Cevaplar.Org

İRŞADI ETKİLEYEN ÂMİLLER-2

3. Hasbîlik ve İhlâs Hasbîlik, bir hizmetin hiç bir menfaat ve karşılık beklemeden yapılması olup, "ihlas" ve "samimiyet" ifadelerinden biraz daha farklı bir anlam taşır. İhlâsın zıddı "riyâ", hasbîliğin zıddı "menfaat ve karşılık"tır.”(1) Bununla beraber hasbîliği de ihlâsın bir parçası olarak görmek gerekir. Çünkü ihlâs, bir şeyin Allah rızası için yapılması demektir. Hasbîliğe aykırı davranışlar, ihlâsa da aykırıdır.


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2016-12-09 08:27:49

3. Hasbîlik ve İhlâs

Hasbîlik, bir hizmetin hiç bir menfaat ve karşılık beklemeden yapılması olup, "ihlas" ve "samimiyet" ifadelerinden biraz daha farklı bir anlam taşır. İhlâsın zıddı "riyâ", hasbîliğin zıddı "menfaat ve karşılık"tır."(1) Bununla beraber hasbîliği de ihlâsın bir parçası olarak görmek gerekir. Çünkü ihlâs, bir şeyin Allah rızası için yapılması demektir. Hasbîliğe aykırı davranışlar, ihlâsa da aykırıdır.

Kur'an-ı Kerim, tebliğ görevi ile yükümlü peygamberlerin en güzel hasletlerinden birinin hasbîlik olduğunu belirtmektedir.

"İrşat ve tebliğ hizmetine karşılık sizden ücret istemiyorum. Benim ecrim, âlemlerin Rabbine aittir."(2)

Kur'an'da, dini hizmetleri ücretsiz yapanlara uyulması emredilmiştir:

"Sizden ücret istemeyenlere uyunuz! Onlar hidâyete ermişlerdir."(3)

Bediüzzaman, aynı konuya şu ifadelerle ışık tutmaktadır:

"Hakaik-i imâniye ve esasat-ı Kur'aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilin de dünya muamelâtı suretine sokulamaz; belki bir mevhibe-i İlâhiye /Cenab-ı Hakk'ın ihsan ve hediyesi olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzûzat-ı nefsâniyeden / nefsanî lezzetlerden tecerrüt etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir."(4)

Bediüzzaman, zekât ve hediye kabul etmemesinin gerekçesini açıklarken, aynı konuya bir kez daha değinir:

"Dünyaya tenezzül etmez, tama / hırs ve aç gözlülükle zillete düşmez, hakikat / iman hakikatleri mukabilinde dünya malını almaz, tasannua / riyakârlığa mecbur olmaz bir üstattan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise; sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete /zenginlere tasannua muztar / mecbur kalmış, tama zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temâyül etmiş, âhiret meyvelerini dünyada yemeye cevaz göstermiş bir üstattan alınan ayn-ı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner"(5)

Bediüzzaman'da ihlâs ve hasbiliğin ölçüsü akıl almaz boyutlara ulaşır:

Bana ıstırap veren yalnız İslâm'ın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi. Onun için mukavemet kolaydı. Şimdi ise tehlike içerden geliyor. Kurt gövdenin içine girdi. Şimdi mukavemet güçleşti… İşte benim ıstırabım, yegâne ıstırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbali selamette olsa… Risale-i Nur'u anlamıyorlar. Yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolâstik bataklığına saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben bütün müspet ilimlerle, asrın hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hatta bu hususta da bazı eserler verdim… İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle geçti. Cemiyetin imanı, saadeti ve selameti yolunda böyle nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum… Ben cemiyetin iman selameti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var ne cehennem korkusu. Cemiyetin, yalnız yirmi milyon Türk cemiyetinin değil, yüzlerce milyon bütün İslam cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Orası da zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur."(6)

 "Büyük Cihad" ve "Sebilürreşad" (dergilerinin) neşrettiği gibi, ben ilân etmişim ki; dine, imânâ hizmeti ve Risale-i Nur'u, değil dünya siyasetine, belki kemalât-ı mânevîye ve makamat-ı âliyeye âlet edemediğim gibi, herkesin hoş gördüğü saadet-i uhreviye ve Cehennem'den kurtulmaya vesile etmemek ve yalnız emr-i İlahî ve rıza-yı İlahiyeden başka hiç bir şeye âlet etmemek, bu zamanda Nur'un hakiki kuvveti olan sırr-ı ihlas-ı hakikîyi muhafaza etmeye beni mecbur etmiş ki: Sıddık-ı Ekber / Hz. Ebu Bekir (r.a.)'ın dediği gibi: 'Müminlerin Cehennem'e gitmemesi için Allah'tan isterim ki, benim vücudum Cehennem'de (onlara yer kalmayacak şekilde) büyüsün ki, onların yerine azap çeksin!.' diye söylediği kudsî fedakârlığının bir zerresini ben de kendime kazandırmak için: 'İmân ile Cehennem'den birkaç adamın kurtulmaları için Cehennem'e girmeyi kabul ederim!.' demiştim. Zâten ibadet, Cennet'e girmek ve Cehennemden kurtulmak için yapılırsa bozulur. İbâdet, rıza-yı İlahî ve emr-i Rabbanî için yapılır."(7)

4. Muhatabın Durumu

Muhatabın görgü ve bilgi seviyesine göre konuşmak, ihtiyaç hissettiği konuları aktarmak, takva durumuna göre korku ve ümit açısından üslubun dozunu ayarlamak, ancak ehil mürşitlerin işidir.

Bediüzzaman, Kur'an-ı Kerim'in bütün insanlar için bir mürşit olduğunu, her insanın ondan ders aldığını, bu yüzden de irşat edilecek hedef kitlenin, (sayıca az olan havas / elit tabakadan ziyade) insanların büyük bir çoğunluğunu teşkil eden avam / halk tabakası olması gerektiğini söyler. Çünkü mürşidin nazarında, azınlık çoğunluğa tâbidir. Ancak Kurân'dakine benzer öyle bir üslup tarzı seçilmelidir ki, kültür seviyeleri çok farklı olan her iki tabaka da, kendilerine düşen payları alsın.(8)

Yukarıdaki ifadeye göre, mürşit durumundaki kişilerin ilk yapmaları gereken şeylerin başında, muhataplarının durumunu iyice öğrenmek ve onları değişik yönleriyle tanımaya çalışmaktır. İrşat edilmesi hedeflenen kitle, kültür seviyesi yüksek kişilerden oluşuyorsa, bu taktirde onların sıkılmayacağı ya da basit bulmayacağı bilimsel gerçeklerin (bir irşat malzemesi olarak) devreye sokulmasında çok yarar vardır. Bu da, mürşidin kültürlü olmasını gerektirir. İrşat edilmesi hedeflenen kitle arasında, her türlü (kültürlü olan-olmayan) insan bulunuyorsa, bu taktirde kültürlü tabakanın bilgisi dahilinde olan gerçekleri, halk tabakasının anlayacağı şekilde basitleştirmek gerekir ki, bu husus da bir beceri işidir. Ama her halükârda, korku ve ümit dengesine dikkat edilmeli, insanların (azap ya da Cehennem'le korkutularak) ümitsizliğe kapılmasına, ya da şımartılarak gurura düşürülmesine meydan verilmemelidir.

Bu hususta aşağıdaki âyetler rehberimiz olmalıdır:

"De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilemem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım."(9)

"Rabbimiz Allah'tır, deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir."(10)

Bediüzzaman, muhatabın durumunu nazara almadan irşada kalkanları şu sözleriyle uyarmaktadır:

"Ey müvesvis!/insanlara şüphe veren kişi! Bilir misin misalin neye benzer? O derece belâhet kesp etmiş /ahmaklaşmış bir sarhoşa benzer ki, aslanı attan, darağacını salıncaktan, cerahatli yarayı kırmızı gülden fark etmez. Hem öyle zannettiği halde, mürşit vaziyetini alır, muslih /islah edici tavrını takınır. Müthiş bir vaziyete düşmüş bîçare bir adama ders verir."(11)

Bediüzzaman, yukarıdakine benzer bir ifadesinde de şunları söyler: "Parçalayıcı arlan ile, ünsiyetli ehlî atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacı ile jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşit bilerek irşat ve nasihate çıkıyor."(12)

Dipnotlar

1-Uludağ, 205.

2-Hud, II/29, 51.

3-Yasin, 36/21.

4-Nursî, Mektubat, 70.

5-Nursî, Barla., 123.

6-Eşref Edip'in mülakatından Sebilürreşad, cilt V, sayı 119; Ocak 1952; s. 301–2.

7-Nursî, Emirdağ-II/152.

8-Krş. Nursî, İşaratu'l-İ'caz, 115-116.

9-Ahkaf, 46/9.

10-Ahkaf, 46/13.

11-Nursî, Nur'un İlk Kapısı, 23.

12-Nursî, Mesnevî-i Nuriye, 218.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Ey Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen Vârislerin en hayırlısısın.

Enbiya,89

GÜNÜN HADİSİ

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Dâvud

TARİHTE BU HAFTA

*Çanakkale'de Kirte Zaferi(28.04.1915) *Gazneli Mahmud'un vefatı(30.04.1090) *Cezzar Ahmet Paşa Akka'da Napolyon'u püskürttü.(2.05.1799) *Fatih Sultan Mehmed'in vefatı(3.05.1481) *Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb Ensari'nin vefatı (4.05.677)(İ.hatip takvimi)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI