Cevaplar.Org

ŞİFA TEFSİRİ NOTLARI-37

Hac suresinin kırkaltıncı ayetinde açıklandığı gibi, asıl körlük gönül körlüğüdür. Gözleri görmeyen, kaldırımdan düşebilir. Ancak gönül gözü kör olan kafirler ise cehenneme düşerler ve unutulmuş muamelesi görürler. İki gözü de kör olan İbni Ümmü Mektum İran'ın fethinde Kadisiye de kör


Mahmud ToptaÅŸ

.

2021-09-30 18:52:49

*Hac suresinin kırkaltıncı ayetinde açıklandığı gibi, asıl körlük gönül körlüğüdür. Gözleri görmeyen, kaldırımdan düşebilir. Ancak gönül gözü kör olan kafirler ise cehenneme düşerler ve unutulmuş muamelesi görürler. İki gözü de kör olan İbni Ümmü Mektum İran'ın fethinde Kadisiye de kör gözleriyle sancağı elinde tutarak, İran'lıların hakkı görmelerine sebep olmuştur.

*Televizyonda görüyoruz, "su israfı yapmayın, ekmek israfı yapmayın" diyorlar. Bu doğrudur. Kur'anda 17 yerde israftan bahsedilirken, bunlardan 13'ü insan israfı ile ilgilidir. 4'ü ise kullandığımız şeylerin israfı ile ilgilidir. Öyleyse asıl israf edilmemesi gereken insandır.

Enbiya Suresi 

*Cerrahpaşa Tıp fakültesi'nde okuyan üniversiteli gençlere "İmanın altı esası" ile ilgili bir konuşma yaptım. Konuşmanın sonunda gençlerden hayli sorular geldi. Soruların bir kısmı gençlerin kendi problemlerinden neşet ederken, bir kısmı da inançsız kimseler tarafından sorulmuş sorulardı. Bu konuşma ve soruların cevabını daha sonra bir kitap haline getirdim. Fakat soruları içine almadım. Eğer soruları da kitabın içine alsa idim, imanı saf kimseye o soruları okutma ile belki kalbinde şüpheler uyandırma imkanını vermiş olabilirdik. (Türkçe baskısı birçok kez yapılan,"Allah'a İman ve Altı Esası" isimli bu eserimiz, Rusçaya da tercüme edilerek üç kez basılmıştır.)

İşte ben de, bir bâ'tılı tasvir etmemek için o sorulan kitaba almadım. Çünkü hayatın ve olayların olumlu yönlerini söyleyip, olumsuz yönlerini söylemeyeceğiz.

*Ayette de Rabbimiz; "Onlar kendi aralarında gizlice fısıldaşırken" diyor ama neleri fısıldadıklarını bize haber vermemiştir. Haber verse bile o fısıldaşmalarının bize bir faydası yoktur. Günümüz imansızı da yine kendi aralarında müslümanlar aleyhinde, kendi klüp ve localarında fısıldaşırlar. Menfaat çevreleri bazı mercilerden müslümanlardan dolayı işini yürütemeyince, o müslümanı takibe alıp para teklif ederler, kadın teklif ederler. Müslüman bunları da reddedince başlarlar, bu Müslümanlar nereden çıktı, yetiştiği yerleri araştırıp buraların kapatılması gerektiği şeklinde fiskoslar üretirler, hatta böyle Müslüman insanların devletin bünyesine alınmaması için raporlar hazırlarlar. Biz diyoruz ki: "Rabbimiz yeryüzünde ve gökyüzünde konuşmaları da bilir." Bize düşen onun emir ve yasakları doğrultusunda hareket etmektir.

*Büruc suresinde anlatılır; Bir delikanlı, toplumun önünde imanı sebebiyle ok atılarak şehit edilir. Ama onu seyreden binlerce insan; "Bu çocuğun Rabbine iman ettik" deyip topluca imana girerler. İşte "Bir ölür, bin diriliriz" sözü de belki buradan kaynaklanmıştır.

*Ma'şeri vicdanın ne zaman ayaklanacağı bilinmez. Avrupa teknolojide ne kadar ileri giderse gitsin, ama toplumun harekete geçirilme kanununu hesap edemiyor. Amerika'lılar Vietnam'da o kadar insanların canına kıyıp eza ve zulüm ediyor. Toplum ayaklanmıyor, bir subayın canlı bir insanı yerde kurşunlayıp öldürmesi bütün bir milletin ayaklanmasına sebep oluyor.

*Fiili olarak ışığın gelmesi gerekir. Işık zayıf da olsa, mum ışığı da olsa aydınlatır. Azlığımızdan şikayet etmemeli. Karanlığın büyüklüğüne karşı ışık az yer kaplar ama onun gücünün çok olması gerekir.

İşte müslüman olarak, ticaretten siyasete, eğitimden ziraatına, teknolojisine varıncaya kadar her sahada müslüman bulunmalı, oraları feth etmelidir. Bir sahayı boş bıraktınız mı küfür orada odaklaşır, diğer sahaları aydınlatma faaliyeti boşa gider.

*İnsan bazen, çok sevdiği kardeşi, şeyhi, hocası farketmez herhangi bir yaratılmışın sözünü, ayetin önüne geçiriyorsa, buna itibar edilmemeli. En önde olacak olan Allah'ın ayetleri, Efendimizin hadisleri, ondan sonra o insanların sözleridir. Aksi durum İslam inançlarına ters düşer. Hele hele sözler ayete de taban tabana zıt düşüyorsa, durum daha vahimdir. Müslümana düşen görev Allah ve Rasulünün sözlerini arkaya atıp onları geçecek söz söylememeli, başkalarına da söyletmemelidir.

* "Göklerle yerin bitişik iken ikisini ayırdığımızı kafirler görmediler mi? Ve biz her canlı şeyi sudan yarattık. Hala iman etmeyecekler mi?" Bu ayette Allah (c.c.) kafirleri imana davet edip, onlara akli deliller getiriyor. 22. ayette, "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı, yerin ve göğün düzeni bozulurdu" ifadesiyle birliğini isbat ederken, bu ayette de; "kafirler, bakmazlar mı veya görür gibi bilmezler mi ki, yer ve gök deniziyle, dağıyla, yıldızıyla, gezegeniyle bir birine bitişikti. Bir tane idi, biz onları birbirinden ayırdık." buyruluyor.

Bu ayeti bazı bilginlerimiz, alimlerimiz, batının buluşları doğrultusunda izah etmeye çalışmışlar; "Uzay bir gaz bulutu şeklinde idi, dünya ve diğer gezegenler bu gaz bulutundan koptu, zamanla dağlar, denizler oluştu ve canlılar türedi" şeklindeki batının açıklamasına karşı; "Efendim, Kur'an'da bu teoriyi isbat eden ayetler var" deyip bu ayeti delil gösteriyorlar.

Tabii ki batının bu konuda ciddi çalışmaları var. Ama onlar bu buluşlarının kesin olduğunu söylemiyorlar; "Bizim yaptığımız çalışma budur" diyor. Bizim ulemadan bir kısmı da hemen Kur'an ayetlerini bir mühür gibi o buluşun altına (basıveriyor) kullanıveriyor. İşte bu davranış yanlıştır.

Kur'an; yer ile gök bitişikti, sonra biz bunları birbirinden ayırdık, şeklinde ifade ediyor. Yer ile gök birdi, "buhar, gaz bulutu halindeydi" biz ayırdık denilmiyor.

Bu ayeti Hz. Ömer (r.a.) şöyle anlamış; "Yer ile gök yaratıılmış haldeydi. Yani gökte ve yerde hiçbirşey yoktu. Ne bir yeşillik, ne de bir canlı. Gökyüzünde de yağmur yoktu. Sonra biz bunları ayırdık, gökyüzünden yağmuru, yeryüzünden de çiçekleri çıkardık" anlamında anlamışlar. 

Bizim dikkat edip gözden kaçırmamamız gereken bir husus, ayetler bilim adamlarının ilmi buluşlarını isbat için değil, Allah'ın varlığını ve birliğini akli delillerle isbat için gönderilmiştir. " 

*Bizim için imtihan; bilinmeyen birşeyi bilip, bilmediğini ortaya çıkarmak içindir. Ama Allah'ın ilmi ezelisi var. insanoğlunun fakirlik ve zenginlikte sabır veya şükür edeceğini O'nun bilmemesi mümkün değildir.

Madem ki biliyor da niçin imtihan ediyor? diyen olabilir. Eğer imtihandan geçirilmezsek ahirette; "Ya Rabbi eğer sen fırsat verseydin, ben sabrederdim veya şükrederdim" şeklindeki itirazı bertaraf etmek içindir.

İnsanın yapmış olduğu ameller ki, bunlar birer soru kağıdı durumundadır. İşte bu imtihanın neticesidir denilecek.

*Kıyamet-i Kübra" dediğimiz, bu kainatın sonu mutlaka gelecek. Bizler belki ona yetişenleyiz ama "Kıyamet-i Suğra" dediğimiz herkesin "küçük kıyameti" kopacak. Yani ölüm mutlak, bunda kimsenin şüphesi yoktur. Bunun ne zaman geleceğini de yine kimse bilemez.

Ansızın, kimimizi evinden çıkarken, kimisini yolda, kimisini iyilik işlerken, kimisini de şer bir amel başında yakalayıveriyor. Bundan dolayı kişi bütün davranışlarına hemen ölüverecekmiş gibi dikkat etmelidir. Aksi halde kötü bir amel başında iken ölüm yakalarsa bunun hesabını vermek zor olur. Böyle bir duruma düşmemenin de yolu iyi işler yapıp, iyi düşünmek, niyetimizi salih kılmaktır.

*Bu imansız kesim hatayı bir yerde yapıyor, o da Allah'a imanda.. Başta inanç konusunda hata ettikleri için diğer hataları da onun peşinden geliyor. 1957'de A.B.D. Cumhurbaşkanı Türkiye'ye gelir, hiç koruma olmaksızın halkın içinde tokalaşarak, selamlaşıp gezer. Ama 1991'de gelen Başkan ise A.B.D.'li polis ile 5000 tane T.C. polisi tarafından korunur. Bunun anlamı şudur; ABD'nin dünya için almış olduğu bütün tedbirler aleyhine gelişmiştir.

*Malcolm X'in dediği gibi; babasından kalan kirli bir bardakla su içen adama, onun pis bir bardak olduğunu anlatmak çok zordur. Ona yeni bir bardak alıp, "sen de bardağını yıkarsan aynı şekilde olur, derseniz inanır. Yani işin doğrusunu anlatma yerine bizzat onu göstermek daha etkili olur.

*Bestekârlarımızdan Alaaddin Yavaşça bir televizyon programında; "Ben Kilis'liyim, dedem hafızdı. Bahçemizde Kur'an okumaya başladığında etraftan bülbüllerin gelip dinlediğini bizzat görmüşümdür. Fakat dedemin ölümünden uzun bir müddet sonra memleketime gittiğimde baktım ki ağaçlar kurumuş, evimiz çökmüştü, kuşlar da gelmez olmuştu" diyor. "Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok" isimli şarkısını bunun üzerine yazdığını ifade ediyor.

*Bazıları şarkıların dinlenip, dinlenemeyeceğini sorarlar. Böyle soru soranlara ilahinin dinlenip, dinlenemeyeceğini sormak gerekir. Merhum Saadettin Kaynak, bir gün sabah namazından sonra yatar ve rüyasında Hz. Peygamberi görür ve alır eline kalemi; "Muhabbet bağına girdim bu gece" diye bir şiir yazar. Tabii ki bu ilahi olarak söylendiği gibi, şarkı olarak da söyleniyor. Bu olayı birisine anlattığımda, O da; "Hocam ben o şarkıyı dinlerken ne kadınlar düşünürdüm" diyor. Onun için, kabahat şarkının kendisinde değil, dinleyenle, söyleyendedir.

*Çocukluğumuzda demircilerin piri Davud (a.s.), terzilerin piri İdris (a.s.), gemicilerin piri Nuh (a.s.) diye sayardık, hemen hemen bütün sanat dallarının pirleri Peygamberlerdir. Günümüz okullarında bunlar okutulmuyor. Tabii ki batılı bilim adamları olarak lanse ediliyor. Bu bir iman meselesidir. İnançsız Avrupa gelip de bizim peygamberlerimizi kabul edecek hali yok. Peygambere inanan insan da inancı gereği sanayisini, endüstrisinin kaynağını Peygamberlere, geçmiş toplumlara dayamak gerekir. Bu devletlerde de böyledir. Devlet olmanın gereği budur. Maddi zararlara karşı ten'imizi zırhla koruduğumuz gibi, manevi zararlara karşı da can'ımızı takva zırhıyla koruyalım. Rabbimiz Hz. Davud'a ikisini de öğretiyor.

*Bugün fen bilim adamlarının, fizikçilerin rüzgarla ilgili kanunlarını kabul ediyoruz. Yani, "sıcak hava ısınır ve yükselir. Yükselen bu hava soğuk tarafına doğru hava akımı yapar ve rüzgar meydana gelir." gibi. Ateşin yakması da bir kanuna tabiidir. Fakat bütün bu tabiat kanunlarını koyan Allah(cc)'dır. Kanunu koyabilen, koymaya gücü yeten; Onu kaldırmaya gücü yettiği gibi, kaldırma yetkisine de sahiptir.

İbrahim suresinde; "Ateşin İbrahim (a.s.)'ı yakmaması"nı, "Süleyman (a.s.)'ın emrine rüzgarın verilmesi" gibi olayları, batıya şirin görünme gayretinde olan bir kısım çağdaşlar tevil etme yönüne giderler.

Biz diyoruz ki; bu kanunları koyan Allah(cc)'dir. Konulan kanunları kaldırma hakkına da sahiptir. Nasıl dilerse, O hiçbir kimse ve kuruluşa sormadan, onlardan (haşa) görüş ve emirler almadan, dilediğini dilediği şekilde yapar, dilemediğini de yapmaz.

 *Peki mü'minleri nasıl kurtaracak Rabbim? Yunus (a.s.)'ın dediğini dersek kurtaracak. Şu anda biz bir karanlığın, küfür karanlığının içerisindeyiz. Yunus (a.s.)'m balığın karnında karanlık içinde olduğu gibi, mü'minler de bugün küfrün hakim olduğu yerde karanlıklar içindeler demektir. Allah'a isyanın olduğu yerde karanlık var demektir. Buradan kurtulabilmenin yolu topyekün fertlerin veya milletlerin; "La ilahe illa ente sûbhaneke inni küntü minez zalimiyn" demeleri gerekir.

*Kabahati kendimizde arayacağız, başkalarında kabahat aramaya gitmeyeceğiz. Günümüzde biraz buna ağırlık vermemiz lazım, hep gavuru dışarıda ararız biz, kabahati dışarıda ararız. "Vay efendim Amerika şöyle ediyor, İngiltere böyle yapıyor, Almanya böyle böyle planlar kuruyor. Efendim İsrail şöyle şöyle ediyor vs."

Onlar kendi görevlerini yapacak, yani akrep sokuyor diye bas bas bağırmanın da anlamı yok. Bizim görevimiz akrebe sokulmamak, ateşte yakılmamaktır. Ona karşı tedbirimizi almaktır.

Karanlığın içersindeki Yunus (a.s.) bize kabahatin kendimizde olduğunu öğretiveriyor. "Ya Rabbi ben zulmedenlerden olduğum için bu benim başıma geldi Ya Rabbi. Senden başka ilah olmadığını ikrar ediyorum Ya Rabbi, zaten iman ediyordum, tekrar ikrar ediyorum, Seni eksik sıfatlardan tenzih ediyorum, seni teşbih ediyorum Ya Rabbi" diyor ve kurtuluyor..

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın

Münafikün, 10

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şahid olan bunu takbih ederse (kötü olduğunu te'yid ederse), o kötülüğü görmemiş gibi zararından kurtulur. O kötülüğe şahid olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şahid olmuş gibi manen zarar

Ebu Davud, Melahim 17, (4345)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI