Cevaplar.Org

MUSTAFA ÖZCAN KARDEŞİMİN ŞİİLERLE İLGİLİ İTİRAZINA CEVAP

Bu kardeşiniz 82 yaşını aşkın bir ömür sürerken, ömrünün bu aşamasında mealist, modernist ve oryantalist akademisyen ve yazarların direk Kur’an ve Sünneti hedef alan, İslam dininin itikad alanında getirdiği şefaat, kabir azabı, mucize, miraç, İsra, melek, cin gibi konularla ilgili itirazlarına cevap vermeye çalışmaktadır.


Seyda Musa Geçit Hocaefendi

musa_bazid04@hotmail.com

2020-12-25 20:38:14

Bu kardeşiniz 82 yaşını aşkın bir ömür sürerken, ömrünün bu aşamasında mealist, modernist ve oryantalist akademisyen ve yazarların direk Kur'an ve Sünneti hedef alan, İslam dininin itikad alanında getirdiği şefaat, kabir azabı, mucize, miraç, İsra, melek, cin gibi konularla ilgili itirazlarına cevap vermeye çalışmaktadır.

Bu sebeple kendisine gelen sorulara cevap verirken, İslam ümmetinin bütün mezheplerinin üzerinde ittifak ettiği hükümlerin inkâr edilmesi karşısında, öncelikle Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaatin imamlarının ve âlimlerinin eserlerinden deliller ve bilgiler nakletmektedir.

Bununla birlikte muttefakun aleyh olan mevzularda bazen Mu'tezile ve Şia adı kullanılarak onların da kabul etmedikleri iddiaları ileri sürenlere karşı, itimad ettikleri kitaplardan da nakillerde bulunmaktadır. İşte bu konuda Mu'tezile'ye ve Şia'ya meyilli olanlara "Bakınız, dayandığınızı söylediğiniz mezheplerin şu şu âlimleri de bu konuda Ehl-i Sünnetin görüşünü savunuyorlar, onlar gibi düşünüyorlar." demek için bazen alimlerinden Zemahşeri'nin el-Keşşaf, bazen de Tabatabai'nin el-Mizan adlı tefsirinden nakiller yapmaktadır.

Nitekim bu çerçevede tarafımıza bir itirazi soru gelmişti. Bu soruya cevap verirken "Ben Ehl-i Sünnetin itikadına karşı çıkan ve kendilerini Şia'ya yakın gösteren insanlara onların itibar ettikleri bu kitaptan birkaç konuda nakiller yaptım. Ama bunları nakletmem, bizim kaynaklarımızda ilgili konularda yeterli bilgi olmadığı anlamına gelmemektedir. Benim ondan bir kaç meselede mezhebimizin de itikadlarına uygun olan sözlerini naklettiğimden dolayı niçin kızıyorlar? Nitekim İmam Gazzalȋ de Tehafütu'l-Felâsife kitabında feylesoflara cevap verirken Mu'tezile Mezhebinin görüşlerinden istifade ettiğini söylemiştir. Yine Fezaihu'l-Batıniyye adlı kitabında Batınȋ ve İsmâilȋlere cevap verirken diğer mezhep âlimlerinden de yararlandığını söylemiştir. İmam Eş'arȋ, onun en yakın talebeleri İmam Bakıllânȋ, Cüveynȋ gibi zatlar da bazı konularda diğer mezheplere mensup âlimlerin tecrübelerinden istifade etmişlerdir. Bu, hakkı teslim etmek anlamına geldiği gibi, münazara ilminin de bir gereğidir. İlim ehli olanların buna itiraz etmeleri hem doğru değildir, hem de mümkün değildir. O nedenle bu kardeşlerimizin itirazları hakkaniyetli ve ilmȋ bir itiraz değildir." demişiz.

Bu cevabımız aslında itiraza kabil olmamakla birlikte Şia ile ilgili ikinci bir soru daha gelmiş ve "Caferileri hak mezhep olarak görüyor musunuz?" denilmiştir. Sanki onların alimlerinden birkaç nakilde bulunmak, özellikle de Ehl-i Sünnetin itikadi görüşlerine uyan bazı nakillerde bulunmak o mezhebin bütün görüşlerini kabul etmek ve o mezhebi hak mezhep olarak kabul etmek anlamına geliyormuş gibi bir acip ve garip soru gelmiştir.

Buna cevap verirken de "Şafiilerden İbn-i Hacer El-Mekki ve Hanefilerden İbn-i Abidin'e göre Şiiler Hz. Ebubekir' in sahabiliğini kabul ettiği ve Hz. Aişe'ye iftira etmedikleri sürece Müslüman sayılmaktadırlar. Caferi mezhebi de İslam mezhepleri arasında sayılmaktadır. Hanefi mezhebi ve Şafiȋ mezhebine birçok noktada benzemektedir. Ehl-i Sünneti dört mezheple sınırlandırmak yanlıştır. Çünkü günümüze kadar ulaşmayıp ta Ehl-i Sünnet' e yakın birçok mezhep olmuştur. (Mesela, Davud-i Zahiri, Taberi gibi) Şia mezhebi ile Ehl-i Sünnet arasındaki temel fark imamet meselesidir. Ehl-i Sünnet' e göre imam olacak kişi ümmetin bey'atı ile seçilir. Ama Şia mezhebine göre imamet akaid konusu olduğu için ümmete havale edilmesi doğru değildir. Dolayısıyla imametin hakkı Peygamberimizin akrabası olan Hz. Ali ve onun soyuna aittir.

Velhasıl Şialar Ehl-i Sünnet' ten siyaset konusuna ayrılmışlardır. Diğer fıkh-i ihtilaflar normaldir. Zaten Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında da fıkh-i ihtilaflar çoktur. Ehl-i Sünnet âlimlerinin hocalarının bir kısmı da Şia mezhebine mensuptur. Yine Ehl-i sünnetin bir çok imamı, müctehidinin ilim silsilesi Ehl-i beyt imamlarına dayanmaktadır. Örneğin Caferiye mezhebinin kurucusu Cafer es-Sadık, İmam-ı Azam'ın hocasıdır. Zeyd b. Ali onun dostu ve arkadaşıdır. Ama aralarında ictihad farklılıkları vardır. Şiilerle aramızda çok önemli itikadi ve fıkhȋ ihtilafların varlığı herkesçe malumdur. Ancak biz Şia'yı Sünnȋ bir mezhep olarak görmediğimiz gibi, toptan tekfir de etmeyiz. Nitekim imamımız Ebu'l-Hasan el-Eş'arȋ de Şia, Mu'tezile, Neccariyye, Haricilik, Cebriyye gibi fırkaların görüşlerini topladığı kitabına "Makâlâtu'l-İslâmiyyȋn ve İhtilâfu'l-Musallȋn" adı vermiştir.

Yani bunların hepsi Ehl-i kıble olup namaz kıldıkları için bunları Müslüman fırkaları olarak görmek gerekmektedir. Ancak bazı usȗl ve füru meseleleri arasındaki ihtilaflarımızı ayrı ayrı ele alırız, onların hükümlerini de cüz'ȋ çapta veririz" demişiz.

Bu sözümüzde Şia'nın hak mezhep olduğunu ifade eden bir mana bulunmamaktadır. Sözümüzün gayesi, Şia'yı sahip olduğu görüşleri teker teker ele almadan külliyen tekfir edenlere yöneliktir. Ayrıca burada Şia'dan bahsederken çağımızdaki Şiiler yahut Ayetullah Humeyni'yi yahut Mustafa Özcan beyin adını zikrettiği gulat, müfrit Şiileri kasd etmiş değiliz.

Tabatabai hakkında sorulan bir soruya cevaben tarihten günümüze kadar gelen ve İbn Hacer ile İbn Abidin'in işaret ettiği durumlara düşmeyen, yani tekfir edilmelerine sebep olacak itikatları ve davranışları sergilemeyenlerden bahsetmişiz. Açıkça şartımızı ortaya koymuşuz: "Şafilerden İbn-i Hacer el-Mekki ve Hanefilerden İbn-i Abidin' e göre Şiiler Hz. Ebubekir' in sahabiliğini kabul ettiği ve Hz. Aişe' ye iftira etmedikleri sürece Müslüman sayılmaktadırlar." O halde Şia'ya mensup olan bazı fırkaların savunduğu bazı görüşler küfre, diğer bazıları da bid'ata sebeb olduğu gibi, bazı görüşleri de biz Ehl-i Sünnet Ve'l-Cemaatin itikad ettiği esaslara uymaktadır. Binaenaleyh bugün kalkıp bütün Şiileri kafir ilan etmek, İslam vahdeti açısından doğru değildir. İran devletinin ve çağımızın bazı Şii hareketlerinin veya âlimlerinin işlediği şenaat, cehalet, cinayetler yüzünden bütün tarih boyunca ve bütün Şiileri tek kalemle tekfir etmek doğru değildir.

Burada Mustafa Özcan kardeşime hususen şunu demek isterim: Benim yaşım ilerledi ve zamanım artık geçmiştir. Ben bu yaşımda kalkıp Şii Ayetullahlar ve Şia'ya mensup hükümetlerle örgütlere karşı münakaşaya girecek durumda değilim. Benim Mustafa Özcan gibi uzun uzun oturup onlarla aramızda geçen 1400 yıllık münakaşa, mücadele, mukatele tarihini anlatacak vaziyetim de yoktur. Ayrıca ben Mustafa İslamoğlu, Mustafa Öztürk gibi Sünni Camida cirit atan, ama Şia'nın sapıklıklarını geride bırakan yazarların zihinlerini bulandırdığı çevremdeki gençlere, onların seviyelerine uygun kısa cevaplar hazırlıyor ve yazıyorum.

Bu iki Mustafa'nın yanında üçüncü Mustafa kardeşim de bana itiraz ederse, ona derim ki; benim burada dile getirdiğim görüşlerim iki Müslüman mezhep arasındaki mücadeleye ve münakaşaya dair değil, Müslümanlarla kâfirler arasında cereyan eden tartışmalara dairdir. Zira her gün bana gelen birçok genç artık Şii-Sünni tartışmalarına bakmıyor, ateizm ve deizmin çukurunda olduklarına dair sorular sormaktadırlar. İşte böyle bir vaziyette hem Şii âlimlerin hem de Sünni âlimlerin küfre karşı mücadele etmeleri gerekirken, kuvvet ve imkânlarını birbiriyle uğraşmakla tüketmelerinin anlamsız ve zararlı olduğuna işaret etmek istiyorum.

Öyle ki, bugün bazı kardeşlerimiz bu konuda o kadar ileri gitmişlerdir ki yukarıda beyan ettiğim gibi miraç, mucize, şefaat gibi itikadi meseleleri isbat için onların alimlerinden istifade etmeye karşı çıkmak bir tarafa, sanki onlar tamamen mürted ve kafirmiş gibi aşırı düşmanlık duygularını sergilememizi bizden bekliyorlar. İşte benim gibi yaşlılara burada düşen görev bu tür tekfirlerin önüne geçmek için İbn Hacer gibi büyük âlimlerimizin işaret ettiği küfre düşüren söz ve filleri hatırlatıp, Şiilerin bu hareketlerden kaçınması gerektiğini, Sünnilerin de tekfire sebep olmadıkça kimseyi kafir olarak saymamalarını telkin etmektir.

Şayet benim gibi bir hoca, Mustafa gibi bir yazar ve aydın kalkıp eski ihtilafları, şimdiki siyasi hesaplaşmaları yeniden çağımıza taşıyıp İslam ümmetinin vahdetine zarar verecek konuları gündeme getirirlerse, o zaman küfre karşı mücadelemizde ne zaman bir araya geleceğiz? Bu kavga, bu savaş kıyamete kadar mı devam edecek? Yok mu biz Sünniler ile İran, Lübnan, Afganistan'daki Şiiler ve Yemen'deki Zeydiler, yahut başka yerlerdeki İbadilerle birleşip küfre karşı hak ve hukukumuzu savunacağımız bir müşterek davamız, ortak zeminimiz? Ben bunu hem Sünni cenaha, hem de Sünni cenahı çatışmaya zorlayan Şii cenaha söylüyorum.

Elbette ki Mustafa kardeşimin itiraz ettiği teferruat meseleleri, o teferruatı usule çeviren Şii inançları, bunlar üzerinden sahabeyi tekfire kadar varan aşırılıkları, imamları peygamberden üstün tutan söylemleri, hatta masum dedikleri imamları hâşâ ilah seviyesine getirmeleri bizim de Şia hakkında dile getirip talebelerimize okuttuğumuz müfrit, dal ve mudill görüşleridir. Biz bunları inkâr etmiyoruz.

Herkesçe malum olan bu durumları "neden Tabatabai'den nakiller yapıyorsun?" şeklindeki bir basit soruya karşı dile getirmemin doğru olmayacağını Mustafa bey de bilir. Burada benim karşı çıktığım husus Şia'nın bu tür görüşlerinin tenkit edilmiş olması değildir. Zira hata ve günah meselesine girersek, bizim Sünni cenahta da bazı kişi ve gruplar tarafından bu derece tenkide müstahak görüşler sergilenmektedir. Örneğin bizde de şeyh ve mürşitlerinin Şia'nın masum imamları gibi peygamberlerin bile yapamayacağı tasarrufata sahip olduklarını iddia edenler vardır. Şeyhlerine bazı uluhiyyet vasıflarını bir takım işari te'viller altında izafe edenler var. Bu tür ifrat ve tefritleri hem günümüzde hem de kadim tarihimizde sergileyen Sünniler de vardır.

Basit bir soru üzerinden başlayıp meseleyi tarihi hesaplaşmaya dönüştürmek, bu işin ilmi bir cevap olmaktan çıkmasına ve 1400 yıllık karşılıklı çatışmaya girişilmesine sebep olacaktır.

Bu nedenle, bizim buradaki davamız ve niyetimiz, mezhebi çatışmaları daha da ileri seviyelere götürmeden asıl mevzuya dönmek gerektiğine dair bir mesaj vermektir. Zira bir çok insan bu tür karşılıklı çatışmaları görünce Şiilerin tıpkı Yahudiler gibi kâfir olduğunu sanıyorlar. Bu durum da aslında dini ve mezhebi ihtilaf veya ittifakların bir sonucu değil, bölgemizde cereyan eden devletlerarası güç mücadelesi, milletler arası kavmiyetçilik saikasının bir sonucudur. Bunun sorumlusu da ne yazık ki bölgemizin siyasi liderleri ve onların fetva babası yahut kapıkulu olan ulemadır.

Benim de niyetim şudur: Asrımız İslam-Küfür mücadelesi asrıdır. Ben de Müslümanların bu ortamda mezhep-meşrep tartışmalarının her iki cenaha, yani bütün ümmete zarar verdiğini görmekteyim. O zaman aydınlara ve ulemaya düşen görev geniş halk kitlelerini kin ve garaz ile doldurup birbirine karşı kışkırtmak değil, bölgenin etkili Rusya ve Avrupa devletleri ile birlikte hareket eden Müslüman devletler, onların Hıristiyan veya Yahudiliğine bakmıyorlar. Bunun yerine bütün Müslüman devletler İslam dünyasında ümmetin müşterek menfaat ve maslahatları uğruna bir araya gelmelidirler. Bunun çağrısını yapacak olan da aydınlar, yazarlar, ilim adamlardır. Ama ne yazık her iki cenahın aydın, yazar, âlimleri tam tersine mezhep, meşrep, kavim ve ülke taassuplarına mağlup düşerek başta umerayı, daha sonra da Müslüman halkları birbirine düşman hale getirmişlerdir.

Ben artık yaşlandım ve ömrüm bu tür tartışmaları dinlemek, hatta yapmakla da geçti. Öyle ki bilmiyorum Mustafa Özcan kardeşim kaç doğumludur, ama ben 1955 yılında Norşin Şeyhi Şeyh Abdurrahman Tahi'nin medresesinde okuyordum. O dönemde İbn Hacer el-Heytemi'nin kitabı Savaiku'l-Muhrika adlı kitabını okuyorduk. Bu kitap Şia'ya reddiye amacıyla yazılmıştır. Onların her türlü şüphe ve itirazlarının cevaplarını vermektedir. İşte daha o zamanda biz Şianın görüş ve iddialarını okuyorduk. Daha sonra ben de bu kitabı kendi medresemde defalarca ders kitabı olarak okuttum. Biz de Şiilerin hem usul, hem de füru konularında hangi görüşlere sahip olduklarını biliyoruz.

Ben kendim İran sınırında bulunan Doğubayazıt'ta ömrümün tümünü geçirdim. Bugüne kadar birçok Şii âlim ve ahund ile görüştüm, tartıştım. Kum şehrine gittim, onların büyük müderrisleri ve meşhur Ayetullahları ile tartıştım. Mustafa beyin uzun uzun bahsettiği detayların hepsini de defalarca duyduk, tartıştık, sorduk. Ama neticede ne onlar bizim itikadımıza geldiler, ne de biz onların itikadi görüşlerine inandık.

Benim şu anki meselem Şii-Sünni ihtilaflarından çok, mealist ve modernist iddiaları ileri süre süre gençlerimizi ateizme sürükleyenlere cevap vererek bu Müslüman gençlere hitap etmektir. Ben bundan sonraki gayretlerimi buna sarf etmek niyetindeyim.

Ama Mustafa Kardeşim maşallah genç ve donanımlıdır. Üstelik medyada tanınan birisidir. İlmi birikimi de yeterlidir. Geniş kitlelere, özellikle ülkemiz ve bölgemiz Şii akademisyen, aydın, yazar, ulema ve ümerasına eli yetişebilir. Bu nedenle uzun yazısında bize hatırlattığı usul ve füru konularını televizyon programları, ilmi toplantılarda, umumi ve hususi görüşmelerde hem Sünnilerin hem de Şiilerin ulema ve ümerasına söyleyebilir, onların gündemine getirebilir. Bu durumda İslam ümmetinin vahdeti, Müslümanların ortak maslahatı ve İslam dünyasının istikbaldeki durumu için büyük bir hizmet de etmiş olacaktır.

Bu nedenle Mustafa Bey'den beklentimiz "Molla Musa beyin prensip olarak Sünnilikle Şiilik arasındaki ihtilaflı meseleleri bu kadar teknik/soğuk bir kalıpta ele alması ve dolayısıyla bilvesile meselenin hafife alınması doğru bir yaklaşım sayılamaz" demek yerine kendisinden "Molla Musa Ağabeyimin prensip olarak Sünnilikle Şiilik arasındaki ihtilaflı meseleleri gündeme getirmeyip tekfir karşısında vahdete dikkat çekmesi önemli bir yaklaşımdır. Aramızdaki bunca ihtilafa rağmen bugün küfrün zülüm ve işgallerine karşı bütün Müslümanlar olarak hala yapacağımız çok şey vardır!" şeklinde bir destek beklerdik.

Nitekim Üstad Bediüzzaman da şöyle demiştir: "Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beyt'in muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsiz, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde alet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlup ettikten sonra, o aleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz'î meseleleri bırakmak elzemdir."(Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, Dördüncü Lem'a)

Allah (c.c.) hepimizi ifrat ve tefritten uzak eylesin. İstikamet üzere yürüyen kullarından eylesin. Tüm konuşmalarımızı, yazılarımızı kendi rızası için kabul edip İslam ümmetinin vahdetine hadim kılsın.

Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.

KardeÅŸiniz Molla Musa Celali

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Erdem, 2020-12-28 09:56:20

Maşâallah Hocama. Mutedil, hastalıkalrın farkında, basiret ve ferasetli bir duruş ortaya koymuş. Allah sizin gibi mutedil, basiret ve feraset sahibi âlimlerin sayısını ziyade eylesin. Âmin.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlancağınız şerefli bir yere yerleştiririz.

Nisâ, 31

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Her şeyin bir alameti vardır. İmanın alameti de namazdır."

Münavi

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI