Cevaplar.Org

YAVUZ BÃœLENT BAKÄ°LER HOCAMIZDAN HATIRALAR-10

ARİF NİHAT ASYA VE BAYRAK ŞİİRİ Arif Nihat Asya bir bayrak şairi olarak bilindi, öyle yaşadı. Onunla bir çok şiir matinelerine katıldım. Gitmiş olduğumuz her yerde önce ondan bayrak şiirini isterlerdi. Ve o, her toplantıda bayrak şiirini okurdu. Ama aynı zamanda orada, o salonda, o kürsü önünde mutlaka bir Türk bayrağının da bulunmasını isterdi.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2019-04-01 12:40:59

ARİF NİHAT ASYA VE BAYRAK ŞİİRİ

Arif Nihat Asya bir bayrak şairi olarak bilindi, öyle yaşadı. Onunla bir çok şiir matinelerine katıldım. Gitmiş olduğumuz her yerde önce ondan bayrak şiirini isterlerdi. Ve o, her toplantıda bayrak şiirini okurdu. Ama aynı zamanda orada, o salonda, o kürsü önünde mutlaka bir Türk bayrağının da bulunmasını isterdi.

Bir Yozgat seyahatimizde, salonda bayrak olmadığı için bayrak getirilmesini istedi ve "bayrak getirilmeden kürsüye çıkmam ve şiir okumam" dedi. Hatta o kadar öfkelendi ki; "bayrak getirmediğiniz takdirde, yıkarım ben bu Yozgat'ı" dedi.

Hisar Dergisinin sahiplerinden Mehmet Çınarlı da o toplantı da vardı. "Üstad" dedi, "Yozgat'ı baştan sona yıkayacak suyu nereden buluyorsunuz da, siz bu şehri yıkamak istiyorsunuz" dedi. Arif Nihat Asya'nın onun bu esprisi karşısında kahkahaları patladı. Başkaları da güldüler. Ve biraz sonra bayrak geldi, kürsüye bayrak serildi. Arif Nihat Asya ondan sonra bayrak şiiriyle beraber diğer şiirlerini de okumaya başladı.

Bayrak şiirinin nasıl yazıldığını bizzat kendi ağzından dinlediğim için size arz etmek istiyorum. Adana 5 Ocak 1922 yılında Fransız işgalinden kurtarıldı. Sonra 1937-38 yıllarında Hatay bizim topraklarımıza katıldı. Hatay'ın topraklarımıza katılması münasebetiyle Adana'da her 5 Ocak'ta çok görkemli, çok muhteşem merasimler yapıldı.

Her beş Ocak'ta aşağı yukarı on izci bir büyük bayrağı vilayet binasından alıp getiriyor, bir saat kulesi ile minare arasında çekmeye başlıyorlar ve bayrak orada dalgalanıyordu.

1940 yılında bu 5 Ocak münasebetiyle yapılacak toplantıda istenildi ki Adana'da Ulu Camii ile saat kulesi arasında gerilecek olan bayrak çekilirken, bir de bayrak üzerine yazılan bir şiir okunsun. Bunu Adana valiliği, Adana lise müdürlüğüne bildirmiş. Lise müdürü de bu konuyu Arif Nihat Asya'ya bildirmiş.

Arif Nihat Asya da bir gurup talebesini vazifelendirmiş; "gidin, kütüphaneleri dolaşın. Bayrak üzerine yazılan bir şiiri bulun ve bana getirin"  demiş. Sonrasını bana şöyle anlatmıştı; "Çocuklar gittiler, bir hafta çalıştılar. Daha sonra da geldiler, bana dediler ki; "efendim, bütün aramalarımıza rağmen bayrak üzerine yazılan bir şiir bulamadık."

Şaşırdım, kendilerini tekrar vazifelendirdim; "gidin, bakmadığınız kütüphanelere bakın" dedim. Gittiler, 4 Ocak 1940 yılında bana dediler ki; "efendim, bu aramamızda da bayrak üzerine yazılan şiir bulamadık."

O zaman ben anladım ki, bayrak üzerine şiir yazmak vazifesi artık benim boynumun borçlarından birisidir. Türk Ocağı mahallesinde oturuyordum. Türk Ocağı mahallesinde, bayrağın kutsiyetine bürünerek, bir gaz lambası altında sabaha kadar çalışarak bayrak şiirini yazdım. Nasıl yazdımsa şiir öyle kaldı.

Bir gün sonra lise talebelerinden Aydın Gün, 5 Ocak'ta Bayrak şiirini büyük kalabalıklara okudu. Adana'da bu şiir büyük bir fırtına gibi esmeye başladı. Aydın Gün'e; "kimin bu şiir?" diye sormuşlar. "Bilmiyorum" demiş, "kim sana bu şiiri verdi" demişler, "Arif Nihat Asya hocamızdan aldım" demiş. O zaman anlamışlar ki bu şiir bana ait.

O günden itibaren bayrak şiiri adeta benim şöhret kapılarımı açtı ve ben her yerde bayrak şairi olarak bilindim ve şiiri zevkle okumaya başladım." (Bayrak Şairi Arif Nihat Asya Konferansı, 4 Ocak 2013), (Türk Ocağı Genel Merkezi, Arif Nihat Asya ve Türk Bayrağına Saygı Konferansı) (Arif Nihat Asya Konulu Radyo Konuşması, 2. Bölüm)

ARÄ°F NÄ°HAT ASYA'NIN BÄ°R HADSÄ°ZE HADDÄ°NÄ° BÄ°LDÄ°RMESÄ°

Ankara'da bulunduğumuz yıllarda Kerküklü bir ağabeyimiz vardı; Necmettin Esin. Rahmet-i Rahmana kavuştu. Ben ondan dinledim. Dedi ki; "ben Adana lisesinde okudum. Arif Nihat Asya bizim Edebiyat öğretmenimizdi. Aynı zamanda lise müdür - yardımcısıydı.

Okulda bir şiir gecesi hazırladık. Şiirleri Arif Nihat Bey tespit etti. Çocuklar o şiirleri sırası geldikçe çıkıp okuyorlardı. O şiir matinasına İsmail Habib Sevük de gelmişti. Kendisi Atatürk'ün sofrasında olan Atatürk'ten iltifat gören bir adam. Adana'da adeta bir Atatürk hüviyetinde dolaşıyor. O da orada var. En ön sırada oturuyor.

Herkes son derece dikkatli. Herkes onun yanında adeta nefes almaktan çekiniyor, Atatürk'ün yakın çevresinden bir adam olduğu için..

Bir arkadaşımız şiir okurken İsmail Habib Sevük arkadaşımızın okuyuş tarzını beğenmedi ve ayağa kalkarak bağırdı; "Otur be! Otur be! Ne biçim şiir seçmişsin sen! Bu şiiri senin öğretmenin bile okuyamaz. Sen o şiiri ne bilirsin! O şiirin şairini ne bilirsin, bu şiirin manasını senin öğretmenin bile anlayamaz, otur!" diye bağırdı. 0 öyle söyleyince salon adeta buz kesti.

Fakat salonun en arka sıralarında oturan Arif Nihat Asya kalktı. Sert adımlarla birinci sıraya geldi. Elinde zinciri vardı. 0 zincir sallardı. Zincirini sallaya sallaya geldi ve İsmail Habib Sevük'e hitaben bağırmaya başladı; "İsmail Habib bey! İsmail Habib Bey! O talebenin hocası benim! O şiiri ben seçtim. O şiirin şairini de bilirim, o şiiri de çok iyi bilirim. O şiirin manasını senden daha çok ben bilirim. Nasıl siz benim talebeme böyle hitap edebilirsiniz" dedi.

Böyle can havliyle Atatürk'ün yakın bir adamına böyle bağırıyor..Herkes çok şaşırdı. İsmail Habib Sevük te çok büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. İsmail Habib, kalabalığa döndü, dedi ki; "laf laf! Şiiri de bilirmiş, şairini de bilirmiş." Ama Arif Nihat Asya elinde zincirini sallamaya devam ederek; "İsmail Habib bey! İsmail Habib Bey! Laf değil lâf lâf! Orada a'nın üzerinde inceltme işareti var, anladın mı? Adama bakın, laf diyor laf' dedi.

Bütün salon gülmeye başladı. Tabii İsmail Habib Bey de makaraları bıraktı. Atatürk'ün en yakın çevresinden birine bir topluluk önünde son derece rahat bir şekilde cevap veren ve onu susturan bir mizaca sahipti. Arif Nihat böyle bir adamdı. (Bayrak Şairi Arif Nihat Asya Konferansı, 4 Ocak 2013), (Türk Ocağı Genel Merkezi, - Arif Nihat Asya ve Türk Bayrağına Saygı Konferansı)

"PAÇALARIMI AĞZINIZA ALMAYIN"

Arif Nihat Asya Malatya'da bir süre lise müdürlüğü yapmış. Adana'da lise müdür yardımcısı iken 1941 yılında Malatya'ya lise müdürü olarak verilmiş. 0 tarihlerde Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel Malatya'ya gelmiş. Arif Nihat Asya'yı fikren biliyor. Onun bir Türk milliyetçisi olduğunu biliyor. Marksist bir düşünceye, bir sisteme taraftar olmadığından haberdar. Onun için Arif Nihat Asya'yı lisede hırpalamak istemiş.

Karşısında Arif Nihat Asya'yı gördüğü zaman "bu ne biçim lise. Liseden ziyade bir hapishaneye benziyor" demiş. Arif Nihat Asya böyle bağırmalara, çağırmalara pabuç bırakacak adam değil. "Efendim, ben bu liseye geldiğim zaman liseyi böyle gördüm. Bu lisenin mimarı ben değilim" demiş.

Hasan Ali Yücel tekrar; "Liseden ziyade bir hapishaneye benziyor burası" demiş. Bu defa Arif Nihat Asya; "Siz beni buraya hapishane müdürü olarak mı tayin ettiniz efendim" demiş.

Hasan Ali Yücel kendisine böyle bir cevap verilebileceğini katiyyen düşünmüyormuş. O bakımdan, öğretmenlerin yanında da müşkül duruma durumda kalmış. Ama içindeki hıncı da gizleyemediği için onu biraz daha hırpalamak istemiş.

Arif Nihat hoca son derece rahat yaşayan bir insandı. Kılığına kıyafetine pek dikkat etmezdi. Onun elbiselerini karısı ve kızı zorla değiştirirdi. Yani Arif Nihat'ın kılığını ve kıyafetini, giyindiği elbiselerini- hiç mübalağa etmeden söylüyorum- üç ay dokunmasalar, üç ay o elbiseleri giyerdi. Nitekim, paçaları daima çamur içerisinde olurdu..Bisikletle okula gidip geldiği için bisikletin dişlisi paçalarını lif lif didiklerdi. Bir garip manzara ortaya çıkardı.

O gün de öyle bir durum var, paçaları çamur içerisinde. Hasan Ali Yücel; "sen ne biçim lise müdürüsün be? Paçalarına bak! Paçaların çamur içerisinde" demiş. Arif Nihat bakanın yüzüne bakarak; "sayın bakan! Paçalarımın ağzınızda işi ne? Paçalarımı ağzınıza almayınız" demiş.

Bu cevap Hasan Ali Yücel'in suratına bir tokat gibi inmiş. "Gitti" demişti "ve beni derhal vilayet emrine aldı ve ben edebiyat hocası olmama rağmen, beni Fransızca öğretmeni olarak vazifelendirdi." Şu zulmü görüyor musunuz?

Arif Nihat hoca işte böyle haksızlık karşısında baş eğmeyen, dimdik yaşayan bir adamdı. (Bayrak Şairi Arif Nihat Asya Konferansı, 4 Ocak 2013), (Türk Ocağı Genel Merkezi, Arif Nihat Asya ve Türk Bayrağına Saygı Konferansı)

MÃœDÃœR Ä°KEN

Hanımı anlatıyor; "Malatya'da bulunduğumuz yıllarda trahom adeta salgın haldeydi. Okulumuzun bir hademesi vardı. Onun da gözleri trahomdan çipil çipildi. Hademe, Arif Nihat hocaya bir haber getirmek için eve geldiği zamanken yüzüne bakamazdım.

Ama Arif onu sabah kahvaltısında karşısına alır, onunla karşı karşıya oturur, saatlerce sohbet ederdi. Onunla konuşmaktan en küçük bir rahatsızlık duymazdı. (Türk Ocağı Genel Merkezi, Arif Nihat Asya ve Türk Bayrağına Saygı Konferansı)

NÄ°YE GÄ°TMEMÄ°Åž?

Bir gün konuşmamız sırasında dedi ki; "ben ikinci askerliğimi 1943 yılında yedek subay olarak Diyarbakır'da yaptım. Hava müthiş sıcaktı. Ve terliklerimiz ceviz kabuğuna benziyordu. O kadar ki, ayağımızı terliğe soktuğumuz zaman ayağımızın kırk noktadan çimdiklendiğini hissediyorduk.

Öyle sıcak bir günde duydum ki Ziya Gökalp'in kardeşi Mehmed bey, Ziya Gökalp'le ilgili bir sohbet toplantısı yapacakmış..

(Arif Nihat bey) ellerini iter gibi bir kaç defa götürüp getirerek; "Gitmedim., gitmedim.." dedi.

"Hocam çok şaşırdım. Niçin Diyarbakır'da Ziya Gökalp'le ilgili bir toplantı yapıldığı halde gitmediniz? Ben o toplantıya sizin çok büyük bir heyecanla koşacağınızı tahmin ediyordum" dedim.

"Niçin gidecekmişim efendim" dedi, "bizdeki bütün toplantılarda bazı edebiyatçılarımızı takdim tarzı aşağı yukarı aynıdır. Ziya Gökalp'in hayatını anlatacak; "Ağabeyim Ziya Gökalp Diyarbakır'da doğdu. Sonra şu, şu, şu dergileri çıkardı. Şu fikirleri savundu. Sonra İstanbul'da vefat etti" diyecek. Azizim, ben bunların hepsini biliyorum. Ben bunların hepsini derslerde anlatıyorum. Benim merak ettiğim hususlar başka.

Acaba bu Ziya Gökalp nasıl otururdu, nasıl otururdu? O beni çok düşündürüyor. Ayağının birisini altına alarak, diğerini çenesine doğru mu çekiyordu. Nasıl gülüyordu Ziya Gökalp? Ve Ziya Gökalp ağlamasını biliyor muydu? Ziya Gökalp kahveyi nasıl içiyordu, kahveyi? Bunları ben merak ederdim, bunları dinlemek isterdim. Ama böyle toplantılarda bunların hiçbirinden bahsedilmez. 0 bakımdan gitmedim" dedi.

O günkü konuşmamızdan anladım ki, Arif Nihat Asya bir takım meseleleri, o meselelerin kahramanlarının özellikleri ile özel yaşayışları ile bilmek, tanımak istiyor.

Arif Nihat Asya bu açıklamayı yaptıktan sonra ben kendi kendime düşünmeye başladım. Dedim ki; "acaba bu Yunus Emre nasıl bir adamdı? Toprağa nasıl basardı bu Yunus Emre? Bir köylünün toprağa basması gibi sert adımlarla mı yürürdü? Yoksa adeta rüyada yürür gibi bir tavır içerisinde mi olurdu?

Bu Karacaoğlan nasıl bir adamdı? Köroğlu nasıl bir adamdı?

"Benden selam olsun Bolu beyine

Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır

Ok gıcırtısından kalkan sesinden

DaÄŸlar seda verip seslenmelidir"

Diyen adam gerçekten bu şiiri çok büyük bir heyecanla mı okuyordu? Yoksa incecik, mız mız bir ses tonuna mı sahipti? diye düşünmeye başladım." (Bayrak Şairi Arif Nihat Asya Konferansı, 4 Ocak 2013), (Türk Ocağı Genel Merkezi, Arif Nihat Asya ve Türk Bayrağına Saygı Konferansı), (Arif Nihat Asya Konulu Radyo Konuşması, 1. Bölüm)

ANNESÄ° Ä°LE BULUÅžMASI

Annesi Akka'ya gittikten sonra oğluyla ilgilenmeye, oğlunu takip etmeye başladı. Oğlu milletvekili seçildi. Oğlu Türkiye'de önemli noktalarda vazife aldı. Oğlundan mektup geldi, oğluna mektup yazdı.

Sonunda dış işleri bakanımızın gayreti ile Arif Nihat Asya kırk sekiz yaşında, karısını ve kızını yanına alarak Akka'ya gitti.

Demişti ki; "ben annemin koşarak bana geleceğini ve boynuma sarılacağını düşünüyordum. Biz Akka'ya gittikten, bize tarifi verilen eve gittikten sonra bir odada merakla annemi beklemeye başladık. Fakat biraz sonra kapı açıldı. Annem dört tekerlekli basit bir araba üzerinde adeta sürünerek geldi. Annemin ayağa kalkacak bir hali yoktu. Sonradan öğrendim ki annem Akka'da felç geçirmiş ve yürüme kabiliyetini tamamen kaybetmiş.

Ben annemle böyle kucaklaşacağımı düşünürken annemi o manzara içerisinde görmek beni son derece kahretti. Annemin dizleri dibine eğildim ve saatlerce hiçbir şey konuşmadan annemle ağlamaya başladık.

Arif Nihat Asya anne sevgisinden mahrum büyüdü. O bakımdan bizim edebiyatımızda en güzel anne şiirleri yazanların başında Arif Nihat Asya geliyor. Bunu nereden biliyorsunuz diye soracaksınız. Ben bir ara "Şiirimizde Ana" diye bir antoloji hazırladım. O münasebetle Cumhuriyet devri edebiyatımızı, halk edebiyatımızı çok büyük bir dikkatle baştan sona kadar inceledim. Gördüm ki, bizim şairlerimizin, çok meşhur şairlerimizin anneleriyle ilgili yazdıkları ya bir şiir var veya en kabadayı rakamla iki şiir. Veya hiç şiir yazmamışlar. Hele halk şairlerimiz bu konuda son derece sessiz kalmışlar. Halk şairlerimiz arasında sadece Âşık Veysel'in annesi için yazmış olduğu bir şiir dikkatimi çekti.

Bunun yanında, Arif Nihat Asya bizim edebiyatımızda ondan fazla, belki on bir, belki on iki anne şiir yazmış. Anne hasreti ile anne özlemi ile uzun yıllarını geçirdiği için ve hiç kimseye anne diyemediği için, hiç kimseye baba diyemediği için, en güzel anne şiirlerini o kaleme almış.

Onlardan bir tanesi şöyle;

"İlk kundağın

Ben oldum, yavrum;

İlk oyuncağın

Ben oldum.

Acı nedir

Tatlı nedir... bilmezdin

Dilin damağın

Ben oldum.

Elinin ermediÄŸi

Dilinin dönmediği

Çağlarda, yavrum

Kolun kanadın

Ben oldum

Dilin dudağın

Ben oldum.

 

Belki kıskanırlar diye

Gördüklerini

Sakladım gözlerden

Gülücüklerini...

Tülün duvağın

Ben oldum!

Artık isterlerse adımı

Söylemesinler bana

'Onun Annesi' diyorlar...

Bu yeter sevgilim, bu yeter bana!

Bir dediÄŸini

Ä°ki etmeyeyim diye

Öyle çırpındım ki

Ve seni öyle sevdim, sana

O kadar ısındım ki,

Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim

Gün oldu kırdın...

Ä°ncinmedim;

İlk oyuncağın

Ben oldum... Yavrum

Son oyuncağın Ben oldum...

Layık değildim

Layık gördüler

Annen oldum yavrum

Annen oldum! (Türk Ocağı Genel Merkezi, Arif Nihat Asya ve Türk Bayrağına Saygı Konferansı)

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı baki kalacaktır.

Rahman, 26-27

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.

Tirmizi, Sıfatu Cehennem 10, (2601)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI