Cevaplar.Org

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-66

Ders: Kader Risalesi, 1. Mebhas, (2. Ders) İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar *Okunan Metin: “Evet Kur'an’ın dediği gibi, insan seyyiatından tamamen mes'uldür. Çünki seyyiatı isteyen odur.” (Sözler s: 464 ) ve devamı..


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2015-04-22 06:18:40

Ders: Kader Risalesi, 1. Mebhas, (2. Ders)

İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar

*Okunan Metin: "Evet Kur'an'ın dediği gibi, insan seyyiatından tamamen mes'uldür. Çünki seyyiatı isteyen odur." (Sözler s: 464 ) ve devamı..

* Seyyiat yani günahlar..Cenab-ı Hak Peygamberler, buyruklar, mürşidler göndererek kullarının iyilikleri işlemesini istiyor. Demek kötülükleri isteyen kullar..Nefis yani..

*Üstad, 23. Söz'de Allah'ı inkârın(küfür) kâinatı tahkir manasına geldiği üzerinde duruyor. Hani Ramazan da milletin oruçlu olduğu bir zamanda alenen göstere göstere yemek yeyip, su içenlerin o oruçluları manen tahkir etmesi gibi, bütün kâinat Allah'ı tesbih ederken, inkârcı bir insan bütün kâinatı manen tahkir etmiş oluyor.

İkinci yönü; bütün kâinat insana hizmet ederken insan bu hizmetle gayr-i meşru yollara sapınca, kendisine hezimet eden varlıkları manen tahkir etmiş oluyor. Güne o adama hizmet etmese o adam o kötü yola gidemez. Hava hizmetini kesse hakeza öyle. Beyni çalışmasa yine gidemez.

Üçüncüsü, inkârla kâinatta görülen ilahi isimleri tezyif ve tahkir etmiş, onları red etmiş oluyor. Hani Üstad diyor ya; "Hattâ muhakkikîn-i evliyanın bir kısmı demişler: "Hakikî hakaik-i eşya, esma-i İlahiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir." Hattâ birtek zîhayat şeyde, yalnız zahir olarak yirmi kadar esma-i İlahiyenin cilve-i nakşı görünebilir. (Sözler s 627 )

Bir diğer ciheti de, inkâr ve isyanla insaniyeti hayvandan aşağı düşürmekle insaniyeti tahkir ve terzil etmiş oluyor.

* "Çünki hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlahiye ve icad eden kudret-i Rabbaniyedir. Sual ve cevab, dâî ve sebeb, ikisi de Hak'tandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahib olur." (Sözler s: 464 )

Mesela sual; Cenab-ı Hakkın namazı emretmesi, cevap; namaz kılmamız. Ama namaz için vakti getiren Allah, namazda okuduğumuz Kur'an'ı indiren Allah, abdest alacağımız suyu gönderen Allah, namaz kılarken bedenimizi çalıştıran Allah. Kula kalan çok az bir şey..

Not: Alaaddin Bey, "Bir Kader Sohbeti" adlı eserinde bu meselede şöyle diyor;
"Anne rahminde bize takılan her cihaz bir sual yani bir sorudur. O suallerin cevabını bu dünyada bulmuşuzdur. Meselâ, ayak bir sualdir. O sualin cevabı yürüyecek mekândır. Mide bir başka soru; bütün rızıklar o sualin cevapları. Göz ayrı bir soru; cevabı güneş, ay ve bütün ışık kaynakları. Bir diğer soru: Kulak. Cevabı bütün sesler âlemi. İşte bütün bu sorular da cevaplar da Hak'tandır. Bu misâlde olduğu gibi, işlediğimiz bütün iyilikleri Allah emretmiştir. Buna sual diyoruz. Onları işlememiz için gerekli bütün şartları da yine O hazırlamış. Bunlar da o sualin cevapları." (Prof. Dr. Alaaddin Başar, Bir Kader Sohbeti, Zafer Yayınları, İst.)

Yine aynı eserde şöyle bir izah var; 

Dinin direği olan namazı düşünelim. Bu büyük hayırda bizim hissemiz ne kadar?

Namaz için gerekli şartları maddeler halinde şöyle bir sıralayalım:

Namazı Allah emretmiş.

Nasıl kılacağımızı Allah Resulü (a.s.m.) öğretmiş.

Namaz kıldığımız mekân Allah'ın.

Dünyayı döndürmekle namaz vaktimizi getiren O.

Abdest aldığımız su da onun, okumamıza yardım eden hava da.

Tükürük bezlerimiz çalışmasa, bir tek kelime okumamız mümkün olmaz.

Namazda okuduğumuz Kur'an âyetlerini de O, inzâl buyurmuş.

Bütün bunlara muhatap olacak bir ruha sahip kılınmışız

Ve namaza müsait bir bedenimiz var.

Bunların hiçbiri bizim irademizle olmuş şeyler değil.

Geriye ne kalıyor:

Namaz kılmaya yahut kılmamaya karar vermek.

İşte, insanın cüz'i iradesine bu kadar bir hisse düşüyor. O halde insan, yaptığı ibadet ile övünemez, ancak bu şerefe mazhar olduğu için Rabbine şükreder. (Prof. Dr. Alaaddin Başar, Bir Kader Sohbeti, Zafer Yayınları, İst.)

*Güneş ışığından bazı maddeler ve nesneler kararıyor ve bozluyorsa bu onların istidadına ait bir meseledir. Aynı güneş sebze ve meyveleri olgunlaştırıyor, renklendiriyor. Aynen bunun gibi İslamiyet güneşi zuhur edince aynı İslamiyet, aynı Kur'an, aynı Peygamber, aynı emirler, aynı yasaklar bir istidadı Ebubekir yapıyor, bir diğerini Ebu Cehil..

Ayet-i kerimede; "Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır)" buyruluyor.(Bakara:2:26)

Tabii burada istidatı da yanlış anlamamak lazım. Yani Ebu Cehil'in istidadı yok da onun için mi öyle olmuş? Hâşâ ..O zaman adalet-i ilahiyeye ters düşer. Hadis-i Şerifte her doğan çocuğunun İslam fıtratı üzerine doğduğunu söylüyor. İslam fıtratı olan bu temiz istidat, isyanlarla, günahlarla, kötü arkadaşlarla, pis havayı(isyan ve günah atmosferini) koklaya koklaya zehirlenebiliyor. O zaman bu istidat bozulmuş oluyor.

Gözün istidadı görmek. Ama hastalıklarla, mikrop kapa kapa, öyle bir hal oluyor ki gözün görme istidadı bozulabiliyor.

*Mesnevi'de Hz. Mevlana bir hikaye anlatır. Adamın birine kardeşinin çarşıda bayıldığını söylemişler. Adam durumu anlamış. Gitmiş, kimse görmeden kardeşinin burnuna bir tutam tezek koymuş. Bayılan zat biraz sonra yavaş yavaş kendine gelmeye başlamış. Adama bunu nasıl başardığını sorunca demiş ki; "kardeşim senelerdir ahırlarda, burnu pis kokulara alışmış. Şehre gelince güzel kokuları burnu teneffüs edince alışık olmadığı için bayıldı. Ben de onun alıştığı kokuyu burnuna değdirince kendisine geldi."

Aynen bunun gibi günahlara, isyanlara, sefahate, lakaydlığa alışan birisi de birden imani derslere gelince sıkılabiliyor. Veya bazen de böyle ortamlardan rahatsız oluyor.

*Dilde Konuşmayı yaratan Allah.. O nimeti hayırlı sohbetler etmekte veya insanlara hakaret ve çirkin sözler söylemekte kullanan ise kulun kendisi..

*Hz. Musa ile Hz. Hızır'ın Kur'an'da geçen malum kıssaları kaderin gizli sırlarının bu dünyada bizler için anlaşılamayacağına güzel bir misal.. 

Not: Bu meselede uzun izahat için bakınız; Prof. Dr. Alaaddin Başar, Bir Kader Sohbeti, Zafer Yayınları, İst.

* Hem nasıl kader-i İlahî, netice ve meyveler itibariyle şerden ve çirkinlikten münezzehtir. Öyle de: İllet ve sebeb itibariyle dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir. Çünki kader, hakikî illetlere bakar, adalet eder. İnsanlar zahirî gördükleri illetlere, hükümlerini bina eder; kaderin aynı adaletinde zulme düşerler. Meselâ: Hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti. Hâlbuki sen sârık değilsin. Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var. İşte kader-i İlahî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş. Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. (Sözler s: 464 )

Not; Burada Alaaddin Bey, Erzurum'da 1973'de, nur dersinde basılıp medrese-i Yusufiyeye götürülen Mehmed Kırkıncı hocamızın anlattığı bir hatırayı naklediyor. Biz de bu meseleyi Kırkıncı Hocamızın "Hayatım Hatıralarım" adlı eserinden nakletmek istiyoruz;

"Bu kısım okunurken, orada bulunan Horosan'ın köylerinden Abdulgafur adındaki bir adam ayağa kalktı. "Hocam benim içimde bir Allah'ın bir de benim bildiğim bir sır var. Bu dersin hatırı için o sırrı açıklayacağım." dedi.

"Biz nedir?" diye sorduk. Şunları anlattı: 

"Ben Trabzon'da askerdim. Bir bölük komutanımız vardı. Beni çok seviyordu. Ben de onun sevgisinden istifade ederek:

"Komutanım, bana izin ver, köyüme gidip geleyim." dedim.

"Peki git. Ama yakalanırsan firari sayarım. Yakalanmazsan hiç kimse duymaz." dedi. Ben de gece yola çıktım. Niyetim köydeki bir düşmanımı öldürmekti. Nitekim düşmanımı öldürdüm. Tekrar bölüğüme döndüm. Hiç kimse o adamı benim öldürdüğümü bilemedi.

Ben terhis oldum ve köyüme döndüm. Aradan uzun seneler geçmişti. Horasan'dan bir gece köyüme gittim. Ben köye vardıktan sonra köyün civarında bir araba soymuşlar. Kimin soyduğunu araştırırken, benim o gece köye girdiğimi öğrenmişler. Şahitler tutuldu ve bana on dört yıl hapis verildi. Fakat benim ne arabadan, ne de hırsızlıktan hiç haberim yok." 

Bu olay o kadar enteresan oldu ki, herkes şaşırdı."(Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s: 232, Zafer Yayınları, İst. 2004)

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.

Tevbe, 119

GÜNÜN HADİSİ

Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşine hakaret etmesi kafidir.

Riyazü's Salihin, 3/1605

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI