MUFASSAL MEDENİ AHLAK-İsmail Çetin-Dilara Yayınları-Isparta–2008

Nazari ahlak, nefs ve hislerinin hakikatini bilmek, aleyhte ve lehte zarar ve menfaat noktalarını anlamak, yapılması veya terk edilmesi gerekli maksadları da tahlil ve tesbit etmektir


Nurgül Dere

nurguldere@gmail.com

2009-04-29 12:17:57

 

Nazari ahlak, nefs ve hislerinin hakikatini bilmek, aleyhte ve lehte zarar ve menfaat noktalarını anlamak, yapılması veya terk edilmesi gerekli maksadları da tahlil ve tesbit etmektir. İradenin sevki ve idaresini bilmek, zararları defetmek, faydaları celbetmek yollarının öğrenilmesi de ilm-i ahlakın nazari kısmına dâhildir. S:18

Allah Teala, Kur'an-ı Hakim'de şöyle buyurmuştur: "Habibim De ki: Herkes kendi aslında merkezlenmiş, gizli ahlakına ve tabiatine göre amel ve hareket eder…" (El-İsra:84) Yani: "İnsandaki gizli meleke ne ise o insanın dış hareketi de odur." Demektir. Binaenaleyh ahlak ve insaniyetin en güzel tarifi şudur: Ahlaki, ruhani ve nefsanî olarak insanın dimağ ve kalbinde merkezlenmiş o gizli melekelerin dış hareketleridir. S:21

Allah Teâlâ her şeyi zıddıyla beraber yaratmıştır. Elbette insanı da yarattığı zaman onu içindeki birbirine zıd nefs ve ruhuyla beraber yaratmıştır. İnsan ruhuyla terakki ederse faziletli ahlakıyla âlâi illiyyin'e yükselir, nefsiyle düşerse esfeli safiline yuvarlanır. S:30

İnsan hayra ve şerre kabiliyetli olarak doğar. Eğer hayrlılara arkadaş olursa, hayrlılar onun faziletli ahlaka meyilli hislerini tahrik ederler; kuvvet halindeki gizli kabiliyeti, güzel hareket ve faziletli ahlakla tezahür eder; eğer kalbinde ihlas da varsa, fiil ve hareketleri şer'an ve aklen makbul olur; o da bununla övülür. Aksi takdirde içindeki his ve irade kabiliyeti şerlilerin telkini altında kalırsa, hayra olan kabiliyeti zaman zaman sönüp yok olur, aksi de öyledir. S:32

Talebe yahud mürid, evvela taklid eder; taklidi ne bakarsın bir gün tahkik olur. Binaenaleyh cüz'i iradesini –her meslekte olduğu gibi- gayrının eline vermekle insan, gayrından kesb-i kemal eder; gayrının emr ve işaretiyle çalışır ve güzel ahlak sahibi olur. Bu çalışmaya riyazet denilir. Binaenaleyh faziletli ahlakın kazanılmasının birinci yolu riyazettir. S:38

Sabırla günah terk edilir; namazla da iyiliklerin yapılması kolaylaşır. Resul-u Muhterem de başına bir iş geldi mi, namazı kılmakla Allah Teâlâ'ya sığınırdı. Ancak gazap ve şehvet kuvvetleri birbirine zıddır; hangisi harekete geçerse diğeri durur. Binaenaleyh şehvet ve gazabın dizginlenmesi için namaz ve sabır, azmin kullanılması için en büyük vesilelerdir. S:41

Şübhesiz insanın müstakil olarak yaratılması, yaşaması, ölmesi ve öldürülmesi her ne sebeble olursa olsun, sebeblerin kendi tesiriyle değil Allah'ın hükmüyledir. S:59

Ahlaka lezzet, vicdani his asla temel ve esas olamaz. Çünkü lezzet, seyyal ve akıcı olduğundan gelip geçicidir. Vicdan ise tasfiyesi olsa bile yine kendisi ruhi ve bedeni ihtiyaclarını teşhis ve tedavi etmekten acizdir. Şu halde ahlakın temelini lezzet ve vicdan üzerine atanlar; nef'ıyye ve tekamüliyye mezheblerinin aslından akseden mesleklerdir. S:63

Ahlak ilmine göre, akıllı insanların tümü, fıtri kabiliyet ve akıl bulunduğu müddetçe azimli arzularından sorumludur. S:72

Günahlar vicdanı değiştirdiği gibi, vicdan ve şuur da kalbde günah arzusunu yok eder. Vicdanın varlığına işareten "Günah nedir?" diye soran sahabeye Rasul-u Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı vermiştir: "Günah kalbinde gıcırtı yapandır." Yani nefsin arzularıyla bulandırılmayan vicdan kalbi uyarır. Nasıl ki pirinç yemek esnasında bir taş dişleri gıcırdatır, bedeni tiksindiriyorsa, öylece vicdan, kalbe günah arzusu geldiği anda göğsü gıcırdatır. Yani sır latifesinin refleksini tahrik etmekle dalağın ve akciğerin sol kısmının içindeki sırrı, yürek içindeki kalbi, mide üstündeki ruhu, akciğerin sağ iç kısmındaki hafayı, akciğer ve ödün üstündeki ehfayı yerinden oynattırır. Artık ölüm derecesine giren, günaha meyledebilr mi?.. Eğer, tahrimen mekruh ve haram fiili şöyle dursun da arzusu bile yukarıdaki cihazları yerinden oynatmıyorsa, göğüste vicdan yoktur demektir. İşte vicdansızlık… S:78

Nefsin fikret kuvvetinin fazileti hikmet, subuiyye kuvvetinin fazileti hilim ve cesaret, behime kuvvetinin fazileti iffet ve şecaatten ibarettir. Bu üç faziletin imtizacından ve birleşmesinden adalet meydana gelir. Demek ki nefs-i nâtıkanın fikret, his, ifade, diğer tabirle müdrike, subuiyye ve behime kuvvetlerinin imtizacından üç büyük fazilet; hikmet, iffet ve şecaat meydana gelir. Bu üçünün imtizacından da adalet meydana gelir. s:80

Hayat ölümün zıddıdır ve nefsin daimi kalmasının adıdır; nefs-i natıkanın kendisi değildir. Şu halde hayat maddenin haricinde ve nefs-i natıkanın özel bir sıfatıdır. S:94

İnsan altı hasletle hayvandan ayrılıyor. Mesela ruh, akıl, -ahlaken- aklî kuvvetine nazaran hikmet, behime kuvvetine nazaran iffet, subuiyye kuvvetine nazaran şecaat ve hepsini birleştiren adalet ile cüz'i iradesi vardır. Bunların hiçbiri hiçbir hayvanda bulunmamaktadır. S:99

"Her bir şeyin dayanağı veya yardımcısı vardır. Kişinin amelinin dayanağı ve sığınağı da onun aklıdır. Herkesin ibadeti aklının mikdarıncadır. Demek insanın en büyük dostu akıldır. Bu hikmete binaendir ki Hazreti Ömer radıyallahu anh: "Kişinin aslı aklı, nesebi dini, şeref ve haysiyeti de onun ahlakıdır." Buyurmuştur. Şeyh Hasan Basrî de: "Allah Teâlâ kime akıl nimetini bağışlamış ise şüphesiz bir gün onu aklıyla kurtaracaktır." Buyurmuş." S:110

"Allah Teâlâ her şeyi zıddıyla beraber yarattığı gibi aklın da zıddı olarak heva-i nefsi yaratmıştır.
Nefs-i natıkanın hevası: lezzet, sevgi ve meyli itibarıyla şehvettir; itelemek cihetiyle de gazabdır ki hayvani kuvvetle tarif edilir. Hayvani kuvvet akla galebe çaldı mı, insanı hayvandan daha beter mertebeye düşürür." S:115

Melekler mücerred akıldan şehvetsiz olarak yaratılmışlardır. Hayvanlar akılsız mücerred şehvetten tertiblenmişlerdir. İnsan da hem akıl hem de şehvetten tertiblenmiştir. Aklı şehvetine galebe çalan, melekten üstün; şehveti aklına galebe çalan da hayvandan aşağıdır. Heva-i nefs, Hakk'ın emrine muhalif her şeydir; ondan sakınmayan sağlam kalmaz. S:116

"Allah'ın afuvuna amelimizi bağlar, rahmetini umar ve Resulullah'ın buyurmuş olduğu ameli işleriz. Bunu idrak etmeyen akıl, sahibinin kelepçesidir." S:117

1875 tarihine kadar Avrupa âlimleri, insan yalnız kadından veyahud yalnız erkektendir diye münakaşa etmekteydiler. O civarda Amerikalı Hirtoviç'in "Civciv, horozun tohumu ve tavuğun yumurtasından oluşuyor." Demesi üzerine bu fikir ortaya koyuldu. Halbuki Kur'an-ı Hakim Asrı Saadetten şimdiye kadar yeni bin dört yüz beş sene evvel bu hakikati açıklamıştır. Hatta her mü'min namazında zammı sure olarak Ed-Dehr suresinde bu ayeti sürekli tekrar etmektedir. Bununla mü'min "Allah Teâlâ insanı, erkek ve kadının birbiriyle karışık nutfesinden yaratmıştır" diye bildirir. S:133

"İnsanın tüm vücudunu idare edecek beyin içindeki zar korkunç bir zekâya sahibdir. Bu üstün zekâyı Yaratan'ın, daha üstün ilme sahib olması lazımdır. İnsanın bu sırrına vâkıf olan asla Halık'ı inkâr edemez." S:145

Akıl, nefs gibi mülevves olmadığını bütün şirkleri bırakıp kemâl-i samimiyetle Allah'a teslim olmak ister, O'na tapmak ister. Allah da onun bu isteğini emretmiştir. "Ey insanlar! Sizi de sizden öncekileri de yaratan Rabb'inize ibadet edin, ta ki takva sahibi olasınız." (Bakara:21) Takvadan başkasıyla ne kadar zikir ve fikir çok olsa da kalb cilalanmaz. Takva sahibi olabilmenin şartı da bir tek olan Allah Teâlâ'ya ibadet etmektir.
Takva, Allah Teâlâ'nın emretmiş olduğu emrlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır. Binaenaleyh bir kimse Allah'ın emrlerini terk ederse fasık, yasaklarını işlerse asi, inkâr ederse kâfirdir. İnanır gibi görünürse münafık; tenhada düşvar, zahirde mülayim görünürse müraidir, yani gösteriş yapar. Demek oluyor ki ibadet, Allah'ın azabından korkmak ve ondan sakınmak, emrlerini yerine getirmek ve sevabını ummaktan ibarettir. S:166

"Hidayeti Allah Teâlâ'ya isnad ettikten sonra ona şükrederiz. Veliyi, nebiyi de vasıta kıldığı için onu da severiz, vesilelik şükrünü de yaparız. Doğru ifadeyle, üstadı üstadiyet için severiz. Çünkü üstadlık sıfatı Allah'ın verdiği nimettir. Binaenaleyh bu takdirde de Allah'ı sevmiş oluruz." S:179

Bir insanın kalbinde zan veya semereleri bulunduğu halde aklı beden şehrine hakim olamaz. Akıl beden şehrine hakim olamadığı müddetçe, iyal veya toplum ferdlerinin nefslerindeki nefret ve buğuzlaşma, hatta rekabet çoğalır. S:180

"Akl-ı selimin beden şehrine hükümran olabilmesi için ilmi öğrenmek ve ilmi ile amel etmek gerekmektedir." S:183

Sehl Tusturî tasrih ettiği gibi heva-i nefs ve şehvet, kalbin müdrike gözünün sıhhatini bozar. İnsanda ne kadar bu iki kuvvet mutedil olursa, o kadar kalb gözü açık olur. Şu halde kalbin akile kuvvetini iman, takva, zikir ve rabıta ile çalıştırmayan, maddenin suretine aldanır. Ressamların inkârına sebeb, yalnız gözlerini çalıştırmalarıdır. İşte bu hikmete binaendir ki, akıl kalbe izafe edilir; dimağa izafe edilmez. Çünkü dimağa izafe olunan akılda insan ve hayvanlar eşittirler. Ruh-i insaninin idrak kuvveti ise dimağda değil kalbdedir. Bu sırra binaendir ki hadis-i şerifte aklın mahallinin kalb olduğu beyan olunmaktadır. "Akıl kalbde bir nurdur; hak ile batılı birbirinden tefrik eder." Buyurulmuştur. Bu akıl iman, takva, zikir ve kâmil insanların bakışıyla inkişaf eder. S:187

Ruh tedavisiyle iştigal eden birçok ulema: "Dimağ yorgunluğu ancak ve ancak bir şeyle uğraşmak vasıtasıyla tedavi olunur." Demişlerdir. S:235

İnsanın bedeninin içindeki şehvetin garîzî kuvvetini izdivacla beslemeyen, huzursuzluk tohumunu ekmiş demektir. İctimai hayatın bütün huzursuzluğu İslamın dışındaki izdivacların yüzündendir; fitne ve fesadla tabir olunur. Nasıl fitne ve fesad olmasın ki, birçok hastalıkların ferdlere dağılmasına sebeb, gayrı meşru yaşamalardır. Binaenaleyh bunca fitne ve fesadları engelleyecek, izdivacdan başkası değildir. S:241

Mevlana diyor ki: Bir adamı öldürsen bir kere onu gözden kaybedersin. Fakat onu gözden düşürürsen kaç kimsenin gözünden düşürmüş olursun. Demek o kadar onu öldürmüşsün. S:282

İmanın düşmanı dört şeydir: Zulüm, israf, riya ve ribadır. Fakat zulüm bunların anneleri, riba ise her kötülüğün babasıdır. Riya ameli ibtal ettiği gibi, riba da fakirleri soyar, zenginlerin kalbine hırsı, fakirlerin kalbine hasedi eker. S:286

İbnu Kayyim ve diğer birçok ulemanın tasrih ettikleri gibi ruh bedenden alakasını kestikten sonra kendi ameline münasib bir suret alır. Kabz melekleri onu semaya yükseltirler. Eğer said ise güzel sureti, değilse fena bir sureti alır ve kıyamete kadar berzah âleminde kalır. Şu halde keşif ve rüyada görülen ölülerin ruhları, bizzat kendileri değil suretleridir. Şeyh Ahmed Gümüşhanevi Hazretleri'nin buyurduğu gibi, ruhun hakikatini görmek iddiasında bulunan kimse mürted olur. Çünkü melek hakikati üzere görülmediği gibi, ruhlar da kendi hakikatleri üzerinde görülmezler. Çünkü Salihlerin ruhları enerji ve hatta melek ışığından daha parlaktırlar. Bunların nurları maddi bir gözle görülmeleri muhaldir. Zira maddi göz onları görürse derhal su haline gelir. Demek maddi gözler nurlara bakmaya kabiliyetli değildir. Peygamber ise, O'nun maddi gözü de nur idi. Onun için melek ve ruhları görmeye kabiliyetliydi. S:303

Bazı ehli tasavvuf demişleri ki: "Tasavvuf, vakitleri en mühim meseleyle değerlendirmektir." Bir an dünya bir an ahiret. Her nasıl olursa olsun bütün hayatı zaman ve imkânları tedbir, sa'y, gayret, teenni ve metanetle değerlendirmek, ruhu refaha kavuşturucudurlar. Aksi takdirde bunların zıddı ruhu zedeler. Bunların tahakkuk edilmesi için de birçok istiazeler emrolunmaktadır. S:343

Bir şeyin tahsiline insanı sevk eden, o şeyin semeresidir. Mesela ibadete insanı sevk eden ahiret inancıdır. Mü'min ahirette şu paramın sevabını alırım diye inanmakla sadaka verir. Bunun gibi ilm-i ahlaka insanı sevk eden, kısa ifadeyle insanlıktır. Çünkü ilm-i ahlakın konusu, nefsi ve ruhi melekelerdir; faydası ve semeresi, imkân dâhilinde aklen ve şer'an güzel ahlakla ahlaklanmaktadır. Doğrusu nefsi kemale erdirmektir. İnsanın fıtratında da noksanlıktan kâmile, kâmilden en ekmele yükselmek arzusu mevcuddur. Şu halde insanı a'lai illiyyine sevk eden ve güzel ahlakları kazandıran vesile ahiretteki alacağı sevab inancıdır. İşte asli his bu. S:352

Her işte Allah'a tevekkül etmek gereklidir. Şirk veya günaha götürecek şekilde efsun, dağ ve tetayyur işlerini yapmayanlarla mübah şekliyle bunları işleyenler, Allah'a güvenip O'na tevekkül ederlerse selamet ve hak yol üzeredirler. Burada şart erbab olmaktır. Bunların ahirette yeri cennet olur. Her işin Mutlak Hakim'i ve Yaratıcı'sının Allah olduğunu bilmek ve bu inançla meşru yollarda güç ve irademizi kullanarak çalışmak adi vasıta ve sebeblere başvurmak tevekküldür, Allah'a güvendir; ve bu işte erbab olanların ücret almaları da meşrudur. S:375

Ruh; ismet, vakar ve muhaleseti emrettiği gibi nefs de tam zıddı olan fahş, hıffet ve riyayı ister. Zaten bu ikisinin arasında mücadele devam olunmaktadır. İnsanın kemalatı, nefsi arzularından sakınıp ruhi arzularını yerine getirmektir. S:381

"Cesaretsiz bir ferd veya millet asla maksadına kavuşamaz. Asıl maksadına kavuşan, gerçek cesaretle İlau Kelimetillah için çalışanlardır." S:392

"Bir beden havasızlıktan öldüğü gibi, bir iman da teyakkuz ve hayasızlıktan ölür. Onun için haya insanın hayatıdır denildi. Ne kadar iman kuvvetli olursa, haya da o kadar kuvvetli olur." S:401

Vakti taksim etmek, işi vaktinde ve yerinde edebiyle, erkan ve şartıyla yapmaktan ibaret intizam ve mudara, insanı maksadına kavuşturur, fasıkları hidayete erdirir kuvvetli vesilelerdir. S:413

İman ne kadar kuvvetli olursa, sükûnet ve itmi'nan o kadar kalbe gelir. ve ne kadar kalbe sükûnet gelirse Allah sevgisi o nisbette artar. Binaenaleyh bela ve üzüntüden telaşlanmak ve sabretmemek, imanın zayıflığının alametidir. s:415

Bütün madenler kendi cevherinin tabii muhafazalığı içinde olgunlaşır. Bir cevherin kıymeti onun muhafazalığı içinde toplanır. Madeni kaplayan tabii dış kabı bozulursa, cevher dağılmakla madenliğini kaybeder ve özelliği yok olur. İşte bunun gibi, kadının da bir cevheri var, bir de kabuğu. Kadının bütün cevherinin özelliği ve güzelliği, şerefi, haysiyeti, refah ve vakarı, örtüsü içerisinde tekâmül eder. Örtünün ihlal edilmesi iffetinin ihlal edilmesi demektir. S:506

Allah Teala millet ve devlet çekirdeğini, şer'i rızaya dayalı, icab ve kabulden ibaret, iki şahid huzurunda ve daimi olmak şartıyla nikâhlamak tarlasına dikmeyi emretmiştir, işte teehhül budur. Böyle meşru bir teehhülden meydana gelen nesil fidanını da yasaklardan budamayı ve emrlerle terbiye etmeyi emretmiştir. Hayat ve refahı da bu teehhüle bağlamıştır. İşte evlilik budur.
İnsanın aslı bir nefstir; o da Âdem Aleyhisselam. Allah Teala ondan onun zevcesini de yaratmıştır, ki Âdem'i maişetin teminine sevk etsin ve Âdem de ondan sükun ve rahat bulsun. Bu aslı örten ve idrak etmeyen, evliliğin ne olduğunu da idrak edemez. Dolayısıyla ailevi huzur ve refahtan, karşılıklı hürmet ve şefkatten mahrum kalır. S:531

"Her iki eş Bir tek Allah'a inanır ve O'na ibadet eder, yasaklarından sakınırlar ve emrlerini yerine getirirler. İki eşten her biri diğerine yasakları işletmemek için bekçi, emrleri yerine getirmek için mürşiddir. Şübhesiz böyle bir teehhül insanları vehmi tuzaktan, vahşetten ve insanlığa aykırı bütün felaketlerden kurtarır, ruhu besler, nefsi de kemale erdirir. Onun için evlilikten kaçan, şehvetlerini ilaçla öldüren yahud da besili bir at gibi besleyen, İslam'ın örf ve âdetinden uzaklaşmış ve hadis-i şeriflerde tenkid edilmiştir." S:533

Çocuğun ilk oluşunda ana babaların kötü hislerinden arınmaları gerekir. Aksi takdirde bu da çocuklara tesir yapar. Aynı zamanda ekseriyetle asi evlad, haram lokma ve kötü hislerden meydana gelir. Eğer lokma helal olur ve hisler de temiz olursa haliyle evlad sıfat ve ahlak olarak iyi olur. Bunun için Mevlana: "Ruhunu şeytanın emzirmesinden kes sonra meleklerle arkadaş yap." Diye özellikle tavsiye etmiştir. Demek çocuk yapmak arzusunda bulunanın ilk vazifesi hislerini kötülüklerden arındırmasıdır. İkinci vazifesi helal lokma yemesidir. Üçüncüsü çocuğuna güzel isim takmasıdır. Ana baba bunda ne kadar ihmalkârlık yaparlarsa o kadar evladlarının ruhunu meleğin emzirmesinden kesmişlerdir. S:556

Hülasa çocuklara tedrici din ve dünya bilgileri öğretilir; ilmi ve ameli hikmetler tatbiki olarak talim edilir. Bu hususta anne ve babanın vazifesi ne ise muallimlerin de vazifeleri odur. Asıl anne ve babalar muallimlerdir. O halde neslin bozulmasında ve düzelmesinde muallimler son derece mesuldürler. Eğitim ve talim… S:570

"Bütün eğerler şeytanın amelini açan anahtarlardır. Zaten insanı maksadından geri bırakan başta eğer, nihayette sonra kelimeleridir. Eğer ve sonra kelimesiyle işini ve hayatını planlayan hayattan mahrum olur." S:580

Ruhlar ancak takva ile saflaşır. Takva ise, büyük günahtan sakınmak ve farz ve vacibleri yerine getirmekle tarif edilir. Şübhesiz bir kanatla Allah'a itaat eder, diğer kanatla halka hizmet eder. Böyle olanın kitabı da sağdan verilir. Eğer halka hizmet veya Hakk'a itaat eden kanattan biri kırılırsa, asla ruh kemalata doğru uçup yükselemez. İşte akrabalık bağına önem vermenin gayesi bu takvaya ermektir. S:616

Akl-ı bilmelekenin sıfatı adalet ve itidal, fazileti cürbüze ile biladet arasındaki hikmet olduğu gibi, behime nefsin de sıfatı şehvet ve lezzetlenmek için hilecilik, fazileti ise iffettir. Ancak şehvet sıfatının muhabbetle değiştirilmesi yani onu aklıselimin icabınca kullanmak iffetle ifade edilir. Binaenaleyh nefsin behime kuvvetini ne tamamen serbest bırakmak ne de tamamen alıkoymak gerekir. S:636

Toplum ferdlerinden Tayyibe hayatı silip süpüren ve beşer cinsini bir birine musallat kılan, hâkimiyetleri mahkûmiyetleri çevirttiren, çirkinliğin en çirkini ırkçılık, şahsı övmek ve kibirliliktir. Bunların başı kibirlilik habaseti… S:683

İnsan üç şeyle mükelleftir: Birincisi Allah sevgisi, ikincisi ihlâs, üçüncüsü O'nun elçisine ittiba' etmekle Allah'ın emrine teslim olmak. İhlâs, muhabbet ve teslim.
İslam dinine teslim, ihlâs ve muhabbet tastam kemal bulursa kişinin nazarî olan imanı şuhûdî ve zevki olur. Hatta yer ve gök insanları hepsi aleyhinde birleşip yaygara yapsalar bile asla imanı sarsılmaz. S:684

"Büyüğün küçüğünü kucaklaması ve alnını da öpmesi içten gelen şefkate binaen olursa sünnettir." Mamafih bu gibi maksad dışında muaneka ve öpmek meşru görülmemektedir. Doğrusu uzun bir seferden dönmüş ve hayrlı bir işe muvaffak olmuş bir zatın büyüğü tarafından kucaklanması sünnettir. Zamanımızda böyle bir maksad olmadığı halde iki mü'minin karşılaşmada kucaklaşmaları sünnete muhalif düşmektedir. Bilakis ruha sıkıntı verir bir adettir.
Birçok Müslüman muanekayı adet haline getirmişlerdir. Onların birbirlerinin postuna beş kuruş vermedikleri halde şefkat, yardım, ümmete hizmet, uzun seferden dönüş gibi bir âlî maksad olmaksızın kucaklaşmaları ve öpüşmelerinin yeri yoktur. S:707

Kapitalizm ferdlere vermek hakkında ifrattadır. Sosyalizm ferdlerden bilkülliyye mülkiyeti almakla tefrittedir. Birisinde korkunç artı, diğerinde korkunç eksi vardır. İslam sistemi ise bu hususta artı ve eksiden Müberra, tükenmez, muhkem ve mutedil bir sistemdir. Her iki sistemi de reddeder. S:763

Fıtraten insan hayrı sever ve ondan hoşlanır. Hayr da aklı, ırzı, malı, şerefi korumakla ifade edilir. Bunların birine tecavüz, fesad ve fitnedir. Suret-i kat'iyyede yasaktır. S:776

"Bir şeyi yapacağına söz verip de yapmayan vefasızdır." S:812

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Muhammed Bahaedd, 2009-06-05 07:36:46

Allah Razı Olsun Çok Güzel Bir Hizmet Devamının Gelmesi Temennisi ile...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla, şüphesiz ki sen her şeye kadirsin."

Tahrim, 8

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Zühd hakkında

“Kendisine çok konuşmama ve zühd duygusu verilen kimseyi gördüğünüz zaman ona yaklaşın.Zira o hikmet telkin eder.”İbn-i Mace-Zühd:1

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI