Cevaplar.Org

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-126

Ders: Lemaat’dan.. Sözler (s: 706 ) İzah: Mustafa Karaman İzah edilen bahis: “Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, mültebise” başlıklı bahis


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2016-08-01 11:47:55

Ders: Lemaat'dan.. Sözler (s: 706 )

İzah: Mustafa Karaman

İzah edilen bahis: "Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, mültebise" başlıklı bahis.

Not: Bu bahisle alakalı Prof. Dr. Şener Dilek beyin "Marifet İklimi" adlı eserinden (s: 98-132) geniş izahatı tavsiye ederim. Ayrıca Prof. Dr. Alaaddin Başar beyin Risale-i Nur'dan Kelimeler Ve Cümleler adlı eserinin 2. Cildindeki 'İzan- İltizam-İtikad(s: 52), Taaakul(s: 63), İltizam-İtikad-İz'an(s: 76) adlı üç yazısı mütalaa edilebilir.(Salih Okur)

*Üstad, hissiyatın merkezinin vicdan, bütün ilimlerin merkezinin de dimağ olduğunu söylüyor. Dimağın bir ismi de idraktir. Dimağ hafızanın içinde fonksiyonunu icra ediyor. Hafıza da beyin mekanizması içinde bir duygudur.

Maddi duygular insanın bedenine, manevi duygular insanın ruhuna bağlıdır. Ama ikisinin de birbiriyle münasebeti vardır. Yani mana âlemleri mekândan münezzeh gibidir, mekânı yok gibidir. Letafetleri artıkça, hem mekânları, hem de tersleri artar. Fakat ne olursa olsun bu manevi şeylerin her birinin maddi âlemle bir irtibatları mevcuttur.

Mesela siz üç tane birbiri yan yana getirmezseniz yüz on bir olmaz. Yüz onbir bir şahs-ı manevidir, bir güçtür. Fakat bunun olması için üç tane biri yan yana koyma mecburiyetiniz vardır.

Yine görme bir manevi özelliktir, ruha bağlı bir hususiyettir. Mekânı ise gözdür. Gören ruhtur bu âlemi görme vasıtası ise gözdür. O göze bir zarar gelirse görmeye de bir zarar gelir. İşitmek de hakeza böyledir. Sesler âlemine kulak vasıtasıyla açılıyoruz. Yine makulat denilen bir âlem vardır. Aklın cevelan sahasıdır. Ruhun bu işlevini gören vasıta ise beyindir. Kanunlar kendi kendine iş göremez. Bir ülkede kanunun uygulamaya geçmesi için o kanunları uygulayacak organlar lazım geldiği gibi ruhun da işlevini bedendeki organlar yerine getiriyor.

İşte bedenle ruh arasında böyle bir münasebet vardır. Beden yıpranır, ruh yıpranmaz. Bu âlemde ruhun istifadesi için bu beden yapısı kifayet edebiliyor. Ama ahiret âleminin geniş menzillerinden istifade için bedenin koordinatları gelişecek ve ruh o âlem de ona göre lezzet alacak, istifade edecektir. Yoksa bu bedenle o Cennetin hakkı verilmez. Cehennem de oradaki azapları hissedecek şekilde ruh ve beden koordine edilecek.

Not: Konuyla alakalı şu hadisi nakletmek isterim. Muhammed bin El-Münkedir'den rivayete göre Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vesselâm'a bir adam sordu: "Ehl-i cennet acaba uyurlar mı?" Buyurdu; "Uyku ölümün kardeşidir, elbette ehl-i cennet uyumayacaklardır."(İbn-ül Mübarek, Ez-Zühd,2/79)

*"Dimağda meratib var; birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif."(Sözler, s 706) Buradaki ilmin mertebeleri hem kademe açısından hem de ilimlerin nevileri açısındandır. Fizik ilminin kuralları ayrıdır, edebiyat ilminin ki ayrıdır. Askeriyenin ilmi ayrıdır, sağlık ilminin özellikleri ayrıdır.

Aynı ilmin kademeleri de dimağda ayrıdır. Nurları yeni okuyan bir kimse ile külliyatı on kere okuyan birisinin arasında fark olmayacak mı? İlkokulda okuyan bir kimsenin dimağındaki ilimle üniversiteyi bitiren birisinin dimağındaki ilim arasında fark olmayacak mı? Muhtelifedir meselesini böyle anlayacağız.

*Havada gazlar muhtelittir, sudaki gazlar mümtezicdir der Üstad. Havadaki gazlar karışıktır, ama birbirinin alanına girmez. Sudaki gazlar ise mümtezicdir, birbirine tam olarak karışmıştır. Suyu içen bir adam iki gazı birden alır; Hidrojen ve oksijen… Havayı soluyan bir adam sadece oksijeni alır. Havanın gazları birbirinin yanında durur, suyun gazları ise birbiriyle imtizaç eder. Onun için Üstad, Müslümanlara şu tavsiyeyi yapar; "Ey Müslümanlar! Hava gibi muhtelit değil, su gibi mümtezic olun: Öyle sadece yan yana kalıbınızla durmayın. Kalb ve gönüllerinizle de bir araya gelin ki sizi dağıtmasınlar. Aksi halde hava gibi muhtelit olursanız, adam istediği gazı alır, öbürünün aleyhinde kullanır. Ama suda oksijeni ayırmak çok zordur.

Şu an İslam âlemi hava gibi muhtelit. Su gibi memzuç olmaları lazım. Dünyanın herhangi bir yerindeki bir Müslümana yapılan zulümden buradaki Müslüman ızdırab hissedecek.

Not: Üstadın orijinal ifadesi şöyle; "Yazık!. Eyvahlar olsun! Bizdeki unsurlar, ırklar, hava gibi muhtelittir. Su gibi memzuç olmamışlar. İnşallah elektrik-i hakaik-i İslâmiyetle imtizaç ederek, ziya-yı maarif-i İslâmiye hararetiyle kuvvet tevlid ederek, bir mizac-ı mutedile-i adalet vücuda gelecektir."(Divan-ı Harb-i Örfi, s: 49)

Not; 2: Mustafa Bey, dersin bu kısmında, 24. Sözdeki İkinci Dalındaki meselelere de temas ederek Risale-i Nur'un şerh ve izahı meselesine istidradi temas ediyor. Aşağıdaki notlar sohbetin bu kısmına dairdir.

*Üstad hazretleri Muhakemat'ta "Sebe'den gelen habere dikkat et" der.

Not: Üstadın orijinal ifadesi şöyledir; "suyun mühendisi olan Hüdhüd-ü Süleyman'ın Sebe'den getirdiği nebe' ve haberi dinle!.. Nasıl inzal-i Kur'an ve ibda'-ı semavat ve arz eden Zülcelal'in tavsifini etmiştir. Hüdhüd diyor: "Bir kavme rast geldim. Zemin ve âsumandan mahfiyatı çıkaran Allah'a secde etmiyorlar..." Bak evsaf-ı kemaliye içinde Hüdhüd'ün hendesesine telvih eden vasf-ı mezburu yalnız ihtiyar eyledi."(Muhakemat, s:91-92)

Hüdhüd'ün hususiyeti gizli yerlerden su çıkarma noktasında inkişaf ettiğinden dolayı Hz. Süleyman'a Sebe melikesinin memleketinden haber getirirken diyor ki; "Gerçekten ben onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki ona her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var." "Onu ve kavmini Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar." "Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar)." (Neml: 27/23-25)

Hüdhüd'ün mesleği gizli yerlerden su çıkarmak olduğundan Allah'ı anlatırken o noktadan tavsif ediyor, kendi mesleğini manaya giydiriyor. Bunda bir problem yok. "Aman aklını karıştırma(!)" Hiçbir mahzuru yok, karıştırın aklınızı. Adamın mesleği Tıp'sa davasını anlatırken Tıp o anlatıma bulaşır. Bu bir sünnetullahtır. Mühendislikse, birilerine bir şey anlatırken o mesleğini meseleye temas ettirebilir. Temasında zarar yok, yeter ki telebbüs olmasın. Mesleğini anlatmaya kaymasın. Meseleyi mesleğiyle irtibatlandırabilir. Fakat bunun imtihanı ağırdır. O sahaya giren adam kendinden bir şeyler kattığından dolayı İhlâsı kaybedebilir.

Ama karın parçacıkları veya şişenin tanecikleri güneşin yansımasını istihaleye tabii tutmadıklarından olduğu gibi gösterir, ihlâs noktasında problemleri yoktur.

Papatyanın mizacı buysa, Allah'ın cemalini gül gibi gösteremez. Öyle yapsa kendisine ihanet etmiş olur. Kavağın da özelliği buysa, çınar gibi gösteremez. Kavak mizacını karıştırıyor, niye? Cemal-i ilahinin öyle görünmesine de ihtiyaç var. Çınar da mizacını karıştırıyor, ona da ihtiyaç var. Bağa bostana bakın, var mı mizacını karıştırmayan Esma-i ilahiyenin onlardaki tarz-ı tezahürlerinde? Yok. Hepsini bir araya getirdiğinde asıl tezahür ortaya çıkıyor.

Sadece bir çeşit gül olsa, başka bir nebatat olmasa Allah'ın esması bir özelliği ile görülebilir. Mukayese imkânı da olmaz. O zaman tefekkür-ü İlahiye giremeyiz. İmanda marifet eksik olur. 

Eh, ayna da güneşli gösterir. Fakat güneşin aynadaki cilvesine bakan bir insan güneş hakkında tefekkür yapamaz. Akıl orada gidemez. Ancak kalp istifade edebilir. Aklın alan akılların karıştığı, bir araya geldiği alandır. Bilim adamları aynadaki güneşi inceleyerek değil, onun topraktaki, bitkilerdeki ve hayvanlardaki yansımaları inceleyerek onun hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırlar.

O halde nebatat ve hayvanat kendi mesleklerini bırakıp da ayna gibi, cam gibi olamaz. Onu Allah öyle yaratmış, o güzelliği öyle aksettirecek. Çünkü İlahi tefekkür sahasını insanların önüne açacak. Ama o imtihanı kaybetmemesi için Üstad "sen de reşha gibi ol" diyor. Ama bunu derken "terket bu alanı" demek istemiyor, "cam gibi ol" demiyor. "İhlâsta reşha gibi ol, zira imtihanın ağır" diyor.

Risaleleri düz okuyan, izah etmeyen bir kardeşimiz hakikatları cam gibi gösterir. Bir de Allah'ın verdiği yetenek ve kabiliyetle davayı ihtiyaçlı insanlara açılımını meydana getiren bir adam bir şey katmış olur. İstifadeye dikkat edersek, ikincisinde tefekkür alanı olur.

* "Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir."(Sözler, s: 706) Her şeyin mebdei hayal etmekle başlar. Bir merhale ilerisi tasavvurdur. Hayale gelen şey süzgeçten geçer, bir kısmı atılır, bir kısmı bırakılır. Bu düşüncenin tasavvur safhasıdır. Yani o hayal üzerinde biraz düşünüyorsun, daha ortada bir karar yok. "Bu hayal tahakkuk eder mi, bu hayal gerçekleşir mi?" safhasıdır, düşüncenin hayalden biraz daha ileri kademesi, bir temel atma safhasıdır.

Not: Şener Dilek Bey diyor ki;"Tembel ve lakayt insanlar genelde tahayyül merhalesine saplanır, kalırlar. Meskenet ve zilleti temsil ederler. İleri hedeflere doğru yol almadıkları için onlar, hayatlarını boş ham hayaller ve safsatalar ile tüketir, bitirirler. Evet, hayaller fiil ve eyleme, fikir ve kabule, tasdik ve tatbike, izan ve yakine çıkmalıdır."(Prof. Dr. Şener Dilek, Marifet İklimi, s: 106, Feyza Yayıncılık, İst. 2008)

*"Sonra gelir taakkul" (Sözler, s: 706) Bu bir genellemedir, bu bir şablondur. Her şey için bunu kullanabilirsiniz. Mesela; "ben dinime hizmet etmek istiyorum" hayale gelir. Sonra "acaba yapabilir miyim, nasıl yaparım" tasavvuru oluşur. Tasavvur görünen, zihne gelen örneklerle meseleyi biraz daha yoğunluşturmaktır. Karar yaklaştırmaktır. Burada taakkul devresi oluşur; "ben bunu yapabilirim."

"sonra tasdik ediyor"(Sözler, s: 706 ) Meseleyi yapabileceğini aklen tasdik ediyor.

"sonra iz'an oluyor"(Sözler, s: 706) İzan kalple alakalı bir mesele. İltizamda ise artık o mesele senin davan olmuştur. Fiilen o meseleye sahiplenmektir. "sonra itikad gelir"(Sözler, s: 706) Artık mesele senin imanın olmuştur, o meseleye her şey feda edilir. 

Not: Şener Dilek hocamız, özel notlarında bu konuda şunları yazmış; "Tasavvur, hayalin laboratuarı, hayali tartar, kötü olanları atar. Dimağda meratib var. Bazen iltibas edilir. Hayal ile arzu ile düşünceyi karıştırırız. Bazen düşünmediğimiz halde düşünce sanırız. Veya düşünürüz fakat arzularımıza göre hareket ederiz. (Sigara tiryakisi) Bazen kabul olur. Fakat iz'an olmaz. (Ebu Talip Peygamberimizin (S.A.V) risaletini kabul etti. Fakat iman etmedi- İz'an )

Hakta sebat - salâbet

Haksızlıkta inat - taassup

Taakkulda bî-taraf (teori)

*"Tahayyülde safsata hâsıl olur"(Sözler, s: 706) Tahayyül dedik mi, çok karışık şeyler içinde vardır. Onun için tahayyülde dimağımızı gelen çağrışımlardan sorumlu değiliz. Üstad "Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tahayyül-ü şetm dahi, şetm değildir. Zira mantıkça tahayyül, hüküm değildir(Sözler, s. 275) der. Mesela namazda kalbe birçok tahayyül gelir, insan birçok yerlerde gezer ama bu tahayyül kalbe gelen manalar namaza zarar vermez. Tasavvurda aynı şekilde kararsız bir âlemdir. Birçok şeyler onda karışık durur. Makul iltizamdan salâbet, makul olmayan iltizamdan ise taassup çıkar.

Not: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi merhum, taassupla salâbet arasındaki farkı şöyle izah ediyor; "Taassupla salâbeti iltibas etmemek lâzımdır. Taassup, batıl ve yalancı bir davada cahilâne ve hiç muhakeme yürütmeden ısrar etmek ve inad göstermek demektir. Hak olan bir şeye, hak olduğuna tam kanaat getirdikten sonra bütün varlığıyla bağlanmaya ise salâbet denir. Yani yalancı memede ısrar etmek taassup, gerçek memeden ayrılmamak ise salâbettir.

Hıristiyanlıkta veya öküze tapmakta inad göstermek taassuptur. Fıtrat dini olan İslâm'a sımsıkı sarılmak ise salâbettir, (hâşâ) taassup değildir."(Mehmed Kırkıncı, Hikmet Pırıltıları, s: 102, Yeni Asya Yayınları, İst. 1976)

Not: 2: Şener Dilek bey diyor ki; "Dimağdaki son merhaledir itikad. İtikad, keskin inançtır, imandır. Birbirini takip eden bu altı merhale; yani hayal, tasavvur, taakkul, tasdik, iz'an ve iltizam filtrelerinden geçtikten sonra, sağlam, rasih bir imana ulaşılmış olur. İman, bu altı mazhariyetin bileşkesinden hâsıl olan bir nur, bir güneştir."(Prof. Dr. Şener Dilek, Marifet İklimi, s: 129, Feyza Yayıncılık, İst. 2008)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer.

Enfal,2

GÜNÜN HADİSİ

Gece içinde öyle bir saat vardır ki, müslüman olan herhangi bir kimse, dünya ve ahiret hususlarında Allah'dan bir hayır isterken duasını ona denk düşürürse, Allah; muhakkak istediğini kendisine verir.

Müslim, Ravi[Cabir (r.a.)]

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI