Cevaplar.Org

MEVLANA EŞREF ALİ TEHANEVİ-(1863–1943)-2.Bölüm

İlk Haccı Mezuniyetten sonra babası ile beraber ilk haccını yaptı ve bir müddet Mekke’de kaldı. Bu sırada, o zamanların ünlü Kurralarından Muhammed Abdullah Muhacir Mekki’nin rahle-i tedrisinde, Kur’an kıraatinde ihtisas kaza


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2006-10-28 14:35:45

İlk Haccı

Mezuniyetten sonra babası ile beraber ilk haccını yaptı ve bir müddet Mekke'de kaldı. Bu sırada, o zamanların ünlü Kurralarından Muhammed Abdullah Muhacir Mekki'nin rahle-i tedrisinde, Kur'an kıraatinde ihtisas kazandı.

Talebesi Seyyid Süleyman Nedvi, onun bu ilimde çıktığı zirveyi şöyle ifade ediyor: "O kıraat sanatında ustalaşmış, Kur'an'ın müstesna bir kârisiydi. Mevlana Tehanevi'nin Kur'an kıraati her harf telaffuzunun doğru yerinden ifade edildiği şekildeydi. Sesini melodik yapmak için taklit veya abartılı bir çaba sarf etmiyordu. Daha ziyade normal sesinde okurdu ki, bu tamamıyla ilham ile doluydu ve tefekkür okuyuşun içinde erimişti."

İntisabı

Mekke'de bulunduğu sırada, Deobend'deki üstatlarının şeyhi İmdadullah Muhacir Mekki'nin yanında bulunma ve ona bağlanma imkânı da oldu. Onun manevi ihtimamı, aydınlık şahsiyeti, parlak öğretileri ve ders vermedeki mükemmel metodolojisi Mevlana Tehanevi'yi, onun kaderi olan büyük tecdid hareketi için hazırladı..

Bir sohbetinde Hacı İmdadullah hazretlerini şöyle anlatır: "Cidden, Şeyh İmdadullah'ın tevazuda, fani varlığını ifnada, münkesirülkalb olmada hâli çok acayipti. O, bu hususlarda öncü sayılırdı. Şüphesiz ki onun bütün hâli hikmet ve hakikati müşahededen ibarettir. Bunda hayret edilecek bir şey de yoktur. Zira yeryüzünde sular daima alçak ve çukur yerlere doğru akar. Onun meclisinde, onun bulunduğu sohbette insanın öğrendiği ve istifade ettiği en büyük şey şüphesiz yokluğun ve mahviyetin sırrına ermekti. Bütün yâranının ve müntesiplerini kendisinden üstün görmek onun şiarıydı. Ve "beni ziyarete gelenlerin ayaklarını öpmeyi kurtuluşum için bir vesile görürüm" derdi. Her halinde, her hareketinde, her vaktinde kulluğunu izhar eder, bol bol tevazu gösterirdi."

Tehanevi, Şeyh İmdadullah'ın tarikatındaki vusul kolaylığı için şunları demektedir: "Şeyh İmdadullah'ın tarikatında gördüğümüz şey, acil bir vakitte, fazla bir mücahede ve riyazata lüzum kalmadan Allah'a ulaşmanın imkân ve husulüdür. Bundaki sebeb de, bu yoldaki varışın, seyrü suluk yoluyla olmayıp, doğrudan doğruya Rabbani bir cezbe ile oluşudur. Bu cezbe ve incizab da Sünnet-i Muhammediye'ye ittibanın semeresi, ona tabi olmanın bereketidir. Zira Sünnet-i Muhammediye'ye ittiba, sevgiliye benzeme olduğu için insanı Allah nezdinde mahbubiyet derecesine ulaştırır."

Kanpur'da Talebe Yetiştirmesi

Hac dönüşü Kanpur şehrinde, Feyzul'âm medresesinde müderrisliğe başladı. Derin ilmi ve çok tesirli hitabeti ile kısa zamanda birden herkesin dikkatini çekmeye başladı. Medrese yöneticileri, onun bu tesirli hitabetini bağış toplamak için kullanmayı düşündüler. Bu teklifi hamiyet-i diniyesine ters buldu ve reddetti.

Böylece oradan ayrılarak Camiul Ulum medresesinde öğretime başladı. Burada 14 sene kaldı. Bu on dört yıl içinde halkı irşad ve vaaz vermek için birçok köye ve şehre gezi yaptı. Bu vaazlar halkta o kadar tesir yapıyordu ki, bir benzeri görülememişti. Derslerinin ve vaazlarının yazılı dökümleri genelde bu turlardan kısa bir süre sonra hazır olurdu..

Şeyh (rh.a) burada pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bunlar arasında en önemli isimler olarak Mevlana Şeyh Muhammed İshâk el-Berduvânî (Bu zat, "Sahihu'l-Buhârî"nin tümünü ezberlemişti.), Mevlana el-Hakîm Muhammed Mustafa el-Becnûrî (Urduca bir çok kıymetli eserin sahibidir) ve ilminin büyüküğü ile otoritesine şahit olarak "İ'lâu's-Sünen"i anmanın yeterli olacağı Mevlana Zafer Ahmed el-Osmânî sayılabilir.

Muhammed Şefiy Deobendi, onun hayatını davaya vakfetmesini şöyle anlatır: "Nübüvvet veraseti yahut ta müceddidlik cazibesi veya halka karşı merhamet ve şefkat sahibi olmak ve Müslümanların vaziyetini ıslah etmek düşüncesi bu büyük zatın çalışmalarında her bakımdan müessir oluyordu. Hatta rahat ve uykularını kaçıracak kadar da ileri gidiyordu. Gidişatlarını, hareketlerini, rahat ve uykularını, bütün iş ve güçlerini bu yola hasretmişti."

İkinci Haccı ve Müderrisliği Bırakması

1897'de ikinci haccını gerçekleştirdi. Bu haccında da bir süre kutsal topraklarda kaldı. Bu sırada, şeyhi İmdadullah hazretleri kendisinden Tehane'ye dönmesini istedi. Nihayet Hicri 1315'te(1898) müderrislikten ayrıldı ve kendini Thana Bhawan'daki dergâhı yeniden kurmaya vakfetti. Yerine öğrencisi Mevlana Şeyh Muhammed İshak el-Berduvânî geçti ve kendisi vatanı olan Tehâne-Bihûn (Thana-Bhawan)'a dönerek şeyhinin "Hangâh-ı İmdâdî" diye adlandırılan zâviyesine çekildi. Bu intikal üzerine, Hacı İmdadullah şu düşüncesini ifade etti: "Thana Bhawan'a gitmiş olman iyi bir şey; umulur ki kitleler senden ilmi ve ruhi olarak istifade etsinler. Thana Bhawan'da bir kere daha medresemizi ve tekkemizi canlandırmayla meşgul olmalısın. Benimle ilgili olarak, şahsen senin için her zaman dua ediyorum ve sana hizmete hazırım."

Şeyh (rh.a) 1362/1943 yılında vefat edene kadar bu zaviyede ikamet etmiştir. Büyük cemiyetlerin ve dünya çapındaki ilmî meclislerin bile gerçekleştirmekten aciz olduğu büyük dinî faaliyetleri Allah (cc) bu zaviyede onun eliyle gerçekleştirdi.

Thana Bhawan'da çeşitli ilmi çalışmalarının yanında halkı irşad çabalarını sürdürdü. Halkın sorunlarına verdiği fetvalar elden ele dolaştı, mektuplarla fetvaları ülkenin her tarafına ulaştı. Zamanla bu tatlı su kaynağına koşan insanlar o kadar çoğaldılar ki, devlet bu ufak kasabaya bir tren istasyonu açma mecburiyetinde kaldı.

İrşad yolunda mazhar olduğu bu muvaffakiyeti, Muhammed Şefi Deobendi şöyle ifade eder; "Öyle muvaffakiyetler ki, koskoca cemiyet, müessese ve teşekküller, bunun onda birinin onda birini bile kolayca başaramamışlardı. O büyük zat insanlardan uzak, münzevi bir hayatı sevmesine rağmen müceddidlik vazifesi kendilerini inziva köşesinden çıkarıp memleketin her tarafını, her köşe ve bucağını dolaşmaya sevk etti. Ülkenin her yerini gezip dolaşıyor, vaaz ve nasihatlerde bulunuyorlar, lisanen tebliğ vazifesini de kendilerine has, hususi usulleriyle ifa edip halkı uyarıyorlardı. Bir taraftan bu yolun saliklerini yetiştirmek gayesiyle talim ve terbiye ile meşgul oluyor, diğer taraftan da kitab telifatı ve fetva ileri ile uğraşıyorlardı."

Tecdid hareketi

Şair şu sözü sanki onun için söylemişti; "İçler karardıkça karardı. Buna karşı Allah öyle bir adam hazırladı ki, uzak bir köşede oturur, meşaleyi yakar. Kalpler ve ruhlar onunla aydınlanır. Kur'an'ı ezbere okuyanın bile huzur ve huşuu kaybettiği, ulema ve hükemanın dahi iman ve yakinde iflas ettiği bir zamanda."

Muhammed İkbal de bu acı zamanı şöyle tasvir eder: "Saflar eğri ve aralıklıdır. Kalpler boş ve şaşkındır. Secde sönük ve donuktur. Hararet ve şevk yoktur. Kalbin kıvılcımı sönmüş, gönlün koru küllenmiştir."

Tasavvufi disiplinlerin özünü kaybettiği, şekil ve merasimlerin öne çıktığı, "folklor Müslümanlığı"nın revaç bulduğu, akli ilimlerin kalbi ilimlerden talak-ı selase ile boşandığı işte böyle bir dönemde, akli ve kalbi ilimlerde yed-i tûlâ sahibi bir insan olarak Eşref Ali Sahip, hizmet meydanına atıldı. Avamın yanlış akidelerini düzeltti, dini düşünceye bir saykal vurdu. Tasavvufu ifrat ve tefrit noktasına getirenlere karşı, tasavvufun asli yapısını Kur'an ve Sünnetten deliller getirerek açıkladı. Ve haklı olarak koskoca bir coğrafyada Hekim ül Ümme(Ümmetin doktoru) lakabını aldı..

Büyük âlim Abdülbari en Nedvi diyor ki: "Şeyh hazretleri-sırf bu maksadın tahakkuku uğrunda, tasavvuf için Kur'an Ve Sünnetten açık delillere dayanan iki bin mesele tespit etmiş, "düşünce ve tetkiklerimi derinleştirseydim, bir bu kadar daha mesele çıkarırdım" buyurmuşlardır...

Maalesef son yüzyıllarda tasavvuf ehil olmayanların elinde bir acubeye dönmüştü. Dönmüştü de, çok iyi niyetli âlimler bile ona cephe almışlardı, kalpler ona karşı ister istemez soğumuştu. Merhum allame Said Havva haklı olarak şöyle demektedir:

"Tasavvufla ilgili, birine bir kitap adını vermekte güçlük çekiyorum. Çünkü tasavvuf kitaplarının çoğuna, biraz bilgisi olan insanın hoşnut olamayacağı çok şeyler karışmıştır. Bakarsınız mesnetsiz ibareler, ölçüsüz şatahatlar(tasavvuf ehlinin anormal sözleri) ve bir tarafı yapayım derken başka tarafı yıkmalar çoktur." Ve esefle şunları da ifade eder: "Tasavvuf kitaplarını okuyan bir insanın, dinin ötesinde bilmecelerle karşı karşıya olduğunu sezmesi gerçekten üzücü bir şeydir."

İşte bu düğümü keskin kılıcı ile çözen, tasavvufun hakikatini ve vartalarını dile getiren zat Eşref Ali Tehanevi oldu. Bu konuda merhum Ebul Hasan en Nedvi şunları yazmakta: "Şimdiye kadar gittikçe dürülen ve düğümlenen bu tezkiye-i nefis yolunu kolaylaştırmak ve halkın istifadesine sunmak, maksadı vasıtadan, özü kabuktan ayırmak için Cenab-ı Hakk onun sinesini açmış ve bu yolda içtihad ve imamet derecesine ulaştırmıştır. Büyük terbiyeciler, şeyhler ve ilim adamları O'nun bu babda tek olduğunu, bu ilmi yenileme hususunda tek ve benzersiz olduğunu ikrar ve teslim etmiş bulunuyorlar. Tasavvuf gerçeklerinin tecellisi ve halkın bunun lüzum ve ehemmiyetine ikna edilmesi, hakiki tasavvuf yolunun, herkesin meşgalesine, meslek ve meşrebine, akıl ve zekâsına kolaylaşması için vâz-u irşad, te'lif ve terbiye yolunda Cenab-ı Hakk, O'na tevfik vermiştir. O kadar ki ona uzanmak kolay, meyvesini devşirmek yakın..Aydın ve memur, lider ve bilgin, müellif ve muallim, üniversite hocaları, yeni felsefenin ve batı medeniyetinin tesiri altında kalanlar, küfür ve ilhad ateşiyle dinden çıkmaya kulak asanlar,boşlar ve meşguller,zeka ve dirayet sahipleri, sanat ve zanaat ehli, himmeti zayıf olanlar ve gücü kuvveti yerinde olanlar müsavi olarak üstada saygı duyar, teveccüh ederlerdi. Öyle ki tasavvufun ve ruh hayatına ait ıslahın, aydınlar zümresi içinde üstün yeri ve bu madde asrında bir devri başladı."

O, Tasavvufa çeşitli yerlerden gelmiş bulaşmış bütün tortuları temizledi. Yanlış anlayışları düzeltti. Hem ilmi hem de ameli anlamda 20. asırda tasavvufun yenilenmesinin en büyük kahramanı, bir mürşid-i kâmil oldu.

Yakın talebelerinden büyük âlim Abdülbari en Nedvi bu hususu şöyle anlatır: "Bu yanlış düşünce öyle yaygın hale gelmiştir ki, birçok meşayih-i kiramda bile görülmüştür. Onlar müridlerinden beyat aldıkları ve onlara sayısız zikirler telkin ettikleri vakit vazifelerinin sona erdiğini sanırlar. Ne müridlerinin ahlak ve amelini fesada götüren hallere mani olurlar, ne onları uygunsuz hallerinden dolayı muaheze edip sorguya çekerler, ne de bir derde derman bulup ruhi buhranlara tedbir alırlar. Bir talip bu şeyhlerden birine derdini arz etti de ondan çare istedi mi, hemen, yapıp yapmayacağını düşünmeden ona bir yığın evradu ezkar tavsiye etmeye kalkarlar. Ama Müceddit Şeyh Tehanevi merhum, bu cihetten, o nevi şeyhlerden ayrılır. Çünkü O, tasavvufun yüce karakterinde büyük bir değişiklik meydana getirdi. Bundan dolayı biz, kendisi için büyük kıymeti haiz olan bu büyük gayreti şükranla yâd ederiz."

Tehanevi, bir münasebetle şöyle demişti: "Yalnız ve yalnız evrad ve ezkarla meşgul olmak kâfi değildir. Allah'a yemin ederim ki, yalnız evrad ve ezkar şeyhi olan kimselerin nezdinde ıslah-ı hal diye bir şey bulunmaz. Ahlak ve amelde yapılması istenen ıslah, ancak salah yolunu ihtiyar etmekle olur."

Tasavvuf adına işlenen yanlışlara birçok eserinde karşı çıkmış, sırat-ı müstakimi belirtmişti. İşte bazı misaller: "Gerçi Sufiyye de Allah'ın rızası ancak nefse muhalefetle hâsıl olur zannına kapıldılar. Bu muhalefet ne kadar şiddetli olursa Allah'ın rızası da o nispette büyük ve daha sağlam kazanılmış olur sandılar. İsterse bu muhalefet Şeriat-ı İslamiyye ile uyuşmasın. Bunu böyle kabul ettiler. Hatta o kadar ki bazıları kendisine et yemeyi haram kıldılar ve yemediler. Nefislerini soğuk su içmeden men ettiler ve kana kana içmediler. Bazıları yumuşak döşekten çekindi ve uzanıp yatmadı. İslam'ın nimetini nefislerine haram kılan, açlık ve susuzluk sebebiyle içeride uzuvlarını kurutan ve onları ölüme mahkûm eden kimselerden meydana gelen bir grup böylece haddi tecavüz etmiş, ölçüyü taşırmışlardır. Hâlbuki ben etrafında ateş yakıp, geçip içinde serbestçe oturan bir kâfire şahid oldum. Bir şey çıkmaz ki bunlardan, Öyle basit şeylerdir ki bunlar. Bunları kör cehalete nispet etmek daha uygundur. Bu hususta itidal ve iktisat, Şer'i Şerifin emirlerini muhafaza ederek nefsin kıvama gelmesinde tam manasıyla mücahede eden kimselerdedir."

"Gerçeği araştırmayan şu cahil sofulara esef olunur ki, onlar tasavvufu kalp akçeye çevirdiler. Bozdular ve halk nazarında onu korkunç ve tehlikeli bir duruma soktular. Sufiyane uzleti onlar uydurdular, zevceleri boşamayı onlar emrettiler. Ehil ve evlattan uzak yaşamayı, kadınlara perhizkâr olmayı onlar tavsiye ettiler. Kırk nohut tanesi ile kırk gün geçinmeyi onlar ortaya attılar. Ve dediler ki; Velayet ve Allah'a vuslat ancak bu yolla hâsıl olur. Fakat ben de sarahat ve vuzuhla söylüyorum ki, velayet ve vuslat yumuşak döşemeler, rahat koltuklar üstünde, hatta mevki-i emarette nefis yemekler yenilerek bile olur."

O, Müslümanların cehaletinden kaynaklanan birçok gereksiz uygulamadan derin endişe duyuyordu. Bu yüzden, bu konuyla ilgili birçok kitap yazdı. Hıfz al-İman adlı kitabı mezarlara ibadet, Allah'ın dışındakilere niyazda bulunmak, Peygamberin ve velilerin her yerde olması vs. gibi şeylerle meşgul olmanın yanlışlığını açık bir şekilde anlatıyordu. Ahlat al-Avam adlı başka bir eser insanlar arasında yaygın olan bütün gayri-İslami bidat ve hurafeyi dışarı atmaya yönelik ciddi bir çalışmaydı. İnançta, ibadette ve muamelelerde bidatler bu kitapta kınanır. "Mevlana Tehanevi'nin dengeli yaklaşımı bütün dini hükümleri ifrat ve tefrite düşmeden doğru yerlerine koyar."

Etkili Hitabeti Ve İrşadı

Onun mesajını geniş bir başarıya ulaştıran ayırıcı vasfı ve temel prensibi harikulade bir denge anlayışı ve konuşmalarındaki, yazılı eserlerindeki açık sözlülüktür. İslami öğrenimin her dalı arasındaki tutarlılık onun şahsiyetinde armonisini bulmuş, derslerinde açıklanmış ve yazılı eserlerinde kayıt edilmişti.

Onun dini yaklaşımı tartışılan konunun bütün yönlerini kapsar ve değişik konulardaki bakış açıları Ehl-i Sünnet nazarının gerçek, kapsamlı bir tetkikini yansıtır. Keskin zekâsı, inkılâpçı talim ve öğretme metodu, Allah ve Resulü'ne karşı sevgisi, açık fikirliliği, hoşgörüsü ve dini disiplinlerde benzersiz ve taze ama muhafazakâr anlayışı İslam tarihinde ona kalıcı bir yer ayırdı.

"Müslümanlar Batılı kolonist güçlerin fiziksel ve entelektüel olarak saldırısı altında oldukları bir zamanda modern çağın bütün din dışı etkilerine karşı koymaya yönelik konuşmalarında, yazılı eserlerinde, fetvalarında ve ruhi terbiyesinde edebi ve akademik zenginliğiyle kitlelerin ıslahçısı, örnek bir ruhani rehber, üretken bir yazar, ruhani bir hukukçu, entelektüel bir bilge ve İslami geleneğin bir güçlendiricisi olarak hatırlanacak" diyor Ali Altaf Mian..

Tehanevi, eserlerinde halkın seviyesine inmiş, tabiri caizse tenezzülat yapmıştır. Ondan dolayı da eserleri hâlâ elden ele dolaşmaktadır. Talebelerinden büyük âlim Muhammed Tagi Osmanî, Deobend'in Büyükleri adlı eserinde buna şöyle işaret eder: "Mevlana Tehanevi'nin ilmi sadece muhakkiklerinin istifade ettiği bir ilim değildi, bütün Müslümanlara faydası dokunmaya devam ediyor. Mevlana Tehanevi'nin sözleri sohbetlerine katılanların kulaklarına akardı, sonra ruhlarındaki pasları kırarak kalplerini vururdu."

Onun etkin vaizliği konusunda Muhammed Şefi Deobendi'nin oğlu büyük alim Muhammed Tagi Osmani şunları yazmaktadır; "Şeyh (rh.a), Diyubend (Deoband)'de öğrenim gördüğü sıralarda vaaz ve hitabet pratikleri yapılır, her cuma gecesi öğrencilerin toplandığı oturumlar tertip edilir ve konuşurken kullanılan ifadeler üzerinde hassasiyetle durulurdu. Şeyh (rh.a), bu toplantıların önde gelen simalarındandı. Öyle ki, öğrenimini tamamladıktan sonra, zamanının en ünlü hatip ve vaizlerinden biri olmuştu. Kanpur'daki ikameti sırasında da va'z-u nasihatlerde bulunur ve her tarafta kendisi için toplantılar yapılırdı. Daha sonra bu toplantılar, tüm Hindistan'ı sardı. Vaazları ülkenin dört bir yanında şöhret buldu ve bu toplantılara katılmak için her türlü güçlüğe katlanarak uzun yolculuklar yapılır hale geldi. Onun vaazlarını dinlemek, bulunmaz bir fırsat olarak değerlendiriliyordu ki gerçekten de öyleydi. Onun vaazları uçsuz bucaksız bir deniz gibi derin ve yoğundu. Bu vaazlarda, gerçekten uzun mesafeler kat etmeye değer ilim ve hikmet parıltıları, nadir konular, değerli misaller ve latifeler yer almakta, tefsir, fıkıh, hadis ve tasavvuf konularında kitaplarda rastlanamayacak bilgiler bulunmaktaydı. Bu konuşmalarında Şeyh'in ağzından, kalpleri aydınlatan ve zihinleri nurlandıran irfan incileri dökülürdü.

Onun vaazlarının, bu asırda bir benzeri daha bulunmayacak şekilde nefisleri ıslah edici ve fikirleri güçlendirici bir özelliği vardı. Bu vaazları dinledikten sonra, alışkanlık haline getirdiği kötülüklerden vazgeçen insan sayısı oldukça fazladır. Aynı şekilde, nefsin heva ve heveslerine ve bid'atlere dalmış pek çok kimse bu vaazlar sayesinde tevbe etmiş, çeşitli şüpheler içinde çırpınan binlerce insan, iman ve yakîn'e yol bulmuştur. Onun vaazlarıyla hayatında bir devrim meydana gelen erkek ve kadın sayısı binlerle ifade edilmiştir. Allah (cc)'a hamd ediyoruz ki bu vaazların büyük bir çoğunluğu, öğrencileri ve irşad ettiği kimseler tarafından anında kaydedilmiş ve bunlar, her biri en az 600 sayfadan oluşan 20 cilt halinde basılmıştır.

Bu matbu vaaz metinleri, gürül gürül akan bir kaynak olarak günümüze kadar gelmiş, hiçbir şekilde azalmamış, kesilmemiştir. Bu beldelerde hesaba gelmeyecek sayıda insan bulunmaktadır ki, Şeyh et-Tehânevî ile sohbet etmedikleri ve onu görmedikleri halde, bu matbu vaazlar sayesinde onun sohbetlerinin faydasını görmüş, bu sayede hayatlarında büyük bir dinî inkılap meydana gelmiştir.

Vaazlarından ötürü herhangi bir karşılık almamak onun âdetiydi. Hatta vaaz sonrası kendisine, herhangi bir hediye getirilecek olsa onu bile asla kabul etmezdi. Vaazlarında terhîb (korkutma, tehdit etme) yerine tergîb'i (teşvik etme, sevdirme) tercih eder ve şöyle derdi: "Çağımız insanının tabiatını inceledim ve korkutmak yerine lisan-ı münasiple teşvik etmenin daha yararlı olduğunu gördüm. Bu yüzdendir ki vaazlarımda daha az korkutma ve daha çok müjdeleme yolunu tercih etmekteyim."

Vaaza başlamadan önce de şöyle dua ederdi: "Allah'ım, beni burada hazır bulunanların ihtiyaç duydukları ve durumlarını düzeltecek şeyleri açıklamakta başarılı kıl!"

Vaazlarında durum gerektirmedikçe müslümanlar arasında ihtilaf konusu olan hususlara değinmez, değinmek zorunda kalınca da bu türlü meseleleri, yumuşaklık ve tatlılıkla şerh ederdi. Böyle durumlarda, muhaliflerine kaba konuşmak ve zamanımız vaizlerinin yaptığı gibi aleyhlerinde mübalağalı davranmak yerine hikmet ve güzel öğüt yolunu tutar ve peygamberleri örnek alarak yumuşak söz ve mev'ıza-i hasene ile hitabı tercih ederdi.

Şeyh (rh.a), Hangâh-ı İmdâdî'deyken hergün öğleden sonra genel bir toplantı düzenlerdi. Öğrencilerinin ve halkının katıldığı bu toplantılarda onlara va'z-u nasihat eder ve çeşitli sorularını cevaplandırır, hemen her konuyu işlerdi. Orada hazır bulunanların bazıları, Şeyh'in söylediklerini yazardı. Bunlar, daha sonra "el-Melfûzât" adıyla basılmıştır. 20 ciltten fazla olan "el-Melfûzât"ta ilim, hikmet, letaif, kıssalar, tarihî haberler, vaaz, ibret, ıslah, irşad, edep, ahlak, eleştiri, reddiye vb. gibi pek çok husus yer alır. Hint alimleri bu eserin, sağlam bir dinî anlayışın oluşmasında ve amel-i salih'e teşvik konusunda oldukça etkili olduğunu tecrübe etmişlerdir.

O'nun Huzuru

Bazı şeyler satırlara dökülemez..Yaşanmadan idrak edilemez..Yemeğin lezzeti tarifle bilinebilir mi? İşte Mevlana Tehanevi'nin altın iklimi de ancak yaşanarak tadılabilecek, üns esintilerinin esip durduğu, dolu girenin boş, boş girenin dolu çıktığı böyle bir atmosferdi.

Pakistan'ın büyük âlimlerinden Abdülbari en Nedvi bu durumu ne güzel anlatıyor: "O zaman kadar pek çok kitap okudum. Mücerret ilim erbabının yaşadığı vasatta yaşadım. Mezuniyet diploması almaya muvaffak oldum ve kendimi yazar ve müelliflerden sayıyordum. Fetanet ve zekâda arkadaşlarımdan, akıl ve dirayette yaşıtlarımdan geri kalmıyordum, fakat Şeyh Tehanevi hazretlerinin meclisinde birçok kereler hazır bulunduktan sonra anladım ki ben, basiret-i diniyyeden mahrum, dini anlayış ve kavrayıştan uzak, kupkuru, bomboş bir ahmakmışım."

"O öyle kâmil bir insandı ki, kendisine mülaki olduktan ve aramızda ruhi bağ meydana geldikten sonra, nefis terbiyesinde, batini hastalıkların tedavisinde asla anarşiye düşmedim, sarsıntıya uğramadım. Ve ben ruhi bir illetin, gizli bir veremin son devrelerinde kıvranıyordum. Böyleyken içimdeki en son hayat kalıntımın iadesini, ruhumun itminan ve huzuruna ait her şeyimin geri gelmesini-muhtelif bedeni yorgunluklarıma ve türlü bünyevi hastalıklarıma rağmen- Şeyhe ve şeyhimin eserlerine karşı beslediğim alakaya borçluyum. Eğer bu gizli kuvvet olmasaydı karşılaşmış olduğum müşkül darbelere, iç buhranlarına mukavemet edemez, karşı koyamazdım."

"Günlük hayatımızda bizim edep, güzellik ve medenilik dediğimiz şeylerin hepsini, günlerce Şeyh Hazretlerinin meclisinde bulunduktan ve sohbetlerinde nurlandıktan sonra bildik, gördük, anladık ki, biz aldanmışız, hadiselerin özüne değil, kabuğuna bağlanmış, onların tezahürlerini görmüşüz."

Bir başka talebesi, Ali Altaf Mian da, üstadı hakkında şunları ifade eder: "Modern zamanlarda eğer birisi "Ve işte böylece Biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki, insanlar nezdinde Hakk'ın şahitleri olasınız" (Bakara:143) ayetinin bir misalini isteyecek olursa, Mevlana Tehanevi'nin hayatı ve dini yaklaşımı en uygun örneklerden biri olur."

Muhammed Tagi Osmani, onun ahlakı ve irşad yöntemi hakkında şunları yazıyor: "İşte Tasavvuf konusundaki bu mutedil ve selim fikir, Şeyh et-Tehânevî (rh.a)'nin eserlerinde ve vaazlarında Kitap ve Sünnet'ten delilleri, Sahabe'nin ve evliyanın yaşantılarından örnekleri akl-ı selim ve nefsî tecrübelerden hüccetleriyle ayrıntılı olarak yer almıştır. Bunun yanı sıra, onun bu eserlerinde Tasavvuf ve büyük sufilerin Kitap ve Sünnet doğrultusundaki amelî tatbikatları etrafındaki şüpheler, kalpleri tatmin edecek, göğüsleri genişletecek ve kendini büyük gören cahillerle kendini cahilliğe veren inatçılar dışında kimsenin inkârına meydan bırakmayacak şekilde cevaplandırılmıştır.

Şeyh'in, Tasavvuf'un gerçek mahiyetini aydınlatıcı çalışmalarından pratik alanda yapılanlara gelince, bunlar da onun Sünnet-i Muhammediyye'ye uygun, ilmî metot ve şeriatin öngörüleri doğrultusunda mürit terbiyesi ile gerçekleştirdiği çalışmalardı. Birisi bey'at etmek üzere kendisine geldiği zaman, ona önce, gerek Allah (cc)'ın hukuku, gerekse kul hukuku noktasından üzerine düşen şer'î vecibeleri yerine getirmesini emrederdi. O yöredeki insanların Allah (cc)'ı zikir ve ibadetlere devam ediyor oluşları dolayısıyla Şeyh, ağırlıklı olarak kul hukuku üzerinde dururdu. Zira zikir ve ibadet görevlerini yaparken insanlar, kul hukukunu ihmal ve muamelata ilişkin pek çok konuda şeriata muhalefet ediyorlardı.

Keza Şeyh vird, zikir ve sair nafilelerden ziyade adab-ı muaşeret talimine özen gösterir ve bu meyanda şöyle derdi: "Gücümün çoğunu, herhangi bir kimseye benden veya arkadaşlarımdan bir eziyet gelmemesi için sarf ediyorum. Bu eziyet ister vurma, dövme çekişme gibi bedenî, ister malını haksız yolla yeme veya hakkını gasb etme gibi malî, ister küçük düşürme ve gıybet gibi şahsî, isterse muzdarip ve kötü bir durumdayken kendisini terk yahut kendisine hoşlanmadığı bir şekilde muamele gibi nefsî bir konuda olsun. Eğer bizlerden böyle bir şey sadır olmuşsa bu bir hatadır ve af ve bağışlanma dilemek gerekir. Bu konuya her şeyden çok önem vermişimdir. Öyle ki, birisinin, zahirî bir tavrıyla şeriata muhalif hareket ettiğini görsem, bundan büyük bir elem duyuyorum. Aynı şekilde birisinin, kul hukukuna riayet etmediğine şahit olsam, beni şiddetli bir hüzün kaplar ve Allah (cc)'a o şahsı o beladan kurtarması için dua ederim."

Yine Şeyh'in bir sözü: "Şüphesiz ki güzel ahlakın başı iyi davranış, esası da, kişinin başkasına eziyet vermeyecek tarzda hareket etmesidir. Bunu, Hz. Peygamber (s.a.v.) lafzı kısa, anlamı geniş olan şu sözüyle öğretmiştir: "Müslüman, diğer müslümanların, elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir." Başkalarının incinmesine sebebiyet veren her şey kötü ahlak kapsamına girer isterse bu şeklen insanların güzel ahlak olduğunu iddia ettikleri ta'zim, edeb yahut başkasına hizmet etmek amacıyla takınılmış bir tavır olsun. Çünkü güzel ahlakın esası başkalarının rahat ve huzurlu kılınmasıdır ki bu da hizmetin başlangıcıdır. Dolayısıyla, bir kimsenin rahatını temin etmeksizin ona hizmet, özden yoksun bir kabuk mesabesindedir. Şu bir gerçektir ki, adab-ı muaşeret, dinin şeairinden olması hasebiyle, akaid ve ibadetlerden sonra gelir. Bununla birlikte şu da bir gerçektir ki, adab-ı muaşeret, bir diğer açıdan da bunların mukaddimesidir ki o da, akaid ve ibadetlerdeki bir arızanın, kişinin kendi nefsinde kalan bir zarar olmasına karşılık, adab-ı muaşeretteki bir arızanın, başkalarına sirayet eden bir zarar oluşudur. Kişinin, başkasına verdiği zarar ise, kendi nefsine verdiği zarardan daha şiddetlidir. Konuya bir başka açıdan yaklaşacak olursak, Allah Teâlâ (c.c.) adab-ı muaşeret konusunda ta'lim içeren "... onlar ki yeryüzünde tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine laf attığı zaman da selam(etle) de(yip geçe)rler" (25/el-Furkân, 63) kavl-i şerifini, ibadetler ve diğer hususları içeren "Onlar ki gecelerini, Rabbleri için secde ederek ve kıyamda durarak geçirirler" (25/el-Furkân,64) kavl-i şerifinden önce zikretmiştir. Dolayısıyla hüsn-i muaşeret (:güzel davranış), farzlara kıyasla bazı açılardan önde gelirken, nafilelere oranla her açıdan öndedir."

Şeyh et-Tehânevî (Tanavî)'nin bu düşünceleri, hiç bir zaman, havada kalan ve sonuç getirmeyen nazari görüşler olarak kalmamış, kendi amellerine ve hayatına yansıdığı gibi, müritlerinin hayatına da yansımıştır.

Hangâh-ı İmdâdî'deki Örnek Faaliyetler:

Hangâh-ı İmdâdî, burada takibedilen metot bakımından yeryüzündeki biricik terbiye merkezi idi. Burada ahlak temizlenir, fikirler olgunlaşır, kişisel ve toplumsal hayatın edepleri öğrenilirdi. Hindistan'ın dört bir yanından ve civardan gelen müslümanlar burada toplanırdı. Bunların içinde alimler, büyük şeyhler, doktorlar, mühendisler, memurlar, öğretmenler, ziraat ve sanat erbabı, kısaca hayatın her alanından insanlar bulunurdu. Buraya gelenlerin, yanlarında eş ve çocuklarını getirdikleri de olurdu. Şeyh bunların durumlarını sorar, kendilerine dini öğretir, onları İslamî ahlak üzere eğitir ve onu elde etme yolunu belletir, adab-ı muaşeret üzerinde durur ve kendilerine bu konunun ince noktalarını açıklardı. Dikkatlerini nefsî hastalıklar üzerine çeker ve bunlardan kurtulma yollarını beyan ederdi.

Bu tekkenin oldukça sağlam bir sistemi vardı ki buna muhalefete hiç kimsenin gücü yetmezdi. Bu sistemin kendisi bile İslam adabının canlı bir misaliydi. Şeyh burada insanları, hayatlarını tanzime, zamanlarını değerlendirmeye, Allah (cc) ve kul haklarını eda etmeye ve başkalarına eziyet vermekten sakındırmaya teşvik ederdi.

Beşerî Münasebetleri:

Bu tekke için, "insan üreten bir fabrika" demek yanlış olmasa gerektir. Zira insanlar burada olgunlaşır, güzel ahlak ve salih adap kalıbına dökülürdü. Şeyh'in, sürekli olarak üzerinde önemle durduğu bu ahlak ve adabı ayrıntılarıyla vermeye kalkarsak şüphesiz ki söz çok uzayacaktır. Ancak biz bu husususun bazı açılardan açıklanmış olması için, Şeyh'in yaşantısından kimi örnekler vermeden geçemeyeceğiz:

1- Allah (cc) rahmet eylesin, birisine ihtiyacı için bir şey söyleyecek veya emredecek olsa onu çağırmaz, kendisi ona giderdi. Bu kişi ister öğrencilerinden, ister müritlerinden, isterse yaşı küçük akrabalarından biri olsun fark etmezdi. Bu hususta şöyle derdi: "Muhtaç olanın, kendisine ihtiyaç duyduğu kişiye gitmesi gerekir, iş ters dönmemelidir."

Muhammed Hâşim, Şeyh'in arkadaşlarından ve ihlaslı müritlerindendi. Kendisi doktordu. Şeyh, bazı rahatsızlıkları konusunda tedavi olmaya ve hastalığını öğrenmeye her ihtiyaç duyuşunda, hastalığını mazeret olarak görmez ve doktora bizzat kendisi giderdi.

2- Hizmetinde bulunanlara hiç bir zaman iki işi bir arada emretmezdi. Önce birini, o bittikten sonra ikincisini emreder ve şöyle derdi: "Hizmetimi görenin, ikinci işi de aklında tutma yüküne katlanmak zorunda kalmaması için böyle davranıyor, o işi akılda tutma meşakkatini hizmetimde bulunanlara değil kendi nefsime yüklüyorum."

3- Haklı olmadıkça kimseye aracılık etmezdi. Eğer bunun, aracı olarak gittiği kimseye bir yük getireceğini bilecek yahut sanacak olursa, yine kesinlikle aracılığı kabul etmez ve bu hususta şöyle derdi: "Aracılığın söz konusu olduğu bir işte insanlar kendisine aracılık edilen bakımından hassasiyet gösterirken, kendisine aracı olarak gidilen kimse bakımından aynı hassasiyeti göstermiyorlar. Oysa bir insana yardım etmek müstehab iken, başkasına eziyetten sakınmak vaciptir. Müstehabı yerine getirmek için vacip nasıl terk edilir."

4- İsterse en sevdiği kimselerden biri olsun ve yanında kalmasını gönülden arzu etsin, kendisine konuk olarak gelen hiç kimseye, misafirlik süresini uzatmak için ısrar etmezdi. Ancak kendi rızası ile kalırsa o başka. Aynı şekilde, misafirine ağır gelmemesi için onu, eğer istemiyorsa daha fazla yemek yemeğe de zorlamazdı.

5- Kendisinden cevabî açıklamalar beklediği kimselere her mektup yazdığında -ki bunların, öğrencisi yahut kendisinden yaşça küçük akrabası olması durumu değiştirmezdi- zarfın içine ikinci bir zarf-kâğıt ve pul koyardı.

İşte Şeyh (rh.a) adab-ı muaşeretin ince noktalarına böyle titizlikle riayet ederdi. Kendisinin bu konuda müstakil eserleri de bulunmaktadır. Onun ve müritlerinin Hangâh-ı İmdâdî'deki yaşantıları ve bu tekkede kurdukları sistem, İslamî adabın pratik bir tefsiri idi. Öyle ki insanlar onun arkadaşlarını ahlakta, muamelatta ve adab-ı muaşerette riayet ettikleri inceliklerle tanırlardı.

Talebeleri

Bu husus da çok şaşırtıcı ve hayret vericidir: Mevlana Tehanevi'nin talebeleri ve müritleri Güney Asya'nın ileri gelen âlim bir neslini oluştururlar. Tek başına bu husus bile bu insanın ne kadar baş döndürücü bir kâmet olduğuna yeter artar aslında. Onun tedris halkasından, mürşid payesine ulaşmış 140 seçkin insan çıkmıştır. Biz sadece bu zatların bir kısmının isimlerini yazabileceğiz:

1-Seyyid Süleyman Nedvi: Ünlü allame Şibli Numani'nin baş tilmizi olan bu mübarek zat, ruhi terbiyesini de Tehanevi hazretlerinden almıştır.

Dar-ül Musannifin'in yayın organı Maarif Dergisi'nin Süleyman Nedvi Özel Sayısı(s:289)'nda Süleyman Nedvi ile Eşref Ali Tehanevi'nin tanışması şöyle anlatılıyor: "1934'ün sonları ve 35'in başlarıydı. Süleyman Nedvi hazretleri, Muhammed İkbal merhumun daveti üzerine, bir heyete katılmak üzere Lahor'a gitmişti.

O ana kadar Mevlana Eşref Ali Tehanevi hazretleri ile hiç görmemişti. Lahor'dan dönüş yolculuğunda Thane Bhawan'da istasyonda inerek bir süre için orada kalmayı düşündü.

Böylece manevi duygusundaki bu arzu yerini bulmuştu. Mürşid Tehanevi bu görüşmeden nasıl etkilendiğini bizzat kendi ifadeleriyle Abdülmacid Deryabadi'ye yazdığı mektupta şöyle dile getiriyordu: "Mevlana Seyyid Süleyman Nedvi kardeşimiz aniden çıkageldi. Evdeydim. Haber alır almaz, hemen yanına gittim. Hayalimde o, iri yarı biri gibi idi. Kendisini orta boy ve normal yapıda biri olarak görüne kendisine kalbim çok ısındı. Tekrar tekrar kendisiyle konuştuktan sonra, mütevazı kişiliği ve yapmacıksız, sâde hareketleri ve karşısındakilere saygılı ve kibarca davranışları beni kendisine bağladı. Saat 11'de teşrif ettiler. Saat 3'de ayrıldılar. Toplantıda uzun süre onun hakkında sitayişli konuşmalar yapıldı." (Hakim-ül Ümme adlı eserin 438. sayfasından naklen.)

2-Muhammed Tayyib Kasımi: 1930'lardan 80'lere kadar Deobend akademisinin başmüdürü.

3- Muhammad Vasiyullah Han: Hindistan'da Miftah'ul Ulum medresesinin kurucusu ve geçen yüzyılda Hind diyarının manevi önderlerinden biri.

4-Muhammed Şefiy Deobendi: Pakistan eski başmüftüsü.

5-Abdülbari en Nedvi: Ünlü alim ve filozof.. Haydarabad'daki Osmaniye Üniversitesi'nde modern felsefe dersleri vermiştir, Descartes gibi Batılı filozofların kitaplarını Urduca'ya çevirmiştir ve arkasında birçok değerli, edebi risale bırakmıştır

6-Abdülmecid ed Deryabadi; Son devrin en büyük Urdu dili edibi..

7-Mevlana Zafer Ahmed Osmanî(Hanefi Fıkhına ait 22 ciltlik İla es Sünen'in sahibi)

8- Mevlana Beşir Ahmed el Osmani; Pakistan'ın kurucularından..

9- Müftü Muhammed Hasan El Emristari: Eşrefiyye Üniversitesinin kurucusu..

10-Hayri Muhammed el Calidehri: Pakistan'daki medreselerin en büyüğü Hayrül Medaris'in kurucusu.

ve daha niceleri..

Kur'an'a Vukufiyeti

Merhum Üstad, Kanpur'da ders verirken Kur'an'ın büyük müfessiri İbn-i Abbas'ı rüyasında görmüştü. Bu sadık rüya onun büyük bir müfessir olacağına bir işaretti. Gerçekten de o, Beyan-ül Kur'an adlı Urduca Tefsiri ile Güney Asya ülkelerinde bir çığır açtı. Seyyid Süleyman Nedvi "Onun tefsiri ağırlıklı olarak Allame Alusi al-Bağdadi'nin Ruh'ul Me'ani'sine dayanır ve bu eser de Hicri 13.asrın ortasında yazıldığı için Kur'an'ın daha önceki tefsirlerinin hepsini içerir" der. Bir de Alusi'nin diğer bir özelliği vardır ki, Eşref Ali Tehanevi'de gördüğümüz denge ile örtüşmektedir

Muhammed Taki Osmani de, Beyan-ül Kur'an hakkında şunları yazmaktadır: "Bu eser, Tefsir, Nahiv, Belagat, Fıkıh, Kelam ve Tasavvuf konularında önemli ilmî hususlar ihtiva etmektedir. Bu eserin kıymeti ancak, diğer tefsirler üzerinde yapılan uzun boylu çalışmalardan sonra kendisine müracaat edildiğinde bilinebilir. Zira bu tefsir, diğerlerinin özü ve ilmî kapsayıcılık özelliği olan bir özetidir."

Abdülbari Nedvi de, hazretin Kur'an'a vukufiyeti hakkında bize şu ipucunu vermektedir: "Mevlana Tehanevi, Hanefi mezhebine ait hükümleri Kur'an'dan istihraç ettiğinde bu noktanın her zaman o ayette bulunmuş olmasına rağmen bilgimizin onu kavrayamamış olmasına hayret ederdik. Onun açıklamaları, parlak şualardan tamamıyla istifade etmemizi temin edecek şekilde bulutları dağıtırdı."

Tefsir konusunda Şeyh'in "et-Taksîr Fi't-Tefsîr" adlı bir risalesi bulunmaktadır ki bu risalede bazı çağdaş tefsirleri eleştiri süzgecinden geçirmiş ve çağımızda pek çok kimsenin gafil kaldığı Usul-i Tefsir hakkında nefis kaideler şerh etmiştir. Bunun dışında Şeyh'in, Kur'an ilimleri ve Tefsir hakkında 23 risalesi daha bulunmaktadır.

Izdırabı

Üstad Tehanevi, kendisi gibi olan her baş yüce gibi, ümmetin ahu efganı ile dertliydi. Bu konuda talebelerinden Pakistan umumi müftüsü

Muhammed Şefiy Deobendi şunları yazmakta: "Bu kerim zat, hangi yerde ve şekilde olursa olsun, Müslümanlara bir üzüntü, sıkıntı, zahmet veya külfet isabet etse, manevi bir görüşle bundan haberdar olur ve o kadar üzülürlerdi ki, duydukları acı, şefkatli bir babanın öz evladını kaybetme musibetinden dolayı duyduğu acıya eşti. Fakir, defalarca müşahede etmişimdir ki, Müslümanlar arasında çıkmış olan herhangi bir fitne ve karışıklık onlara isabet eden herhangi bir zarar ve ziyan kendi sıhhatlerinin bozulmasına, kuvvetlerinin zayıflamasına ve sıkıntı çekmelerine sebep oluyordu. Nitekim bir ara fitne ve fesadın zuhurunu haber aldıkları bir anda faziletli efendim şöyle buyurmuşlardı:

"Müslümanların şimdi içinde bulundukları ahval ve bunların neticelerine dair haberler, yemekten önce gelirse bana açlığımı unutturuyor, uykudan önce ulaşırsa o zamanda uykumu kaçırıyor."

Eserleri

Onun bizi çok şaşırtan bir özelliği de, İslami ilimlerinin her alanında ve bu kadar velud(üretken) bir müellif olmasıdır. Selef-i Salihin döneminde ancak görülebilecek bir durumdur bu..

Üstad, eserlerinden hiçbir telif ücreti de almıyordu. Zamanının en velut yazarı olmasına rağmen kitaplarının hiçbirini gelir kaynağı olarak kullanmadı. Bir gün bir İngiliz kendisine: "Sen bu kadar kitap yazıyorsun, herhalde çok para alıyorsundur?" diye sorunca, o ihlâs abidesi şu cevabı vermişti:"Biz para için kitap yazmayız. Sadece din ve millete hizmet için yazarız. Para hiç mevzu bahis değildir."

Başlıca eserlerini şöyle sıralayabiliriz:

1-Beyan-ül Kur'an: Urduca kaleme aldığı pek meşhur tefsir–12 Cilttir.

2-Bihişt-i Ziver: Urduca konuşan her münevver Müslüman'ın el kitabı

hükmüne geçmiş, İlm-i hal ve Akaid'e ait bu eser, Hind ve Pakistan'da büyük ilgiye mazhar olmuş ve bu ilgi hâlâ devam etmekte.

3-Kilid-i Mesnevi: Mevlana'nın Mesnevisi'nin beyitlerini bulmak için

hazırlanmış harika bir eserdir.

4-İmdad-ul Fetava; Hakîmu'l-Ümme (rh.a), Hindistan'daki en büyük fetva mercii idi. Kendisine, yeryüzünün doğusundan ve batısından müsteftî (:fetva isteyen)ler başvurur, büyük alimler, çözümünde zorlandıkları güç meseleleri kendisine yazarlar ve o da bunları en ince noktalarına kadar açıklar, onların gönüllerini rahatlatır ve susuzluklarını giderirdi. Şu bir gerçektir ki, "İmdâdu'l-Fetâvâ", onun, Fıkıh'taki yetkinliğinin en güzel şahididir. Bu eserde nefis fıkhî meseleler ve son asırlarda gündem oluşturmuş konuların büyük bir kısmının açıklaması bulunmaktadır. Bu kitap, günümüzde de Pakistan, Hindistan ve Bangladeş'teki müftülerin en büyük kaynağı olarak kabul edilir.

5-Cezaul Amal(Amellerin Karşılığı)

6-Mesail-i Suluk-(Tasavvuf Meseleleri)

7-Ahkâm-ul Ahnaf(Hanefi Fıkhı)

6-Ahlat-ul Avam-(Halkın Yanıldığı Noktalar)

7-Et Takaşşuf-(Tasavvuf Meseleleri)

8-Hayatul Müslimin

9-Münacatul Makbul(Seçme Dualar)

10-Hıfzul İman.

11-Kasdus Sebil(Tasavvuf)

Bazı Konulardaki Görüşleri

Görüşlerinden bazılarına kısaca yer verelim;

*Eşref Ali hazretleri, sohbetin önemi konusunda şunları demekte: "Allah sevgisini devam ettirmenin yolu Allah dostlarıyla sohbeti sürdürmektir. Daha fazlası yapılamazsa da, hiç olmazsa haftada ya da ayda bir kez mutlaka bu sohbetlere katılmalıdır. Sohbetlere devamdaki incelik, velilerin sahip oldukları iyi hallerin zamanla yavaş yavaş size de geçmesidir. Aslında sizlere "sohbetlere devam etmek için dünya işlerinizi bırakın" demiyorum. Aksine, boş zamanlarınızı sohbetlerle değerlendirmenizi istiyorum. Allah dostları ile sohbetlerde bulunma fırsatı bulamazsanız, onların eserlerini okuyunuz. Ancak bunu yaparken bu eserleri roman veya hikâye okur gibi ya da bir bilim dalına ait eseri inceler gibi okumayın. Onlarla amel etmek ve direktifleri doğrultusunda gitmek için okuyun."

* "Tam manasıyla yapılan zikir insanı bütün günahlardan çekinmeye zorlar ve bütün iyi amelleri işlemeye teşvik eder, işte gerçek zikir."

* Bazı kimselerin tabiat ve bünyeleri keşif ve keramet göstermeye müsait değildir. Her ne kadar mücahede egzersizleri ve riyazat temrinatları yapsalar da ömürlerinde bir defa keşif gösterememişlerdir. Çünkü bünyeleri buna müsait değildir. Esasen bu hususta bütün mesele kulluk yapabilmektir. Şimdi Allah'a yemin ederek söyleyebilirim ki, kendisine binlerce keşif hâsıl olmuş herhangi bir adam, vicdanına dönüp nefis muhasebesine dalacak olsa emin olun ki mana âleminde az da olsa bir ilerleme kaydetmediğini anlayacaktır."

*Velayet mertebesinin harika göstermeye ihtiyacı yoktur. O makam harika şeyler gösterilecek makam değildir. Ve sahabenin çoğunun hayatında bir defa bile olsa harika zuhur etmemiştir. Harikalar çoğu zaman Yogilerde zuhur eder, riyazet ve çalışmanın neticesinden başka bir şey değildir. En büyük harikanın derecesi kalbi zikrin kadrinden daha az, daha aşağıdır. "Avarif" sahibi, kendilerinden harikulade haller zuhur etmeyen kimselerin, harika kahramanlarından daha faziletli olduğunu yazıyor. Çünkü ariflerin en büyük kerameti Şeriat-ı Muhammediyye caddesinde dosdoğru yürümektir."

* "Arkadaşlar! Bilin ki, velayetin ölçü ve mihengi şudur; insan zühd ü takvada, ibadet ve tecerrütte ne kadar ilerlerse, Allah Resulune(SAV) benzemesi o nispette artar. Çünkü velayet, nübüvvet kaynağından sulanır, o membadan beslenir."

*İnsanların bazısı da zikirle meşgul oldukları zaman bir takım nurlar ve parıltılar göreceklerini umarlar veya gizliden sesler işiteceklerini zannederler. Bunlar ahmaklık ve budalalıktır. Evvela bu eser ve hallerin zikir ve meşgaleyle meydana gelmesi icab etmez. Zikir ve meşguliyetin buna ihtiyacı yoktur. İkinci olarak, bazı zamanlarda bu nurlar ve sesler doğrudan doğruya gayb âleminden gelen şeyler değil, insanın kendi zihninin eseri de olabilir. Üçüncü olarak, faraza gayb âleminin bütün sırları çözülse, perdeler aralansa bundan ne gibi bir fayda temin edilecektir? Zira sırlar âlemini örten perdelerin kalkmasıyla Allah'a yakınlık fazlalaşmaz. Allah kendisine yakınlığı ancak taatte yaratmıştır."

*Bidat konusuna yaklaşımı da çok dengelidir: "Bir de başlangıçta bir yabancı kavme ait olduğu halde, bütün milletlerin ve bu arada

Müslümanların da giymesiyle umumileşmiş şeyler vardır. Mesela; ceket, pantolon giymek, masa başında oturmak, kaşıkla yemek yemek ve benzeri hususlardır. Şayet bunlar, kasten herhangi bir yabancı millete benzemek niyetiyle yapılırsa o zaman günah, böyle bir niyet olmadan yapılırsa mübah olur."

Vefatı

Mevlana Tehanevi kitleleri irşad için canla başla çalıştı ve bütün Güney Asya alt kıtasına yayılan birçok talebe yetiştirdi. Sonunda bir gün göç saati çaldı ve asrın bu büyük insanı, memleketi Thana Bhawan'da Hicri 1362'de Recep Ayı'nın ikinci gününde(Miladi 4 Haziran 1943) vefat etti. Cenaze namazı yeğeni, büyük muhaddis Mevlana Zafer Ahmed Osmanî tarafından kıldırıldı. Ve cenazesi 'Işk el Bazen" kabristanına gömüldü. Rahmetullahi aleyh.

Hakkında Denilenler

· "Bu zat, asrımız Rabbani ulemasının en büyüğü; kayıtsız şartsız bu zamanın en büyük müellifidir. Telif ettiği eserlerinin sayısı 910'a varmaktadır. O, nefislerin ıslahında, Allah'a niyabet ve rücuda, iman ve amelin tazelenmesinde Hint kıtasına faydası dokunan kimselerin en ulusudur. Halk onun kitaplarından, bu zamanda başka bir âlime nasip olmayacak şekilde faydalanmıştır." Ebul Hasan en Nedvi

· "Mevlana Tehanevi, Kur'an'ın mütercimi ve müfessiriydi. Emirlerini ve hikmetlerini açıkladı. Şüpheleri kaldırdı ve Kur'an'la ilgili soruları cevapladı. Mevlana Tehanevi bir hadis âlimiydi ve bu konuda en girift mevzuları ve incelikleri izah etti. Binlerce fetva vermiş bir fakihti. İslam hukukundaki birçok çağdaş hukuki problemi çözdü ve onları azami dikkat ve muteber araştırmalarla cevapladı. Konuşmaları hitabetin bütün maharetlerini taşıyan müessir bir hatipti. Mükemmel bir vaizdi ve vaazlarının yüzlercesi neşredildi, geniş ölçüde elden ele dolaştı. Mevlana Tehanevi tasavvufun sırlarını ve hikmetlerini açığa çıkarmış bir sufiydi. Onun şahsiyeti bir suredir devam ede gelen şeriat ve tasavvuf arasındaki çatışmaya İslam'ın bu iki temel parçasını birleştirerek bir son verdi. Kitapları oryantalistler ve modernistler tarafından İslam'a karşı öne sürdükleri itirazları cevapladı."Seyyid Süleyman Nedvi  

• "Mevlana Tehanevi, zamanının en seçkin dini figürü, üretken bir yazar idi ve modern Hindistan'ın en büyük mutasavvıf velisi olduğuna inanılıyordu. Öğreterek, vaaz vererek, yazarak, ders vererek ve ara sıra yaptığı gezilerle çok aktif bir hayat sürdü." Fuad S.Naeem

• Onun başarılarının bir benzeri birçok önceki yüzyılda bulunmaz."

Muhammed Taği Osmanî

•"Nitekim Allah asrımızda büyük Rabbani âlim, selef ulemasının bakâyâsı, halef ulemasının önderi, müceddidü'l ümmet, hekim-ül ümmet Seyyidi Mevlana Eşref Ali Tehanevi'yi gönderdi."

Muhammed Şefiy Deobendi (Pakistan umumi müftüsü)

· Deobend ekolü içerisinde bir dâhi insan. Çok büyük bir ilim adamı, aklı müthiş çalışan bir insan. Hindistan alimleri içerisinde bir çoğununu yazılarında rastladım, kendi fikirlerinin doğruluğunu ispat için hep onu referans veriyorlar. Bu kadar önemli bir kişilik. Yusuf Karaca(Yusuf Karaca'yı teyiden bir kaynak verelim. Mevdudi, Tefhim-ül Kur'an-Saffat suresi- 143–147)

· Çok önemli akidevi eserlerin yazarı olmasından ayrı olarak, az eğitimliler arasında geleneksel İslam'ı popularize eden Eşref Ali Tehanevi" Aziz Ahmed

· "Mevlana Eşref Ali'nin şahsiyetinde özel bir birlik ve tutarlılık aşikârdır; İslami ilimlerden onun yazılı eserleriyle el atılmamış olanını bulmak zordur." Kadı Mücahidul İslam Kasımi

· Hakîmu'l-Ümme, eşsiz dâhi âlimlerden ve ihlâslı seçkin davetçilerdendi. Onlar ki, Hindistan'da, nur saçan aydınlık birer tecdit lambası idiler. Hayatlarını i'lâ-yı kelimetullâh ve din ilimlerinin ihyasına adamış, İslâm düşmanlarının İslâm'ın kalesinde açmak istediği gediklere geçit vermeyen, İslâm'a davet yoluna baş koymuş ve bu uğurda rastladıkları her türlü meşakkate dayanan birer murâbıt idiler. Muhammed Tagi Osmani

*Şimdi geçen akşam bizim Mehmet Ali Bey'in kütüphanesini karıştırdım. Orada bir Eşraf Ali Tahanevî Hazretleri'nin bir kitabını çektim, çıkarttım. Pakistanlı büyük alimlerden, biliyorum bazı eserlerini... Yâni, eserleri yirmi otuz baskı yapan insan... Belki bir milyona yakın müridi olan, şeriata bağlı bir insan... Mübarekler ne mühim eserler neşretmişler. Prof. Dr. Esad Coşan

KAYNAKLAR

1-Hayat-ül Müslimin- Eşref Ali et-Tehanevî-terc: Ali Genceli-İslami

Neşriyat Yayınevi(Konya)-İrfan Matbaası-İst–1977–2. Bsk.

2-Hadislerle Tasavvuf-Eşref Ali et-Tehanevî-terc: Zaferullah Daudi-Ahmed Yıldırım- Umran Yayıncılık- İst–1995

3-Amellerin Karşılığı- Eşref Ali et-Tehanevî terc: Hayri Demirci-Seha Neşriyat- İst–1990

4-Tasavvuf Ve Hayat-Abdu'l Bari en Nedvi-terc: Mustafa Ateş-Diyanet Vakfı Yayınları- Ankara–1998

5-İslam Ansiklopedisi-Cilt–8-İfav Yayınları–İst–1993

6-İslam Ansiklopedisi-Cilt–11-İfav Yayınları–İst–1995

7-Gerçek Tasavvuf-Ebul Hasan En Nedvi-terc: İsmet Ersöz-İslami Neşriyat Yayınevi-(Konya)- İrfan Matbaası-İst–1974

9-İslam Önderleri- Ebul Hasan en Nedvi-terc: Yusuf Karaca- Kayıhan

Yayınları-İst

10-Hindistan Ve Pakistan'da Modernizm ve İslam- Aziz Ahmed-terc: Ahmed Küskün-Yöneliş Yayınları-İst–1990

11-Ruh Terbiyemiz-Said Havva-terc: İbrahim Sarmış, M. Said Şimşek-Kayıhan Yayınları-İst–1995

12-Risale-i Nur'un Kudsi Kaynakları-Abdülkadir Badıllı- Envar

Neşriyat-İst–1993

13-Âlem-i İslam-Abdürreşid İbrahim- İşaret Yayınları-İst–2003

14-İ'lâu's-Sünen- Zafer Ahmed Et Tehanevi-Cilt:1-Misvak Neşriyat

15-Maarif Dergisi Süleyman Nedvi Özel Sayısı-Azamgarh-Hindistan

16-Hind Altkıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri-Abdülhamit Birışık-İnsan Yayınları-İst-2001 

17-http://www.dervisan.com/kitap/avustralya4/sunnet.html

18- http://whitethreadpress.com/authors/maulana_thanawi.htm

19- http://alashrafia.com/thanwi.html

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Ahmet Faruk Doğ, 2009-10-15 14:29:51

Allah razı olsun.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Ali Said, 2008-08-19 08:30:01

Sevgili dostum, Sâlih beyefendi, Tehanevi hakkındaki bu yazıyı çok beğendim. Çok istifade ettim. Eline sağlık kalbine ve zihnine kuvvet olarak dönsün inşaallah. s.a.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Abdülkadir BADI, 2007-06-23 14:41:27

Kardeşim Salih,Mevlana Eşref Ali Et Tehanevi hz.lerinin hayatı hk.yazıdan dolayı size teşekkür ederim. Ben bu zatın ismini duymuştum,ama hayatı hakkında malumatım olmamıştı.Bu zat bölgevi bir müceddit olabilir diye kanaat getirdim..Çok selam

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Ebubekir Sifil, 2006-12-26 22:44:27

Eşref Ali et-Tehanevi merhumla ilgili yazdıklarınızı okudum. Kaleminize sağlık. Oldukça doyurucu olmuş.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-5. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-5. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR’IN SİRET VE SURETİ Merhum Ali Ulvi Kurucu beyin ifadesiyle; “Malûm ya, her şah

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-4. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-4. BÖLÜM

PERDE KAPANIRKEN İnsiyatif artık İtalyanların eline geçmişti. 23 Eylül 1930'da İtalyan bi

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-3. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-3. BÖLÜM

GRAZİANİ Graziani, sömürgelerde özel olarak yetiştirilmiş komutanların en tecrübeli ve en

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-2. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-2. BÖLÜM

“GECE HÜKÜMETİ” İtalyan araştırmacı Giorgio Rochat bu durumu bize veciz olarak şöyle

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-1. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-1. BÖLÜM

Merhum şehid Ömer el-Muhtar’la alakalı bir çalışmayı seneler önce hazırlamış ve sitemiz

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-4. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-4. BÖLÜM

ACIMASIZ YIKIM İspanya’nın Madrid kentinde toplanan konferans sonrası Fransa ve İspanya, Rif

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-3. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-3. BÖLÜM

UMUDUN SEMBOLÜ ADAM O sıralar Emir Abdülkerim dünyada en popüler direniş liderlerinden biri h

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-2. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-2. BÖLÜM

ANNUAL ZAFERİ Babasının vefatından sonra savaşın idaresini uhdesine alan Hattabi’nin ısla

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-1. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-1. BÖLÜM

“Kadı, müderris, gazeteci, mücahid, emir, devlet reisi.. Evet, bu sıfatlar bütünüyle Emir

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-4.Bölüm

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-4.Bölüm

Mersin’e Yerleşmesi Cumhuriyet’in ilânından sonra sessiz kalmayı tercih eden Ahmed Şerîf

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-3.Bölüm

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-3.Bölüm

Birinci Dünya Savaşı Ve Libya Birinci Dünya Savaşı başladığında İtalya -ülkedeki savaş

Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

Ankebut, 57

GÜNÜN HADİSİ

Her ölenin amel defteri kapanır. Yalnız Allah rızası için yurt sınırında nöbet bekleyenler müstesnadır

Riyazü's Salihin, 2/1297

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI