Cevaplar.Org

SEYDA M. SALÄ°H EKÄ°NCÄ° HOCAEFENDÄ° Ä°LE Ä°LÄ°M SERÃœVENÄ°-2

M. Şimşek: Muhterem hocam! Biz, sizinle ilgili şöyle bir durumdan haberdarız. Medrese eğitiminde yenilik sayılabilecek olan, ders müfredatında bir takım farklı kitaplar takip ettiğinizi; eski müfredatta ihtiyaç olan kısımlara yeni dersler koyduğunuzu duyuyoruz. Bu minvalde eskiden almış olduğunuz eğitim ve şuan halâ Doğu ve Güneydoğu’da devam eden eğitim ve sizin şu anda verdiğiniz eğitim arasında tecrübelerinizle bir mukayese yapabilir misiniz?


Maşuk Yamaç

masukyamacc@gmail.com

2015-09-15 07:14:39

M. Şimşek: Muhterem hocam! Biz, sizinle ilgili şöyle bir durumdan haberdarız. Medrese eğitiminde yenilik sayılabilecek olan, ders müfredatında bir takım farklı kitaplar takip ettiğinizi; eski müfredatta ihtiyaç olan kısımlara yeni dersler koyduğunuzu duyuyoruz. Bu minvalde eskiden almış olduğunuz eğitim ve şuan halâ Doğu ve Güneydoğu'da devam eden eğitim ve sizin şu anda verdiğiniz eğitim arasında tecrübelerinizle bir mukayese yapabilir misiniz?

M. Salih Ekinci: Tabii ki, bu mesele önemli bir meseledir. İsterseniz bu meseleyi daha geriden alarak arz edeyim. Çünkü bu tarihî bir meseledir. İslam âleminin çoğu yerinde yaklaşık 400 sene önceden tedrisatla ilgili oturmuş bir sistem vardır. Gördüğümüz o ki, bu sistem İslam âleminin çoğu yerinde, aynı olmasa da, birbirine yakın olarak sürmekteydi. Birçok aynı kitap her yerde okunuyordu. Bu kitaplar, bizim doğuda, Pakistan'da, Afganistan'da, Hindistan'da hatta Ezher'de, Osmanlı'da okunuyordu. Bu metodu o zamanın âlimleri kendi asırlarına göre uygun görmüşler ve bundan dolayı onu tanzim etmişlerdi. Medreselerde takip edilen metodun asıl kurucusu, 12. Yüzyılda(m. 18.yy) Hindistan'da yaşayan Şeyh Nizameddin adında bir zat, ya doğrudan kendisi yahut kontrolü altında bir heyetle koymuştur. Bu menhec daha çok âlî ve aklî ilimlere ağırlık verir. Naklî ilimler, bahusus hadis ilimleri bu menhecde zayıftır. İşte, bu menhec bizim Osmanlıya, Güneydoğuya ve Ezher'e de kaymıştır, ulaşmıştır.

Hindistan'da ise Şah Veliyullah Dehlevî aynı dönemde bu işe koyulmuş ve o menheci biraz değiştirmiş, Kitab'a ve sünnete ağırlık vermiştir. Zaten Şeyh Nizameddin ile aynı asırda yaşıyorlardı; ancak Şah Veliyullah Dehlevî'nin çok etkisi olmuştur. O, medreselerde takip edilen menheci kısmen değiştirmiştir. Bundan dolayı da hadis ilmi Hindistan coğrafyasında son üç-dört yüzyıldır çok kuvvetli bir hal almıştır. Bu da Şah Veliyullah Dehlevi'nin etkisiyle olmuştur. Şeyh Nizameddin'nin etkisiyle değil. Şeyh Nizameddin'in menhecinde hadis ya yoktu ya da varsa da zayıftı. Ama esefle belirtmeliyim ki, bize intikal eden medrese eğitim metodu, Şah Veliyullah Dehlevî'nin geliştirdiği Kur'an ve sünnet ağırlıklı metot değil, Şeyh Nizameddin'in koyduğu ve aklî ilimlerin ağırlıklı olduğu metot olmuştur.

M. Şimşek: Ama Şah Veliyullah'ın metodu Hindistan'da uygulanmıştır öyle mi? Muhterem Hocam!

M. Salih Ekinci: Evet, Pakistan, Hindistan, Keşmir, Bangladeş… Bütün kıtada uygulanmıştır. Zannediyorum bu menhecin bize ulaşmamasının nedeni de coğrafi olarak bizimle Hindistan'ın arasında İran'ın var olmasıdır. İran burada hayra engel olmuştur. Çünkü onların Kur'an ve Hadise ehliyetleri hiç yoktur. Bundan dolayı onlar akliyata ve felsefeye ehemmiyet vermişler. Coğrafî şartlar, kültürel ve eğitimle ilgili şeylerin yansıması sonucu, İran'dan etkilenmişiz ve Hindistan'daki gelişmelerden uzak kalmışız. Takdir edersiniz ki, o zaman ulaşım imkânları yaygın değildi, bu yüzden Şah Veliyullah'ın metodu bizim bölgemize ulaşmamıştır.

M. Şimşek: Belki de hocam, bu taraftakiler de Şia ile İran'la mücadele edebilmek için aklî ilimlere daha fazla önem verdiler.

M. Salih Ekinci: Olabilir tabii, ama ala külli hal aramızda bir engel vardır ve kanaatime göre Şah Veliyyullah'ın metodunun bize ulaşamama nedeni budur. Tabi günümüze yaklaştıkça hadis ilmine ve Kitap ilmine ihtiyaç arttı. Çünkü eskiden insanlar -bahusus İslam âlemindeki halk- mukallitti. Yani âlimin biri bir şey dediği zaman hemen kabul ediyorlardı. Özellikle de "kitap" dendiği zaman mesele bitiyordu. Ama yüz- yüz elli seneden beridir ki, insanlar akılcılığa/rasyoniliteye kaydı. Her şeyi yadırgamaya, soruşturmaya, illet ve sebepleri araştırmaya başladı. Bundan dolayı âlimin de asra uygun, asrın ihtiyaç ve problemlerine cevap verecek şekilde yetişmesi lazımdır. Artık insana Kitaptan, Sünnetten uzak sadece aklî ilimlerle uğraşmak kâfi gelmiyor, ihtiyacı temin etmiyor. İslam'da da asra uygun, asrın ihtiyaçlarına cevap verebilecek alimlerin bulunması, yetiştirilmesi veya yetişmesi Müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir. Büyük âlimler bunu düşünmüşler. Yaklaşık yüz sene önce âlimler ve zeki insanlar bu eski yöntemin asra tam cevap veremediğini tespit etmişler. Âlim de medresede yetiştiği için medreseleri yenileme fikri ortaya çıkmaya başladı. Mesela Hindistan'da Şibli Numânî, Süleyman en-Nedvî vs. bunlar ve arkadaşları bu yönde tecdide başlamışlardır.

Bizim Osmanlı'da Islah-ı medâris hareketi başlamıştır. Niçin? Çünkü bu ihtiyacı görmüşler; zira bu zaruri bir ihtiyaçtır. Mesela bu Islah-ı Medaris en çok Konya'da oluşmuştur. Bir de bizim doğuda Bediüzzaman bunun farkında olmuş ve bundan dolayı Medresetü'z-Zehra projesini takdim etmiş ve fiilen buna teşebbüs etmiştir. Ne var ki, birinci dünya savaşının patlak vermesi, cumhuriyetin ilanı ve sonrasındaki yasaklar bu projenin icrasına engel teşkil etmiştir. Bundan dolayı da bu tecdid Türkiye'de gerçekleşemedi. İşte, bu gibi sebeplerle Islah-ı medâris ve Bediüzzaman'ının Medresetü'z-Zehra'sının önü kesilince Türkiye'de tedrisat bakımından medreseler ve eğitim kurumlarını ıslah etme meselesi sekteye uğradı. Ama bizim doğuda medreseler devam etti. Fakat çok ağır şartlar altında sürdürülebildi. Bu yüzden alimler, mevcudu koruma derdine düştüler, başka bir şey düşünme imkan ve fırsatları olmadı; teslim edelim ki o dönem için mevcudu muhafaza etmek en büyük kahramanlık ve fedakarlıktı. Neticede onlar mevcut olanı muhafaza edip bize kadar devam etmesini sağladılar.

Hem malumunuzdur ki, Bediüzzaman'ın icmali bir metot niteliğinde meşhur bir sözü vardır. O bu konuda şöyle der:

"Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder."

Bu büyük bir tespit ve büyük bir metottur. Ama tabi o, bu metodu tafsili olarak ortaya koyamadı; çünkü ideal saydığı medreseyi kuramadı. Düşüncesi teoride kaldı, onu tatbik edemedi.

Hâsılı, İslam aleminin büyükleri yüz küsür sene önceden bu ıslah ve tecdidin öneminin farkındaydılar. Fakat ıslah ve tecdit girişimleri bazı ülkelerde gerçekleştiyse de bizim Türkiye'de gerçekleşemedi.

Bizim düşüncemize gelince, daha medreseden mezun olur olmaz Cenab-ı Hak lütfuyla böyle bir ihtiyacın olduğunu fark ettik. Yani bizim çabamızla değil. Ta o zamandan itibaren programı değiştirmeye ve yenilemeye başladık.

M. Şimşek: Bir de muhterem hocam, sizler bu müfredatı uygulayınca, tatbik edince eksikleri gördünüz.

M. Salih Ekinci: Tabii, ihtiyaçları fark ediyoruz. İsterseniz size bizzat yaşadığım bir hususu aktarayım: Birkaç yıl evvel Suudi Arabistan'dan arkadaşlar beni davet etti, davete icabet ettim ve orada bir hafta kaldım. İhsâ kentinde dersler verdim. Oradaki arkadaşlar bana, buradaki hocalar sizin okuttuğunuz müfredatı merak ediyorlar, bu konu hakkında onlara bir konuşma yapabilir misiniz, diye ricada bulundular. Tamam, dedim. Bir akşam bir hurma bahçesindeki piknik alanında büyük bir çadır kurup yüz küsur hocayı davet ettiler. Benden okuttuğumuz kitapları tek tek anlatmamı istediler. Ben de baştan anlattım, tek tek, kitap kitap. Her kitabı, müellifiyle ve sahip olduğu özellikleriyle tanıttım. Tabi müfredatımızın büyük bir bölümünü nahiv ilmi oluşturmakta. Bu da dikkatlerini çekti. Onlar, bu kadar nahiv okumuyor. Buna fazla ehemmiyet vermiyorlar. Konuşmamı bitirdikten sonra Şeyh Abdullah Felah isminde şakacı bir arkadaş, yanıma gelip şöyle dedi: "Efendim, senede kaç tane Sibeveyh mezun ediyorsunuz?"

Tabi bu dikkat çeken bir durumdur. Nahiv ilmi elbette ki çok önemli bir ilimdir. Ağırlık vermemiz de lazımdır. Özellikle de acemler için. Fakat Araplar için o kadar fazla ihtiyaç değildir. Bizim metodumuzda fazla nahiv kitabı vardır. Örneğin doğu medrese müfredatında "Şerhu'l-müğnî", "Hallu'l-meâkid" gibi kitaplar vardır. Ben, tedrisata başladığımdan itibaren ders yapmak şöyle dursun bu kitapların varlığını medresemde yasakladım. Bu kitaplar ancak onları yasakladığımızdan haberdar olmayan talebeler aracılığıyla medreseye girebiliyor, bir bakıma kaçak olarak yani. Tedrisata başladığımız 40 ya da 45 seneden beri bu kitapların varlığını yasakladım. Çünkü düşük kitaplar bunlar. İbn Hişam'ın kitapları varken, hem üslup hem de muhteva açısından, çok daha nitelikli kitaplar varken niye bu yanlış kitaplarla boşu boşuna vakit harcayalım. Ama ne yazık ki bu tür kitaplar hâlâ okunuyor…

M. ÅžimÅŸek: Yani diÄŸer medreselerde hala okunuyor deÄŸil mi?

M. S. Ekinci: Tabii, bizden etkilenen veya bizim talebelerimizin ders verdiği medreselerin haricindeki medreselerde okutuluyor hâlâ. Bunun dışında mesela müfredatta mantık ilmine gereğinden çok fazla yer veriliyor; oysa talebeye mantık ilminden bir metin ve muhtasar bir şerh yeter ve mantığa olan ihtiyacını tamamen karşılar. Bunun yanı sıra tümden ihmal edilip okutulmayan ya da çok az ve zayıf okutulan önemli ilimler var. Öyle ki, bazı medrese müfredatları asrın ihtiyacına cevap verecek durumda değildir. Biz bunları değiştirmeye gayret ediyoruz. Bazı kitapları kaldırıyor, yerine ondan daha iyi bir kitap ve ihmal edilen, fakat hayati önemi haiz ilimleri koyuyoruz. İşin başından bunları değiştirmeye gayret ettik. Hâlâ da gayret ediyoruz. Dediğim gibi bu konuda değiştirmemiz, tecdidimiz oldu. Fakat henüz 'istediğimiz düzeydedir, mükemmeldir' de diyemiyoruz.

M. Şimşek: Hadis'e gelecek olursak Hocam, hadis ilimleri medreselerde hemen hemen yok denecek kadar azdı veya hiç yoktu demiştiniz. Burada yeni müfredatınızda hadis açısından bir ıslahat yaptınız mı? Varsa okuttuğunuz kitapları da söyler misiniz Hocam.

M. S. Ekinci: Elbette ki, öncellikle hadis usul ilminden üç kitap okutuyoruz. Bunlar sırasıyla: Beykûniyye'nin metni, sonra şerhlerinden birini, ardından İmam Nevevî'nin Takrîb'ini Tedrîb'in bir kısmıyla birlikte okutuyoruz. En sonda Nüzhetü'n-Nazar'ı okutuyoruz.

M. Şimşek: Nüzhetü'n-Nazar'ı kendi yaptığınız haşiyenizle okutuyorsunuz, bu hadis usulü dersinde en son kitap değil mi hocam?

M. S. Ekinci: Evet, genelde haşiye ile birlikte okutuyoruz. Şu anda da bu kitaptan iki dersimiz var. Hadis metinlerinde ise başta talebelere İmam Nevevî'nin "Erbâîn'ini okutuyoruz. El-Ehadisu'l-kısâr var, onu okutuyoruz. Riyâzu's-sâlihîn'i okutuyoruz. En son okuduğumuz İhkamu'l-ahkâm şerhu Umdeti'l-ahkâm. İbn Dakîk'in şerhi, Çok ünlü, çok ilmî bir kitaptır. Ben acizane tenkitçi bir insanım. Her kitabı beğenemiyorum. Birçok kitabın üzerine tenkidimiz var. Ama İhkamu'l-Ahkâm kadar ilmi açıdan derin ve insaflı bir kitap görmedim. Acayip, çok zor bir kitaptır, kapalı bir kitaptır. Onu baştan sona kadar okutuyoruz ama bazen yarıya kadar okuttuğumuz oluyor. Üzerine haşiyelerimiz, muğlak yerlere dair izahlarımız vardır. Şimdi Mısır'da bizim haşiyelerimizle birlikte basılıyor. Bir ara Sahih-i Müslim'e başladık. Ama şimdi Müslim ile Buhârî'nin cem'i olan el-Vâfî adlı kitabı okutuyoruz. Burada her talebe mutlaka sahihayn (Buhari ve Müslim) kitaplarını görmüş olacak. En azından sahiheynden haberdar olacaktır. Bunu da takrir ettik. Şimdilik hadisten bu kadar.

M. Şimşek: Tabii bunlar aşamalı olarak okunuyor değil mi Hocam? Talebe Erbain'den başlıyor İhkâm'a geliyor İhkam'la birlikte Vâfî'yi okuyor.

M. Salih Ekinci: Erbaîn daha küçük iken okutuluyor, ezberletiliyor. İhkâm ise yüksek seviyede. Beş altı seneden sonra İhkam'a geçiliyor. Medrese'nin metodunda oturttuğumuz bir kitaptır. Tekrar ifade edeyim ki medrese talebesinin Sahihayn'ı yani Buhari ve Müslim'i görmesi lazım.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla, şüphesiz ki sen her şeye kadirsin."

Tahrim, 8

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Biriniz bir oturma yerine girince selâm versin. Oturmak isterse otursun. Kalkarken yine selâm versin. Çünkü, birinci selâm ikincisinden daha üstün değildir."

Ebu Davud

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI