Cevaplar.Org

BABAMI GÖTÜRMEYİN

Erzurumluydum. Erzurum’un Hınıs İlçesi’nin Göller Köyü’nde oturuyordum. Adım Ali’ydi. Tarih 1992 Yılı'nı gösteriyordu. Aralık Ayı'nın son günleriydi.


İbrahim Köse

ibrahimkose60@gmail.com

2022-01-08 13:08:35

Erzurumluydum.

Erzurum'un Hınıs İlçesi'nin Göller Köyü'nde oturuyordum.

Adım Ali'ydi.

Tarih 1992 Yılı'nı gösteriyordu.

Aralık Ayı'nın son günleriydi.

İlkokul beşinci sınıfa gidiyordum. Mevsim kıştı, hava soğuktu. Her taraf karla kaplıydı. Bizim evin yanındaki "cılcıl" çeşmesi donmuştu.

Bu günlerde annem, ağabeyimin yanına gittiği için, babamla ve iki kız kardeşimle birlikte kalıyorduk. Evde annemin yapacağı bütün işleri babam yapıyordu. Kız kardeşlerim de yardımcı oluyordu. Sisli bir gündü, biraz da kar yağmıştı. Akşam yaklaşıyordu.

Akşam olunca babam önce akşam namazını kıldı. Sonra sofrayı açtı. Tam bu sıra evin kapısı çalındı. Hepimiz korktuk. Çünkü o sıralar köye teröristler geliyordu. Köyde birkaç kişiyle birlikte babamı da tehdit ediyorlardı.

Derken kapı tekrar ve şiddetlice çalındı. Babam kim o diye seslendi. Bir ses: "Hacı Mükremin ile görüşmek istiyoruz." dedi. Babam istemeye istemeye kapıyı açtı. Korka korka iki adım attı. Silahlı kişiler hemen babamın etrafını sardılar. Babamı sürükleyerek götürmeye başladılar. Biz ağlayarak bağırdık. Birisi namluyu bize çevirdi. Bizi kapıdan çıkartmadı. Kapıyı üzerimize çekti ve zırzayı kapı demirine taktı. Bu dunumda kapı üstümüze kilitlenmiş oldu. Biz artık dışarı çıkamazdık.

Hemen pencereye koştuk, babam namluların hedefinde ilerliyor, iki de bir dönüp bize bakıyordu. Biz baba diye bağırınca ya duraklıyor, ya başını çeviriyor, ya da dönüyordu. Fakat namlular kendisine değecek kadar yaklaşınca yürümek zorunda kalıyordu. Derken babam gözden kayboldu.

Penceremiz demir parmaklı olduğu için oradan da dışarı çıkamıyorduk. Bir müddet birbirimize bakakaldık. İşte o an zaman durmuştu. Hiçbir şey düşünemedik. Biraz sonra aklıma pencere demirlerini sökmek geldi. Keseri buldum ve demirlere, birini sağa birini sola eğmek için vurmaya başladım. Demirler kalındı, bu vurma işi epeyce sürdü. Kardeşlerim: "Abi çabuk." diye yalvarıp ağlıyorlardı.

Pencere demirleri sağa sola yamulunca önce ben çıktım, sonra kardeşlerimi indirdim. En yakın ev dedemin eviydi. Evi köy öğretmenine kiraya vermiştik. Bu öğretmen bizim de öğretmenimizdi. Kapıyı çaldık, öğretmen kapıyı açtı ve bizi içeri aldı.

Ağlayarak durumu anlattık. O da çok korktu. Yapacak bir şey yoktu. Komşulardan kime gitsek yardım edemezlerdi. Herkes korkuyordu. O saatte kimse dışarı çıkamazdı. Zaten nöbetçi bırakmış olabilirlerdi.

Öğretmen kapıyı iyice kapattı. İçerideki odaya geçtik, sobanın etrafına oturduk. Hocamız bizi teselli etmeye çalışıyordu. Olayı tekrar dinleyince o da ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve "Yapacak bir şeyimiz yok, çıkarsak bizi de öldürürler" diyordu. Beni kucağına, kardeşlerimin birini bir yanına, diğerini diğer yanına aldı. Bazen ses sese veriyor, bazen de hıçkırarak ağlıyorduk.

Babamı evden alalı kırk dakika olmuştu. Köyün üst tarafından bir seri tüfek atışı sesi duyuldu. Ardından ikinci bir seri tüfek atışı sesi daha duyuldu. Hep birlikte: "Oy baba, oy baba, babayı vurdular, babayı vurdular!" diye bağırdık. Öğretmen ayağa kalktı kendini yerden yere vurdu. "İmdat imdat" diye bağırdı. Sesini sadece duvarlar duydu, bir de biz duyduk.

Kurşunlar şimdi babamın ciğerinde, başında kalbinde, elinde ayağındaydı. Babam şimdi kendisine yardım edecek köyden bir iki kişiye ne kadar çok ihtiyacı vardı; fakat babama kimse yardım etmiyor, o da acılar içinde kıvranıyordu. Elinden tutan, kaldıran kimsesi yoktu. Hastaneye de götürecek kimsesi yoktu.

Acaba onu vurduktan sonra buraya mı geleceklerdi? Bizi de öldürecekler miydi? İsterse gelip öldürsünler, babam öldükten sonra yaşamasak da olurdu.

Ya annem, ağabeyim ne yapıyordu şimdi? Burada olsalardı belki ardından koştururlar, belki de kurtarırlardı. Belki de onlar da ölürdü. Ya amcalarım, dayılarım, teyzelerim, halalarım ve onların çocukları duyunca ne yapacaklardı?

Sobanın yanında bir sessizlik başladı. İki kardeşim robot gibi gözleri bir yere kilitlenmiş bakıyorlardı. Gözleri alabildiğine büyümüştü. Birinin dili dışarı sarktı. Yoksa kardeşlerim çıldırıyorlar mıydı? Öğretmen başını elleri arasına almış, için için ağlıyordu. Elimle omuzuna dokundum, vücudu titriyordu. Bana baktı. Kardeşlerimi gösterdim. Hemen fırladı biraz su getirdi. Yüzlerine serpti. Onlara su içirdi. Onları Ayağa kaldırdı, yürüttü, tekrar sobanın kenarına oturttu. Sessizlik ve içten ağlamalar devam etti. Zaman epeyce geçti. Gözyaşlarımız göğüslerimizi ıslatmıştı. Islanan göğüslerimiz sobanın sıcaklığında buharlaşarak kuruyordu. Her an dışarıdan bir ses duyabilirdik. Fakat ses gelmedi. Belki de biraz sonra gelecekti. Dakikalar böyle geçiyordu.

Öğretmenimiz ayağa kalktı odadan çıktı. Bir leğenle su dolu güğüm getirdi. Abdest aldı. Ellerini kaldırdı Fatiha okudu. Kur'an'ı açtı, Yasin suresini sesli okudu. Biraz çay yaptı, bizlere birer bardak içirdi. Sesli ve sessiz ağlayışlar birbirini izledi. Gece yarısı olmuştu. Öğretmen yatsı namazını kıldı. Sesli Kur'an okumaya devam etti. Derken şafak attı, gün doğdu.

Öğretmenimizin bize verdiği fikirlere göre üç kardeş, evden çıkıp köy minibüsünün yanına gittik. Sokaklarda kimse yoktu. Minibüsün yanına Mehmet Birol amcanın çocukları da geldi. Onlar da ağlıyordu. Akşam aynı saatte Mehmet amcayı da almışlardı. Demek ki ikinci seri ateş, ikinci kişi içinmiş. İlçeye gittik, kaymakamlığa çıktık. Köyden hiç kimse bizimle gelmedi ve bize yardımcı olmadı. Aslında olayı köylülerin çoğu biliyordu. Fakat herkes korkuyordu.

Kaymakam gereken işlemleri yaptı. İkindiye doğru köye askeri birlikle geldik. Köyde büyük bir sessizlik vardı. Askerlerle, silah seslerinin geldiği köyün üst tarafına gittik. Karda ayak izlerini takip ettik. Babamın ayak izlerini hemen tanıdım.

Taşlık bir yerde iki karartı gördük. Biraz daha yaklaşınca cesetlerle karşılaştık. Babamı göğsünden taramışlar. Göğsü boru gibi açılmış. Kalbi, ciğerleri hep dışarıda. Kanlar donmuş. Babamın sağ elinin şehadet parmağı dik duruyor. Belli ki ölürken şehadet getirmiş. Pantolonun paçaları sökülmüş, gömleği yırtılmış. Demek ki karşılık vermiş, mücadele etmiş. Mehmet Birol amcayı ise başından biçmişler. Beyni yerlere akmış.

Cenazeler yerdeyken gözlerim kanlandı. Artık her tarafı kanlı görüyordum. Göller Köyü kana bulanmıştı. Gökyüzü kırmızıydı. Dağlar tepeler al renge bürünmüştü. Çaylar kızıl akıyordu. Göller Köyü'nün gölleri de kanlıydı.

Dün akşam saat 19 sıralarında işlenen bu iki cinayetle her taraf kana bulanmıştı. Acaba ne kadar zamanda ne kadar kişi bu kanları temizleyerek beyaza çevirecekti? Bir defa benim gözlerimde bu köy, artık hep kanlı kalacaktı.

Bu kanı kimse yıkayamazdı. Ancak ahirette Allah'ın cehenneminden yükselen kızıl alevler bu kanlı perdeyi gözümden kaldırabilirdi.

Cenaze evde bekledi. Bir gün sonra annem, ağabeyim ve diğer akrabalarım geldiler. Cenazeyi Erzurum'a kaldırdık ve orada toprağa verdik.

Büyük amcam, bizim evimizi ve küçük amcamın evini bir kamyona yükledi. Doğup büyüdüğüm evimizi, bahçemizi ve her şeyimizi, bırakarak köyden ayrıldık. Bizimle birlikte on ev daha göç etti.

Yıllardır içinde kalınan evlerin kapılarına kilit vuruldu. Kimisi oda duvarlarına sarılarak, kimisi dış kapıyı kucaklayarak kimisi de eşikleri öperek köyden ayrıldı. Biz köyden ayrılırken Göller Köyü'nün donup kurumuş bütün ağaçları, gezip dolaşan bütün hayvanları, karlı dağları, kınalı taşları, taşkın çayları, gümüş gölleri ve soğuk pınarları "Göç, göç" diye bağırıyorlardı. Bizden sonra göçler devam etti.

Bu dünyada artık babam olmayacaktı, annem hem babam hem annem olacaktı. Acaba, yeni okulum hangisi olacaktı? Yeni evim, nerede olacaktı? Öğretmenim kim olacaktı? Bu duygular içinde Göller Köyü'nden ayrılmış, yeni yerimize ulaşmıştık.

Yeni yerimize taşındıktan sonra okula gittiğim ilk gün öğretmenim bana niçin geldiğimizi, babamın ne iş yaptığını sordu. Başımı eğerek cevap vermedim. Sonra: "Baban var mı, babanın işi var mı?" diye sordu. Ben iki soruya da "yok" diye cevap verdim. O da köydeki öğretmenim gibi ağlayacak mı diye başımı kaldırıp yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı, hepsi o kadar.

Annem, bu yeni şehirde beni teselli etmeye çalışıyordu; fakat kendisi sabahlara kadar gizli gizli ağlıyordu.

Bir de annem bana, odasını, kapısını, penceresini ilk defa gördüğüm bu yeni evimizde sık sık nasihatler ediyordu:

-"O olayı unut, onları Allah'a bırak!" diyordu.

-"Sakın oğlum öç alma duygusuna kapılma, kanı kanla yumazlar."diyordu.

-"Sen sabret zaman sabretmesini bilmez." diyordu.

-"Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste." diyordu.

-"Aslında memleketimizde böyle olaylar olmazdı, dış güçler bizi bölmek için bu olayları yapıyorlar" diyordu.

Her şeye rağmen annem beni iyi bir insan olarak yetiştirmek için elinden geleni yapıyordu. İnsanları sevmeyi öğretmeye çalışıyordu.

Annem, gözlerimdeki kanların kızıllığını, gözyaşlarıyla yıkıyor, beyaz leçeğiyle temizliyordu.

Bu gece annem beni, birçok kez gördüğüm ve bağırarak uyandığım kâbusların birinden daha uyandırdı. Ben uyanınca bana dedi ki:

-Yavrum rüyanda çok bağırıyordun; fakat ben ne söylediğini anlayamadım. Nasıl bir rüya gördün? Öyle bağırarak ne diyordun?

-Anne, rüyamda teröristler babamı götürüyorlardı ben de bağırıyordum:

-Ne diyordun oÄŸlum?

-Babamı götürmeyin, babamı götürmeyin!

(Hikayenin yazıldığı tarih ve yer)

18.02.1993

Simav

İbrahim Köse

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Ey inananlar! Rabbinizden korkun.Çünkü kıyametin saatinin depremi cidden korkunç bir şeydir.”

Hac:1

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Hikmetli söz, müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa almaya en layıktır.

Tirmizi, Ä°lim, 19.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI