Cevaplar.Org

PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-45

Salih Ekinci “Mizanda hafif, pahada ağır’ dedikleri gibi bu kıymetli kısa kitaplardan birisi de Muhammed Salih Ekinci ( Muhammed Salih Bin Ahmed Garsi) Hocanının ‘el İcabetü’l Bahire/Kamaştıran Cevap’ adlı eseridir. Hoca


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2021-07-08 08:31:26

Salih Ekinci

"Mizanda hafif, pahada ağır' dedikleri gibi bu kıymetli kısa kitaplardan birisi de Muhammed Salih Ekinci ( Muhammed Salih Bin Ahmed Garsi) Hocanının 'el İcabetü'l Bahire/Kamaştıran Cevap' adlı eseridir. Hoca özellikle akait konusunda mahirdir. Eş'ariliğin çağdaş savunucularından birisidir. Bu hususta Sefer Havali'nin tezini de çürüten bir kitap kaleme almıştır. 

Sarkozy(Fransa eski başbakanı)

Charles Pasqua'nın ve benzerlerinin başlatmış olduğu laik haçlı çığırını Yahudi kökenden Sarkozy sürdürdü. Müslümanların amansız bir düşmanı kesildi. Lise ve seviyesi okullarda başörtüsü yasağını kanunlaştırdı ve genelleştirdi. Charles Pasqua içişleri bakanlığı döneminde, ılımlı ve Müslüman Kardeşler eğilimi taşıyan Larbi Kechat gibi imamları göz hapsine aldırmıştı. Haleflerinden olan Sarkozy ise içişleri bakanlığı döneminde Hasan el Benna'nın torunu Tarık Ramazan ile ekranlarda başörtüsünü tartışırken fikirleri nedeniyle Fransa'ya girmesi yasak getiriyordu.

Selahaddin Eyyubi

Selahaddin Eyyübi'nin hikmetle davranmasını 'mezhebi hassasiyeti yoktu' şeklinde algılamak en azından hafifliktir. Bu Yavuz'un Şah İsmail ile can ciğer kuzu sarması olduğunu iddia etmek gibidir. Kimi Şii kaynaklar aksine Selahaddin Eyyübi'nin Halife Adit'i zehirlediğini ileri sürerler. Ona bu tarz hafiflikler isnat ederler. Abbasiler döneminde Me'mun ile İmam Ali Rıza meselesine benzetirler.

*Allenby'nin muadili olan Fransız komutan Henri Goro, Şam'a girdiğinde ilk iş olarak Salahaddin Eyyübi'nin kabrine gelir ve orada böbürlenerek küstahça kabre karşı şunları söyler : "Salahaddin işte biz geri döndük…" İslam topraklarından Haçlıları def eden komutana karşı lisan-ı haliyle 'sen şimdi bizim esirimizsin' demektedir. Demek ki laik de olsa, gevşek Hıristiyan da olsa şuur altlarında müthiş bir Haçlı tortusu var. Napolyon'dan beri de öyledir.

* Keza Zengiler ve Salahaddin Eyyübi dönemi bir başka baharda tomurcuklanan Asr-ı Saadet vahasıdır.  Salahaddin Eyyübi bir sonuçtur. Siyasi sebep ve hazırlama devresi Zengiler'dir. Manevi sebep ve hazırlayıcı faktör ise İmam Gazali ve Abdulkadir Geylani ve İbnül Cevzi gibi zevattır. Onların çalışma ve çabalarının meyvesi Salahaddin neslini, yani fetih neslini doğurmuştur. Onların döneminde yeni bir Asr-ı Saadet filizlenmiştir. 

*Salahaddin'in yendiği düşmanlar bugün yeniden tarih sahnesine çıkmıştır. İşte bu yaşayan düşmanlar Salahaddin'i şan olarak, ruh olarak da gömmek ve unutturmak istemektedirler. Salahaddin ölse de yaşayan bir modeldir. Zira tarih tekerrür etmektedir. Salahaddin'in de tekerrürü, onun önüne katıp yendiği kesimlerin korkulu rüyası ve kâbusu haline gelmiştir. Çünkü eski galiplerle mağluplar ard-ı ribatta/ nöbet yurdunda yeniden karşı karşıya gelmişlerdir.

* İsrail'in Salahaddin düşmanlığını en iyi anlatan, dile getiren metinlerden birisi de Macid Arsan Geylani'nin Hakeza Zahare Cilu Selahaddin ve Hakeza Adet el Kuds adlı eseridir. Bu eserde Salahaddin ve günümüze iz düşen modelini unutturmak için Yahudilerin canla başla gayret ettiklerini ve onun mirasını küllendirmeye çalıştıklarını konu etmektedir.

*İsrail, Salahaddin modelinin günümüzde yeniden ete kemiğe bürünmesinden ve Müslümanların fetihler burcuna girmesinden endişe ediyor. Şiiler de yeni bir Salahaddin'in çıkarak ocaklarını söndürmesinden korkuyor.

* Şarkın şanlı sultanı Salahaddin Eyyübi nasıl ki aşılamayan bir çıta veya kamet ise Sultan Abdulhamid Han da böyledir. Ama kalplerinde hastalık olanlar her türlü kulpu uyduruyorlar. Şamlı batini şair Adonis'in Sultan Salahaddin'le ilgili söylediği gibi: "Yan Halep yan! Salahaddin'in suçu!" Salahaddin Kudus'ü kurtarmaktan veya zaptetmekten başka ne suç işledi ki?

Selçuk Eraydın(Merhum, Tasavvuf profesörü)

Merhum Selçuk Eraydın hoca halim-selim güzel bir insandı. Mekanı cennet olsun. Tasavvuf tarihi hocalarındandı. Gerçekten de çelebi ve tasavvufa yakışan bir karakteri ve mahviyeti vardı. Erken yaşlarda aramızdan ayrıldı. Numune insanlardan birisiydi. Yaşar Nuri Öztürk'ün tez hocası olarak da bilinir. Şu an itibarıyla ikisini bir araya getirmek ve bir arada tasavvur etmek kabil değildir. Ama burada yanılma kabiliyeti devreye giriyor. Haliyle kimileri Selçuk Eraydın Hoca ile Yaşar Nuri Öztürk'ü zihnen bir araya getiremezler. Lakin aradaki ilişkiyi hatırlayanlar 'Selçuk Eraydın hoca nasıl da boşluğa düşmüş ve talebesinin karakterini ve seciyesini fark edememiş' diye iç geçirirler. Çok görmemek lazım. Hadiste ''Mümin, bir delikten iki defa geçmez veya orijinal ifadesiyle "Mümin (yılanın) deliğinden iki defa sokulmaz."(Buhari, Edep, 83; Müslim, Zühd, 63; Ebu Davut,Edep, 34.) buyrulmaktadır. Bu durumda aldananlara ne oluyor? Hadis mefhumunca durumları ne oluyor? Aslında hadis teyakkuza davettir. Yoksa mümin birçok defa aldanabilir ve aynı delikten geçebilir. Burada bizden safderun olmamamız isteniyor. Âgâh olmamız tembih ediliyor. Aksi halde, yanılanlar elbette ki iman dairesinden çıkmıyorlar. Lakin saflık Müslümanların başına büyük belalar ve gaileler açıyor.

Senai Demirci

Bu hususta(Mustafa İslamoğlu hususunda) Senai Demirci de genel hukuku özel hukuka indirmiştir. Makalesinde 'ne döverim ne de dövdürürüm' şeklinde bir üslup ortaya koymaktadır. Adeta ' ben vurmadan kimse vuramaz' mantığıyla hareket ediyor. Ya da 'benim hukukum var, kimse benden ileri gidemez' gibi yaklaşımlar serdediyor. Bu mesele özel değil amme hukukudur, ehli diyanetin hukukuna girer. Aksine Senai Demirci gibi arkadaşlar biraz da kendilerini eleştirmeli ve çanak tutmaktan dolayı belki de kendilerini muaheze etmeliydiler. Buna hepimizin ihtiyacı var.

Seyyid Kutup

Elbette ne Seyyid Kutup masum, ne de Mevdudi. Haklarında eleştiri kapısı sonuna kadar açık. Lakin bu kapıdan girenler yeteri kadar ilimle mücehhez ve onun ötesinde safi duygularla bezeli olmalıdırlar. Yoksa "garazda maraz vardır' sözüne muhatap olurlar. Seyyid Kutup kişilik olarak muazzam bir kişiliktir. Lakin onun dışında yetersizlikleri veya hataları bulunabilir. Lakin bugün dini hayatlarını Seyyid Kutup veya Mevdudi'yi red ve cerh ekseni üzerine kuranlar, isim üzerinden onlara muhalefet ederken sıfat üzerinden yanlışı onlardan çok daha ziyade ve bol olan kesim, zümreleri veya fikir erbabını barındırmakta ve sahip çıkmaktadır! Dolayısıyla burada bir "ihlas" kaçağı veya boşluğu söz konusudur.

*Ali Cum'a mesleği gereği iftira ve yalandan kaçınmamaktadır. Seyyid Kutup ile alakalı olarak iftiralarından birisi onun kelime-i tevhide yani La ilahe illallah ifadesine Muhammedur Resulullah ifadesini eklememesidir. Prof. Dr. Vasfi Aşur Ebu Zeyd bu iddiayı belgeleriyle çürütmektedir. Bunlardan ikisi Mealim Fit Tarik ( Yoldaki İşaretler) adlı eserindedir. Seyyid Kutup'u eleştirmek elbette mümkün, lakin bunu en güçlü yönüne karşı yaparsanız, şapa oturursunuz. Bu tablo, Arapçadaki bir mesele uygunluk arz eder; "Zayıflatmak için başını dağa vuran(dağı süsen) adam, dağa acıma başına acı!"

*İddia ediyorum ki, hem Ali Cum'a hem de Ahmet Tayyip ilmen Seyyid Kutup'un çok gerisindedir. Hatta yanından bile geçemezler. Bu elbette Seyyid Kutup veya Mevdudi'nin bazı aşırı hallerini benimsememizi gerektirmez. Lakin hakperest de olmalıyız. Şahsiyet itibarıyla demiyorum zaten o malum.

* El Ahram'dan Diya Raşvan'a göre, Karadavi bazı görüşleri açısından Seyyid Kutup'u Ehl-i Sünnet dışı saymıştır! Elbette bazı yazılarıyla Seyyid Kutup sıkıntılı bir konumdadır veya tartışmalı fikirleri olmuştur. Bununla birlikte, Karadavi, Seyyid Kutup'u tamamen dışlamamış, hatta Seyyid Kutup'u aşırılıktan akladığı zamanlar ve durumlar da olmuştur. Bununla birlikte, 8 Temmuz 2009 tarihinde Mısır'ın el-Ferain Kanalında İslami hareketler üzerine araştırmalar yapan Diya Raşvan ile yaptığı mülakatta Seyyid Kutub'un zaman zaman siyasi noktada Ehl-i Sünnetin tutumunun dışına çıktığını ifade etmiştir.

* Kardavi, özelikle hapiste verdiği eserlerin tekfir görüşleri içerdiğini ifade ederek Seyyid Kutub'un yaşamış olması halinde kendini gözden geçireceğini ve bu yöndeki görüşlerini değiştireceğine inandığını söylemiştir. Karadavi bir ilim adamı olarak yer yer Hasan el Benna'yı da aşan görüşler serd etmiştir. Bu da onun hakkıdır. Kardavi 'Seyyid Kutub İhvanı Müslim'in cemaatinden miydi?' Sorusuna 'O yalnızca Hasan el-Benna'nın değil, Mevdudi'nin de görüşlerin nakletmiştir' diye cevap vermiştir. İslam'da İçtimai Adalet kitabında yer yer Mevdudi'nin İslam'da Hilafet ve Saltanat kitabından izler görünür. Yoldaki İşaretler ile Mevdudi'nin Dört Terimi arasında etkileşim vardır. Seyyid Kutup vakıayı tasvir etmiştir. Yaşanan durumu ikinci cahiliyete benzetmiştir. Bu huruca çağrı değildir. Tekfir değil, tasvirdir. Lakin bazıları ondan yola çıkarak bu yöne sapmışlardır. Bununla birlikte akabinde Şükrü Mustafa gibi zevat hapishane ortamından ve rejimin baskılarından yılarak tekfirci bir çizgiyi benimsemişlerdir.

* Nasır ve Kasım gibi zorba tiplerin karşısına da Cenab-ı Hak yılmayan ve esnemeyen, eğilmeyen Seyyid Kutup gibi dava erlerini çıkartır. Seyyid Kutup haktan başka kimseye boyun eğmez. Nasır ona Hasan Bakuri'ye yaptığı gibi bakanlık ve milli eğitim bakanlığı teklif eder. Daha önce fiilen işçi teşekküllerinin başına getirilir lakin daha sonra Nasır'ın zorba bir adam olduğunu fark eder ve ona alet olmaya yanaşmaz. Seyyid Kutup bilahare benzeri teklifleri de geri çevirir. Davasını kanıyla kıymetlendirmek ister.

 Üzerine üşüşen hastalıklardan dolayı tedavi maksadıyla 1964 yılında Kasru'l Ayni Hastanesine kaldırılır ve sonrasında tekrar Liman-ı Tura Hapishanesine iade edilir. Nisan 1964 tarihinde Sedd-i Ali Barajının açılışı münasebetiyle Kruşçev ve birçok dünya lideri Mısır'a davet edilir. Kruşçev'in ziyareti nedeniyle hapisteki komünistlerden birçoğu salıverilir. Bu münasebetle davet edilenlerden birisi de dönemin Irak Cumhurbaşkanı Abdusselam Arif'tir. Kahire'de bulunduğu sırada Emced Zehavi'den bir telgraf alır ve telgrafta şunlar lazmaktadır:' İyi şefaat ve iltimasda bulunan bu şefatinden pay alır. Seyyid Kutup için arabuluculuğunuzu esirgemeyin …"

Gerçekten de Abdusselam Arif, Nasır nezdinde girişimde bulunur ve Seyyid Kutup hapisten bir süreliğine çıkarılır ve bu sırada Abdusselam kendisine şu teklifte bulunur; "Gel seni Irak'a götüreyim, benim danışmanım ol." Lakin Seyyid Kutup hastalığını gerekçe göstererek mazeretini beyan eder. Ama gerçek gerekçesi başkadır. Nasır'ın bakanlık teklifini geri çeviren Seyyid Kutup gönlüyle yazdıklarını değersizleştirmek istemez. Aksini yapmayı düşüncesini satmak olarak görür. Bu itibarsızlaşma anlamına gelecektir. Bu durumda, bedenen kurtulsa da fikirleri infaz edilmiş olur. O ise manevi infaz yerine fiziki veya bedenen infazı tercih eder (Umlak el Fikri'l İslami , Abdullah Azzam, s: 27, Mektebetü Hidemat).

*20'inci yüzyıla ait şehitler kervanı arasında temayüz eden isimlerden birisi de Seyyit Kutup'tur. Nasır 1966 yılında Seyyid Kutup'u idam etmiştir. Faslı merhum Abdusselam Yasin'e göre, ulemanın kanı zehirli olduğundan dolayı Seyyid Kutup'un mazlumiyeti Nasır'ın peşini bıramamış, çarpmış ve bu veya benzeri nedenlerden dolayı 1967 yılında İsrail karşısında en büyük hezimetini almış veya tatmıştır!

* Seyyid Kutup da küçük kardeşi Muhammed Kutup da samimiyetlerinin sonucu olarak feraset ehlidirler. Merhum Abdullah Azzam, Seyyid Kutup'a adadığı 'İslam Düşüncesinin Devi' adlı kitabında ailenin sezgi damarına sahip ve ferasete sahip olduklarını ve eşyaya Allah'ın nuruyla baktıklarını ifade etmektedir. 'Bu Dinin Geleceği' adlı kitabında Seyyid Kutup gelecek dönemde Amerikan tarzı İslamcılığın yayılacağı öngörüsünde bulunmuştur. Bölgede Amerikan tarzı İslam anlayışı rüzgarları eseceğini haber vermiştir. Seyyid Kutup'un bu öngörüsü gerçekleşmiştir. Hem Hicaz'da hem de Türkiye gibi ülkelerde.

* Seyyid Kutup'un Yoldaki İşaretler kitabı çok tartışılmıştır. Bu kitap fikrinin bir hülasası ve nektarıdır. Bu kitapla alakalı olarak çokları Seyyid Kutup'un yaşadığı topluma yabancılaştığını ve tekfirine neden olduğunu ileri sürerler. Toplum İslam'a yabancılaştığı oranda Seyyid Kutup'un topluma yabancılaştığı bir vakıadır. Lakin onun yaptığı tekfire çağrı olmayıp belki vakıanın teşhisidir. Teşhisi illettir. Varsa bir kabahati, o da vakıaya ayna tutmaktan ibarettir. Bu teşhisi toplumu tekfir olarak görenler, elbette sebepten değil sonuçtan yola çıkıyorlar. Bu ise arabayı atın önüne koymaktır. Bu durumda çağdaş cahiliye sembollerine yüklenecekleri yerde Seyyid Kutup'a yükleniyorlar. Yapana değil, karşı çıkana, zalime değil mazluma yöneliyor ve saldırıyorlar.

* Elbette Seyyid Kutup'un idamından ve Mısır hapishanelerinde inanılmaz işkence seanslarından sonra Şükrü Mustafa ve Cemaatü'l müslimin gibi sağlıksız ve tekfirci isim ve akımlar türemiştir. Bunlardan dolayı Seyyid Kutup mu suçlanmalı yoksa bu ortamı oluşturan anlayış ve Sami Şeref gibi cellâtlar mı?

* Al-i Kutup dört önemli yazar çıkartıyor. Bunlardan birisi Seyyid Kutup, ötekisi Muhammed Kutup. Bayanlardan ise Emine ve Hamide. Marka olan ismiyle Seyyid (Kutup) gençliğinde İslam ile tam manasıyla hemhal veya içli dışlı olmadan Akkad ekolündendir. Kardeşi Muhammed de Akkad hayranıdır. Halbuki o dönemde asil ve asli İslami çizgiyi Mustafa Sadık er Rafii temsil etmektedir. Siyaset aleminde, bir önceki kuşaktan olsa da duru ve katıksız İslami çizgiyi Mustafa Kamil temsil ederken, sonraki kuşakta kitabiyat alanında aynı çizgiyi Mustafa Sadık Rafii sürdürmüştür. Daha sonra Akkad'ın yerini değil de Rafii'nin çizgisine varis olur. Rafii'nin yerini ve boşluğunu bir bütün olarak Kutup ailesi doldurmuştur.

* Fikri olarak günümüzde Seyyid Kutup'un iki varisinden bahsedilebilir. Bunlardan birisi şüphesiz küçük biraderi Muhammed Kutup'tur. İkincisi de Ürdün'de yaşamakta olan Salah Abdulfettah Halidi adındaki müdekkik ve muhakkik alimdir.

* Nasır'ın tuğyanına karşı Allah, Seyyid Kutup gibi karşısına Everest Tepesi gibi bir direnen adamı çıkartıyor. Mısır'da nifak da derin, iman da.

* Seyyid Kutup'u idam sehpasından almak için Irak Cumhurbaşkanı Abdusselam Arif gibi şahsiyetler devreye girmişse de, Şeyh Hasina gibi Nasır da idam şehvetine kapılmış ve kimseyi dinlememiştir. Mazlumların kanı zehirli olduğundan dolayı Faslı Abdusselam Yasin'in yazdığı gibi Nasır bir yıl sonra hayatının hezimetini tatmış ve İsrail karşısında yerle bir olmuştur. 1906 yılında doğan Seyyid Kutup 1966 yılında idam edilmiş ve 60 yaşında şahadet şerbetini içmiştir. Nasır da ondan dört yıl sonra 58 yaşında vefat etmiştir. Dünya zalimlere de yar olmamıştır. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi ecel birdir, taaddüt de etmez. Şehitler hakkın şahitliğini yapıyor ve işaret fişeği olarak önden gidiyorlar.

*20'inci yüzyılın bu soylu davetçi ve ilim ehli ailelerinden veya ocaklardan birisi de Al-i Kutup'dur. Kutup'lar bir kişiden veya Seyyid Kutup'tan öte bir ilim ve davet ocağıdır. Elbette Seyyid Kutup ailenin ser çeşmesidir. Cam-ı Cem'dir. Bununla birlikte aile hem irşat ocağı hem de şehitler kervanıdır. Ulu bir ağaç haline gelmiştir. Keza eniştesi ve Emine Kutup'un eşi Kemal Senaniri de şehitler kervanına katılan isimlerdendir. Bundan dolayı da Al-i Kutup olarak anılmayı hak etmişlerdir. Al-i Kutup yirminci yüzyılın iyilik odaklarından ve ocaklarından birisidir. Seyyid Kutup 60 yaşında (1906-1966) darağacına çekilmiştir. Kız kardeşler Hamide ve Emine Kutuplar da Seyyid ve Muhammed gibi kalemle dost olmuşlardır.

* Seyyid Kutup'un şahadetinden 20 yıl sonra yine bir ağustos ayında Abdullah Azzam, Afganistan'da Logar'da Serhap Nehrinin kıyısında Seyyid Kutup'u hatırlar ve bazı hatıratını paylaşır. Kahire Üniversitesinde eğitim görürken, 50 bin kişilik kız öğrenci kitlesi içinde tek bir kapalıya rastladığını, bunun da edep timsali Seyyid Kutup'un bacısının kızı olduğunu ifade eder. ( İslam Düşüncesinin Devi Şehit Seyyid Kutup, Abdullah Azzam, Birinci Baskı 1990, s: 74, Mektebetü Hidemat Yayınları).

*Faslı Abdusselam Yasin ulemanın etinin ve kanının zehirli olduğunu hatırlatarak Nasır'ın Seyyid Kutup'u idam etmesinden (1966) bir yıl sonra Yahudiler karşısında en büyük yenilgisini tadarak tarih ve Mısırlıların önünde rezil olduğunu hatırlatır.

* Ser veren ama başını eğmeyen Seyyid Kutup yıllar önce rüyasında kızıl bir yılanın boynuna dolandığını görür. Yanındakilere rüyasını anlatır. Yanındakiler bunun karmaşık ( edgasu ahlam) rüyalardan olduğunu söyleyerek teselli ederler. Ehemmiyet vermemesini telkin ederler. O ise kızıl yılanı darağacı olarak yorumlar ve kızılların yani komunistlerin kendisini idam edeceklerine hükmeder. Kırmızı rüyada olumsuz işarettir ve bazen de ölüme işaret eder. Seyyid Kutup kızılı komunistler olarak tabir etmiştir. Kanaatime göre, burada kızıl ölümdür yılan da düşmandır. Nasır Marksist olmamakla birlikte Seyyid Kutup'un düşmanıdır. Gördüğü rüya aynıyle vaki olmuştur. 

* Seyyid Kutup'un remiz ve sembollerinden birisi Ağustos ayıdır. 1948 yılı Ağustosunda ABD'ye yollanır. 1950 yılının yine aynı ayında (Ağustos) ülkesi Mısır'a avdet eder. 1966 yılında yine Ağustos ayında idam sehpasına çekilir.

*20'inci yüzyılın yalnız insanına veya garibine Kur'an'dan notlar ve manevi azıklar aktaran Seyyid Kutup Fizilal'de En'am Suresinin 44'üncü ayetine temas eder. ABD'ye bu ayetin dürbünüyle bakar ve şaşmaz akıbeti görür. Seyyid Kutup 'Amerika ve sünnetullah' başlıklı değerlendirmesinde Allah'ın bu topraklara büyük nimetler verdiğini hatırlatır. Seyyid Kutup bu nimetlere şükretmeyen ve bozgunculuk yapan Amerikalıların bir gün bunun hesabını vereceklerini ve sünnetullah ile yüzleşeceklerini ifade etmektedir. En nihayet azabın başlarına ineceğini ifade eder. Şöyle der: "ABD'de bulunduğum vakitte şu ayetin onlar üzerine katiyetle intibak ettiğini gördüm: "Derken onlar kendilerine hatırlatılanı (ilahi yasaları) unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar (Enam 44)." Her yerden ve yönden onlara nimetler ve azıklar yağıyordu. Dünyanın hiçbir yerine nasip olmayacak çapta güzelliklere mazhar oluyorlardı. Fakat bu refah seviyesiyle gururlandıklarını ve mağrur olduklarını gördüm. Başkalarına muameleleri de dun mertebesindeydi. Siyahlara ve renklilere vahşi bir şekilde muamele ediyorlardı…"

Hatırlanmalı ki Seyyid Kutup henüz ABD'de iken bu ülkedeki ırk ayrımcılığı ortadan kalkmamıştır. Martin Luther King gibileri hala zahiri anlamda ayrılığın kaldırılacağı günü intizar ediyorlardı. Rüya halinde idiler.

* İkinci Dünya Savaşından sonra dünyanın yeni siyasi merkezi taayyün etmiştir. Bu merkez ABD'den başkası değildir. Savaş sonrası ABD'nin merkez olması dünyanın geri kalanından bu ülkeye yönelik olarak yeni bir göç dalgasını tetikler. Avrupa'dan ve dünyadan tası tarağını toplayan ABD'ye doğru yola koyulmuştur. Servet düşkünleri, entelektüeller veya siyasi kariyer peşindekiler ABD'ye akın ederler. Seyyid Kutup'un iki yıllık Amerika macerası da bu göç mevsimine rastlar. Lakin Seyyid Kutup'u ABD'ye gönderenler aslında ondan kurtulmanın peşindedirler. Onu gurbet adına ABD' ye göndermişlerdi. Belki de derinlerinde besledikleri küçük bir umut Seyyit Kutup'un bu ülkeden bu ülkeye ait fikirlerle avdet etmesidir. Milli eğitim alanında müfredat araştırması yapmak için sözde bir görevle bu yeni kıtaya gönderilmiştir. Ama bu ülkeden eski kimliğinden daha sağlam bir kimlikle geri dönmüştür. Seyyid Kutup iki yıllık süre zarfında gözlemlerini yazar ve 'Amerika: Kema reeytühü: Gördüğüm Amerika' diye de kayda geçirir ve kitaplaştırır. Lakin maalesef bu kitap kaybolur ve bir daha izine rastlanmaz. Bununla birlikte birçok kitabının arasına ABD ile ilgili izlenimlerini serpiştirir. Bu serpintilerden Salah Abdulfettah Halidi ' Seyyid Kutup'un Gözüyle İçeriden Amerika' kitabını ortaya çıkarır. Ama yine de gönül, 'Gördüğüm Amerika' kitabını birinci elden okumak isterdi.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

ALLAH RASULÜNÜN MANEVİ ŞAHSİYETİ-2

ALLAH RASULÜNÜN MANEVİ ŞAHSİYETİ-2

Fahr-ı Kainat’a Nasıl Bakmalıyız: Kur’ân’da, “Muhakkak ki, Allah katında sizin en d

NURDAN VECİZELER-8

NURDAN VECİZELER-8

“Hakikaten mümin cennete layık ve kâfir cehenneme muvafık bir mahiyet kesb eder.” İzah: B

YIKILMAKTA OLAN ÜÇÜNCÜ MABET

YIKILMAKTA OLAN ÜÇÜNCÜ MABET

Kimi Yahudiler mecazen veya sembolik anlamda İsrail’e Süleyman Tapınağı makamında üçüncü

SAFVETÜ’T TEFASİR NOTLARI-27

SAFVETÜ’T TEFASİR NOTLARI-27

Nisa: 97: İbn Abbas’ın şöyle dediği rivayet olunur: “Müslümanlardan, İslam’ı hafife a

TACEDDİN TOPAL(1927-2020)

TACEDDİN TOPAL(1927-2020)

Taceddin Topal ağabeyimiz Isparta/Yalvaçlıdır. Yalvaçlılar O’na Taci Dede diye biliyor ve ö

SULTAN 2. BAYEZİD (1481-1512)

SULTAN 2. BAYEZİD (1481-1512)

1448’de Dimetoka’da doğdu. Fâtih Sultan Mehmed’in Gülbahar Hâtun’dan doğan büyük oğl

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

Cennet ve Cehennem iki yurttur; birisi sevaba birisi azaba, birincisi muttakilere, ikincisi kâfirle

AKSA TUFANI’NIN İSTİKBALDEKİ AKİSLERİ

AKSA TUFANI’NIN İSTİKBALDEKİ AKİSLERİ

De ki: " Bize iki güzellikten birinin dışında başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz? Oy

ALLAH RASULÜNÜN MANEVİ ŞAHSİYETİ-1

ALLAH RASULÜNÜN MANEVİ ŞAHSİYETİ-1

Fahr-ı Kâinat Efendimiz, (Aleyhissâlatü vesselâm) Kur’ân’ı Mekkelilere tebliğe başladı

NURDAN VECİZELER-7

NURDAN VECİZELER-7

“İnkılab-ı hakikat olmaz. Nev'-i mutavassıtın silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf, ink

Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir

Âl-i İmran:20

GÜNÜN HADİSİ

"Kim ilim tahsili için bir yola girerse Allah ona cennete gidecek yolu kolaylaştırır."

Müslim

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI