Cevaplar.Org

BİR IRMAĞIN KIYISINDA DOLAŞMAK-3

HOCAMIN ELMALILI HAMDİ VE ÖMER NASUHİ EFENDİLERE HAYRANLIĞI Hocam, Elmalılı Hamdi Efendi ve Ömer Nasuhi Efendi’yi çok severdi. Elmalılıya öyle hayrandı ki, mesela bir ayet-i kerimeyi bir tefsirden okurduk. Bana derdi ki; “hele hafız efendi, şu Elmalılı tefsirini getir bakalım, buna ne demiş.” Alır, okurduk; “Allah Allah, fesubhanallah, nasıl düşünmüş, nasıl yazmış bunları” derdi. Böyle çok hayretler içerisinde kalır ve bir çok ayetin tefsirinde bizi ona baktırırdı. Bazen bana telefon açar; “Hafız hele bir gel, şu ayetin tefsirinde Elmalılı ne demiş” derdi. Gidiyordum, kitabı açıyordum. O ayetin tefsirini buluyordum, okuyorduk. Bazen oraya derslik koyuyor, yanına alıyordu. Oradan notlar alıyordu.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2022-01-21 21:34:07

HOCAMIN ELMALILI HAMDİ VE ÖMER NASUHİ EFENDİLERE HAYRANLIĞI 

Hocam, Elmalılı Hamdi Efendi ve Ömer Nasuhi Efendi'yi çok severdi. Elmalılıya öyle hayrandı ki, mesela bir ayet-i kerimeyi bir tefsirden okurduk. Bana derdi ki; "hele hafız efendi, şu Elmalılı tefsirini getir bakalım, buna ne demiş." Alır, okurduk; "Allah Allah, fesubhanallah, nasıl düşünmüş, nasıl yazmış bunları" derdi. Böyle çok hayretler içerisinde kalır ve bir çok ayetin tefsirinde bizi ona baktırırdı. Bazen bana telefon açar; "Hafız hele bir gel, şu ayetin tefsirinde Elmalılı ne demiş" derdi. Gidiyordum, kitabı açıyordum. O ayetin tefsirini buluyordum, okuyorduk. Bazen oraya derslik koyuyor, yanına alıyordu. Oradan notlar alıyordu.

Ömer Nasuhi Efendi'nin de Hukuk-u İslamiye Kamusuna hayrandı. Bize oradan Buyuat(Alışveriş) bahsini okutmuştu.

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin ilminden de sitayişle bahsederdi.

İSLAM ENSTİTÜSÜ HOCALARININ MESELESİ

Başak camii imamı Abdülbaki Sünnetçi hoca anlatmıştı. Kendisi benim medrese arkadaşım, ders arkadaşım idi. Bizden üç dört yaş büyüktü.

Kendisine bir gün camisinin hemen yakınındaki İslam enstitüsü hocalarından bazıları gelmişler. Tefsirde bir yerde takıldıklarını söyleyerek "acaba Kırkıncı hocaefendi burayı çözer mi" demişler. O da o tefsiri alarak getirdi. Hocam; "göster bakalım, çözersek çözeriz, çözemezsek biz de onlar gibi oluruz" dedi.

Hocam Abdulbaki hocaya "onların takıldığı yeri sen bana gösterme" dedi. Eline aldı, başından sonuna göz gezdirdi. Sonra dedi ki; "Baki Efendi burada çözülmeyecek bir şey yok. Gayet normal bir sayfa. Neresini anlamamışlar" dedi. Abdulbaki hocam gösterdi. Hocam o yeri izah etti. Merhum Baki hoca derdi ki; "Ertesi gün gittim. Hocamın izahını söyleyince, dondu kaldı adamlar; "Ya hocaefendi bu kadar mı alim" dediler. Dedim ki; "ya siz ne konuşuyorsunuz? Siz gelin, hocam size bu tefsiri okutur" dedim...

OSMAN DEMİRCİ HOCAM

Osman Demirci Hoca, Sakıp Efendi'nin talebesi..Bizim köyümüz ile onun köyü aynı nahiyeye, Ovacık nahiyesine bağlı idi.

Osman hocamla alakalı şu hatırayı anlatayım. Kendisi Erzurum'da vaiz iken "Kur'an Kursları Derneği" kuruldu. Osman hocam da o derneğin içerisinde idi. Bu dernek kendi aralarında bir ders taksimatı yapmayı düşünmüş. Yani camilere bağlı medreselerdeki talebelere ders okutma kararı almışlar. Demişler ki; "karışıklık olmasın da, her hoca ayrı bir ders okutsun."

Osman hocam da kendi hocası olan Sakıp Efendi'nin Zeynal camii medresesinde Molla Cami okutuyor. Aynı zaman da Avamil, İzhar, Kafiye okutuyor. Aynı zaman da fıkıhtan Halebi okutuyor. Biz de o zaman Kırkıncı Hocamdan Molla Cami okuyorduk. Hocam bize dedi ki; "Biz yine burada dersimize devam ederiz. Ama onların kararına muhalefet etmeyin, gidin" dedi.

Zeynal camiine gittik. Osman hoca bizi diğer talebeler içerisine katmadı, ayrıyaten dinledi. Aynen Kümbet'te okuduğumuz dersi orada dinledi. Bizim ilk giderkenki kanaatımız da doğrusu şuydu; "Acaba Osman Demirci hoca Molla Cami'yi okutabilecek mi?" Çünkü biz Demirci hocayı sadece kürsüde tanıyoruz.

Orada bir sedir var, sedirin üzerinde Sakıp efendi'nin bir rahlesi var, minderi var. Osman hoca da o minderin üstüne oturmuş.

-Peki o zaman Sakıp Efendi nerede hocam? 

-Sakıp Efendi zannedersem o sırada vefat etmişti. Biz gittik, "hocam dersimiz filan yerden" dedik. "Tamam evladım, oradan devam edin" dedi. Baktık hocanın elinde kitap yok. Biz de arkadaşla birbirimize bakıyoruz. "Başla Musa" dedi. Ben okudum, o izah ediyor. Şaştık kaldık. Osman Demirci hocamın Molla Cami'yi bu şekilde okutabileceğini hiç tahmin edemedik yani. Çok şaşırdık, elini öptük; "hocam sana kurban olalım" dedik.

Sonra bu durumu Kırkıncı Hocama söyledik.Hocam da güldü, tebessüm etti. Bu dersimiz iki ay kadar devam etti. Bu iki ay zarfında Allah şahit adam eline kitabı almadan mana verdi. Onun talebeleri de gittiğimiz zaman Halebi okuyorlardı. Onları da öyle önünde kitap olmadan dinliyordu. Onlar okuyor, o kitap önünde olmadan mana veriyordu. Aynı zamanda meseleleri anlatırken onu talebelerin gözü önünde şekillendiriyordu. Yani müthiş bir ders verme şekli vardı, çok hoşumuza gitti, çok beğendik.

Osman Hocamı son gördüğüm günü anlatayım. Burada Zeynel camii imamı Cemaleddin hoca vardı. O da Sakıp efendinin son talebelerindendi.Sonra beraber hocamdan ders okumaya başladık.

Onun da Demirci hoca ile yakın münasebeti vardı. Vefat ettiği gün Cemaleddin ile Erzurum'da hastahanede ziyaretine gittik. İkindiden sonraydı. Yatağının üzerinde bağdaş kurmuş oturuyordu. "Ula gelin, iyi geldiniz. Az önce de (Kırkıncı) Hocaefendiler gelmiştiler. Öyle rahatladım ki..Peşine de siz geldiniz, daha iyi oldu" dedi.

Oturduk, konuştuk. Onun her zaman söylediği, her yerde söylediği bir hadis-i şerif vardı;

تموتون كما تعيشون وتبعثون كما تموتون وتحشرون كما تبعثون

"Yaşadığınız gibi ölürsünüz ve öldüğünüz gibi dirilirsiniz ve dirildiğiniz gibi haşr edilirsiniz."(bk. Aliyyülkârî, Mirkâtü'l-mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431)

Bunu çok söylerdi. Orada da yine konu etti, yine söyledi. Neyse sohbet ettik, çıktık geldik. Akşam namazından sonra hocayı yoğun bakıma aldılar. Şaştık, kaldık..Yoğun bakımlık bir hali yoktu. Rahat oturuyordu yani..

Akşam namazından sonra birden sekarata dönmüş, yoğun bakıma almışlar. Muhammediye medresesine gittik. Hocam oradaydı. Hep üzülüyorlar, Kur'an, cevşen okuyorlar. Telefonla takip ediliyor. Doktorlarla irtibata geçiliyor. Bazı telefonlar geliyor müsbet, bazı telefonlar geliyor menfi.

Derken vefat etti ve onu Cemaleddin hoca ile ben yıkadık. Cenaze namazını da merhum Şahin Yılmaz hoca kıldırdı.

ŞAHİN YILMAZ HOCAEFENDİ

Merhum  Şahin Yılmaz Hocaefendi Akhisar'da vazifeli olduğu sıralar dışarıdan İmam Hatip imtihanlarını vermek üzere Erzurum'a gelmişti. Ateşpare bir zekası vardı. Bir sene geldi, üç senenin sınavlarını birden verdi, Eylüle sadece bir dersi kaldı.  

-Maşallah.. 

-Ya, öyle bir dönemde bütün dersleri verdi, Eylülde diplomayı aldı, gitti.

Aşağı Mumcu medresesinde misafir olarak kalıyordu. Aynı medrese Hafız Mevlut isminde bir arkadaşımız var. O da sonradan hocama talebe oldu. Solakzâde camiinde Kur'an Kursu öğreticiliği yaptı ve aynı camiden imam olarak emekli oldu.

Şahin hocanın orada misafir kaldığı sıralar ben de o arkadaşla Maksud okuyoruz. Ben ona müzakere ettiriyorum. Tensuru'dan Unsur yapıyoruz. Şahin Hocam da karşıda oturmuş, ders çalışıyor.

Ben alçak sesle arkadaşa diyorum ki;

"Tensurudan ta-i müzaraat harfini hazfettik. Nazar kıldık mabadine. Mabadi sakin mi, müteharrik mi? Baktık sakin, evveline bir hemze-i vasıl getirdik. Ahir ki harekeyi cezmettik. Oldu; unsur."

Şimdi ben böyle söyleyince Şahin hoca beni taklit etmeye başladı, Allah rahmet eylesin. Sonra; "Yahu kuzum, Türkçe konuşsanız ya, "Nazar kıldık" diyene kadar "baktım" de. "Mabadine baktık" diyene kadar, "ondan sonraki harfe baktım" de diye bize takılmıştı..

Öyle de bir siması vardı ki... İnce, orta boylu, güzel de bir yüzü vardı..İnce bir bıyığı vardı. Henüz sakal bırakmamıştı. Çok delikanlıydı. Gözlükleri vardı gözünde..Çok yakışıklı bir siması vardı yani..

ABDÜLKADİR UNGAN HOCAEFENDİ

Abdülkadir Hoca da Sakıp Efendi'den ilim tahsil etmiş. Alim ve hatip bir zattı.

Abdülkadir Hocaefendi bir sene Ramazan ayında Kümbet'te kaldı. Kemhan camiinde ikindi namazını müteakip bir saat vaaz ediyordu. Daha sonra Ovacık nahiyesinin Yukarı Canören köyüne imam oldu. Şimdi Yukarı Canören köyü küçük, arazisi büyük. Aşağı Canören köyünün ise köyü büyük, arazisi küçük. Dolayısıyla o adamların hayvanlarının otlaması için araziye ihtiyaçları var. Yukarı köydekiler de onlara müsaade etmiyorlar.. İki köy arasında bu sebeble husumet varmış.

Abdülkadir Hoca o köye gidince işler değişmiş, tabii bizim haberimiz yok. Aradan bir sene geçti. Yukarı Canören köyünün en yaşlı, akıllı adamlarından biri Kümbet'e geldi. Kırkıncı Hocamı çok samimi tanıyordu. Sabahleyin Kümbet'e geldi, hocamla birlikte kahvaltı yaptılar.

O sırada hocama dedi ki; "hocam biliyor musun, biz asr-ı saadet devrini yaşıyoruz."

Hocam; "fesubhanallah nasıl oluyor" diye sordu. Dedi ki; "Hocam bu iki köy arasında şöyle bir sıkıntı vardı. Onların hayvanları bizim sınırı geçtiler mi, ya keserdiler, ya döverdiler. Şimdi kapının önündeki çayırda otluyorlar. Bizim köylüler diyorlar ki; "Allah'ın çayırı, Allah'ın hayvanı, otlasın. Bize ne."Bunu bize Abdülkadir Efendi öğretti." dedi.

Sonra devam etti; "Ramazanda hocam bizim köy bambaşka bir köy oluyor. Sahurdan sonra Abdülkadir Hoca kürsüye çıkıyor. Güneşin çıkmasına yarım saat varkene kadar vaaz yapıyor. Ama bütün köy, kadınıyla erkeğiyle orada. Evlerde kimse yok. Sahuru yapan camiye koşuyor. Namazı cemaatle kılıyor, namazdan sonra tesbihatını yaptırıyor. Duasını ediyor, cemaat dağılıyor.

Öğlenden önce, ikindiden önce yine aynı şekilde vaazu nasihatte bulunuyor. Bu köy asr-ı saadeti yaşıyor, böyle bir hoca bulunmaz" dedi.

Şunu da ilave etti; "Ramazan'ın dışında da hangi köyde bir hoca olduğunu duyduysa ata atlıyor, o köye gidiyor, o hocaya dine nasıl hizmet edeceğini öğretiyor" dedi, Abdülkadir Hocayı bize böyle anlattı. Hocam da çok memnun oldu, çok hayret etti, çok dua etti...

Bir müddet sonra Abdülkadir Hoca Kur'an Kursu öğreticisi olarak Manisa'ya tayin edildi ve orada geçirdiği bir trafik kazasında yanarak şehid oldu..

Onun vefatını şöyle duymuştuk; Bir kaç kişi ile bir arabayla bir köye hizmete gitmişler. Arabada dört veya beş kiş varmış. Yolda bir kaza olmuş. Savcı, doktor vs gelmiş, oradalar. Abdülkadir hoca ve arkadaşları da; "hele bakalım burada ne var, belki bir yardımımız olur " düşüncesiyle tam kaza yapan arabaya yanaşacakları sırada, arkadan gelen araba bunlara vurmuş. Bu kardeşlerin arabası yanmaya başlamış. Arabada sıkışıp kalmışlar, çıkamamışlar.

O zaman bize hadiseyi anlatanlar demişlerdi ki; "o sırada yanarlarken arabadan tekbir sesleri yükselmiş. Savcı, doktor vesaire de çok şaşırmışlar; "Yahu bunlar kim acaba? Bu nasıl bir şey, yanarken tekbir getiriyorlar" demişler. Böylece tekbir getire getire orada böylece yanmışlar işte. Cenab-ı Hak rahmet eylesin...

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Nâhl Suresi;128

Şüphesiz ki, Allah, takvaya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir.

GÜNÜN HADİSİ

Zühd hakkında

“Kendisine çok konuşmama ve zühd duygusu verilen kimseyi gördüğünüz zaman ona yaklaşın.Zira o hikmet telkin eder.”İbn-i Mace-Zühd:1

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI