüne binaen Yüce Allah'la ilgili şu sorular gündeme gelmektedir: Yüce Allah, Hz. Muhammed'in(sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine iftira edeceğini önceden biliyor muydu? Yoksa bilmiyor muydu? Eğer biliyorduysa neden kendisine iftira edecek birisini peygamber olarak göndermiştir? Cahil olması imkânsız olduğu halde, varsayalım ki Allah, Hz. Peygamber'in kendisine iftira edeceğini önceden bilmiyordu. Peki, daha sonra bunu gördükten sonra neden bu iftiraya engel olmamış ve onu kıskıvrak yakalayıp şah damarını koparmamıştır? Oysa Allah şöyle buyurmuştur;

وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ (*) لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ (*) ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ (*) فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ

"Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik ve sizden hiç kimse buna mani olamazdı" (Hakka, 69/44-47.)

Yoksa Yüce Allah, onun kendisine iftira edeceğini bildiği halde onu elçi olarak göndererek kendisine torpil yaptığı gibi daha sonra da sözünden vazgeçerek ona torpil mi yapmıştır? Yoksa bu ayet, Hz. Muhammed'in(sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'a iftira ettiği ve O'nun sesini çıkarmadığı ayetlerden midir?

5-Söz konusu şahsın ileri sürdüğü; Kur'ân'ın manasının Yüce Allah'tan lafzının ise Hz. Peygamber tarafından oluşturulduğu görüşü, konuya dair diğer ifadeleri ile çelişmektedir. Zira onun verdiği örnekler ve yaptığı değerlendirmeler bu görüşle hiçbir şekilde örtüşmemektedir. Nitekim verdiği örnekler, yaptığı yorum ve değerlendirmelerden anlaşıldığına göre Kur'ân'ın bir kısmı hem lafız hem de manasıyla birlikte Hz. Peygamber tarafından oluşturulmuş ve Yüce Allah'a iftira edilmiştir.

6-Suyûtî ve Zerkeşî başta olmak üzere bazı âlimler tarafından ifade edilen Kur'ân'ın manasının Yüce Allah'tan, lafzının ise Hz. Peygamber'den olduğu görüşünün tam olarak kime ait olduğu bilinmemekte ve kaynaklarda bu görüşün hangi âlime ait olduğu açıkça belirtilmemektedir. Bu yüzden Zerkânî, Menâhilü'l-'irfân adlı eserinde bunun salt aklî bir ihtimal olduğunu ifade etmektedir. İmam Matûrîdî ise, tefsirinde belli bir şahsın ismini vermeden bu görüşü, birçok konuda İslam akidesinin dışında yer alan bazı Bâtınîlere izafe etmektedir.

Matûrîdîliğin otorite isimlerinden Nesefî, Bâtınîler hakkında şöyle demektedir: "Naslar, zahirlerine hamledilir. Zahir ifadeleri yerine Bâtınîlerin ileri sürdükleri anlamlara hamletmek ise ilhâd ve küfürdür". Hatta Bâtınîler bile bu akademisyenin iddia ettiği ve Hz. Muhammed'in Allah'a iftira attığı anlamına gelecek şekilde böyle bir yaklaşımı benimsememiştir.

Batınilerin bu iddiayı dillendirdikleri varsayıldığında onlar, "Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem), kendisine vahyedilen manaları olduğu gibi ifade etmiş ve bu manalara uygun lafızlar oluşturmuştur" kastetmişlerdir. Onların "Kur'ân'ın manası Yüce Allah'tan, lafzı ise Hz. Peygamber'dendir" sözlerinin anlamı da budur. Dolayısıyla bu akademisyen tarafından dile getirilen görüşün bir benzeri, birçok konuda İslam dışı kabul edilen Bâtınîler tarafından bile savunulmadığını ifade etmek gerekir.

7-Bu zat, Arapçayı güzel anlamış olsa ve Kalem suresinde yer alan

وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَّهِينٍ (*) هَمَّازٍ مَّشَّاء بِنَمِيمٍ (*)- مَنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ

"Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan.."(Kalem: 68/10-12) ayetlerin Yüce Allah'tan olduğuna inansaydı, Kur'ân lafzının ilahi maksatla tam uyuşsa bile Hz. Peygamber tarafından oluşturulduğunu ileri sürmezdi. Çünkü bu ayetlerden hemen sonra gelen;

إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ 

"Kendisine ayetlerimiz tilavet edildiğinde: "Eskilerin masalları" der"(Kalem: 68/15) ayeti, Kur'ân lafızlarının Hz. Peygamber'den değil de Yüce Allah'tan olduğuna açıkça delalet etmektedir. Zira bütün Arapça sözlüklerin vurguladığı gibi tilâvet, kıraat ifadesi gibi dil ve lafızla ile ilgili bir husustur. Dolayısıyla burada Yüce Allah; ayetleri, tilavet edilen şeylerden saymış ve kendisine izafe etmiştir. Kuşkusuz tilavet edilen şeyler Kur'ân'ın manaları değil onun lafızlarıdır. Böylece Yüce Allah, sadece Kur'ân'ın manalarının değil lafızlarının da kendisine ait olduğunu ifade etmiştir. Kur'an'da tilavet ifadesinin ayetler hakkında kullanıldığı yerler oldukça fazladır.

Ayrıca Kur'ân'ın, lafız ve manasıyla birlikte Yüce Allah'a ait olduğunu açıkça ifade eden diğer birçok ayet de mevcuttur. O ayetlerden ikisi şöyledir:

 إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآناً عَرَبِيّاً لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

"Akledesiniz diye biz Kitabı Arapça indirdik." (Yusuf, 12/2.)

حم {1} وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ {2} إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآناً عَرَبِيّاً لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

"Hâ-mîm, açıklayan kitaba yemin olsun ki şüphesiz biz onu Arapça bir Kur'ân kıldık."( Zuhruf, 1-3.)

Bu ayet-i kerimelerden birincisi; Kur'an'ın Hz. Peygamber'e ulaşmadan önce Arapça olarak indirildiğine, ikincisi ise Kur'ân lafzını Arapça kılan kişinin bizzat Yüce Allah olduğuna delalet etmektedir.

8-Söz konusu şahıs, savunduğu bu görüşle söz konusu ayetlerin hemen devamında yer alan ve kendisi hakkında; "Ona ayetlerimiz okunduğunda onların öncekilerin uydurması olduğunu" söyleyen kişi ile aynı pozisyona düştüğünü kendisine hatırlatmak gerekir. Zira ikisi de ayetlerin Muhammedin uydurması olduğunu iddia etmektedirler.

9-Diğer önemli bir husus da bu konunun Mutezile ile ilişkisinin olup olmadığıdır. Belirtmek gerekir ki, Mutezilî âlimler "Kur'an lafızları mahlûktur" dediklerinde Yüce Allah'ın onları yarattığını kastetmişlerdir. Bu anlamda onlar, Kur'ân'ın icazının da onun Allah tarafından olmasının bir sonucu olduğunu ifade etmişlerdir. İslam tarihi boyunca bilinen hiçbir Mutezilî âlim, hatta her hangi bir Müslüman "Kur'an lafızları Hz. Peygamber tarafından oluşturulmuştur" dememiştir. Mutezilenin savunduğu görüş ise zat-sıfat bağlamında ileri sürülen tamamen teolojik bir konu olup, Hz. Muhammed'in(aleyhissalatu vesselam) güvenirlilik ve doğruluğuna asla bir halel getirmemektedir. Bu yüzden söz konusu akademisyenin savunduğu görüşün, Mutezile ile uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır.

10-Bütün bunların ötesinde İslam tarihinde hangi şahıslar tarafından dile getirildiği bilinmeyen "Kur'an'ın manasının Yüce Allah'tan lafzının ise Hz. Peygamber tarafından olduğu" iddiası, naslar ve ümmetin icmasına aykırı olmakla birlikte bunu dile getirdikleri varsayılan kişiler, -söz konusu akademisyenin sözlerinden farklı olarak- Hz. Muhammed'in güvenirlilik ve doğruluğuna riayet etmişler ve ona bir halel getirmemişlerdir. Hatta bu görüşü onun güvenirlilik ve doğruluğunu pekiştirecek bir tarzda ileri sürmüşlerdir. Nitekim bu görüşü ileri sürdüğü varsayılan şahıslar, Hz. Peygamber'in kendisine nazil olan manalarda hiçbir eksiltme ve arttırma yapmaksızın onları olduğu gibi aktardığını kastetmişlerdir. Dolayısıyla bu görüşün söz konusu akademisyen tarafından ileri sürüldüğü şekliyle bütün tarihi dayanaklardan yoksun olduğunu tekrar hatırlatmak isteriz.

11-Aslında Kur'ân lafzının Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından oluşturulduğu iddiası, bunu ortaya atan şahsın kafasında Kur'ân'la ilgili yer edinen bazı problemlerin tezahürüdür. Söz konusu şahıs kafasındaki bu problemleri çözmek adına kendisinden önce hiçbir Müslümanın söylemediği ve İslam'ı kökünden yok edecek olan bu iddialara başvurmuştur. Oysa ulema bu konuları daha önce tahlil etmiş, akıl ve nakle uygun bir şekilde çözmüşlerdir. Konuyu akıl ve nakle muhalif olarak çözmeye çalışan bu şahsın durumu, "denizde yüzüp derede boğulma" misalidir. Bu konuların söz konusu şahsın Arapça'ya vukufiyeti ve mevcut ilmi birikimini aştığını kendisine hatırlatmak isteriz.

12-Ayrıca kitap, sünnet ve naslara muhalefet etmek için can atan bu şahıs, onun yolunda ve karakterinde olan herkese nasihat amacıyla şunu söyleriz; sizin sorununuz temelde iki hususa dayanmaktadır. Bunlar; ilmin zayıflığı ve narsisizmdir. Bazen şöhret hastalığı ve ekranlarda boy gösterme tutkusu da buna ilave edilir.

13-Söz konusu Akademisyenin savaşla ilgili ayetlerin içeriğinden hoşlanmadığı için onların Hz. Peygamber tarafından oluşturulduğu iddiası ile ilgili olarak şunu söylemek gerekir; Yüce Allah, Hz. Peygamber'i bütün insanlık için uyarıcı, müjdeleyici ve bütün insanlığa rahmet olarak göndermiş, bütün insanların kendisine iman edip İslam'a tabi olmalarını farz kılmıştır. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in ve ona tabi olanların asıl misyonu bu dini neşretmektir. Her akıl sahibinin bildiği gibi Hz. Peygamber ve müminler, hakkıyla cihat etmiş olmasalardı İslam'ın yeryüzüne yayılması mümkün değildi.

Tarihi bir gerçeklik olarak da Hz. Peygamber'in kendi hayatında evrensel ilkeler ve savaş hukukuna uygun bir şekilde gerçekleştirmiş olduğu savaşlar sayesinde olmasaydı, bu din yeryüzüne yayılmazdı. Hatta İslam'ın Medine'nin dışına çıkması dahi imkânsız hale gelecek, farklı düşman gruplarının saldırısına uğrayacak Medine'de yok edilecek ve tarihte bir anı olarak yerini alacaktı.

Böylece Hz. Peygamber ve ona iman edenlere cihadın farz kılınması, Allah'ın kullarına bir rahmeti ve lütfudur. Nitekim cihat olmasaydı, Yüce Allah'ın nuru ve hidayeti yeryüzünün dört köşesine yayılmazdı.

Bütün bunların ötesinde evrensel ilkelere uygun cihadın bereketi olmasaydı, bu şahsın bir parçası olduğu Türk Milleti İslam'la müşerref olmayacak, ya Şaman ya da Hristiyan vs. olarak kalacaktı. Yüce Allah'a inanan bir tefsir hocası olarak acaba bu duruma razı olur muydu?

14-Hz. Muhammed'in(aleyhissalatu vesselam) risâletine ve Kur'ân'a inandığını ileri süren bu şahıs ve onun gibi düşünenlerin Yunus suresi'ndeki şu ayetlere bir göz atmalarının yeterli olacağı kanaatindeyiz:

وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَـذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِن تِلْقَاء نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (*) قُل لَّوْ شَاء اللّهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلاَ أَدْرَاكُم بِهِ فَقَدْ لَبِثْتُ فِيكُمْ عُمُراً مِّن قَبْلِهِ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ (*) فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِباً أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ

"Kendilerine âyetlerimiz açıkça okunup anlatılınca bize geleceklerine inanmayanlar, "Bundan başka bir Kur'ân getir veya bunu değiştir" dediler. Onlara şöyle de: "Onu kendiliğimden değiştirmeye hak ve yetkim yoktur, ben ancak bana vahyedilene uyuyorum. Eğer Rabbim'e itaatsizlik edersem şüphesiz dehşetli bir günün azabından korkarım." Yine de ki: "Allah (öyle) dileseydi ne ben onu size okuyabilirdim ne de siz onu anlayabilirdiniz; o (Kur'ân) gelmeden aranızda uzun bir süre yaşadım, siz aklınızı kullanıp düşünmez misiniz?" Allah'a yalan uyduran veya ayetlerini inkâr edenden daha zalim kim alabilir. Şüphesiz ki mücrimler iflah olmazlar. (Yunus, 10/15-17.)

Kur'ân, inkâr eden kâfirlerin inadını şöyle haber vermektedir: Hz. Peygamber, onların batıl inançlarını kötüleyen ve ilahlarına söven ayetleri okuduğunda onlar, ya bu kötüleme ve sövmeyi içermeyen başka bir Kur'ân'ı getir ya da bunu değiştir diyorlardı. Bunun üzerine Allah, Hz. Peygamber'e; "De ki: "Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir" (Yunus,10/ 15) Yani ben bunu yapamam ve böyle bir yetkim de yoktur. Ben sadece Allah'tan tebliğ eden O'nun memur bir kulu ve Resulüyüm ve "Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım." (Yunus, 10/15.)

Yani bu kitap benden sadır olmamış ve onun durumu da bana tevdi edilmemiştir ki, yeni bir Kur'ân'ı getirebileyim veya onu kendiliğimden değiştirebileyim.

Daha sonra Yüce Allah, bunu temellendirmek amacıyla şöyle buyurmaktadır; "De ki: "Eğer Allah dileseydi, ben size onu okumazdım, Allah da size onu bildirmezdi." (Yunus, 16.) Yani Allah dilemiş olsaydı benim vasıtamla bu kitabı size bildirmezdi. Dolayısıyla Kur'ân'ın durumu Allah'a aittir. Bana ait değil ki, benim için caiz olmayan ve kendime tevdi edilmeyen bir hususu bana öneriyorsunuz. Daha sonra Yüce Allah, akıllı birisinin bu konudaki yetkinin Hz. Peygamber'e ait olduğunu düşünmemesi ve böyle bir öneride bulunmaması gerektiğini en güçlü kanıtla açıklayarak şöyle buyurmaktadır: "Ben sizin aranızda bundan (Kur'ân'ın inişinden) önce (kırk yıllık) bir ömür yaşadım. Hiç düşünmüyor musunuz?(Yunus: 10/16) Yani Kur'an nazil olmadan bisetten önce (bundan önce) kırk sene aranızda kaldım. Benim dürüstlük ve güvenirliğimi ve bana sadık ve emin lakabını verdiğinizi, okuma ve yazma bilmeyen bir ümmi olduğumu bilirsiniz. Dolayısıyla kendiliğimden gerek nazmı gerekse içerdiği akide, hüküm, ibadet, muamelat, üstün ahlak, geçmiş ile gelecekten haber verme ve diğer hususları nasıl getirebilirim. Rabbim'den geldiği, durumu ona ait olduğu ve bu konuda hiçbir yetkim olmadığı halde nasıl tebdil edebilirim ki? "Hiç düşünmüyor musunuz?" (Yunus,10/ 16) ki, kitabın benden sâdır olmasının imkânsız olduğunu ve bunun ancak âlim ve habîr olan Allah'tan olduğunu ve benim gibi birinin onu değiştirmesinin caiz olmadığı gibi onun benzeri bir Kur'ân'ı getirmesinin mümkün olmadığını idrak edebilesiniz.

Düşünenler için bu ayetler; Hz. Muhammed'in(aleyhissalatu vesselam) nübüvvet iddiasında sadık olduğunu ve Kur'ân'ın Yüce Allah'tan geldiğini kesin bir şekilde bilmesi için yeterlidir. Bu ayetler, ayrıca Hz. Muhammed'in(aleyhissalatu vesselam) tebliğ konusunda emanet ve sıdk gibi hususlarla nitelendiğini de içermektedir.

15-Son olarak şunu diyoruz; bu akademisyenin görüşü gerek vahyin tebliğ edilmesi gerekse tebliğ edilen vahyin doğruluğu konusunda Hz. Muhammed'in(sallallahu aleyhi ve sellem) emanet vasfını ihlal etmektedir. Binaenaleyh bu söylem, risaletin sıhhatini ortadan kaldırmakta onun Allah'tan haber verdiği her şey konusunda güvenilmez olduğunu ifade etmekte, Kur'ân'ın kutsallığı ve ona duyulan güveni yok etmekte, Yüce Allah hakkındaki sahih inancın kökünü kazımakta ve İslam dinini bütün asli ve fer'i ilkeleri ile birlikte iptal etmektedir. Dolayısıyla vahiy ve Hz. Peygamber'e dair bu söylem, herkesin üzerine ittifak edeceği gibi apaçık küfre yol açmaktadır.

Muhammed Salih EKİNCİ

15.12.2020-KONYA

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Erdal Şimşek, 2021-01-08 21:15:15

Salih Ekinci hocaefendiye şükran borçluyuz. Yazılarının devamını bekliyoruz. hürmetler

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

hakikat yolcusu, 2021-01-06 17:13:58

İlahiyatçı hocaların bir kısmı medrese eğitimine merdiven altı eğitim demeye başladılar. medrese alimi olan hocamızın ilahiyat profesörüne verdiği bu ilmi cevap, medrese eğitiminin ilahiyat eğitiminden ne derece yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. oryantalist yazarlardan ezberlediklerini papağan gibi tekrar eden profesörlerin bu hakikatleri anlamaları bile bir problem teşkil etmektedir. Hocamıza teşekkür eder, bu tür cevapların devamını bekleriz

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Erdem, 2020-12-28 14:44:38

Allah razı olsun. Güzel bir yazı. Tebrike der, devamını dileriz.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Artık Allah'a, Peygamberine ve indirdiğimiz o nûra (Kur'an'a) inanın. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Teğabün, 8

GÜNÜN HADİSİ

Her kim bir namazı (kılmayı) unutursa (onu) hatırladığında kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur.

BUHARİ, KİTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI