Cevaplar.Org

Ä°BN NÃœCEYM’Ä°N (970/ 1563) ‘RÜŞVET’ RÄ°SALESÄ°(2)

İmdi bu kısa risâle, rüşvet, kısımları, kadı konumunda olan kimselerin başkalarından alması caiz olan ve olmayan şeyler, rüşvetten helal olan-olmayanlar, hediye ile rüşvet arasındaki fark, alınan rüşvetin mülkiyet ifade edip-etmediği, rüşvet al


Ali Pekcan

alipekcan65@hotmail.com

2010-05-08 00:06:25

‘RÜŞVET RİSÂLESİ’NİN ÇEVİRİSİ Bismillahirrahmânirrahîm Allah cc.’a hamdü senâ....ve Onun Rasûlüne salâtü selâmdan sonra...

İmdi bu kısa risâle, rüşvet, kısımları, kadı konumunda olan kimselerin başkalarından alması caiz olan ve olmayan şeyler, rüşvetten helal olan-olmayanlar, hediye ile rüşvet arasındaki fark, alınan rüşvetin mülkiyet ifade edip-etmediği, rüşvet alan kimseye teşhîr cezası verilip verilmeyeceğinin beyanı hakkındadır. Bu yazıyı kaleme almamın nedeni, bazı dostlarımın, içinde bulunduğumuz şu zamanda fetvâya konu olacak bir olayın ortaya çıkıp, bazı Hanefî bilginlerinin, (mezhep içi prosüdüre aykırı olarak) yanlışlıkla ‘kadı’ya verilen rüşvetle emîr’(yönetici)e verilen rüşvetin aynı’ olduğu şeklindeki cevapları üzerine beni açıklamaya teşvik etmeleridir. Yüce Allah’tan, bu risâlemi, kendi rızasına ulaştıran hâlis bir amel kılmasını dilerim....

RÜŞVETİN TANIMI

Rüşvetin lügavî ve ıstılâhî olmak üzere iki anlamı vardır. Dilde manası, Cu’ldur.(6) Kâmus’ta beyân edildiğine göre, rüşvet kelimesi; (raşve/rişve/rüşve) şeklinde üç hareke ile de okunur. Çoğulu, ‘raşâ ve rişen’ dir. Birine verildiğinde; ‘raşâ(hu) iyyâ(hâ)’, alındığında; ‘irteşâ’ istenildiğinde ise, ‘isterşâ’ denilir. Mısbâh’ta, rişvet; bir kimsenin, hâkim veya başkalarına, kendi lehine hükmetmesi, istediği şeyleri yerine getirmesi amacıyla bir şeyler vermesidir.....

Istılâhta ise; Mısbâh’ta verilen (az önceki) tarif anlamındadır. Ebû Nasr el-Bağdâdî, Şerh-i Kudûrî’de, rüşvet’le hediye arasındaki farkın, rüşvette, (rüşvet verenin) verilen şeyle, kendisine yardımcı olması amacını güderken, hediye’de ise bu (gayenin bulunması) nın şart olmadığını söylemiştir.

RÜŞVETİN (FIKHÎ) HÜKMÜ

Rüşvet, Kitap, Sünnet ve İcmâ’ ile haramdır.

Kur’ân’da bu konuda şöyle buyurulur: ‘ Ey İman edenler! Mallarınızı, aranızda, bâtıl (gayr- meşrû) yöntemlerle) yemeyin!...’(7)

Kadı’ (Beydavi?) ayette geçen ‘bâtıl’ın anlamının; ‘Şeriatin mubah kılmadığı gasb, ribâ ve kumar gibi eylemler’ olduğunu belirtmiştir.(8)

Yine Kur’ân-ı Kerim’de ‘...Ve (Ey İman edenler!) mallarınızı ,aranızda (gayr-ı meşrû yöntemlerle) yemeyin!..’(9) buyurulmuştur.

(Müfessir) Biqâî (*), el-Münâsebât adlı kitabında ‘...ve tudlû bihâ ile’l-Hukkâm...’ ın manasının; ‘Basîretleri kör eden rüşvet aracılığıyla insanların mallarını gizlice hâkimlere ulaştırmayın!’ olduğunu söylemiştir.

Hulvânî (?), âyetteki ‘...ve tudlû bihâ ile’l-Hukkâm...’ ın manasının, ‘su çıkarmak için kovayı kuyuya gizlice sarkıtmak’ tan geldiğini, sanki rüşvet veren de rüşvet kovasını, zulmü/haksızlığı (hâkimden) çıkarıp yemek amacıyla, hâkime gizlice sarkıtmış olduğu benzetmesini yapar.

Sünnet’e gelince, bu konuda pek çok hadis bulunmaktadır.

Mesela; bir hadiste peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:‘Allâh’ın lâneti, rüşvet alan ve verenin üzerine olsun!’ (10)

Diğer bir hadis’te; ‘‘Allâh’ın lâneti, muhâkeme (yargı) konusunda rüşvet alan ve verenin üzerine olsun!’(11) Buyrulurken, bir başka hadis te ise, ‘‘Allâh’ın lâneti, rüşvet alan, veren, bu işleme aracılık yapan kimsenin üzerine olsun!’(12) Buyrulmuştur. Nitekim (Süyûtî’nin) el-Câmiu’s-Sağîrin’de de böyle geçmektedir.

RÜŞVETİN KISIMLARI

Kadîhân (v.592/1196)‘fetâvâ’ adlı eserinde rüşvetin dört kısım olduğunu belirtmiştir. Bunlar;

1-İki taraf için de haram olan kısım; meselâ:

Bir kimse, kâdılığı, rüşvet vererek elde ederse, bu kimse kadı olamaz. Bu durumda rüşvet, hem kadı’ya hem de alana haramdır.

Bir kimse, kendi lehine karar vermesini sağlamak amacıyla bir kadı’ya rüşvet verirse, -kadı ister hakla ister haksızlıkla hükmetsin- bu durumda rüşvet iki taraf için de haramdır.

2-Bir kimse, kendini ve malını korumak amacıyla (bir başkasına) rüşvet verirse, bu durumda rüşvet, verene değil, alana haramdır.

Yine bir kimse, kendi malında gözü olan (zorba birine) bir kısım malını (korunmak amacıyla) verirse, hüküm aynıdır.

Bir kimse, kendisinin, Sultan katındaki durumunu düzeltmek amacıyla rüşvet verirse, bu durumda rüşvet vermek, verene değil alana haram olur. Eğer (rüşveti veren kimse), verdiği rüşvetin, alan kimse için de helal olmasını isterse, -kendisine bu meblağı verebilmek amacıyla- alan kimseyi, bir günlüğüne kiralayabilir. Kiralayan, bu kimseyi ister bu (arayı bulma) işinde kullanır, isterse başka bir işte. Bu da, rüşveti, Sultanla arasını düzeltmek amacıyla, önceden verdiği zaman söz konusudur.

3-Eğer, kiraladığı bu kimseden, ilkin Sultanla arasını düzeltme talebinde bulunsa ve ona rüşvetten söz etmese, rüşveti de arayı düzelttikten sonra verse, bu durumda hüküm ne olacaktır? Bu hususta ihtilaf edilmiştir. Bir gurup bilgin, bu durumda (aracıya) rüşvet almanın haram olduğunu savunurken, diğer bir kısım bilgin ise bunun helal olduğunu söylemiştir ki sahîh olan görüşte budur. Zira bu, bir iyiliğin karşılığı anlamına geldiğinden yapılabilir. Nitekim bir takım insanlar, imam ve müezzin için –şart koşmaksızın- bir miktar ücret vermeyi isterlerse, bunu yapabilirler.

4-Yine kadı’nın, rüşvet alması nasıl haram ise, yargılamadan (muhâkeme) önce kendisine hiç hediye vermemiş olan yabancı birinden hediye alması da haramdır. Borç ve ödünç alması da böyledir...

Kitâbü’l-Vesâyâ’ da belirtildiğine göre; Bir kimse, kendine ve malına yönelik bir haksızlığı önlemek amacıyla bir miktar malını verirse bu kendisi hakkında rüşvet sayılmazken, kendisine ait bir hakkı başkasından almak amacıyla malını vermesi haram kabul edilmiştir.

Hulâsa adlı eserde(13) bu konuya ilişkin olarak şöyle denmektedir:

‘Bir Kadı’, önce rüşvet alır sonra hükmeder ya da önce hükmeder sonra rüşvet alırsa, ya da rüşveti kendisi değil de oğlu veya kendi lehine şahitlikte bulunması caiz olmayan biri alırsa, bu kadı’nın verdiği hükümler geçerli (nâfiz) olmaz. Bütün bu yaptıklarından tevbe eder, aldığı rüşvetleri, aldığı kimselere geri verirse, yargıdaki görevine devam eder.’

HEDÄ°YE VE Ä°LGÄ°LÄ° HÃœKÃœMLER

Aynı eserin ‘Akdıye’ (Yargılama) bölümünde geçtiğine göre hediyeler üç çeşittir.

1-Hediye eden ve hediyeyi alana helal olan kısım. Bu sevgiden kaynaklanan hediyeleşme biçimidir.

2-İki tarafa da haram olan kısım. Bu, haksız (bir şekilde bir şeyi elde etmede) kendisine yardımcı olması amacıyla yapılan hediyeleşmedir.

3-Hediye veren açısından helal, alan tarafından haram olan hediyeleşme. Bu durumda kendisinden bir haksızlığı gidermek amacıyla hediye veren kimsenin bu eylemi, helal iken, alan kimse haram işlemiştir.

(Alana haram olmaması için) bu durumdan çıkış yolu (hîle) şu şekilde olabilir; onu, kendisine çalışması için üç günlüğüne kiralar. Hakkında kiralamanın caiz olduğu ‘mektup göndermek’ gibi bir işi yapmasını ondan talep edebilir. Eğer bu durumda süreyi belirtmezse, kiralama caiz olmaz. Bu, hediye şart koşulmadığı zaman böyledir. Eğer hediyeleşme herhangi bir şarta bağlanmaksızın meydana geliyorsa, ancak hediyeyi veren, kesin olarak biliyor ki, bu hediyeyi o (aracı kimseye), sadece Sultan’ın katındaki durumunu düzeltmesini sağlamak için hediye ediyor. Meşâyihimize göre, bunda bir sakınca yoktur. Herhangi bir şart ve beklenti bulunmaksızın ihtiyacını giderdikten sonra bu hediyeyi ona verse, bunun alınmasında bir sakıncası bulunmamaktadır. İbn Mes’ûd (ra)’den gelen bir rivayete göre O, bu durumda (hediye) almanın mekruh olduğuna kail idi. Bu davranış, onun verâ’ından kaynaklanmaktadır. Bu hüküm Bezzâziyye’de de böyledir.

(Hulâsa’nın müellifi) sonra şöyle dedi;

Eğer kadı konumunda olan bir kimse, bir evrak (sicil) kaleme alsa veya bir hakkın taksimini yapsa, bu işlemler için ecr-i misil alabilir. Ancak küçük yaştaki bir kız çocuğunun nikâhını kıyarsa bu iş için herhangi bir ücret alması caiz olmaz, çünkü bu işlemi yapmak, onu aslî görevidir. O zaman kural şudur. ‘yapması asli görevi kapsamında olan bir işi yaparsa ücret alamaz. Böyle değilse, ücret almasında bir sakınca yoktur.’

Bakkâlî’den nakledildiğine göre O, şöyle demiştir; Bir kadı, ‘Eğer, bir bekârın nikâhını kıyarsam, bir dinar; eğer dul’un nikâhını kıyarsam, yarım dinar alırım’ der de, nikâhını kıydığı kadın’ın da velîsi bulunmuyorsa, bu söylediği ücreti alamaz. (Çünkü kadı, velîsi olmayanların otomatikman velîsi konumundadır). Eğer kadın’ın velî’si varsa, -yukarıda geçen kural gereğince- bu durumda ücret alabilir.’

Kadı, yetim bir kimsenin malını satsa, bunun karşılığında bir şey alamaz. Şayet karşılık olarak bir şeyler alsa, sonra da yetim ona bey’(satım akdi) konusunda ona izin verse, kadı’nın bu tasarrufu geçerli olmaz. (Çünkü bu işlem onun zorunlu görevleri kapsamındadır.)

Fethu’l-Kadîr’de(14) ise şöyle denilmektedir;

Rüşvet dört kısımdır.

1-Alana da verene de haram olan kısım. Kadı’lık ve Emîr’lik görevini elde etmek için verilen rüşvet gibi. Bu durumda olan kimseler kadı olamazlar.

2-Kadı’nın, (bir kimsenin kendi lehine hükmetmesi için verdiği) rüşveti alması şeklinde olur ki, bu durumda rüşvet iki tarafa da haramdır. Bu kadı’nın –ister hak, isterse bâtıl olan bir konuda olsun- bu tür bir olayda verdiği hüküm geçersizdir. Hakk’ bir konuda rüşvet alırsa -ki hakla hükmetmek onun asli vazifesidir- bu iş için herhangi bir karşılık alması caiz olmaz. Batıl olan bir konuda alması ise, hiç caiz olmaz. Dolayısıyla önce rüşvet alıp, sonra hüküm vermek ile önce hüküm verip sonra rüşvet almak arasında fark yoktur.

3-Bir kimse, başka bir kimsenin, -kendisiyle Sultan arasındaki durumu düzelmek amacıyla- (olası) zararı önlemek ya da bir yararı elde etmek için kendisine verdiği herhangi bir malı alsa, bu durumda rüşvet, verene değil, alan kimseye haramdır.

‘Akdıye’ bölümünde ise hediyeyi kısımlara ayırmış, (aşağıdaki hususu da) dördüncü kısım olarak belirlemiştir.

4-Bir kimsenin, kendisini ya da malını koruması amacıyla, kendisinden çekindiği kimseye verdiği mal, verene değil, alan kimseye haramdır. Çünkü (ilke olarak) müslüman bir kişiye yönelik zararın giderilmesi vaciptir. (Dolayısıyla) vâcibin yerine getirilmesi için mal alınması caiz değildir.

Ğunye adlı eserin ‘kitâbü’l-Kerâhiye’ bölümünde kaydedildiğine göre;

Eğer bir takım zorba kimseler, insanların, mer’alardan odun toplamasını engellerler, onlardan kurtulmak ta ancak bir miktar mal vermekle mümkün olursa, bu durumda mal vermek te almak ta rüşvet olup, haramdır. İki âşık kimsenin verdiği şeyler de rüşvet olup, mülkiyet ifade etmez.

Bu mu’temed nakillerden de anlaşılacağı üzere, -ister yargılamadan önce isterse sonra olsun, ister hak ile ister haksızlıkla hükmetsin- bir kadı’ya verilen rüşvet, alana da verene de haramdır.

Kadı’ya verilen hediye, rüşvet gibi iki taraf için de haramdır. Bir kimse, kendi lehine hükmetmesi için bir kadı’ya gelip, ona bir miktar mal verir, veya kendi lehine hüküm verdikten sonra kadı’ya bir miktar mal verirse, bu durumda veren kimse haram işlemiş olur. Eğer kadı’, bu rüşveti kabul etmez, üstelik ona ta’zîr cezası uygulamayı isterse, bunu yapabilir. Nitekim âlimler arasında bilinen bir kurala göre, ‘her kim, –hakkında ceza miktarı belirlenmemiş- bir suç işlemişse, ona ta’zîr uygulamak vaciptir.’

Bedâi(u’s-Sanâi’) de geçtiği üzere(15), ‘ta’zîrin vucûp sebebi, şeriat tarafından ceza miktarı belirlenmemiş bir suçun işlenmesidir. Bu suç, ister Allah (cc), isterse, kul haklarına ilişkin olsun farketmez. Ta’zîr cezasını uygulanma şartı sadece akıldır. Ceza miktarı belirlenmemiş bir suçu işleyen her akıllı kimse, ta’zir cezasına çarptırılabilir.

Eğer sen; ‘Bir kadı, kendisi ile ilgili bir konuda ta’zirde bulunabilir mi? bu konuda onun sözü kabul edilebilir mi?’ dersen,

Ben de derim ki; -Câmiu’l-Füsûleyn(16) ve (başka) eserlerde de belirtildiği gibi- Evet! Kendi aleyhine hükmeden kadı’ya; ‘sen rüşvet aldın!’ diyerek (suçlasa), kadı’ onu tazir edebilir.

TEÅžHÄ°R SURETÄ°YLE TAZÄ°RDE BULUNMA

Ta’zir türlerinden biri olması hasebiyle teşhir ederek ta’zir’de bulunmak caizdir. Çünkü İmâm Ebû Hanîfe, yalancı şahidin, sadece, sokaklarda topluma teşhir edilmesi suretiyle tazir cezasına çarptırılması görüşünde iken, İmâmeyn’e göre bu durumda olan kişi, dövülerek ve hapsedilerek cezalandırılır.

(İbnü’l-Hümâm), Fethu’l-Kadîr’de, ‘İmâm Ebû Hanîfe’nin;

‘Onu tazir etmem’ sözünün, ‘onu dövmem’ anlamında olduğunu belirttikten sonra,

‘Sonuçta bu kimsenin tazir’i konusunda (İmâmlar arasında) ittifak vardır. Ancak şu kadar var ki, İmâm Ebû Hanîfe, (bu cezanın) suçlunun sokaklarda dolaştırılmak suretiyle tazir’ini yeterli görürken, İmâmeyn, teşhir cezasına ‘dövmeyi’ de eklerler Nitekim İnâye ve başka eserlerde de belirtildiği üzere, teşhir etme, bir tür tazirdir’ demektedir.

Kadı’, eğer, yalancı şahitlik dışında işlenen başka suçlarda da –bir maslahat’a binaen- tazir cezası uygulamak isterse, -toplum huzurunu bozanlara karşı, onları bu suçlardan caydırmak amacıyla-uygulayabilir. Zira tazir, kadı’nın görüşüne havale edilmiştir.

Eğer sen, ‘kadı’nın, bu tür suçları işleyenleri -yasaklanmış müsle(17) anlamına gelmesine rağmen- yüzünün karalanması ya da sakalının bir tarafını kesilmesi suretiyle cezalandırabilir mi?’ dersen,

Ben de derim ki; Bu müsle sayılmaz. Nitekim, İbn Ebî Şeybe, (Musannef’in de) Hz.Ömer’in şu uygulamasını rivayet eder;

Hz.Ömer (ra), Şam bölgesindeki yöneticilerine yazdığı talimatta onlara; ‘yalancı şahitlikte bulunanlara kırk sopa vurulmasını, yüzünün karalanıp, sarığının boynuna dolanmasını, başının tıraş edilip, uzun süreyle hapsedilmesini’ emretti.

Yine Abdürezzâk, Musannef’inde, Hz.Ömer (ra)’in, yalancı şahitlik yapan kimsenin yüzünün karalanıp, sarığının da boynuna dolanıp kabileler arasında dolaştırılmasını emrettiğini rivayet eder.

Fethu’l-Kadîr’de (İbnü’l-Humâm), ‘Suç işleyen birisine bu şekilde bir ceza vermenin müsle olduğu’ şeklindeki görüşe cevaben; ‘müsle, bedendeki organlardan birini kesmek demektir. (Müslenin kötü sonuçları) devamlı olup, (mesela kir ve pislik gibi bir şeyin) yıkanınca ortadan kalkması gibi geçici bir durum değildir.’ demiştir.

Âlimlerden bazıları, ‘Hz. Ömer’in uygulamasının hükmüne dair kendilerine yöneltilen bir soruya, ‘Bu siyaseten verilmiş bir karardır’. Çünkü hâkim, maslahat içeren bir uygulamada bulunmak isterse, bunu yapabilir.’ diye karşılık vermişlerdir.

Ancak İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr’inde, Hz.Ömer’in ülkenin değişik bölgelerindeki görevlilerine gönderdiği yazılar(ın bir kısmın)da bunun tersi bir durumun söz konusu olduğunu savunarak bu görüşe katılmaz. Siyaseten ceza’ya, -tazirin hadd cezaları oranına ulaşmadığı halde- önerilen kırk (sopa) sayısına ulaşması ile delil getirilmesinin önemi yoktur. Üstelik bu mesele tartışmalıdır. Bunu caiz gören âlimler bulunmaktadır. Hz.Ömer (ra) in görüşü de bu kabildendir.

(Hz.Ömer’in bu uygulamasından da) anlaşılacağı üzere siyâset, hakkında şer’î bir hükmün bulunmadığı bir konuda hâkimin, genel bir maslahattan dolayı yaptığı uygulamalardır. Dolayısıyla, bir kadı’, rüşvet olaylarının azaltılması amacıyla –ki içinde yaşadığımız dönemde bu suç oldukça artmıştır-, suçlunun başının, yukarıda belirtilen biçimde karalanarak teşhir edilmesinde genel bir maslahat görürse, -konu hakkında varid olan birebir bir uygulama örneği bulunmasa da- bu uygulamasından dolayı sevap kazanır. Nasıl böyle olmasın ki, zira bu konuda -yalancı şahitliğe verilen ceza örneği gibi–bir asıl (dayanak) ta bulunmaktadır.

Yine de (doğruyu) en iyi bilen Allah Sübhânehû ve Teâlâdır.

DÄ°PNOTLAR:

1- Bu makale daha önce İslam Hukuku Araştırmaları Dergisinde yayımlanmıştır. Konya - 2003.

2- İbn Nüceym hakkında daha fazla bilgi almak için bkz. Resâlu İbn Nüceym (nâşir,Halil el-Meys’in tanıtım yazısı), s.I-IV; Brocelmann, GAL,II,401; Suppl. II, 252,425; Leknevî, el-Fevâid, s.134,135; İbnu’l-Imâd, Şezerât, VIII,262, İlyas Serkis, I, 265; Ahmet Özel, Hanefî Fıkıh Âlimleri, Ank.,1990,s.116,117; Aynı zâtın ‘İbn Nüceym, Hayatı ve Eserleri, A.Ü. İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi,sayı. 3 (1979), s.361-378’ adlı makalesi ile ‘İbn Nüceym’ md. DİA, XX.s.236; Hayrettin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, İst.,ts.,s.172,173

3- Resâilu İbn Nüceym, (neşr. eş-Şeyh Halîl el-Meys), Dâru’l-Bâz, Mekke-i Mükerreme/Beyrut,1980,I.b.

4- *fesâqî; aslı arapça olmayan (muvellede) bir kelime olup, kendisinden abdest almak için kullanılan seyyâr küçük havuz anlamındadır. (Bkz.Tâcü’l-arûs,/fsg/ md.)

5- Resâlü İbn Nüceym, s.110-117

6- Cu’l: Ödül, bahşiş anlamındadır.(çev.)

7- (4) Nisa,29

8- Beydâvî, Qâdî Nasıruddîn (v.791),Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, (nşr.Dr.M.A.Atraş),Beyrut,2000,I/171

9- (2) Bakara,188

10- Ebû Davud, Akdıye, hd. No:3109; İbn Mâce, Ahkâm, hd. No:2304

11- Tirmizî, Ahkâm, hd. No:1256

12- A.B.Hanbel, Müsned, hd. No:21365

13- c.4, s.5 (kitâbu Edebi’l-Qâdî böl.) İbn Nüceym’in alıntı yaptığı eser, muhtemelen Abdürreşîd el-Buhârî (v.542/1142)’in ‘Hulâsatü’l-Fetâvâ’ adıyla meşhur olan fetvâ kitabıdır.(çev.)

14- İbnü’l-Humâm (681), Şerhu Fethi’l-Kadîr, Beyrut, (ofset bsk),ts.,7/254 vd.

15- Bkz. Kâsânî, Alâüddîn (587/1191) Bedâiu’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’, (nşr.,Muhammed A.b.Yasin Derviş), Beyrut,1998, V/534

16- Eser, İbn Kâdî Semâve (v.823/1420) ye ait olup, Üsrûşenî (v.632/1234)’nin ‘el-Füsûl’ adlı eseri ile I’mâdî’(v.670/1271) nin ‘el-Füsûlü’l-I’mâdiyye’ adlı eserlerini birleştirerek oluşturmuştur.

17- Bir kimseyi, bir kısım organlarını keserek işkenceye tabi tutma. (çev.)

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Şüphesiz Kur'an, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.

Neml, 77

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"iman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanlar ve ailesine en güzel davrananlardır."

Tirmizi

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI