Cevaplar.Org

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-4

Hulûsî Aktürk, 1 Kasım 1948 tarihli Ehl-i Sünnet mecmuasının ikinci cildinde "Bediüzzaman" başlıklı makalesinde şunları ifade ediyordu:


Necmeddin Åžahiner

2016-03-22 11:08:10

BÄ°RÄ°NCÄ° DÃœNYA SAVAÅžI HATIRALARI

Hulûsî Aktürk, 1 Kasım 1948 tarihli Ehl-i Sünnet mecmuasının ikinci cildinde "Bediüzzaman" başlıklı makalesinde şunları ifade ediyordu:

"Said Nursî'nin Ehl-i Sünnet'ten intişar eden bir arzuhalini, sonra da esaret hayatını okudum.

"Hayatta dervişlik, şeyhlik, tarikatçılıkla alâkası olmayan, her maddeyi manâ ile telif eden bu din âliminin devamlı menfâ ve muhakeme safahatı üzerinde durmak taraftarı değilim.

"Ancak, hakim ve efendi halkın her zaman ve zeminde, ilim ve ahlâkça yükselmesini isteyen bu zatın esaretinden evvelki hayatına temas edeceğim.

"Birinci Umumî Harbin iptidâlarında Bitlis Bidayet Mahkemesi azâ mülazımı idim. Bugünün Çankırı Milletvekili Abdülhâlik Renda, geçen günün Bitlis valisi bulunuyordu. Ordunun iaşesi hesabına kurulan peksimet anbarlarına beni memur etmişti. Bu vatanî ve fahrî vazifeyi ifa ederken, Bediüzzaman da birtakım talebeleriyle Van cephesinde din ve vatan müdafaası uğrunda silâhla, nasihatla mücadele ediyor, bir taraftan da bir tefsir kaleme alıyor, talebelerine de okutuyordu.

Bir zaman kendilerine uğradım. Oturduğu muvakkat ve metrûk bir evde "Allahu Nûrussemâvati Ve'l-ard" âyet-i kerimesinin tefsirine intikalen bazı talebelerini tenvire çalışıyordu.

"Bu derste pek derin inceliklere temasları hayretimi mûcip olarak ayrıldım. Hicretten sonra, Kerkük'ün Havadis gazetesinde intişar eden bir takrizimi, ertesi gün kendisine götürdüm. Dersten fâriğ olunca verdim.

"O nedir? Oku dinleyeyim" dedi. Okudum, aldı, bir tarafa baktı:

"Azizim, tavsifinize lâyık değilim. Büyük Allah'tan dilerim ki lâyık olayım" dedi.

"Birkaç mısraını bu yazımın tarih-i beyyinesi olarak gösteriyorum:

Said Nursî'sin elhak, bediüd-dehri ve'l-ezman

Bu tefsir-i şeriftir, kudret-i ilmiyene bürhan.

Ulûm-i evvelîn u âhirîne mazhar olmuşsun

Şefi-ü Hafizindir Fahr-i Âlem, Hazret-i Kur'ân

Senin Şeyhzâde'den, Ruhü'l-beyan, Ruhü'l-meânîden

Nedir farkı tefasirin bilir ancak Hakim Sübhan.

***

"Ne ise, birinci hicrette aileler Siirt taraflarına doğru vilâyetten uzaklaştırılınca, Bediüzzaman da, milis kuvvetlerinin ordu arkasından hudutların muhafazasında ısrar gösteriyordu.

"En nazik günlerde Malazgirt, Bulanık cephelerinde bir kolunu kayıp eden Nurşunli Mâruf Hazret, vilâyet merkezine gelerek idare âzasından Hacı Salih Efendide misafir olmuş, valinin ilâmiyle bir gece eşraf orada toplanmışlardı. Meşahir-i üdebâdan Hacı Hasanzade Mütemayiz İbrahim Ethem merhum haber haber yolladı, beraber içtimaya katıldık.

"Et kemiksiz olmaz"

"Bediüzzaman, Hazret ile söyleşirken, Hazret'in adamlarından birisi söze karıştı. Bediüzzaman'a hitaben:

"Sen hudutları takviye edelim diyorsun. Biz Allah rızası için vatan müdafaasına koşuyoruz. Maalesef bazı zabitler, bizim din ü imanımıza sövüyorlar" dedi.

"Bunun üzerine Bediüzzaman son derece celâlli bir ikrahla muhatabına bakarak, hemen yüzünü Hazret'e çevirdi ve dedi ki:

"Hazret, zabitler sana sövüyorlar mı?"

 Hazret,

"Hâşâ, benim hayatta kalan bir elimi öpüyor, duamı alıyorlar" deyince, Bediüzzaman eski muhatabına döndü:

 "Azizim" dedi, "bizim milis kuvvetleri arasında şuurlu ve şuursuzlar da vardır, et kemiksiz olmaz. Şuursuzlar nizam ve intizama riayet edemiyorlar. Bazan zafer temin edercesine düşmana saldırdığımız sırada görüyordum ki, öldürülen bir düşman neferinin üzerine vakitsiz atılan bir milis, âdi bir çizme, hasis bir eşyaya tamamen mevkiini terk ediyordu. Arada vuruluyordu. Böyle şuursuz hareket eden kimsede din ve iman kaygusu var mı ki, söven zabit de muâhezeye lâyık görülsün. Böyle anlarda nizamsızlık gösterenleri öldürmek bile azdır. Lüzumsuz lâfları bırakalım. Elbirliğiyle mukaddes yurdumuzu kurtaralım. Aileler çıksın, erkekler memleketi terk etmesinler" dedi.

"Velhâsıl, birinci hicretle ordunun, milislerin müşterek gayretiyle düşman Bitlis'e girememiştir. Birkaç ay sonra, ikinci hicret başlamadan evvel, Bediüzzaman talebeleriyle Van cephesinden Bitlis merkezine dönmüş, halkı takviye ile tergibe, nasihata koyulmuştur. O sırada eski valimiz Abdülhâlik Renda ayrılmış, yerine Ispanakçızade merhum Memduh Bey gelmiş, ben de peksimet anbarındaki fahrî vazifemi bitirerek, adliye kuyudâtının Diyarbakır'a sevk ve nakline memur edilmiştim.

Bitlis'ten ayrıldığım sabahı takip eden günün gecesinde hain Ermenilerin rehberliği ile düşman Dideban eteklerindeki nehir boyunları kıyılardan Bitlis'e akarken, Bediüzzaman kasaba içinde bile göğüs göğüse düşman süvarileriyle çarpışmış, bir ayağından yaralanıp esir edildikten sonra, mahalle, başındaki kışlaya nakil, oradan da Rusya'ya, daha sonra Sibirya'ya kadar sürülmüş olduğunu işitmiştim.(C: 1, s: 146-150)

Molla Münevver, ak saçlı, aksakallı, şakacı mübarek bir ihtiyardı. Kendisini Van'da birkaç defa ziyaret ederek, elini öpmüş, hatıralarını dinlemiştik. Bu hatıralarında Molla Münevver, Bediüzzaman'la nasıl harbe girdiklerini anlatıyor:

"Onbeş yaşında iken eski medrese usulü ile tahsile başladım. Beş sene kadar okuduktan sonra Birinci Cihan Harbinden önce Van'a gelerek Horhor'da talebe okutan Bediüzzaman'ın medresesine ben de dahil oldum. Birinci Cihan Harbi başlayınca Bediüzzaman hocalığı bırakarak, gönüllü alay kumandanı oldu. Bizlerde de isteyenler, Onunla birlikte harbe iştirak etti. Ben kendileriyle, Gevaş ve Bitlis harplerinde bulundum. Kış bastırmıştı. Her taraf kardı.

Bitlis'te Üstad'la birlikte birkaç talebe kalmıştık. Bütün arkadaşlarımız şehid oldular. Geceleyin yüksek bir duvardan atlarken Üstad'ın ayağı kırıldı. O ızdırap anında katiyyen şikâyet etmiyor, 'of bile demiyordu. Otuzaltı saat soğuk, kar, çamur içinde bir dehliz içinde kaldık. İleride Rus nöbetçileri gözüküyordu. Nöbetçileri tek tek, dehlize çekip, hançerle gebertmek istedik. Üstad bize bir zarar gelmemesi için izin vermedi. Dehlizin üzerinden de Rusların seslerini işitiyorduk. Üstad sonra Abdülvahhap isimli arkadaşımıza, 'Sen çeviksin, fırla git ve teslim ol, Ermenilerin eline geçme, biz de sonra teslim oluruz' dedi. Az sonra Ruslar gelerek bizi alıp kumandanlarının bulunduğu yere götürdüler.

Kumandan Türkçe bilmediğinden, Ermenilerden bir tercüman getirdiler. Arkadaşımız Abdülvahhap da biraz Rusça biliyordu. Ermeni tercümanın, Üstad'ın sözlerini yanlış aktardığını Üstad'a bildirdi. Bunun üzerine Üstad hiddetlenerek, Müslüman bir tercüman getirmelerini istedi. Az sonra Tatarlardan bir tercüman getirdiler.

"Rus kumandanı, Üstad'a 'Siz tanınmış ve nüfuzlu bir kumandansınız. Aşiretlere birer mektup yazarak, gelip silâhlarını teslim etmelerini bildirin. Anlaşma yapalım. Yine buraları onlara bırakıp gideriz' deyince, Üstad cevaben: 'Siz Ermenilerin silâhlarını toplayın, onlar bizim himayemize girsinler, o zaman sizinle anlaşırız' dedi. Rus kumandanı: 'Bitlis ve Muş civarında otuzbeşbin silâhlı Ermeni var. Bunların hepsinin silâhlarını toplamak imkânsızdır' dedi. Üstad hiddetlenerek, 'Biz bunlara bu kadar hürriyet verdiğimiz halde, başımıza bu felâketi getirdiler. Çoluk çocuk dinlemeden katliâm yaptılar. Geri kalan insanları da, çeşitli desiselerle onlara kırdırmak mı istiyorsunuz? Bütün dağ-taş senin askerlerinle dolsa, bundan sonra Deliklitaş'ı geçemeyeceksiniz'

"Daha sonra Üstad'ı Said isminde bir talebesini yanına almasına müsaade ederek, bizden ayırdılar ve Rusya'ya sevkettiler."(Cilt: 1, s:51-52)

*İbrahim Kazazoğlu (1892-1980) evinde kendisini ziyaret eden Kayserili Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman'la alâkalı olarak şunları anlatmıştı:

"Birinci Cihan Harbinde şarkta savaşların çok hızlandığı zamanlarda, yüzbaşılar Bediüzzaman'a müracaat ederek, 'Filan yerdeki düşmanı ancak senin gönüllülerin geri püskürtür, mümkünse ve bölgeleri siz kontrolünüzde bulundurun' diye ricada bulunurlardı.

"Bediüzzaman harp taktiği olarak da muhtelif tepelerden teneke çaldırıp, düşman tarafından ses kesilince, bu sefer de silâh kullandırıp, onları geri püskürtürdü.

"O kahramanların vaziyeti bize de çok şevk ve gayret verirdi. Komutan, Bediüzzaman'ın fedailerinin kahramanlığını bize şevk vermek için cephede anlatırdı. (Cilt; 1, s:55) 

Ali Çavuş anlatıyor; "Biz Muş'a varmadan Ruslar Muş'u istilâ etmişti. Muş'u tahliye eden halkla yolda karşılaştık. Bütün mühimmatın, bu arada on dört parça topun kaldığını söylediler. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu üç yüz kişilik kuvveti on dört parça topa taksim edip, altı kişilik bir müfrezeyi de cephane kaçırmaya memur etti. Biz top ve cephaneleri kaçırıp, Bitlis-Tatvan yolu üzerinde mevzi almış bir nizamiye alayına teslim ettik. Bu arada Ruslar üç koldan taarruza geçip bizi Bitlis boğazında mahsur bıraktılar. Yedi gün Ruslara karşı geceli gündüzlü müdafaa yapıldı. Üstad Bediüzzaman'a üç mermi isabet etti. Bunlardan biri hançerinin kabzasına, diğeri sigara tabakasına, bir diğeri de sağ omuzuna isabet etti. O zaman bu hale şahit olan nizamiye alayı kumandanı Kel Ali Üstad Bediüzzaman'a:

"Bediüzzaman! Size kurşun da tesir etmiyor.

"Hazret-i Bediüzzaman:

"Allah insanı muhafaza ederse, top mermisi de insanı öldürmez' diyordu.

"Bir haftalık şiddetli bir mukavemet sonunda Bitlis'e giremeyen Ruslar, Bitlis-Tatvan yolu üzerinde bulunan Papşin hanını tahliye edip, geri çekildiler. Ermenilerin rehberliği ile Bitlis'in cenubundaki Güzeldere yolunda Simek nahiyesi üzerinde Bitlis-Siirt yolunu kesip, Araplar Köprüsünü tuttukları görüldü. Gece yarısından sonra Bitlis'e taarruza geçtiler. Şiddetli muharebeler cereyan etti. Bu arada Üstad Bediüzzaman'ın çok sevdiği yeğeni Ubeyd ve birçok kıymettar talebe arkadaşlarımız şehid oldular."

"Ruslar şehirde bulunan üç köprüyü de tutmuş olduklarından Üstad Hazretleri şehrin karşı tarafına geçmek istedi. Şimdiki Kasımpaşa ilkokulunun yanında büyük binanın altındaki su kemerinin üstünden aşağıya atladık. Su üzeri tamamen karla kaplı olmasından, vaktin de gece olması dolayısıyla yeri tahmin edememiştik ki, bu arada Üstadın sağ ayağı taşa değmiş ve kırılmıştı. Bana kemerin içerisinde daha münasipçe bir yer göstererek, 'Ali beni oraya götür. Sana izin veriyorum. Git inşallah kurtulursun' dedi. Ben kendilerini o yere götürüp, oturttum. Benim musırrane gitmemi arzu ettiyse de, gitmeyeceğimi ve beraberce şehid olmak istediğimi söyleyince başımı eliyle sıvazlayarak "Dayı hayran, kader bizi esir etti" dedi. Ben de kadere teslimiyetimi izhar ettim.

Esarete giden yol

"Su içerisinde otuz altı saat kadar kaldık. Bu arada su kemerinin üstündeki binayı da Ruslar işgal etmişler, sesleri aşağıdan işitiliyordu. Oradan çıkmak için tedbir almakla meşgul iken, birden kaldığımız yeri elli kişilik bir Rus müfrezesi bastı. Hepimizi çıkarıp altında otel olan ve o zaman Rusların ikinci ordusunun yerleşmiş bulunduğu bir binaya bizi götürüp, bir odaya yerleştirdiler.

"Bizi bir alay kumandanı karşıladı. Yemek olarak Üstad Hazretlerine bir tavuk getirdiler. İki Rus kumandanı Üstadla konuşmaya başladılar. Konuşma mevzuları belli ki harb ile ilgiliydi. Orada Üstad Hazretleri bacak bacak üstüne atıp sigarasını sararken onlarla konuşuyordu.

"Sanki onlar esir, Üstad hürdü. Orada esirken bile hürdü."

 "Yaralarının ve kırık ayağının tedavisi için, bir müddet Bitlis ve Van'da kaldıktan sonra, Bediüzzaman'ı bugün İran-Rusya arasında bulunan Culfa şehrine sevkettiler.

"Alınca ırmağının Aras'a döküldüğü yerde bulunan bu belde Azerbaycan ve İsfahan bölgesinde iki kasabadan meydana gelen şehir mühim bir ticaret merkeziydi. İran Culfa'sı veya Yeni Culfa denilen kasabadan bir müddet tedavi edilen Milis Albayı Said Nursî buradan Tiflis'e sevkedilen diğer esir askerlerle beraber Tiflis'e gelmişlerdi.(C: 1, s: 64-65)

Mehmed Kırkıncı Hocaefendi anlatıyor; "Yaya olarak Van'dan Çerovanis köyüne gittik. Ali Çavuş'u bulduk. Üstad'ın eski talebelerinin hepsi esasen hoca imiş. Ancak Üstad gönüllü milis alayı kurarak talebeleriyle beraber Cihan Harbi'ne iştirak ettiğinde talebelerinin her birine bir rütbe vermiş. Ali Çavuş'u da çavuş yapınca ismi Ali Çavuş kalmış. Bizi görünce çok sevindi. Üstad ile ilgili bazı hatıralar anlatmasını istirham ettim. O da tatlı bir lisan ile şunları anlattı;

"Cihan Harbi'nde Pasinler'in dağlarında çarpışıyoruz. Bazen ekmek buluyor, su bulamıyorduk. Bazen de su buluyor, ekmek bulamıyorduk. Üstad çadıra geliyor:

"Kâğıt bulun." diyordu.

"Seyda! Biz can derdindeyiz, sen kâğıt derdindesin. Bir bizim hâlimize bak bir de seninkine bak. Şimdi sana kâğıdı nereden bulalım. Bırak artık şu yazma işini." diyorduk. İçimizde de ilim ve irfan noktasında en güzide Habib idi, yazısı da güzeldi. Üstad söylüyor, o yazıyordu. Biz ne kulak veriyor, ne de anlamaya çalışıyorduk." 

Ali Çavuş bunları anlatırken aklıma Hoca'm Hacı Mustafa Efendi'nin sözleri geldi. Ali Çavuş'a: "Hoca'm Hacı Mustafa Efendi bize bu İşaratü'l-icaz tefsirini göstermiş ve bu eserin Cihan Harbi esnasında Pasinler'in dağlarında yazıldığını söylemişti. Sizin sözünü ettiğiniz yazılar da bu tefsire ait olsa gerek." dedim.

"Evet" dedi ve anlatmaya devam etti:

"Oradan Bitlis taraflarına geldik. Kış mevsimiydi. Öyle çok kar yağmıştı ki! Rus kumandanı da o sırada Bitlis'te oturuyordu. Üstad bize dedi ki, "Ben bu kumandanı esir alacağım." Biz sinirlendik, "Kumandanı esir almak bize mi düştü? Bırak artık böyle şeyleri." dedik. Ama onu canımızdan çok sevdiğimiz için de peşinden ayrılmadık. Arkasından gittik.

Giderken Üstad karın içinden birden kayıp düştü. Kar, köprünün seviyesine çıkmış ve bütün dereyi kaplamıştı. Üstad da köprüden geçmek niyetiyle ayağını attığında karlara gömülerek dereye düşmüştü. Hemen yanına indik. "Ne oldu?" diye sorduk. "Ayağım kırıldı." dedi. Elimizden bir şey gelmiyordu. Hepimiz köprünün altına çekildik. Üstad Hazretleri:

"Gelin teslim olalım." dedi. Biz karşı çıktık:

"Sen bizi öldürteceksin." dedik.

"Eğer teslim olursak bizi öldürmezler." dedi. Çok hâlim ve selim konuşuyor, bizi iknaya çalışıyordu. "Yok olmaz. Onlar bizi öldürürler." dedik.

Yiyecek hiçbir şeyimiz yoktu. Sadece tütün içiyorduk. Akşam yaklaştı. Baktık ki gece orada kalsak, donup öleceğiz. "Peki, Üstadım." dedik ve teslim olmayı kabul ettik. İki kişi gönderdik. Onlar gittikten sonra bir el silah sesi duyduk. Endişeye kapılarak:

"İşte adamları öldürdüler." diye Üstada sitem etmeye başladık.

"Yok yahu! Öldürmediler." dediyse de dinlemiyorduk.

Biraz sonra etrafımızı Rus askerleri sardı.

"Teslim olun!" dediler. Gelip silahlarımızı aldılar. Bir sedye getirip Üstad'ı sedyeye koydular ve bizi kumandanın oturduğu büyük bir taş binaya götürdüler. Sobalarda taş kömürü yanıyordu. İçeriye girdiğimizde yüzümüze sıcak vurunca: "Üstadım! Allah senden razı olsun." dedik. Biraz sonra önümüze tavuk ve pilav getirdiler. Ama biz Şafii mezhebine mensup olduğumuz için Hıristiyanların kestiğini yiyemezdik. Çok acıkmıştık. Tavuğun kokusu burnumuza gelince sanki aklımız çıkacaktı. Ne yapacağımızı şaşırdık. Üstadımız:

"Hanefi mezhebini taklit edin" deyince hemen tavukları yemeye başladık. Daha sonra doktor getirdiler. Doktor, Üstadı muayene etti. Ayağı çok şiştiğinden çizmeyi bıçakla keserek ayağından çıkardı ve tedavisini yaptı. Orada bahara kadar 80 gün kaldık. O dönemde Üstad da iyileşti."(M. Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s: 50-51) 

Mustafa Bolay anlatıyor; "22 Temmuz 1916'da Rusların eline esir düşmüştüm. Nihayet bizi Volga kenarındaki bir Rus şehri olan Kosturma'ya gönderdiler. "İşte, Balkan Harbi yıllarında İstanbul'dan tanıdığım Bediüzzaman Said Nursî'yi ikinci defa, esarette Kosturma'da gördüm. Kendisiyle Kosturma'da altı ay beraber kaldım. Orada bir yaz geçirdim. Daha sonra Norini Gulabiç'e sevkettiler. Obi Nehri üzerindeydi.... Orada da üç ay kaldım.

"Esaretten kurtuluşum da, yine bir Temmuz ayında oldu. 7 Temmuz l9l8'de Salib-i Ahmer (Kızılhaç) treniyle Varşova'ya geldim. Bediüzzaman çok mehabetli bir şahsiyetti. Onun heybetinden insan korkardı. Yanına kolay kolay herkes yaklaşamazdı. Onu öldürmek istemişler. Bizim bulunduğumuz kampa Rus Albayı (Askerî Şube Reisi) getirdi kendisini."

Abdurrahman Nursî'nin yazdıkları

Mustafa Bolay'ın anlattıkları, Bediüzzaman'ın yeğeni Abdurrahman Nursî'nin yazdıklarını teyid etmektedir. Abdurrahman Nursî, bu esaret olayı ile ilgili, bizzat amcası Bediüzzaman'dan dinlediğini şöyle ifade ediyor:

"Amcamı, Van, Culfa, Tiflis, Kiloğrif ve Kosturma'ya sevkettiler. Bu yollarda maruz kaldığı tehlikeleri, (hattâ birkaç defa Rus zabitleri öldürmek istemişler. Öldürdükten sonra da intihar etti diye zabıt tutacaklarmış) ben bütün bunları tafsilâtıyla yazmak istedim. Fakat kendisi müsaade etmediği için kısa kestim."

Yine Abdurrahman Nursî bu konuya başka bir münasebetle temas ederek, şunu yazıyor:

"Pasin cephesinde, büyük musibet ve felâketlere uğramıştık. Gerek harpler esnasında, gerek esarette çektikleri zahmet ve eziyetleri yazmaya teşebbüs ettim. Birinci Cihan Harbinin aleyhimizde neticelenmesinden dolayı müsaade buyurmadı. Binaenaleyh gayet kısa yazmaya mecbur oldum."

"Türkî molla"

Yine Mustafa Bolay'ı dinlemeye devam edelim:

"Üsteğmen Ahmet Efendi vardı. Kendisine hizmet ederdi. Bazen camide Mesudiyeli Abdurrahman Efendi imamlık yapardı. Ekseriyetle imamlığı kendisi yapardı. Rus askerleri ve subayları da ona karşı hürmetliydiler. "Türkî Molla! Türkî Molla!' diye bahsederlerdi.

"Normal zamanlarda bizim gibi bir adam sanırdık. Fakat ilmî meselelere gelince birden lisanı değişiyordu. Birgün sohbette Kur'ân-ı Kerim'in tercüme meselesi konuşuluyordu.

"Hakiki tercümenin mümkün olmadığını ifade etti.

"Nikola kampa geldiğinde sen orada mıydın?"

"Bu esaretten yıllar sonra, kendilerinin Emirdağ'da olduğunu işittim. Bu sıralarda, Kosturma'da Rus kumandanına karşı ayağa kalkmadığını duymuştum. Bu hâdiseyi bir de kendisinden dinlemek istedim. Emirdağ'da sohbetimiz sırasında, bana, 'Kardeşim, Nikola kampa geldiğinde sen de orada mıydın? Aramızda geçen hâdiseyi sen de gördün mü?' dedi. Ben, 'Görmedim, fakat duydum, hocam' dedim. Böylece kendisinden bizzat öğrenmek istediğim mesele de aydınlığa kavuşmuş oldu."(C: 1, s: 196-197)

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-18

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-18

URFA’DA VEFATI Üstad, vefat edeceği tarihi bildirmişti Abdunnur Sezgin anlatıyor O günlerde

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-17

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-17

SON YILLARI-1958-1960 "Üstadın ikinci defa Ankara'ya teşrifleri" Hasan Okur anlatıyor; "Üstad

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-16

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-16

ISPARTA HAYATI(1953’DEN SONRA) "Üstada Isparta'da ev kiraladım" Mehmed Babacan anlatıyor; "19

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-15

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-15

EMÄ°RDAÄž HATIRALARI Ãœstadın ilmî dehası Namık Åženel anlatıyor; "Diyanet Ä°ÅŸleri eski BaÅ

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-14

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-14

Gençlik Rehberi mahkemesi Muhittin Yürüten anlatıyor: "Biz erkenden gidip mahkeme salonundaki y

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-13

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-13

AFYON HAPSİ SONRASI DÖNEM-1949-1950 Diyanet işleri riyasetinde Selahaddin Çelebi anlatıyor; "

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-12

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-12

İLK EMİRDAĞ DÖNEMİ-1944-1948 Hamza Emek anlatıyor; 1944'de İstanbul Vefa Lisesinde talebeydi

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-11

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-11

DENİZLİ MAHKEMESİ VE HAPSİ -1943 "Aradığınız nedir?" Selahaddin Çelebi anlatıyor; "1942

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-10

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-10

KASTAMONU HATIRALARI(1936-1943) Yıl: 1936 Nasrullah Şadırvanına, ilk defa gördüğü yaşlı

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-9

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-9

KISA SÜRELİ ISPARTA DÖNEMİ(1934) "Üstad bize çay getiriyordu" Onun bu nezaket ve tevazuunu

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-8

SON ÅžAHÄ°TLERDEN HATIRALAR-8

BARLA HATIRALARI-1926-1934 Köye bir Hoca Efendi gelmiş Bahri Çağlar hatıralarını şöyle an

Bilin ki, Allah'ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.

Hûd,18

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Hastayı ziyaret edin, açı doyurun, esiri kurtarın.

Risayü'z-Salihin

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI