Cevaplar.Org

SEYYİD SÜLEYMAN NEDVİ(1884-1953)-1.BÖLÜM

Gazali ve Fahreddin-i Razi’nin ilimleri ve Cüneyd ve Şibli’nin zühd ve takvaları bir araya toplansa, bu tekevvünden Süleyman Nedvi meydana gelir.” Mevlana Enver Şah Keşmiri


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2013-01-24 09:00:26

Gazali ve Fahreddin-i Razi'nin ilimleri ve Cüneyd ve Şibli'nin zühd ve takvaları bir araya toplansa, bu tekevvünden Süleyman Nedvi meydana gelir." Mevlana Enver Şah Keşmiri

Takdim

Hind alt kıtasının son iki yüzyılda İslam ümmetine hediye ettiği âlimlerin benzerlerine diğer İslam coğrafyalarında –istisnalar hariç-pek rastlanamadığı şüphe götürmez bir husustur.

Bunda en büyük pay Şah Veliyullah Dehlevi hazretlerinin 18. Yüzyılda yaptığı tecdid hareketinin olsa gerek. Ebu'l-Hasan-en-Nedvi "İmam Dehlevi'nin tecdid alanının genişliği ve çeşitliliği" başlığı altında şunları yazıyor: "Dinin tecdidi, ümmetin ıslahı, dini anlayışın sağlıklı bir şekilde yeniden inşası, Nebevi ilimlerin ihyası, düşünce ve eylem planında ümmete getirdiği canlılık ve hareketlilik gibi hususlarda İmam Dehlevi'nin gerçekleştirdiği ve muvaffak olduğu büyük çalışmaların ve eşsiz başarıların çerçevesi, çağdaşlarında, hatta geçmiş dönemlerdeki ulemâ ve müelliflerin genelinde görülmeyecek derecede geniş ve kapsamlıdır. Bunun sebebi ilahi tevfik ve takdirin yanı sıra, onun yaşadığı dönemin ihtiyaçları, sahip olduğu kuşatıcı kişilik, büyük azmi, eğitim ve öğretimdeki özel metodudur. "

Merhum Muhammed İkbal de Hindistan'daki İslam'ın i'lası uğrunda üç zatın(İmam Rabbani, Şah Veliyullah Dehlevi, Babür devleti hükümdarlarından Muhyiddin Orenkzib) hizmetlerinden bahisle şöyle der; "Her zaman söylerim; eğer onların cihadları olmasaydı, Hind medeniyet ve felsefesi İslam'ı yutmuştu."

Şah Veliyullah'ın tecdidinin devamı mahiyetinde olan hareketler sebebiyle 19. yüzyılda Hind alt kıtasında öyle bir ilmi atmosfer doğmuştu ki, İslam dünyasının başka bir yerinde o sırada böyle bir atmosfer yoktu denebilir. Buna Mehmed Akif şöyle değinir; 

"Besliyormuş, bereket versin, o iklîm-i kadîm,

"Rahmetullâh "a muâdil daha yüzlerce hakîm.

Rûh-i edyânı görür, hikmet-i Kur'an'ı bilir

Ulemâ var ki: Huzûrunda bugün Garp eğilir."

Biz bu naçiz çalışmamızda tam bu şiire masadak olan allame Seyyid Süleyman Nedvi'ye değineceğiz. Geçenlerde kıymetli hocamız Ahmed Akgündüz beyefendiyle konuşurken şöyle demişti; " Konuşması en zor olan şey nedir biliyor musunuz? Çok geniş olan mevzudur."

Bendeniz de aynı şeyi Mevlana Seyyid Süleyman Nedvi'yi yazarken derinlemesine hissettim. Gerçekten İslam'ın son iki asrında böyle her alanda derinlemesine bilgi sahibi olan bir zata çok az rastlanır. Muhammed Rabi el Haseni en Nedvi'nin dediği gibi; "Allame Seyyid Süleyman Nedvi öyle büyük bir insandır ki, tarih onun gibilerini vermekte her zaman cömertçe davranmaz."

Bununla beraber kendisine olan derin sevgi ve hayranlığım inşallah yazının kusurlarına bir özür olur diye işe giriştik. Tevfik Allah'tandır. Salih Okur/cevaplar.org

Neş'et Ettiği Zaman Ve Mekan

Seyyid Süleyman Nedvi'nin doğduğu seneler İslam'ın gurbet seneleriydi. Bütün bir İslam coğrafyası peş peşe işgaller, yıkımlar, türlü mahkûmiyet ve mağduriyetlerle karşı karşıyaydı. Dertli şairimiz M. Akif Bey o günleri ne acı tablolaştırır;

"Ezanlar sustu... Çanlar inletip durmakta âfâkı.

Yazık: Şark'ın semâsından Hilâl'in geçti işrâkı!

Zaman artık Salîb'in devr-i istîlâsı, ilhâkı.

Fakat, yerlerde kalmış hakların ferdâ-yı ihkâkı,

Ne doğmaz günmüş ey âcizlerin kudretli Hallâk'ı!"

İslam Dünyasının zeki evladı Hindistan, Babür devletinin son yıllarından itibaren yavaş yavaş İngiltere'nin nüfuzu altına girmiş, sonunda "güneşi batmayan imparatorluğun" bir eyaleti olarak İngiliz Kraliyet yönetimine bağlanmıştı. Askeri işgalle birlikte kültürel ve siyasi sömürü de hız kazanmıştı. Bir yandan Hıristiyan misyonerleri yarımadanın en ücra köşelerine kadar sokuluyor, öte yandan 19. ve 20. asırda İslam'ın en yaman hasımları olan Oryantalistler zehirlerini her tarafta basın yayın kanalıyla kusuyorlar, böylece İslam'ın akide, amel, ilim, medeniyet, kültür ve tarihi üzerinde türlü şüphe ve tereddütleri yaymaya çalışıyorlardı.

Aynı zamanda İngilizler Hindistan'ı bir sosyolojik laboratuar olarak görüyor, çeşitli sapık fikir ve görüşlerin yayılmasını el altından destekliyorlardı.

1857'de İngiliz zulmüne karşı girişilen ve başını İslam âlimlerinin çektiği ünlü Şamli kıyamının akamete uğraması ve İngilizlerin Hind yarımadasını depreşmeyecek şekilde sıkı askeri kontrole almaları üzerine, Müslümanlar cihadlarını kültür ve eğitim alanına kaydırdılar.

 Bu devrede eğitim alanında birbirine zıt iki ekol gelişti;

1-Başını Sir Ahmed Han(v. 1898)'ın çektiği Yenilikçi akım; Aligarh Dar'ul Ulumu etrafında gelişen bu akım, Batının pozitivizminden özür diler bir duruş sergiliyor ve çıkış yolu olarak, hâkim millet olan İngilizlere kültür, medeniyet ve yaşantı olarak ittiba etmeyi gösteriyordu.

2-Muhafazakâr Akım: Bu akım'ın en büyük temsilcisi Diyobend Dar'ul Ulûmu'dur. İki büyük şahsiyet, Muhammed Kasım Nanotavi ve Reşid Ahmed Gengohi'nin üstün gayretleri ile vücud bulan bu medrese, kısa zamanda Hind alt kıtasında büyük bir üne kavuşmuştu. Bu medresenin ilk talebelerinden ve sonra hocalarından olan "Şeyh-ül Hind" unvanlı ünlü allame Mahmud Hasan Diyobendi, Hekim'ül Ümme Mevlana Eşref Ali Tehanevi, "Allame-i asr" ünvanını bihakkın kazanan Muhammed Enver Şah el Keşmiri, Diyobend Ekolünün en parlak birkaç ismi arasında sayılabilir.

Bu akım, batıdan gelen her şeyi red etmek ve İslam ilimlerinde derinleşmeye yönelmek yolunu tuttu. Gerçekten de Arabî ilimler, tefsir, hadis, fıkıh ve sair İslami ilimlerde hatırı sayılır âlim yetişirdi ve gittikçe ünlenerek Hind alt kıtasında birçok yerde şubeler açtı.

Bütün fazilet ve meziyetine rağmen Diyobend Dar-ul Ulûmu tam istenen medrese modelini inşa edemedi. Zira modern zamanların insanlarının akılları yaralıydı. Aklın nuru fen ilimleri, vicdan ışığı din ilimleriydi. Ancak her ikisinin birlikte ve ölçülü verilmesi ile istenen seviye yakalanabilir, talebenin himmeti pervaz ettirilebilirdi. Yoksa bir tarafta dinsiz bir bilim, diğer tarafta kör bir taassup meydan alıyordu.

Aligarh ve Diyobendi akımlarının gitgide ifrat ve tefritin bir ucunu teşkil etmeye başlaması üzerine bir kısım değerli âlimler bu iki akım ortasında yer alan ve vasatı temsil edecek, istikameti muhafaza edecek, yeninin iyi taraflarını, eskinin eskimez metodlarını kendinde cem edecek yeni bir medrese sistemine ihtiyaç olduğunu gördüler.

Nedvetu'l-Ulemâ'dan önce Arapça eğitim yapan eski medreselerde yaygın olan müfredatta felsefi kitaplara fazla yer verilmekteydi. Bunun aksine dinî ilimlere özellikle Kur'ân, hadis ve fıkha çok fazla önem verilmezdi. Bu dönemde yaygın olan müfredat, Nizamiye Medresesi'nin müfredatının bozulmuş şekliydi. Bu müfredatta okumaya önem verilirken, meslekî eğitime daha az önem verilirdi. Mantık ilmine dair kitaplar gereğinden fazlaydı. Bu ilme dair 15 kitap müfredatta mevcut iken tefsir alanında Beyzâvî ve Celâleyn'den başka kitap yoktu. Müfredatta, edebiyatın payı çok azdı. Dahası tarih ve coğrafya ilmine dair dersler hiç yoktu.

Müfredat ve eğitim metodunda değişiklik yapmak o dönemde oldukça zordu. Nedvetu'l-Ulemâ yine de müfredatın ıslahı ve bunun gerekliliğini hissettirmek için çok çalışmıştır. Ancak Nedvetu'l-Ulemâ'ya bağlı bir akademi kurulmadıkça bunun gerçekleşmesi kolay değildi. Mevlânâ Muhammed Ali Mongîrî 1895'de bir üniversitenin kurulmasını teklif etti ve onun bu teklifi kabul edildi. 1898'de üniversitenin ilk sınıfları açıldı. 1899'da Şâh Cihânpûr reisleri Nedve'ye toprak vakfetti. "Nedve'tül Ulema Dar'ul Ulûmu" böylece vücut bulmuş oldu. Buradan mezun ulema'ya Nedveli manasına "Nedvi" dendi.

Nedvetu'l-Ulemâ'nın Amaçları

1-İslâmî ilimler müfredatında uzun vadeli ve temel değişiklikler yapmak, yeni müfredat hazırlamak.

2) Gruplar arasındaki ihtilafı ortadan kaldırmak, millî birlik ve İslâmî kardeşlik duygularını geliştirmek.

3) Kur'ân ve sünnet ilmine derinlemesine vakıf, modern düşünceleri iyi bilen ve zamanın nabzını tutan âlimler yetiştirmek.

4) İslâmî ilimleri geliştirmek.

5) Siyasetten ayrı kalarak Müslüman halkın durumunu iyileştirmek.

6) İlim ve sanata ilaveten meslekî eğitimin de verildiği büyük bir üniversite kurmak.

Bu amaçlarıyla Nedve Müslüman Hind halkının karşılaştığı yeni bir tecrübeydi. Aslında Nedve'tül Ulema, Bediüzzaman'ın Şarki Anadolu'da düşündüğü ve temellerini attığı fakat zaman ve şartlar yüzünden yarım kalan ideali "Medresetü'z- Zehra Akademisi"nin Hind alt kıtasındaki vücut bulmuş şeklidir diye düşünüyorum.

Biz bu çalışmamızda bu okulun kurulduğu zamandan bu yana mezun ettiği en büyük talebesi Seyyid Süleyman Nedvi'yi sizlere tanıtmaya gayret edeceğiz inşallah.

Nesebi

Seyyid Süleyman Nedvi, hem anne tarafından hem de baba tarafından Seyyid olan bir zattır. Her iki aile de Hz. Ali'ye dayanmaktadır. Babasının ismi Ebul Hasan bin Muhammed, annesinin ismi Seyyidet'ül Kutb'un Nisa'dır. Hasib ve nesib sülale-i tahiresi 17. Yüzyıl'da Hicaz'dan Sind'e gelmiş, sonra Ecmir'e yerleşmişlerdir.

Doğumu

Mevlana Süleyman Nedvi, Hindistan'ın Bihar eyaletinin Patna bölgesinin Desne köyünde, 23 Safer 1302(22 Kasım 1884) tarihinde dünyaya gelmiştir.

Aile Çevresi

Ailesi o yörede takva ve ilim, edeb ve irfan ile meşhurdu. Dedesi Mevlevi Muhammed Şir hazretleri bulunduğu asrın Rabbani âlimlerindendi. Birçok ilimde yüksek bir dereceye, tasavvufta üstün mertebelere ulaşmış, zühdü ve sünnete ittibası ile meşhur olmuştu.

Süleyman Nedvi'nin babası Seyyid Ebu'l Hasan da çok muttaki bir sufi ve aynı zamanda hazık bir doktordu.

Ağabeyi Ebu Habib de babası gibi doktordu. O da tasavvuf ehli olup, dini ilimlerde yüksek bir dereceye de ulaşmıştı. Hayatı boyunca sünneti ihya ve bidatlara savaş açarak nezih bir ömür sürdü.

Annesi de takva, zühd ve verayı kendinde cem etmiş, ilim irfana düşkün bir İslam hanımefendisiydi.

Büyük insanları yetiştiren mühim bir husus, aile ortamının temiz olmasıdır denilebilir. Özellikle anne'nin tesiri hiç göz ardı edilmemelidir. Üstad Bediüzzaman buna işaret sadedinde; "Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum" derken, Mehmed Akif de ailenin çocuğunun maddi manevi gelişimi üzerindeki tesirine şöyle işaret eder;

"Çocukluğumda evet, bahtiyâr idim cidden,

Harîm-i âilenin farkı yoktu cennetten."

Süleyman Nedvi de böyle mesud bir aile çevresinde yetişti. Çevresi salah ve takva ortamıyla sarılmıştı. İlim ve edeb yüklü bir aile atmosferi onun temiz fıtratının gelişimine salim bir ortam hazırladı.

Manevi eğitimi ile ağabeyi Seyyid Ebu Habib yakından alakadar oluyordu. Ebu Habib tevhid ve sünnet yoluna çağıran bir davetçiydi. O da babası gibi doktordu. Haftada bir de hanımlara vaaz ediyordu. Bu vaazda Muhammed İsmail eş Şehid'in "Takviyet'ül İman" adlı eseri okunup, şerh ediliyordu. O zaman küçük bir çocuk olan Seyyid Süleyman, kadınların önünde bu kitaptan bir bölüm okuyor, ağabeyi de perde arkasında durarak şerhini yapıyordu.

Muhammed İsmail eş Şehid İngilizlere karşı olan kıyam bayrağını dalgalandıran Seyyid Ahmed bin İrfan eş Şehid'in arkadaşı idi. İkisi de, 1831'de Sihlere karşı yapılan Balakout meydan muharebesinde şehadet şerbetini içmişlerdi.

Takviyet'ül İman adlı eser, küçük Süleyman'ın selefi-i salihinin saf akidesi ve sünnet-i seniyyeye muhabbetle yetişmesinde çok önemli bir işlev görmüştür. Kendisi buna şöyle değinir, "Bu kitab, Hak yolunun talimini öğrenmemde bir ilk oldu ve onun tohumları kalbime ekildi. İlmi hayatım boyunca bir sürü fırtınalarla karşılaştım. Birçok fikir ve düşünce üzerimden geldi, geçti. Fakat ilk öğrendiğim bilgilerin tesirleri ile onlar kalbimde karar kılamadı. İlm-i Kelam'ın birçok meseleleri, Eşarilerle Mutezilelerin mücadeleleri, Gazali, Razi ve İbn-i Rüşd'ün hüccetleri geldi geçti. Ama İsmail Şehid'in öğretileri kalbimde sabit kaldı."

Eğitiminin İlk Safhası

İlk olarak memleketi Desne'de Halife Enver Ali Desnevi'den, sonra Seyyid Maksud Ali'den, daha sonra da büyük kardeşi Seyyid Ebu Habib'ten Fars dili ve edebiyatı, Arapça gramer bilgilerini okudu.

1898'de Bihar vilayetine bağlı Pulvari'ye gitti. Burada bir sene kaldı ve büyük âlim Muhyiddin Pulvari'den bazı kitaplar okudu. Burada kaldığı sürede edebiyat ve şiir söyleme zevki gelişti.

Yine burada kaldığı sürede allame Süleyman Pulvari'den Mantık ilmine dair bir kısım dersler aldı.

1899'da yine Bihar Vilayetine bağlı Darbanga'daki Medrese-i İmdadiye'ye geldi. Bu medrese, Nedvet-ül Ulema akımından etkilenerek kurulmuştu. Burada da bir sene kaldı. Hanefi fıkhına ait "Hidaye" adlı eseri Şeyh Murteza Hüseyin ed Diyobendi'den okudu. Ve Mantık ilmine dair Şerh'üt Tehzib'i buradayken ikmal etti. Bu sırada talebeler ile birlikte cemiyet hayatına sahiplenmeye, emr-i bilmaruf nehy-i anilmünker konusuna halkı irşada çalıştı. Bunun için değişik konularda hitabelerde bulundu, makaleler kaleme aldı. Bu makaleler arasında "Kadınların Eğitimi" adlı makale çok beğenildi ve elden ele dolaştı.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Ali Said, 2013-01-24 09:09:49

Yazıyı okudum. Ne yazık ki, ülkemizde hayatı ve yaptıkları hakkında çok azşey bilinen önemli şahsiyetlerden biri de Seyyid Süleyman Nedvi dir. Buyazı bu açıdan bakıldığında boşluğu dolduracak gibi görünüyor. .selamlar.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Zulüm (ve haksızlık) edenlere de sakın meyletmeyin! Sonra size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur, sonra size yardım da edilmez.

Hûd, 113

GÜNÜN HADİSİ

Sadakaların en efdali, iki kişi arasını düzeltmektir.

Seçme Hadisler, s.237

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI