Cevaplar.Org

ESAD COŞAN HOCAEFENDİ’DEN BİR GÜLDESTE-3

“Kim bilgili olursa, kuvvetli olur." Bilir çünkü, yolunu yöntemini... İşini götürür. Teknik bir yolla işini halleder. Cahil olan, doğrudan doğruya öküz gibi duvara saldırır, boynuzlarını kırar. Ama ötekisi teknik yönden işini halleder.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2013-10-07 10:54:55

"Kim bilgili olursa, kuvvetli olur." Bilir çünkü, yolunu yöntemini... İşini götürür. Teknik bir yolla işini halleder. Cahil olan, doğrudan doğruya öküz gibi duvara saldırır, boynuzlarını kırar. Ama ötekisi teknik yönden işini halleder. 15 Mart 1992-Ankara

Senelerce önce, ben İlâhiyat Fakültesinde vazife görüyorken, talebelerime dedim ki: "Her biriniz bir ülkeyi seçin, o ülkede ihtisaslaşın!.." Ben Sudan'ı seçtim, ben Senegal'i seçtim, ben Moritanya'yı seçtim, ben Nijerya'yı seçtim... "Tamam. Git Nijerya'ya; orayı öğren, dilini öğren, kültürünü öğren, tarihini öğren... Orayla bizi nasıl bağlayabilirsin, orayla irtibatımızı nasıl sağlamlaştırabilirsin; sen bu konuda çalış!" diye söylemişimdir. Dış dünyaya açılmamız lâzım! 15 Mart 1992-Ankara

Eğer Osmanlı Devleti henüz varken, haberleşmemiz ve ulaşımımız sağlam olsaydı, yıkılmazdı. Haberleşme olmadığından yıkılmıştır; bilesiniz!.. Onun için, bu haberleşmeyi nasıl sağlayacaksanız, sağlayın!.. Sağlam bir haberleşmeyi Müslümanların sağlaması gerekiyor. 15 Mart 1992-Ankara

Ticari hayat, en reel, en aktüel hayattır. Ötekilerin hepsi ütopiktir, farazîdir, nazarîdir, hayalîdir... Ama ticaret, en gerçekçidir. Tıkır tıkır, sapasağlam yürür ticaret... Onun için, ticaret tecrübesi olmayan insanlar, sağlam insan olmuyor, benim gördüğüm... En realist insanlar, tüccarlar oluyor. Hele bir de müslümansa tüccar, fevkalâde güzel oluyor. 15 Mart 1992-Ankara

Japonya, biliyorsunuz Amerika'ya yenildi. Ama, ekonomik bakımdan şu anda boğazını sıkıyor. Ben iki üç sene önce Amerika'yı göreyim diye gittiğim zaman, orada bir kitap verdiler bana... Kütüphanemde var, İngilizce... Bir Amerika'lı yazar feryad ediyor, "Amerika, Japonların istilâsı altında!" diye. Kitabı öyle yazmış. Şirketlerin sermayelerini veriyor, ne kadar paraya sahip olduklarını anlatıyor. Bütün Amerikan şirketlerinin listesini vermiş; hisse senetleri Japonların elinde vs. Yâni Japonya, Amerika'yı içinden, ekonomik bakımdan fethediyor. "Japonların ekonomik istilâsı altındayız!" diye feryad ediyor adam, kitabında... İşte ekonomik savaş bu... 15 Mart 1992-Ankara

Kılığımızla, kıyafetimizle, yememizle, içmemizle, selâmlaşmamızla kültürümüze sahip çıkalım... Bakın, ben Almanya'da Münih şehrinde kaldım. Münih'liler birbirleriyle karşılaştıkları zaman, "Grüsgot!" derler. Grüsgot, tanrının selâmı senin üzerine olsun demek. Grüssen, selâmlaşmak demek. Got da tanrı demek. "Tanrının selâmı senin üzerine olsun!" diyor, yâni dinî bir selâm veriyor... Ben onlara bazan, "Gotten Worner!" filân derdim. Yâni, hayırlı sabahlar, iyi sabahlar... "Grüsgot!" diye cevap verirlerdi. Neden?.. "Benim adetim, örfüm grüsgot'tur; onu değiştiremem!" demek istiyor. Dinî bir selâm... Ama bizde şimdi, sanki "Selâmün aleyküm!" demek kabahatmiş gibi... Sen adama, "Selâmün aleyküm!" diyorsun; aptal, kıymetini anlamıyor, "Günaydın!" diyor... Halbuki, "Selâmün aleyküm!" demek, "Allah sana dünyada da iyilik versin, ahirettede iyilik versin; seni cennetine soksun!.." demek.

Adam ilericilik sanıyor, "Günaydın" demeyi... Gün, aydın tabii ya; güneş doğduğu zaman ortalık aydınlık olur. Bundan basit, bundan daha tabii ne var?.. "Tünaydın" diyor; tün aydın olmaz ki, tün kara olur. (Tün, gece demek.) "Tünkara" demesi lâzım. "Günaydın" "Tünkara" Selâmlaşmanın böyle olması lâzım, gerçek olması için. 15 Mart 1992-Ankara

-Benim odamda kocaman, duvar boyunca bir dünya haritası var. Her gelen bakıyor. Nerden buldun, bu haritayı?.. Benim Dünya'nın her yeriyle ilgim var, onun için. 15 Mart 1992-Ankara

-Bunlarla uğraşılması lâzım... Bunlarla uğraşmadığı zaman müslümanlar, olmadık şeylerle uğraşıyorlar. Saçma sapan şeylerle, incir çekirdeğini doldurmayan şeylerle uğraşıyorlar. Bugün Suudî Arabistan'da "Parmağını niye böyle kaldırdın, niye kaldırmadın? Niye böyle döndürdün, niye döndürmedin?" gibi şeylerle uğraşıyorlar. Şimdi sırası bunun yahu?.. 15 Mart 1992-Ankara

Dünyanın her tarafı ile ilgilenmemiz mutlaka şarttır. Sonra, dünya üzerinde bizimle çalışacak, bizim istikametimizde, bizimle aynı yönde çalışacak merkezler, odaklar ve iskeleler, kaleler kurmamız lâzım... 15 Mart 1992-Ankara

Bu İran'la da ilişkileri bir hale, yola koymamız lâzım... Avantajları var elimizde halletmenin. Çünkü orada bir sürü Türk var, nüfusun yarısı Türk... Sadece şiîler değil, sünnîler var... Sünnîlerle işbirliği yaparak, şiîleri de biraz bu dış güçlerin karşısında ikaz ederek, bu işi halletmek zorundayız. Bu, İslâm Alemi'ni toparlama çalışmasıdır. 17 Mart 1992 – Ankara

İkincisi, ben ticareti çok önemli görmeye başladım. Yani ideolojimiz bakımdan İslâm bakımından çok önemli görüyorum ticareti... Onun için mutlaka hepinizi şirketleşmeye ve büyük dev ticari kuruluşlar teşkil etmeye davet ediyorum. Tek tek böyle memuriyetler alacağınıza birleşin, büyük müesseseler kurun!.. Demin bir arkadaşınız geldi, "Ben veterinerim" dedi. "Biz bir besi ve gıda şirketi kurmaya karar verdik, ismi ne olsun?" filan diye sordu. Çok hoşuma gitti. Yani on tane veteriner arkadaş birleşmeli, bir güçlü kuruluş kurmalı. Biz de Koç'un Maret'inden, Pınar'ın bilmem ne sucuğundan yemekten kurtulmalıyız. Çünkü biz bunların ne olduğunu biliyoruz. 17 Mart 1992 – Ankara

Önemli bir husus da Amerika'da çalışmak!.. Ben onun için üç sene önce, "Orada kalıp çalışabilir miyim?" diye Amerika'ya gittim. Baktım şumüllü çalışacak imkânlar yok... Yani tüm Amerika'ya hitabeden bir çalışma imkânım olsaydı, orada kalacaktım. Baktım ki, buradaki çalışmalar daha önemli; döndüm. Fakat Amerika'da kalıcı, önemli çalışmalar yapmamız lâzım. Yani Amerika'ya içinden İslâm'ı tanıtmak, İslâm'a yaklaştırmak da gerekli. 17 Mart 1992 – Ankara

Spora ve sıhhate çok önem verin!.. Kat'iyyen sıhhatinizi tehlikeye sokacak işler yapmayın! Sıhhatli müslüman, kuvvetli müslüman daha hayırlıdır. Kuvvetli olmaya dikkat edin!.. Hanımlar, çocuklar, hepsi sıhhatli olmalı... Biraz bahçe olmalı; bahçede biraz, domates, maydonoz yetiştirmeli insan... Tavuk olmalı... Tavuk tabii yemle beslenmeli, yumurtasını yemeli... Mümkünse inek filan beslemeli, --veya keçi hangisi kolaysa-- sütünden istifade etmeli..17 Mart 1992 – Ankara

Hadis-i şerif kültürü çok önemli! Hadis-i şerif kültürüne, sahih hadis kitablarını baştan sona okuyarak, mutlaka sahip olmamız lâzım!.. Ve hadis-i şerif kültürü bizi kurtarıyor. Sakal gerekli mi gerekmez mi?.. Şefaat var mı, yok mu?.. Şu şöyle mi, değil mi; bu böyle mi, değil mi?.. Hepsi hadis-i şerif hazinesinin içinde, cevabı mevcut. Onun için sahih hadis kaynaklarını çok iyi öğrenin. 17 Mart 1992 – Ankara

Osmanlıların sosyal müesseseleri son derece gelişmiş idi. Vakıflar... Kanadı kırılan, bacağı kırılan, uçamayıp bizde misafir olmak zorunda kalan leylekleri bile koruyan vakıflar var... Evde çanak tabak yıkarken tabağı kırarsa, efendisinden azar işitmesin diye, hizmetçinin kırdığı tabakları tazmin eden, tazmin etmek için bile kurulmuş vakıflar var... O kadar müesseseleşmiş ki sosyal hayat, hiç bir kimsenin kıyıda kenarda kalması mümkün değil... Hatta hayvanların bile mağdur olması mümkün olmayan, güllü sümbüllü, bülbüllü çiçekli bir güzel âlem imiş o zamanın alemleri... 17 Mart 1992 – Ankara

İnnemel mü'minûne ihvetün) ifadesinde "innemâ" edat-ı tahsisi, "Müslümanlar ancak ve ancak, sadece ve sadece kardeştir; başka hiç bir vasıf onlara uygun düşmez, ancak kardeşlik vasfı uygun düşer. Kardeşliğin dışında başka bir sıfat onlara yakışmaz. Münasebetlerini isimlendiren, tavsif eden ancak kardeşlik olabilir." manasını taşıyor. 26 Nisan 1992 - SÖKE

Biz hiçbir zaman, şeriatın dışında, Kur'an-ı Kerim'e aykırı, Sünnet-i Seniyye'ye aykırı bir davranışı, küçük bir jesti bile tasvip etme zevkinde ve zihniyetinde değiliz. İnsanın kendisinden bahsetmesi herhalde çok ayıp olur, ama tabii burada icab ediyor. Ben de müsaadenizle itiraf ediyorum, çok koyu bir şer'-i şerîf bağlısıyım ben de... Hem de, bu böyle sonradan olma bir hastalık da değil; çocukluğumdan beri olan bir şeydir. İlkokul, ortaokul çağlarından beri böyle... Bu vasfım hiç değişmedi. Herkes de beni bu bakımdan tenkit ettiler. Üniversitede de elhamdülillah hep bu yüzden tenkit edildim; sakalımdan dolayı, kravat niye takmıyorum diye... filan. Çok koyu olduğum gibi şeyler, tenkitler; tavizsiz olduğumuz, tutucu olduğumuza dair sözler söylendi. Ben onları yazsalar da kabrime koysam diye de düşünüyorum. Yâni onlardan hiç şikayetçi değilim.

Lisede edebiyat derslerinde hatırlarım; meyden, kadehten bahseden divan edebiyatı şairlerini hiç sevemedim... Camiye, vaize, zâhide ta'n eden halk ozanlarını hiç sevemedim... Sazı medhetmeye kalkıp da, "İçinde mi, dışında mı, püskülünün ucunda mı? Şeytan bunun neresinde?" diye lâubâli konuşan bir ozanı sevemedim... Vaiz ve zâhidler hakkındaki sözler, daima sanki bana söylenmiş gibi çok dokunurdu bana... İslâm'ı hiç bilmeyen insanların, çok kaba bir şekilde vahdet-i vücud'u anlatış tarzlarına da, şiddetle içimden bir infial ve itiraz vardı. Panteist, yâni nereye baksan her şey... Onların anlayışıyla söylemeyi bile istemiyorum, ama bana zor gelirdi.

Onun için tabii bazı tarikatlara, mesela içki içen, içkiyi medheden; "Işkını açmaya, mey nûş edelim!" diye bir de bunu aşkullahı, muhabbetullahı açmak için vasıta sayıp da, bir de meşrulaştırmaya çalışan bazı tarikatları sevemedim, sevemeyiz, sevemezsiniz!.. Namazsız tasavvuf erbabını sevemedim... Bu işin laf olmadığını, kal olmadığını, hâl olduğunu düşündüğümüz için, herhalde biraz da aşırılığımdan --içinizde sigara içenler varsa bağışlayın-- sigara içenlere, sigarayı savunanlara, tekkeye gelenlere sigara ikram edenlere bile bir müsamaha oluşamadı içimde... Hâlâ oluşabilmiş değil... . 26 Nisan 1992 - SÖKE

Bilmiyorum Hocamızın çok çok tabii, olgun talebeleri vardı. Benim de eksiğim, kusurum kendisine muhakkak ki malûmdu. Ama bizi sizlere hizmetçi olarak tayin buyurması nedendir bilmiyorum... Sanki bana biraz da bu, şer'-i şerîfe bağlılık tarafımdandır gibi geliyor bana... Böyle bir his var içimde... Şer'-i şerife bağlı, yâni Kur'an-ı Kerim'e ve hadis-i şeriflere bağlı bir terbiye içinde yetiştik. Tekkemizin müridleri terbiye kitabı, Ramûz el-Ehâdis; İmam Suyuti (Rh.A)'in El-Camius Sağîr'i gibi bir alfabetik hadis kitabı... Bunu okutan bir yerde yetişmiş olduğumuz için, hadisleri uygulamak, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini uygulamak bize göre tasavvuf olduğundan; şer'-i şerîfe bağlı olduğumuzdan tarikatçı olduk, tasavvufçu olduk mecburen... Şer'-i şerîfe bağlılığımız bizi tasavvufa götürdü. Galiba bu da, İslâm tarihindeki bazı büyük sîmaların çizgisine de benziyor. Çünkü ilk önce sıbyan mektebine gitmişler, elifbâyı öğrenmişler... Sonra dârül Kur'anlarda Kur'an-ı Kerîm'i öğrenmişler... Ondan sonra âlet ilimleri'ni öğrenmişler; Arapça, sarf, nahiv, mantık... vs. Ondan sonra, yüksek ilimleri, ulûm-ü şer'iyye'yi öğrenmişler.Ondan sonra "İlimden maksad, onun uygulanması, ilmiyle âmil olmak, bildiklerini hayatına uygulamak, tatbik etmek." diye --Halil Gönenç hocamızın çok güzel taksim edip ifade ettiği gibi-- bir bakıma ilm-i ahlâk demek olan, tasavvufa geçmişler... Tasavvufun uygulama biçimleri ve insanların terbiye edilmesinde düşünülen metodlar dolayısıyla yollar, yâni tarikatlar meydana gelmiş; o uygulamalarla marifetullaha ve dinin hakayıkına, hakikate erişilmiş... 26 Nisan 1992 – SÖKE

Akif (İnan) Bey'le bir röportajımız olmuştu. Kendi özel durumumu söyledim, "Ben onları özellikle okumuyorum." dedim. "Belki bir şeylerinden etkilenirim de, şerîatçı tasavvufuma bir şey karışır." diye korkarım. Yâni yanlış bir şeyi öğrenirim; hani, bir şeyin duyulduğu zaman hatırdan çıkartılması zor olur. Onun için ne Hint felsefesini, Hint mistisizmini okumak istedim, ne Yunan mistisizmini okumak istedim, ne hristiyan mistisizmini okumak istedim. Sadece istediğim Kur'an-ı Kerim'i anlamak, hadis-i şerifi anlamak oldu.26 Nisan 1992 – SÖKE

Bu gün tek insanların yapacağı işler mahduttur. Organize olmak zorundasınız. Kendi aranızda organize olacaksınız, kendi aranızda mühendislik odaları kuracaksınız. Ya mühendislik odalarını elde edeceksiniz, ya da size ait olmayan organizasyonda yer almayacaksınız. Kendi organizasyonunuzu kuracaksınız, bir birinizle irtibatlı olacaksınız. Bilimsel gelişmeleri çok yakından takip edeceksiniz, icatlar ortaya koyacaksınız. 15 Mayıs 1992 İSTANBUL

O bakımdan, İslâm'a hizmet bilimsel seviyenin yükselmesinden geçiyor! Biz bu sebeple hepinizin mümkünse üniversitede doktora yapmanızı, profesör olmanızı istiyoruz. En son bilimsel yayınları takip etmenizi istiyoruz, yabancı dil öğrenmenizi istiyoruz; temenni ediyoruz. Yâni, bizim şahsen hiç bir beklentimiz yok; sizin böyle bir seviyeye geldiğinizi ya görürüz ya göremeyiz. Ama ümmetin menfaati burda!.. Yâni eğer ümmet olacaksa..15 Mayıs 1992 İSTANBUL

İletişimin önemini Avrupalı, Amerikalı, batılı çok iyi anlamıştır. Üzerinde kitaplar yazılmıştır. İletişimin önemi üzerine ve kullanım şekilleri üzerine, ihtisaslar yapılmıştır. Çünkü, cemiyetlerin, toplumların teşkilatlanmasının ön şartı, iletişimdir. Yâni bu iletişim olmadan bir mükemmel toplum, bir mükemmel teşkilat mümkün değildir. Bir mükemmel cihad mümkün değildir. 25 Eylül 1992 ANKARA

Cemaat-i Tebliğ filân diye cemaatler var, muhtelif yerlere gidiyorlar; o da bir iletişim. Tabi bizzat giderek bizzat anlatarak bu da bir iletişim ama, düşünün her eve giren televizyon yayınını, bir ajans haberini... Bir de Kanada'ya gitmiş Montreal'deki camide konuşan Pakistanlı bir Tebliğ Cemaati hocasını düşünün... O nerede, ötekisi nerede?.. Dünyamızın bugün her yerinde adamların çizgi filmleri oynuyor; çocuklar onları dinliyor, görüyorlar. 25 Eylül 1992 ANKARA

Müslüman zengin kesesini açmıyor. Amerika kesesini açıyor; gazeteye önem veriyor, televizyona önem veriyor. Televizyon kanalları büyük iddiası olan gruplar tarafından kapışılıyor, çalıştırılıyor. Ama müslümanlar bu konuda çok geride. Tabii tezat var. Yâni hem cihad yapacağız diyoruz, hem Allah'ın ordusuyuz diyoruz; emr-i ma'ruf nehy-i münker yapacak, cihad edecek topluluk, İslâm topluluğu diyoruz; hem de çağdaş bilimden yoksun, teknolojiden mahrum, iletişim ve irtibattan, enformasyondan mahrumuz. 25 Eylül 1992 ANKARA

Müslümanlar iletişimin önemini anlıyor; radyo kurulması lâzım, televizyon kurulması lâzım, bu çeşit sahalarda çalışma lâzım vs. Fakat, hayatının cüz'ünün cüz'ünün cüz'ü, yâni tavşanın suyunun suyunun suyu, küçücük bir parçasını veriyor. Cami kapısından dışarı çıkarken, Allah rızası için sadaka diyenlere, cebindeki bozukluk ağırlık yapmasın çok şıngırdıyor diye, parayı vermek gibi bir miktarda veriliyor. Böyle cihad olmaz. Böyle İslâmî çalışma olmaz ve böyle bir çalışmanın sonunda da bu devler alt edilemez. Yâni var gücüyle çok sağlam olarak çalışması lâzım. 25 Eylül 1992 ANKARA

Dünya üzerindeki insan toplulukları içinde çok özel yapıya sahib, kafa yapısı onlardan çok farklı insanlarız, müslümanlar olarak... Ayrıca biz, bu diyarların çocukları, dedelerimiz Osmanlılar'ın torunlarıyız; onların problemlerinin de varisleriyiz, onların çilelerinin de varisleriyiz... Onların misyonlarının da varisleri olmalıyız. Yâni, gördükleri hizmetlerin, görevlerin de bizim üzerimizde olduğunu hissediyoruz ve "Onların yaptığı hizmetleri biz de yapalım!" diye düşünüyoruz... 29 Ekim 1992 Söke / AYDIN

Ermeniler'in bize karşı iddiaları vardır; "Ermeni soykırımı yapılmış..." filân.. Peki yedi asır niye yapmamışız, çok kuvvetli olduğumuz zamanda?.. Yedi asır niye Ermeniler'e dokunmamışız, yaşamışlar?.. Niye onları vezir yapmışız, niye sağlık bakanı yapmışız?.. Niye malları mülkleri aynen kalmış?.. Niye kiliselerini camiye döndürmemişiz, niye yıkmamışız?.. Demek ki bizim tabiatımızda öyle bir şey yok!..

Amma onlar, Yunanlı İzmir'e çıkarma yaptığı zaman, Rus Erzurum'a hücum ettiği zaman, onlara rehberlik etmişse; onlardan aldığı güçle bize saldırmışsa; o zaman hak etmiştir!.. Elbette, (Elbâdi' azlem) "İşi başlatan en zalimdir." Başlattığı için, neticesine de katlanacak!.. Elbette kendisi, Rus Erzurum'a geldiği zaman müslüman köylerini basmış, müslümanları öldürmüşse; Rus gittiği zaman, kendisi onun cezasını elbette çekecek!.. Bunu çok tabii karşılamak lâzım. Bunun böyle olması normal... Yunanlı buraya geldiği zaman şımarmışsa; Yunanlı gittiği zaman elbette cezasını çekecek!.. Bu gayet normal. 29 Ekim 1992 Söke / AYDIN

Fakat rağbet de var İslâm'a... Meselâ, Amerikada'ki bir profesör kardeşimiz, günde ortalama beş kişinin kendisine gelip müslüman olduğunu; sorular sorup, İslâm'ı kabul ettiğini söylüyor. Yâni, ayda 150 kişi eder; senede yüzlerce insan eder... Teksas'taki petrol kuyularının sahibi bir Yahudi zengininin, milyarderinin müslüman olduğunu, hatta derviş olduğunu; caminin halılarını süpürdüğünü, kapısının kenarına oturduğunu, gerçekten samimi olduğunu, Amerika'ya gittiğim zaman söylemişlerdi. 29 Ekim 1992 Söke / AYDIN

-Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!

Furkan, 74

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Haramla beslenmiş vücut cennete giremez."

Taberânî.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI